16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRİ ŞLER işsiz guçsuz boşta gezenler topluma değil Tann'ya emanet edilmiştir. Geçen yıl boyunca gençliğin hiç değilse eğitimle ilgili yakınmalarını değerlendirrneli, dört yılda altı kez değişen YÖK Yasası'nın, altmış şu kadar kez değişen yönetmeliklerin yarattığı kargaşayı, bunun acısını çekenlerle oturup tartışmalı, çıkış yolları aramah idik. YÖK'ün ÖSY sınavları sayın vöneticisi, geçen yılki ikinci basamak smavianna girebilen 220 bin öğrencinin 107 bininin yabancı dil sorularına, 51 bininin matematik sorularına, 34 bininin de fen sorularına el surmediklerini, surenlerin de duşük puanlar yöresinde kümelendiklerini açıkladı. Üstelik, sınav sonuçlan sıralama için değil de bilgi düzeyi saptamak için kullanılsa ve diyelim, başarı için matematik ya da fen sorulannın hiç değilse yarılarının doğru yanıtlanma koşulu aransa, başarılı öğrenci sayısının 10 bini geçemeyeceği açıklandı. Sayımlamalara davanan bu sonuclara ne denebilir ki? Ama aynı YÖK'ün oğrenci ve yönetmelik işlerinden sorumlu üyesi, dahası, kurumun başı, girişte bunca başansız olan öğrencilerin, içerde yüzde doksanları bulan ve aşan başarı kertelerine ulaştıklarını bildirdiler. İnsanlarla eğlenircesine. Bu, YÖK'sel büyulemelerle ulaşılan bir başarı olsa gerek. Böylesine ürkutücü bir durumun sorumluluğunu öğrenciye yıkmak dürüst bir tutum değildir. Oğretim ve eğitimle ilgili tum kaldıraçlan elinde tuttuğu halde doğru durüst bir eğitimin en alt düzeyini bile sağlayamayan bir düzenin, kendi sorumluluğu üzerinde bir iç hesaplaşmayı bile aklından geçirememesi büyük bir talihsizliktir. Toplumun tüm katmanlarını ilgilendiren eğitim konusunun her düzeyinde ve her konuda "ne öğretmeli, nasıl öğrelmeü" sorulannı yanıtlamaya çalışmak şoyle dursun, akılcı uygulamaya dönük bir sorun haIine getirmek aşamasına bile gelemedik. Bu olumsuzluğu aşmak için onyargısız, anlajışlı, katılımcı bir ortam oluşturmak gerekir. Katılım bir büyülü değnek değil hiç kuşkusuz. Ama böyle bir katılımcı yoldan gelişebilecek demokratik, uzlaşımlı davranışlar ile ulusal eğitim sorunumuzun önundeki engelleri elbirliği ile aşabiliriz. Bu açıdan büyük şansımız, uygar dunyanm yıllardır süregelen araştırmalar ile oluşturduğu bilgi ve deneyim birikiminin tüm insanlığın hizmetine sunulmuş olmasıdır. Buna akılcı, onyargısız bir tutumla yaklaşabilirsek kendimize bir çıkış yolu bulabiliriz. Bu üstelik toplumsal barışa çıkacak yoldur da. Birleşmiş Milletler, 1986 yılını barışa adadı. Bu, insanlık için yeni bir fırsat. 12 Eylül öncesinde toplumumuzun, ozellikie yüksek oğrenim gençliğimizin karşıt iki ucay (kutup) çevresinde kümelendiği ve anarşinin oradan kaynakiandığı izleği (teması) üstelenerek işlendi. Oysa uzmanlara göre yüksek oğretim gençliğinde gözlenen ucaylanım yüzde 10'u bile bulmuyordu. A^ırı uçlardan silahlı eylemlere katılmış ve hükum giymiş militan gençler ile yapılan anketler, üniversiteyi kargaşa eylemciliğinin kaynağı olarak görmediklerini ve içine dönük bulduklan bu kurumu böyle bir eylem önculüğü yapabilecek yetenekte ve bilincte bulmadıklarını açıklıyordu. (Cumhuriyet 6 Haziran 1984) 12 Eylül sonrası, gençlikteki bu sozde ucaylanmayı değerlendirmede nesnel ve yansız olamadı. Suç konusu belli olmayan acıIı işlemler, onlemler ve davalarla toplum tedirgın edildi. Üniversiteyi adına yaraşan bir kurum olmaktan çıkaran YÖK olayı, yaşanan uygulamaların ortaya koyduğu niteliği ile, kurumu bir politik örgütlenmeye feda etti. Yetenekli, yetişkin yığınla genç bilim adamı bugün başka ülkelere hizmet verirken kendi çocuklarımız ne yaptığının ayrımında olmayan bir ortam içinde bocalayıp kaldı. SONUÇ Önyargılarımızı yenerek BARIŞ 86'dan yararlanmaya bakmalıyız. İnandırıcı olabilmek, genç yaşlı yığınla insanımızın acılannı dindirebilecek onlemler almak ve "barışım"a elverişli bir ortam yaratmak zorundayız. Kendimizi çok haklı saydığımız konularda bile yanılmış olabileceğimizi kabul edelım. Ülkenin bir yarısını iyi, ötekini kötu sa>mak doğa yasalanna aykındır. Demokrasinin temel ilkelenne aykındır. Hoşgorümüzde cimri davranır da içtenlikli bir banş ortamı kuramazsak geleceğin yeni acılar getireceğinden hiç kuşkumuz olmasın. Katılınıdan Bamşa... tlniversiteyi, adına yaraşan bir kurum olmaktan çıkaran YÖK olayı, yaşanan uygulamaların ortaya koyduğu niteliği iie, kurumu bir politik örgütlenmeye feda etti. Yetenekli, yetişkin yığınla genç bilim adamı bugiin başka ülkelere hizmet verirken kendi çocuklarımız ne yaptığının ayrımında olmayan bir ortam içinde bocalayıp kaldı. PENCERE 9 NİSAN 1986 Adam Olmak Sanatı ve Boğaz Yalıları... 1960'lann ilk yarısında Cemal Hüsnü Taray'la Anadolu yakasında bir kıyı meyhanesine rakı içmeye gitmiştik. Yaşça benden çok büyüktü rahmetlı Taray, Atatürk döneminde Milli Eğitim Bakanlığı yapmış. sonra büyükelçi kimliğiyle çeşitli ülkelerde Türkiye'yi temsil etmişti. Anı dağarcığı yüklü bir insandı. Dönüşte arabayı Kuzguncuk'ta durdurdu. Indik. Bir yalı arsasına doğru yürümeye başladık. Eşi bulunmaz bir görünüm karşısındaydık. Cemal Hüsnü dedi ki: İlhan, bu arsa benim. Üzerine ev yapacak param yok. Umarım arkadaşların arasında bu tür işleri bılenler bulunur. Arsa sizindir, bana deniz üstünde bir daire verın. yeter... Öneriyi yadırgamıştım; deniz kıyısı kapatılır mıydı? O zamanki kafamla en çok on yıl içinde bütün kıyıların halka açılacağına inanıyordum. Hem dünyanın hiçbir yerinde İstanbul'daki rezillık yoktu. Yola koyulduktan sonra düşüncelerimi açtım. Cemal Hüsnü dedı ki: Ben de senin gibi düşünuyorum; kıyıları kamulaştıracak bir iktidara yalıyı seve seve veririz. Yine de aklım yatmadı, zaten param yoktu; Cemal Hüsnü de yalı arsasını bırısıne sattı. * Aradan yirmi yılı aşkın bir zaman geçti. İstanbul'un yalnız kıyıları değil, tepelerı bile daha çok kapatıldı ve betonlaştı. Bu çirkinliğin kaynağı nedir? Emperyalizm mi? Komprador kapitalizm mi? Sosyalizm mi? Kömünızm mi? Solculuk mu? Sağcılık mı? Gelişmemişlik mi? Ne olursa olsun, nereden gelirse gelsin, çirkinlik çirkindir; halka deniz kıyılarını kapatan yerleşım biçimı de uygarlık dıştdır. Kim oturuyor Boğaz yalılarında? Yoksulu da var, zengini de, solcusu da var, sağcısı da... Düşünuyorum: Eğer Cemal Hüsnü'nün arsasına bir beton blok diktirip bir dairesine yerieşseydim, deniz kıyılarını kamulaştırma girişimlerine ben de karşı mı çıkacaktım? Kimbilir? jnsanoğlu belli olmuyor. Belki ben de değişirdim; sonradan görme kımilerinde olduğu gibi, elimdekini yitirmek korkusu aklımı başımdan alırdı ve "Boğaz kıyılarını halka açalım" diyen uygarlık kuralına karşı çıkıp elalemin gözünde rezil kepaze olabilirdim. • istanbul Boğazı'nın kıyılarında çeşitli yapılar var. Kimisi tarihsel değeri tartışılmaz güzellik anıtıdır; kimisi sefertası gibi kat kat yükselen evden bozma apartmandır. Kimisi lök gibi betonarme mafia yalısıdır, kimilerine ülkenin büyük parababaları karargâh kurmuştur; kımine bakmaya doyamazsın, kimine baktıkça kusacağın gelir; kimisi korunmalıdır, kimisi yıkılmalıdır. Boğaz kıyılarında oturanların tümünü bu yüzden suçlayamayız. Babadan, dededen kalma yapıyı gözü gibi koruyan nice kişiye madalya bile vermek gerekir. Ancak bütün bunlar bir uygarlık gerçeğinin istanbul'a mızrak gibi uzanan doğrultusunu saptıramaz: Kıyılar halka açılmalı. • Bir adam arıyorum. Bilinçli olsun, Boğaz'ın en güzel yerinde otursun, her akşam sofrasını balkonunda ya da rıhtımında kursun. güzel sanatlardan anlasın, içinde hepimizın yaşadığı düzenin çirkinliklerini görmekle kalmayıp düzeltilmesini özlesin... Bu adam. tarıhsel gidişatı bilen, dünyayı tanıyan, içinde yaşadığı koşulıarla evrensel değışimin kaçınılmazlığı arasındaki bağıntıyı benliğinde kurabilen görgülü kişidir. Bu adam konuşursa der kı: Evet, deniz kıyıları halka açılmalı!.. Bu iş için uzmanlar bir plan hazırlamalı; tarih ve doğa korunmalı; estetiğe, şehırciliğe, akılcılığa öncelik tanınmalı... Biliyorum ki ham ervahların, para nonoşlarının, gözü dönmüş yeni zenginlerin yanı sıra böyle İstanbul efendileri de var. Prof. Dr. RAUF NASUHOĞLU Birleşmiş Milletler'in önayak olduğu Gençlik Yılı, yaşamımızda ve belleğimizde iz bırakmadan geçip gitti. Gerçi kimi kunımlanmız, üniversitelerimiz torenler, TRT'miz gençlik izlenceleri düzenledi. Ne var ki hepsi besbelJi gösıermelik niteliğinde idi: BM'nin önerdiği kavramlara, katıhma, gelişime, barışa pek değinilmedi. Bunlardan ilki, "katılım" evde çocuğun, okulda öğrencinin, fabrikada ve tarlada işçinin en azından kendi sorunlan üzerinde, yaşadıklan biyolojik evrenin sıkıntıları üzerinde geçimle, eğitimle ilgili konular üzerinde denleşme fırsatı idi; e\v deki ve toplumdaki tersiıklerden kaynaklanan sorunlarla ilgili beklentilerini dile getirebilme, haklannı savunabilme, en alt duzeyde bile olsa yönetimde soz sahibi olabilme fırsatı demekti. Böylelikle kuşaklar arası bir söyleşim (diyalog) köprüsü kurulabilirdi. Başka bir deyişle katılım genç insanları kavgasız söyleşime, uzlaşıma alıştıracak, demokratik ilişkileri yaşayarak öğretecek etkili bir eğitim siireci idi. Ne var ki etkili ve yetkili buyukler bir kez bu yola girdik mi insanları özellikle gençleri tutmanın çok güç olduğu kanısında idiler. Bizde büyükler söyler buyurur, kiıçükler buyrukları yerine getirirdi. Akıl başta değil yaşta, yılların biriktirdiği deneyimlerde idi. Konuşmavı sürdürmeye, gençlerin ozgürlük içinde yetişmesi, gelişmesi, insan hakları, toplumsal adalet gibi kavramlan one surmeye kalkarsanız 12 Eylül öncesinden soz edilir, söyleşim kesilirdi. Böylece dogmatik, önyargılı duşunce alışkanlığımızla çağın gerisinde tökezleyip duruyoruz. Bu donuk tutuculuk onulmaz dertlerimizin en ağırlarından biridir. Etkili bir katılım olan seçmenlik yaşını 18'e indirmeyi önerseniz, 82 Anayasası'nın öğretim üyeliğinden gelme sözciisü, gelecek yönetimlerin başına dert açarız der, keser atar. Eğitimin her basamağında oğretme durumunda olanlarla oğrenciler arasında etkileşımlı, canlı, kısacası katılımcı bir oğretim ortamı pek görülemez ülkemizde. Yetişkinler arasındaki ilişkiler daha sağlıklı değildir. Bir fakültenin hizmet otobusünde tümü oğretim kadrosunda bulunan "büyükler" ile "ortancalar" ve de "küçükler" arasında önden arkaya hangi sıraya göre oturulacağı sürtuşme konusu olmuş, sonunda işi bir yönetmeliğe bağlamak gerekmiş: Bilimsel ölçutlerin geçerli oltnası beklenen bir kurumda içeriksiz bir unvan ve rütbe düşkünlüğü! ÇIKIŞ YOLLARI ARAMALH DIK Okula gideme>ip de çıraklıkla bir zanaat edinme zorunda bulunan genç çokluğu için ise katılım diye bir konu hiç gundemde görünmez; insan ilişkilerine hoşgörüsüz bir buyurganhk egemendir. Usta kalfa>i ezer, kalfa da çırakian. Ne iş süreleri bellidir ne ucretleri; ne sigortaları vardır ne de guvenceleri. Biraz bir şey oğrenebilmek için hepsine katlanmak gerekir. Alttakilerin ezilmesi bu tür "eğitimin" doğal kuralı, yararlı sayıJan yöntemidir. Yasalar bu yaştakilerin okulda olmasını ister. Ne var ki yasa çıkarmak başka, bunu uygulamak daha başka bir sorundur. Aslında gençlik deyince okuldakiler akla gelir. Dısarda kalanlar, EVET/HAYIR AKBAL Oktay Akbal arkadaşımız izninin bir bolümünü kullanacağından yazılarına 16 nisan çarşamba gününe kadar ara verdi. OKURLARDAN Mağduriyetler giderilecek mi? Hani hak alınmaz verilirdi? S'e oldu ya. İş tamamen tersine işUdi. Hak verilmez alırnr oldu. Bugün halen mevcut her meslekten ilkokul mezunu memur birinci derecenin son kademesinde çalışmaktadır. 657 sayılı Devlet Memurlan Personel Yasası, çalışan memurlann kazamlmıs haklannı ellerinden almıstır. Şöyle ki: tlkokul mezunları 15. dereceden, ortaokul mezunları 14. dereceden, lise mezunlan 13 ve 12. derecelerden, yüksekokul mezunlan da 9. dereceden göreve atanmaktadırlar. Tahsil durumlarına göre başlangıçla bir ayarlama yapılmıstır. Yüksekokul mezunları birinci derecenin sonuna kadar gelebiliyorlar. Fakat lise mezunlan üçüncü derecenin son kademesi, ortaokul mezunlan beşinci derecenin son kademesi, ilkokul mezunlan da yedinci derecenin son kademesinden ileriye terfi etme imkânt bulamıyorlar. lste sosyal adalette ayncalık burada başlamıs oluyor. Hem başlangıçta törpülen ve hem de tekrar tabandan budan. Adalet bunun neresinde? Mehmet Demirtaş Emekli öğretmen yetkili mercilere yaptığımız müracaatlara rağmen bir yanıt alamadığımız için bu sorunumuzu gazeteniz aracılığı ile yetkUilerin ilgisine arz ederiz. 19.3.1986 SAĞMALCILAR 2. ÖZEL ASKERİ CEZAEVİ 26 SlVtL PERSONELİ. Zafer Parkı, yeşil alan kıtlığı çeken Ankara'da halkın bir parça dinlendiği, yılın büyük bölümünde kullanılan, çevrenin görünümünü güzelleştiren şirin, işlek bir parktu Yeterince parkın bulunmadığı Ankara'da, park yapmanm belediyenin en başta gelen işlerinden birisi olması gerektiği halde, sayın başkan parklan otopark yapmak için yıkmaktadır. (Belki de sayın başkan, "tkisi de park ne farkeder!" demiştir.) Otoparklar da Ankara için önemlidir, yapılması gerekir ve sıkıntısı da çekilmektedir, ama bunların yeri zaten bir avuç olan yeşil alanlanmız değildir her halde! Güven Parkı'nın tam karşısında yıllardır çirkin taneke panolarla çevrili eskiden park olan bir yer vardır, sayın başkandan bu gibi yerlerin park yapılmasını beklerken, yoksa bir süre sonra Abdi İpekçi Parkı'nı ve Güven Parkı'nı da otopark olarak mı göreceğiz? TUNCAY KAPUSUZOĞLU ANKARA ARADA BER Av. ENGİN ÜNSAL Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı eski Genel Başkanı İaşe paramız verilmiyor Bizler 7.6.1983 ten 6.2.1986 yılına kadar Sağmalcılar 2. Özel Askeri Cezaevi'nde görev yapan 26 sivil personeliz. Cezaevinde askeriye ile biriikte çalıştığımız için Başbakanhk 'ın onayı ile I. Ordu tarafmdan bize iaşe parası veriliyordu ve nitekim 1986 yılınm başına kadar bu iaşe bedeli paralanmız ödendi. 1.1.1986 tarihinden cezaevinin kapama tarihi olan 6.2.1986 tarihine kadar olan çalışma sürelerimizin iaşe paralanmızı defalarca yaptığımız başvurulara rağmen alacağımıza dair bir yanıt alamadık. Oysa sıkıyönetim mahkemelerinde ve askeri cezaevlerinde çalışan sivil personel bu iaşe paralannı muntazam bir şekilde almaktadırlar. Defalarca Ankara'da ağaç bayramı kutlandımı 29.3.1986 tarihli Cumhuriyet'in 11. sayfasındaki iki zıt haberin yer alışı hemen dikkati çekiyordu. 1. sütunda Ankara'da Ağaç Bayramınm kutlandığı yazarken, 2. sütunun altında otopark yapılacağı gerekçesiyle Zafer Parkı'nın yıkıldığt, yıllık çmarların, ıhlamurlarmm kesildiği yazıyordu. Dayanamamış parkın arkasındaki Danıştay çalışanları, Ankara Bölge Idare Mahkemesi'ne yürutmenin durdurulması amacıyla başvurmuşlar, mahkeme de yürütmeyi durdurma kararı almış, ama karar Sayın Altınsoya iletildiğinde park yerle bir olmuş durumdaymış. Gençlerin Örgütlenmesi 12 Mart ve 12 Eylül girişimlerinin en önemli kalıtımlarından (miraslanndan) birisi ve bir anlamda en önemlisi, gençlere kuşku ile bakılmasının tohumlannı bazı kafalarda filizlendirmesidir. Bir toplumu gençlerine karşı yabancılaşma sürecine sokan, onu gençlerinden adeta korkar duruma getiren böylesine bir davramş, demokrasinin geleceği açısından üzerinde önemle durulması gereken bir konudur. Ulusal Bağımsızlık Savaşı'nın eşsiz önderi Mustafa Kemal1 in yaptığı ve gerçekleştirdiği tüm devrimleri simgeleyen Cumhuriyet'i, gençlere emanet etmesine karşın bizim gençleri en temel haklannı kullanmaktan yoksun bırakmaya yönelik çabalanmızın savunulacak hiçbir yan1 olamaz. Son günlerde hükümetin depolitizasyon politikasının adı, kamuoyunda sıkça anılır oldu. Politikadan yalıtmak anlamına gelen bu deyimin toplum içinde amaçladığı kesim gençlerdir. Hükümet açıkça gençliğin dinamizminden, ödün vermezliğinden, akılcı ve çağdaş oluşundan ve Atatürkçülüğünden korktuğunu ortaya koyan bir tutum içindedir. Gençler her ne pahasına olursa olsun politikanın dışında tutulmak istenmektedir. Gençler yönetilecek, yönlendirilecek, ama hiçbir bıçimde yönetme ve yönlendirme eylemlerinin içinde olamayacaktır. Gençlerin düşünemeven, düşündüklerıni söyleyemeyen, soyledikleri yayımlanamayan, hiçbir etkınliği olmayan Orwell'in 1984 adlı yapıtındaki kişiler olması özlenmektedır. Böyle bir olgunun yasal dayanaklan ustalıkla hazırlanmıştır. Kendilerine kuşku ile bakılan genç kesirnin başında, özellikle yükseköğrenim gençliği geldiğinden, 4 Kasım 1981 tarih ve 2547 sayılı Yüksek Oğretim Kanunu'nun 59. maddesi bu konuda özel bir hüküm getirmiştir. Siyasi Partilere Girme Yasağı başlığı altında düzenlenen bu hükme göre oğrenciler siyasi partilere ve bunların her türlü yan kuruluşlarına üye olamıyor ve bir parti adına siyasi faaliyette bulunamıyorlar. Demokrasi bir gelenek sorunudur. Demokrasi yaşanarak bilincine varılacak bir olgudur. "Gençlere demokrasi geleneğini yaşama olanağı tanımayarak demokrasiyi ülkemizde nasıl güçlendireceğiz?" sorusunu gündeme getirmek gereklidir. Yukarıda değindiğimiz yasa hükmü devamla öğrencilerin kamu yaranna olan derneklerden başka bir derneğe üye olmalarını, rektörlerin yazılı iznine bağlamıştır. Başka bir deyişle, özellikle yükseköğrenim gençliği, temel hakların kullanılması açısından adeta bir kuşatma içine alınmıştır. Şimdi 2547 sayılı yasanın 59. maddesınde yapılmak istenen bir değişiklik ile bu kuşatma daha da daraltılmak ıstenmekte ve öğrencilerin her üniversitede, ancak bir tek öğrenci derneği kurabileceği hükmü getirilmek istenmektedir. Bugüne değin büyük özveri ve uğraşlar sonucu yürekli öğrencilerin kurduğu 39 öğrenci derneği, bu antidemokratik girişime inançla karşı çıkmışlardır. Tek partili demokrasi anlayışı nasıl geçersiz ise, tek dernekli bir üniversite yaşamı da o denli gerçek dışıdır. Bugünkü yönetim, Avrupalı demokratlarla uyum içinde ve biriikte yaşamak ıstiyorsa, demokrasi yolunda ve toplumu demokratikleştirme yolunda daha çok ve inandırıcı adımlar almak zorundadır. Bir ülkedeki demokrasinin varlığını özgür basın, özerk üniversite, bağımsız yargı organları gibi kanıtlayan bir başka veri de, o ülkede gençlerin ne kadar özgürce örgütlenebildiği olgusudur. Avrupa'nm demokratik ülkeleri ve özellik(Arkası H. Sayfada) UderOMO'danbütçenize katkı: En çoksevilen margarinbedava Yıllardır üstün temizleme gücüne ve kalitesine inandığınız lider deterjan 0M0, ülkemizin bir numaralı ve en üstün kaliteli margarini SANA ile elele vererek bütçenize katkıda bulunuyor Şimdi dilediğiniz boydan 2 0M0 kutusu satın alın 2 adet "Buradan açınız" kapağını kesin, bakkalınıza verin, 250gr'lık SANA'nızı bedava alın. (31 Temmuz 1986 tarihine kadar geçerlidir.) 150 KİŞİÜK DEV KAOROSUYIA FARKLI MİZAH PEBOİSİ... , ALMNEMUIAK ISMAJL GÜUüÇ NUOI Kuncaf TUHHAN MUÇUK üucOt/Mn MCHHHV(HHT»«W SUNOE» B»OÖ«N SAİTMUNZU» HATDU I$M ŞEHİFIUUANT DCfflTASAVlN •ÜLENT KASAKÖSE VUSOF AKİNCI 20M0kapagnle SANA'nızı bakkalmızdan BEDAVA alın. o ALTINOZÜ ASLIYE HUKUK HÂKİMLİĞİNDEN Esas No: 1985/33 Davacılar: 1. lbrahim Balıkçıoğlu, 2. İdo Alkan VekiIIeri: Av. Huseyin Açıkalın, Saray Caddesi, No: 15/3 ANTAKYA Davalılar: 1. Leyla Şahinoğlu, Yusuf kızı, Sanlar Mahallesinden, Altmozu, 2. RahmJ Kasapoğlu, Yusuf kızı, aynı yerden Dava: ALACAK Davacılar vekili tarafmdan davalılar ve arkadaşları aleyhine açmış olduğu alacak davasının mahkememızde yapılan açık duruşması sırasında; Yukarıda açık kımlikleri yazılı davalılann gösterilen adreslerine tebligat çıkanldığı halde tebliğ edilemeyerek iade edildiğı ve tebligata yarar açık adreslerı tespıt edilemediğinden adı geçen davalılann duruşma günu olan 5.6.1986 gunu saaı 9'da mahkemede bizzat hazır olmaları veya kendilerinı bir vekille temsil ettirmeleri, aksi takdirde tahkıkat \e yargılamaya yoktuklarında devam edilıp hükum verileceğı HUMK'nun 213 ve 377*nci maddeleri uyannca dava dilekçesı yerine kairn olmak uzere ılan olunur. 27.3.1986 Basın: .6043 tamrtm İLAN BANDIRMA SULH CEZA HÂKİMLİĞİ'NDEN II.1.1985 tarihinde gıda maddeleri luzuğüne aykın eylemde bulunmak suçundan sanık Çetin Yılmaz hakkında yapılan yargılaması sonunda: Mahkememizın 4.3.1986 gun 1986 121 esas 1986/220 karar savılı ılamı 12.3.1986 larihinde kesinleşmiş bulunmakla, sanığın gıda maddeleri tüzüğunun 85. maddesınde belirtildıği şekilde satıığı ıere>ağının üzerinde etiket bulundurmadığından fiil ve eylemine uyan TCK'nun 398. maddesi u>annca takdiren 3 ay hapis ve 5000r TL. ağır para cezası ile cezalandırılmasına 647 S.YÎnın 2788 S.Y. 4/1 bendı uvarınca hapis cezalan paraya çevrilerek 27.000r TL. ağır para cezasına çevrilmesıne TCK^nun 7 2 maddesi uyannca A nevıden olan para cezaları içtıma eltırılerek ıçtamaen ve neıiceten 32.0O0r TL. ağır para cczası ile cezalandırılmasına, TCKInun 2891 sayılı yasa iledeğisik 402 1 maddesı uyannca sanığın lenip olunan cezasına eşit bir sure yanr 3 ay meslek, sanaaı \e tıcarelınin lalılıne karar verılmışlır. Ilan olunur Basın: 16500 MUSTAfA KIMÇ MUSTAT* KOC«a*$ •OlfNI KİUUMÖU ADNAN AYA2 VAIVAÇMA1 NtCMiçlçaçı otnaa ÇAKICI UIZ VAVUZDOâAN SAHIN BKOÇAK Ü EIOOĞAN TOKIMKÇIOdUJ T M0M*NDU«MU SKıPMOWOW FUUK GNÜITÛIK KUANCBTIN Fıhm Karikalür v* yulanyta bu rvOa y»» docdoli' İLAN T.C. DENİZLİ 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESt Esas No: 1984/853 Davacı Hazine vekili tarafmdan davalılar Hamza oğlu Vehbi vs. aleyhinde mahkememizde açılan gaiplik kararı verilmesi davasının yapılan açık durusması sonunda: Davalılar Hamza oğlu Vehbi, Hamza oğlu Muhittin, Ahmet kızı Vadiye, lsmail oğlu Hamza, Ismail kızı Hulkiye, Ismail kızı Pembe, Hamdi kansı Badem, Hamdi oğlu Fethi, Şükru Bey kansı Fatma Hanım'tn adreslerı zabıta marifetiyle tespit edilemediğinden, adlarına dava dılekçesi, mahkeme kararı ve temyiz dilekçesi, ılanen tebliğ edilmiş olup bu kerre Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 13.2.1986 tarih 1986/10761439 sayılı ilamı ıleisbu mahkememiz kararı bozulmasına gelmekle Yargıtay ilamı tebliği yerine kaim olmak üzere ilan olunur. Basın: 16098 ^~ / \ TOfk K Oünya Mboh Ansiklop^li BAYİNİZDE ALDINIZ Mİ?.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle