27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/12 8 MA YIS 1986 Ecevit: Bazıları gemiyi kurtarmak yerine ikinci kaptanlık, çarkçılık hesabındaydı 5 Doğrusu, iki büytlk parti öndcri için zor günlerdi. Attıklan her adım, yaptıklan her görüşme, yazdıklan her yazı çok dikkatli incelemelerden gcçiyordu. Evlerine gtrip çıkan kişilerin neler konuştuklan ya da iki parti önderinin ne söyledigi elbette bu tOr rejünlere özgü yöntemlerle saptanıyor ve değerlendiriliyordu. Ne var ki, Ecevit ve Demirel hiçbir şeyi "kapalı kapılv ardında" yapmıyorlardı. Demirel'in evi her gün öğleden sonraları "ziyareteüere" açıktı. Ecevit ise belirli gflnlerde örneğin her cumartesi evinin kapısıru yurdun çeşitli yörelerinden gelenlere açmıştı. Dileyen geliyor, önder bildikleri kişiyle konuşuyor; fîkrini ve görüşünü öğrenip dönüyordu. Ecevit'e göre, "kapuannı eşe dosta kapadığı" yolundaki savlar da gecersizdi. Kapatılarj CHP önderine telefonla doğrudan ulasmak gerçekten zordu. Fakat, bir kezinde bana, kimi çevrelerden gelen yakınmaJan, hatta eleşitirileri duyan bir insan olarak "durumunu" anlatmıstı: B e n i m Özel k a l e m i m y o k "Benim özel kalemim, sekreterim yok. Ev işlerinde eşime yanüma olacak kimsemiz yok. Kapıyı kendimiz açanz, çayı kendimiz yapanz, telefonlara kendimiz bakanz. Üstelik ben okuyup yazmadan yapamam. Oysa telefonu sürekli taküı tutacak olsam, bütün günümü telefon başında geçirmem gerekir; başka işlere vaktim kaJmaz" demişti... lelefonu takılı bıraktığı günler, bazen, daktilosunda bir cümlenin sonunu getiremediğini söylemişti. Gerçekten de o sırada Ecevit'in geliri emekli maaşıydı. O da parIamentodayken gazeteci olarak aynldığı işçi emekliliğinden eline geçen paraydı. Bunun yandan çoğu OrAn'daki dairesinin ısıtma masraftna gidiyordu. Ellerindekini satıp savarak "kıt kanaat" dedikleri cinsten bir yaşam sürüyorlardj. Ancak, 1984 sonlannda, annesi, Salacak'taki evini sattıktan sonra, geçünleri, "aile dayaruşması" içinde, rahatlamıştı. Ashnda, 1983 ortaJanna kadar, Ecevit anlatımma göre geçmişteki bazı davranışlannj unutamadığı birkaç kişi dışında, kimsejtkapısını kapatmamıştı. özeiliklecumartesi günieri, tanıdığı tanımadığı herkese kapısı açıktı. Bir süre sonra, artık, bu manevi baskjya tahammülüm kalmadı. Silkinip attım baskıyı üzerimden.. Zaten eşim ve gercek bir sosyal demokrat örgütlenmenin gereklerini ve çilesini göze alan, tanıdığımız tammadığımız birçok kimse, Demokratik Sol Parti'nin kunıluş hanrlıklanna baslamışlardı. Onun için, o asamaya vanldjğında, cumartesi günlerinin "açık kapı" sohbetlerine son verdim; ve temaslanmı kendi kendime üstlendiğim işlevin gerekleriyle sınırladım. Başka türlü davransam, boşuna zaman yitirmiş olacaktım. Oysa o kadar bol zamanım yoktu... KaJdı ki, o aşamada temaslanmı eski genisliğiyle sOrdürecek olsam, benim sosyal demokrasi anlayışıma çok ters düser biçimde kurulmuş olan iki partiyi, veya o iki partiden birini desteklediğim yolunda yayılmak istenen söylentilere inananlar da çoğalacaktı. O tasvip etmediğim partileşme hareketleri içinde yer aianlardan bazılan, gittikleri yerlerde adımı kullanıyorlardı. 'Biz Ecevit'in desteklediği partiyiz' diyorlardı. Her gün, veya her cumartesi benimle beraber olduklannı yayıyorlardı. Hatu bazılan, evde benimle resim çektirip, gittikleri yerlerde bu resimleri, kendilerini destekledigun yoİunda kanıt gibi kullanıyorlardı." ve kesin biçimde eleştirmiş, halkla bütünleşmek gerektiğini belirtmişti. Her gün birçok gruba, 'sosyal demokrat parti yorucu bir çalışmayla temelden kurulur' diyordum Ecevit'in Hapishane Dönemi CÜNEYT ARCAYÜREK Atatttrk'un yaklagınu benimsense Atatürk, o haiktan kopuk geleneksel "aydın" davranışının halkla kendi devrimci atılımı arasına çektiği duvarlan aşabilmek için çok ugraşmıştır. Fakat o dönemde ve tek partili rejimde, bu duvarlan aşmak, Atatürk için bile kolay değildi. Oysa, Atatürk'fln 1923'te "aydın"lara ve gençiere seslenerek beürttifi düsünceler ve yaklasun, kendilerine "aydın" diyenlerce bilinçü olarak benimsense, bu kesimin davranıslanna inandına biçimde yansısa, Türk toplumunun çagdaşlasması ve demokratiklesmesi önündeki tüm engeller yılalır ve büyük atıkmJar yapılır kanısındayım. Kısacası ben, 'aydm' tarumına hak kazanan okumuş yazmışlan, uzmanlan, hiçbir zaman itmedim; ama, onlann vaz geçümez katkısını, Atatürk'ün belirttiği anlamda, balkla "uyum" içinde değerlendirmeye çahştım. Benim "aydın"ı dışladığımı öne sürenler, çok partili yaşama geçildikten sonra CHP'de üniversite öğretim üyelerinden, okumus yazmıslardan, uzmanlardan en geniş ölçüde yararlanılan yıllann, benim genel sekreterük ve genel baskanlık dönemlehm oldugunu unutmus görünüyorlar. Sıkıyönetimden Ecevit'e uyarı Org. Ergun: BOTJL tophım kesimlenni siyasetle ttgiye teşvik ediyorsunuz Ecevit'in 19 Ekim 1981'de TRT'ye gönderdiği ve ilk kez hapse girmesine neden olan yanıtta şöyle bir ifade varda: "...Benimle yapılmış bir görüşmenin bir yabancı dergide yayımlanması üzerine, 8 Nisan 1981 günü, Ankara Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Recep Ergun araaüğıyla bana yapılan bir uyan üzerine, MGK'ye ulastınlmak Ozere..." "Neydi bu görüşmenin içeriği, sözünü ettiğiniz uyan ve sizin MGK'ye duyurmak istedikleriniz?" Ecevit, çalışma odasına kadar gidip geldi, elindeki dosyayı açtı, soruyu o gün tuttuğu notlanna bakarak yanıtlamaya başladi: "...Ankara Sıkıyönetim Komutanının çağnsı üzerine Mamak'taki Sıkıyönetim Karargâhma, komutanm makamına gjttim. Nezaketle karşüadı beni. Bir gün önce de Arayış dergjsinin 7. sayısında benim 'Işkence' bashklı basyazım çıkmıştı. Basın savcüığı o yazım dolayısıyla derginin toplattınlmasına karar vermişti. Hemen ertesi günü de ben komutanlığa çağnlmış oluyordum. Sayın Komutan, çağnsımn o olayla üstüste gelmesinden üzüntü duyduğunu belirtti. Çağnmn derginin toplatılmasıyla ilgili olabileceğini sanabileceğuni, oysa hiçbir İJgisi bulunmadığını, derginin toplattınlması yolundaki savcıhk karannı kendisinin de 7 nisan aksamı TV'den dinlediğini söyledi. Hatta bir bağlantı var samlinasın diye, 'Sizi çağırmayı erteIemeyi de düşünmüştüm, fakat bana verilen bir görev olduğu için erteleyemedim' dedi. Benimle bu görüşmeyi MGK'nin verdiği bir görev gereği yaptığını söyledi. Arayış dergisinin toplatılan 7. sayıdan bir önceki 6. sayısında benim 'Türkiye'de Rejimin Geleceği' bashklı bir başyazun çıkmıştı. özeilikle o yazıdan tedirginlik duyulduğunu bana ifade etti. Aydınlara kargı kınklık Aydın çevrelerden de dOş kınklığma uğradıgı söylenebilirdi. OrAn'a gidip gelislerimde de nıhsal durumunu açık secik belli edecek Ecevit'Tüzüğe hoyduramadtm: 1980 öncesi halkla bütünleşen bir örgütlenmeyi sürekli telkin eitim. Ama tüm çabama karşın 1976'da CHP tüzüğüne zorunlu gördüğüm hükümleri koyduramadım. Koydurduklarımı da uygulatamadım... Ancak 1983 baharında partiler kurulmasma izin verildikten sonra, Ecevit, bazı eski politikacı arkadaşlanyla, yeni politikaya atılmak isteyenlerden bazılannm yoğun baskısı altına gimiişü Bunu kendisi şöyle anlatıyordu: "Her gün, özeilikle cumartesileri, tanıdığım tanımadıgun pek çok kimse geliyor; benden yeni kurulacak bir "sosyal demokrat" parti için destek, veya o günlerin deyimiyle "mühür" istiyordu. Ben, dilim döndüğü kadar, askeri yönetimin başındaki be$ generalin onayına sunularak bir sosyal demokrat parti kurulamayacağını; sosyal demokrat veya demokratik sol bir parti kurmamn belirli koşullan bulunduğunu; o koşullann o sırada var olmadığını; o koşullan oluşturmak için, belirli riskleri de göze alarak, demokratik bir mücadele vermek ve yetkiyi de, onayı da, tepeden değii, haiktan aramak gerektiğini anlatmaya çalışıyordum. 'Böyle bir mUcadeleyi göze aürsanız sonuna kadar destek olurum, yoksa ben kendı doğru bildigim yolda yürürüm' diyordum. 'Zaten benden destek alsanız, o durumda yukardan onay alamazsınız' diyordum... Sağbklı ve gercek bir sosyal demokrat partinin, çatıdan degil, temelden kurulması gerektiğini, bunun için de özenli, yorucu ve zaman alıcı bir çalışma gerektiğini; bunu içlerine sindirenlere elimden gelen katkıyı yapacağımı, fakat inanmadığım bir şey için benden bir şey beklenmemesi gerektiğini söylüyordum. Her gün bunlan, bazen tek tek gelenlere, bazen üçer beşer kişilik gnıplar halinde gelenlere, bazen 3040 kişilik gnıplara, sabahtan aksama kadar, defalarca yineliyordum. Aynı şeyleri günde on kez anlatufcm oluyordu. kesimlerini siyasetle ilgilenmeye teşvik ettiğim doğrudur. Sağ kesimde bazı gazeteler ve poliükacılar anayasa ve rejim değişikliği için dilediklerini yazıyorlar. Oysa zaten rejim istedikleri yönde oluşuyor. Gercek demokratik rejim isteyenler de ECEVlrlN ARAYlŞf Ectvft,' 12 Eytüt1990sonmsmdusosyeldemokrastnin ytnlden örgtitlemnestiçin sardürüDfn çalışmatarda tabandan yeni bir oluşumu savunuyor ve halkla butünleşmenin önemini vurguluyordu. Bu göriişe katılmayanların yanı sıra, katılanlar da vardu Ecevit, 1979 yılında Edime'de bir CHP mitinginde. hiçbir şey soylemezdi, ama yeri geldiğinde dokundururdu. Heie geçen yılın son aylarında artık demokratik savaşımı "halkla beraber, halk içinde" yapmanın tek tutarü yol olduğu görüşünü bir kez daha benimsemis gibiydi. Belki de DSP'nin örgut kuruluşlannda daha çok yerel sade insanlann yer alması, bes yülık bir sureçte vardığı kimi yargılann etkisiyle sağlanrruştı. Benim yargılanma göre, Ecevit'in aydm çevrelerle eski CHP'li politikacılann büyük bölumüne karşı davranış göstermesi, hatta olağan deyimiyle bunlan "dışlaması, keodisini bu çevreterden soyutiaması" alışılmışın dışında bir atüımdı. Sonunda bu kişiler ya da çevreler siyasal alanda belirli ölçulerde etkileri olanlardı. Ecevit, adeta bir "meydan okujuşla" hepsini elinin tersiyle geriye itiyordu. Fakat bu arada, CHP önderligi zamanında hemen her zaman kendisine "destek vermiş kimi yazarlan, belirli sol odak noktalan" aynı kefenin içine koyması üzücü kimi sonuçlara doğru gitti, doğrusu bu davranıslar yadırgandı. 12 Mart döneminde yapılmak istenen anayasa değişiklikleri arasında en çok karşı çıktıklanmdan biri, partilerin üniversite öğretim üyelerinden yararlanmasını engeilemeyi amaçlayan değişiklikti. Fakat, ne çare ki, o dönemin bölünmüş CHP grubu içinde, bu değişikliğe gereken etkinlikle karşı çıkılmasını saglamaya gücum yetmedi. 12 Eylül döneminde de, raücadelemi surdürebilmek için genel başkanlıktan aynlıp "Arayış" dergisini çıkanna hazırhklanna girdiğim haftalarda, Ankara'da, İstanbul'da ve Izmir'de en az 150 üniversite öğretim üyesiyle, geceli gündüzlü toplantılar yaptım. Amacım, yalnız onlan etkin bir demokrasi mücadelesinin içine cekmek degil, aynı zamanda, Türkiye'nin sağlıkh bir geleceğe yönelebilmesi için gerekli araştırmalan da ortaklaşa yaprnalarıru sağlamaktı ve geleceğe yönelik arayış ve araştırmaiarda, uzmanlarla, okumuş yazmışlarla, halkı kaynastırmaktı. Ecevit: Toplum görüşlerini ortaya koymalı... MGK'nin Hamzakoy dönüşü Etimesgut Havaalaru'nda bana yapılan tebligata uymamı rica ettiğini söyledi. Aynca, Alman dergisi Spiegel'de dava konusu olmayan bir mülakatım çıkmıştı, ondan da tedirginlik duyulduğunu söyledi. Ben 'Türkiye'de Rejimin Geleceği' konulu basyazımdan niçin tedirgin olunduğunu sordum. Sayın Komutan Orgeneral Recep Ergun verdiği yanıtta dedi ki: 'Siz bu yaztda bazı toplum kesimlerini slyasetk ilgilenmeye teşvik ediyorsunaz.' Ben bunlan dinledikten sonra özetle şunlan söyledim: 'GeliboluHamzakoy dönüşü bana yapılan tebhgat, parti genel başkanı olarak davranışlanma getirilen sınırlamalarla ilgilidir. Oysa ben artık genel başkanlıktan aynldım. Etrafıma bakıyorum, lider olmayan kimseler hangi özgurlüklerden ne ölçude yararlamyorlarsa, ben de o ölçüde yararlanma hakkını kendimde görüyorum.' Komutan; 'Ama siz genel h»yltantılrtşn aynlnuş oisanız da partinizin Uderi olarak göriUüyorsunuz' dedi. Kendisine şunlan söyledim: 'Bundan ben sorumlu tutulamam. Ben genel başkanlıktan aynldım. Nasıl olsa siyasal faaliyete izin verildiğinde genel baskanhktan aynlmak zonında bırakılacağım resmen açıklannuştır. Ben şimdiden aynlmakJa bir bakıma bugünkü yönetimin bir isteğini yerine g«irmiş oluyorum. Buna karşıhk bana sade bir vatandasa taninan haldann tanınması gerekir.' Komutana şunlan da söyledim: 'Değindiğiniz başyazı ile ilgüi söyledikleriniz doğrudur. Toplum kesimlerini siyasetle ilgilenmeye teşvik ettiğim doğrudur. Ancak o konuda da ortada söyle bir durum var. Sağ kesimde gerek bazı gazeteler, gerek bazı politikacılar anayasa ve rejim değişikliği konusımda dilediklerini yazıyorlar. Kendi benimsedikieri türden ve benim demokrasi anlayışıma sığmayan bir rejimi savunuyorlar. Oysa onlar bu konuda bir sey yaap konuşmasalar da bir sey yitirmiş olmazlar. Çünkü, zaten rejim istedikleri yönde oluşuyor. Oysa ben Türkiye'de oluşmakta olan rejimden çok kaygılıyım, bunu içime sindiremiyorum. Nasıl ki, demokratik olmayan bir rejim isteyenler serbestçe yazıp konuşuyorlarsa, daha gerçek demokratik bir rejim isteyenlerin veya istediğini sandığım çevrelerin de düşüncelerini açık seçik biçimde ortaya koymalan gerektiğine inamyorum. Oysa demokrasi istemeyenler konuşur yazarken, demokrasi isteyenler v e y a istemesi gerekenler suskunluk içindeler, bu da beni tedirgin ediyor.' 'Bunun şu sakmcası da var' diye ekledim: 'Yönetimde bulunan komutanlar, kamuoyu karşısında çok duyarhlar. Bu çok olumlu bir şey. O kadar ki, Sayın Devlet Başkanı sokaktaki dedikodulan bile meydanlarda kürsüye getiriyor. Bu, kamuoyu karşısmdaki duyarblıklannın bir beürtisidir. Fakat, eğer demokrasi istemeyenler konuşup yazar, demokrasi isteyenler susarlarsa; yöneticiler, kamuoyu hakkında yanlış bir izlenim edinmiş olurlar, yanılgıya düşerler. Kamuoyu hakkında daha dengeli ve sağlıkh hüküm verebilmeleri için demokrasi isteyeıılerin de düşüncelerini açıklamaIan gerekir. Onun için öylelerini daha açık tavır almaya teşvik etmeyi bir görev sayıyorum. Bu arada ben de görüşlerimi ve kaygılanmı açıklarken çok dikkatli bir üslup kullanıyorum.' Spiegel'deki mülakat konusunda da şunlan söyledim: 'Yönetim bir konuda çok uygarca davranıyor. Gelen yabancı poh'tikacjlar veya gazttecüer, benimle veya benim durumumdaki kimselerle gört 5 m e k isterlerse, engel olmuyor. Hatta bazen randevulan Dıjijieri Bakanlığı alıyor. Fakat benimle görüşmeye gelenler havadan sudan veya edebiyattan söz etmek için gelmiyorlar. Turkiye'de rejimin bugünü ve geleceği hakkında görüşlerimi Oğrenmek istiyorlar. Ben de nasıl düşünüyorsam öyle konu^uyorum. Herhalde yönetim benden başka türlü davranmanu, yani kendi kendimle tutarsızhğa düşmemi istemez. Bu ko^ularda eğer bir sorun varsa, ben bu sorunu çözemem. Yöneaiıin çözüm bulması gerekir. Bana, hiçbir ziyaretçi kabul ettıeyeceksin, hiç kimseyle konuşmayacaksm, hiçbir şey yazoayacaksın, evinden aynlmayacaksın, denır; ben de ister isemez buna uymak zorunda kahnm. Fakat yazdığım ve ko^uştuğum zaman düşüncelerime aykın şeyler söyleyip yazanam'..." •>• Yoln çizip benden liderlik bekliyorlardı Bunlan saatlerce anlatıp tartıştıktan sonra, bazılan, 'Ama sen bizim liderimizsin, sensiz olmaz' diyorlardı. 'Beni lider gibi görflyorsaruz, benim söylediğim yolda çalışın' diyordum. Fakat kimi o yolun çilesini ve riskini göze alamıyordu, kiminin de o yola sabn yetmiyordu. Yolu kendileri çizip 'lider'liğa benden beküyorlardı. Eskiden "aceleri"likle, "sabırsız"lıkla eleştirilirken, bu kez de sabırlı çahsma istediğim için eleştirüiyordum. Bazıları da siyasal haklanma getirilen lusınunın farkında değillermis gibi, benden, olmayacak seyler istiyorlardı. Benim yürütmeve calıstığım demokrasi mttcadelesine herhangi bir katkıda bulunmayı, destek olmayı ise kabul etmiyorlardı. Amaç ne demokrasi ne de sosyal demokrasi idi... Amaç, hangi koSUİlar altında olursa olsun, ne kadar onur kıncı veya sosyal demokratlığa aykın koşullar altında olursa olsun, bir an önce, siyasete soyunmak ve siyaset alamna atılmaktı. O zamanlar sık sık kullandığım bir deyimle sanki eski film koptuğu yerden, aym senaryo ile ve aşagı yukan aynı aktörlerle devam edecekti. Seçkinci davranı^lara karşıyım Bu izlenimlerimi kendisine açtığımda, Ecevit, şunlan söyledi: "Benim 'aydınlaı' konusundaki davranışım yeni değildir; çok eskilere; CHP içindeki demokratik sol hareketin ilk bajladığı yıllara, 1960'lı yıllara gider. Ben, ashnda, öteden beri 'aydın'a degil, 'aydın' olarak kendilerini haiktan üstün görenJere, veya halkı hor görenlere, halkın siyasal katıümım bilinçli bilinçsiz engelleyenlere ve halkla uyum sağlayamayanlara karşıyım. Hiçbir demokratik toplumun siyasal yaşamında 'aydınlar' ve 'halk' aynmı yapılmaz. Zaten kimin 'aydın' sayjıp kimin 'aydm' sayılamayacağı da kolay belirlenemez. Osmanlı 'aydın'ının, 'münevver'inin, seçkinci geleneği, baska seçkinci geleneklerle birlikte kınhnadıkça, Türkiye'de demokrasi, gerçeklik kazanamaz ve sürekli işleyemez. Bu Osmanlı gelenegine, tek partili dönemde, bazı 'devrimci'ler, 'öncü kadro' anlayışım da eklemislerdir. Bu tür seçkinci davranış ve anlayışlardan Atatürk de çok tedirgindi. Daha cumhuriyetin kunılduğu yıllarda, gençlerle yaptıgı bazı konusmalarda, o geleneksel "münevveran" davranışını çok açık Sade insanlarla DSP 'Demokratik Sol Parti'nin örgüt kuruluşlannda daha çok yerel, sade insanlann yer alması'na gelince, bunu çok doğru bulduğum bilinen bir gercek. Ancak ben bu görüşe de 12 Eylül sonrasında gelmiş değilim. Yine, 1930 öncesi genel sekreterlik ve genel başkanhk dönemlerimde de, halkla bütünleşmiş bir örgütlenmeyi, örgüüü halk kesimleriyle iç içe örgütlenmeyi, sürekli telkin ettim ve saglamaya tkinci kaptanlık, çarkçıbagılıt Bazıları da, batık gemiyi kurtarmaya çabşmak yerine, batık geminin kaptanlığı, ikinci kaptanlığı, çarkçıbaşıiığı hesaplan içinde idiler. Döküldügümüz denizde yuzmeye ve batık gemiyi yüzdürmeye çahşırken, birçok kimse, benzer bir çaba gösterecek yerde, sanki kollanmdan bacaklarımdan beni aşajğılara dogm çekiyordu. Ecevit. Atatürk'ün aydınlar konusundaki goruşlerini aktarıyor EceviUBashtyt atttm: Döküldügümüz denizde yüzmeye ve batık gemiyi yüzdürmeye çalışırken, bacaklarımdan beni aşağılara doğru çekiyorlardı. Bir süre sonra tahammülüm kalmadı. Silkinip attım bu manevi baskıyı üzerimden. Zaten eşim ve birçok kişi DSP'nin kunıluş çalışmasına baslamışlardı... calıstım. Ama tüm çabama karşın, I976'da yeniden hazırlanan CHP tüzüğüne, bunu sağlayabilmek için zorunlu gördüğüm hükümlerden bazüannı koyduramadjm; koydurabildikierimi de uygulatamadım; daha doğrusu uygulatabilecek vakit kalmadan demokrasi kesintiye uğradı. öteden beri şuna inanınm ki, halkla, özeilikle çahşan halk kesimleriyle, örgütsel bir bütünleşme veya dayamşma içinde olmayan bir sosyal demokrat veya demokratik sol hareket, salt çoğunlukla iktidara gelse de iktidar olamaz; içli dışlı egemen güçlerin çıkaracağı engelieri aşamaz. Nitekim asamamıştır. 12 Eylül döneminde, ben ilkin, var gücümle ve hapse girmeyi göze alarak, Cumhuriyet Halk Partisi'nin kapatılmasını önlemeye çalıştım. Eğer bu konuda yalnız kalmasaydım ve CHP kurtarılabilseydi; yine var gücümle, CHP'nin yapısında, demokratik solculuğun gercği olan değişikliklerin gerçekleşebilmesi için uğraşımı sürdürecektim... Ama olmadı. Atatürk'ün istediği 'uyum' partide de toplumda da gereğince sağlanamadığı için, demokrasi yıkıhrken, Cumhuriyet Halk Partisi de tarihe gömüldü. Onun üzerine ben, tüm gücümü, sağlıkh ve sosyal demokrasi açısından "uyumlu", bir yeni yapımn gerçekleşmesine düşünsel katkı için harcamayı kararlaştu'dım. Bir kez bu karan verdikten sonra da, yukanlardan 'icazet"li, tepeden inme "sosyal demokraf'hk oyunIarıyla zaman yitiremezdim; eşim Rahşan Ecevit'in geçenlerde kullandıgı bir deyimle "tatlısn sosyal demokratiıgr'm yeterli bulanlarla ilişkimi, işbirliğimi surdüremezdim. Hele o geleneksel "seçkinci"lik, "aydın"cıhk ve "kadro"culuk davranışlannın, hastalıklanrun, yeniden depreşip güçlendiği bir ortamda, eski dostluklar hatınna, işin kolayım seçenlerle birlikte yola devam edemezdim. Bu hastahklardan annmış bir yapı, benim, yalmz 12 Eylül 1980*den sonra değil, öteden beri beslediğim bir özlem... Eskiden destekierini gördüğüm ve şükranla andığım bazı yazarlardan veya "sol odak"lardan ayn düştü isem, onun da nedeni, bu kesimlerde yer alanlardan bazıtanyla böyle bir özlemi paylaşamıyor olmarruzdır!' 'Aydınlarla halk arasında uyum gerekli' Memleketi kurtarmak için bu iki zihniyet arasında uyum sağlamak gereklidir. Biraz halk kitlesinin yürüyüşü hızlandırması, biraz da aydınların çok hızlı gitmemesi lazımdır. Ama halkla kaynaşmak aydınlara düşen bir görevdir. "Ecevit, 197O'te yayımlflnan "Atatürk ve Devrimcilik" baslıkiı kitabında Atatürk'ten bu konuda alınblar yer aldıgını belirtiyor ve ekliyordu: "tzin verirseniz, AUtürk'ön, 20 Mart 1923'de Konya'da gençlerle yaptıgı bir konusmadan bazı parçalan, bugunüD Tiirkeesine yaklaştuarak aktarayun. Şoyle diyordn Atatiirk: "Bozuk zihniyetli milletlerde büyük çoğunluk bir hedefe, munevver (aydın) denen sımfda başka zihnıyete maiîktir. Bu iki sın\f arasında tam karşıtlık, tam muhalefet vardır. Aydınlar, asıl kitleyi kendi hedefme yöneltmek ister; halk kitlesi ise bu aydın sımfa bağımlı olmak istemez. O da bir başka yön belirlemeye çalışır. Aydın sınıf, telkinle, aydmlatma yoluyla, çoğuniuğu kendi amacına göre ikna etmeyi başaramaymca, başka araçlara başvurur. Halka karşı baskı ve zor kullanmaya başlar; halkı istibdat altında bulundurmaya kalkar~. Halkı ne birinci yöntemle (telkin ve aydmlatma ile) ne de baskı ve isübdatla kendi amacımıza sürükiemeyi başaramadığımızı gOrüyoruz Neden? Bunu başarabilmek için, aydm smıfla halkm anlayış ve hedefi arasında doğal bir uyum gereklidir. Yani aydın sını/ın halka telkin edeceği düsünceler, halkın ruh ve vicdanmdan alınmış olmalıdır. Oysa bizde böyle mi olmuştur? O aydmlann telkinleri, milletimizin ruhunun derinliklerinden alınmış düsünceler ntidir? Şüphesiz ki hayır! Aydınlarımız içinde çok iyi düşünenler vardır. Fakat genellikle şu hatamız vardır ki, incelemelehmize temel olarak, genellikle, kendi memleketimizi, kendı tarihimizi, kendi geleneklerimizi, kendi özelliklerimizi ve ihtiyaçlarımızı almayız. Aydınlarımız belki bütün cihanı, bütün diğer milletleri tanır, lâkin kendimizi bilmeyiz... Bu millete gideceği yolu gösterir• ken, dünyanm her türlü ilminden, buluşlanndan, Uerlemelerinden yararlanahm, fakat unutmayahm ki asıl temeli kendi içimizden çıkarmak mecburiyetindeyiz. .... Itıraf edelim kı hâlâ ve hâlâ aydınlanmm, gençleri arasında halkla uyum gerçekleşmemiştir. Memleketi kurtarmak için bu iki zihniyet arasındaki aynlığı durdurmak, yurümeye başlamadan önce bu iki zihniyet arasında uyum sağlamak gereklidir. Bunun için de biraz halk kitlesinin yürümesini hızldndırması, biraz da aydmlann çok hızlı gitmemesi lazımdır. Ama halka yaklaşmak ve halkla kaynaşma daha çok aydınlara düşen bir görevdir. Gençlerimiz ve aydınlarımız, ne için yürüduklerini ve ne yapacaklannı ilkin kendi kafalarmda iyice betirlemeli, onlan, halkın, içine sindirebiieceği ve kabul edebileceği bir duruma getirmeli, onlan ancak ondan sonra ortaya atmalıdır. Bizim halkımız çok temız kalpli, çok asil ruhlu, ilerlemeye çok yatkın bir halktır. Bu halk eğer bir kez karşısındakinın içtenlikle kendisine yararlı olmaya çalıştığına inanırsa, her türlü hareketi kabule hazırdır. Bunun için gençlerin herşeyden önce millete güven vermesi gereklidir." Ecevit alınüyı şu sözlerte noktahyordu: "Aydıohalk ikiligi konusundaki duşuncelerimJ, Autiirk kadar guzel ve açık anlatamayacağını için, onun bu sözJerini, 1970'te yayımJanan kitabtma olduğu gibi ainuştım; \e "onculıik odevi"nin, "halkın içine girip, öraek olarak, yol göstererek" yapılması gerektigJni vurgulamıştım." SCRECEK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle