28 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
20 NtSAN 1986 CUMHURİYET/7 Tehlikelidîr Potomac kıyıları Ray Fletcher, Potomac kıyısında amatör balıkçılara kayık kiralayan, kırk yaşlarında, kalın bıyıklı bir adam. Herkes gibi, onun da balıklar konusunda bildikleri var: "Suda hangi balığın ne zaman dolaştığını ağaçlar söyler. Kiraz çiçek açtığında levrekler geldi demektir. Kızılcık ağaçları açtığında ise sıra tersi balığındadır..." TANJU AKERSON WASHINGTON Kentin ortasından geçen Potomac nehri sandalla balık tutacak kadar geniş.. VVashington'dan hiç uzaklaşmadan balık tutmak için en ideal yer de Fletcher'in kayıkhanesi.. Georgetown'un birkaç mil yukarsındaki dar bir kumsalda bulunuyor bu kayıkhane.. 150 yıllık bir geçmişi var.. Beş kuşaktır Fletcher ailesi tarafından işletiliyor.. Fletcher'lerin sonuncusu ve kayıkhanenin şimdiki sahibi Ray Fletcher 40 yaşlannda, iri yan, kahn bıyıklı bir adam.. Genellikle nehrin sularının arada bir bacaklarım yaladığı bir piknik masasında otumyor.. Geçimini sandal, deniz bisikleti kiralamak ve balık yemi satmakla sağlıyor.. Kiralık sandal sayısı yüzden fazla.. Deniz bisikletleri de 6070*1 buluyor.. Fletcher "Baharla beraber insanlar buraya akın eder.. Gecen cumartesi hava giizeidi.. Kiralık sandallar sabahın altısında kapışüdı gitti. Böyle yer dttnyada az bulunur. Hem kentin göbegindesin hem de doga ile baş başasın.. İnsanlar burada kent baslusından kurtnlup su, ağaç ve balık kokusunu içlerine sindiriyorlar" diyor.. Kıyıda nehire sandal ile açılmak üzere hazırlık yapan amatör balıkçılar kendileriyle ilgilenen ancak av konusunda fazla bilgı sahibi olmayan meraklılar gördüler mi hemen anlatmaya başlıyorlar: "Bütün olay, baiığı sadan çıkmaya ikna edecek hileyi bulmakta.. Baiığı saşırtacaksın.. KandıracaUşın.. Sana iistün gelmesine asla izin vermeyeceksin.." Sonra anılarına dönüyorlar: "Kaç yıl önce Delaware açıklannda oltama bir köpekbalıgı yakalandı.. Hiç unutamam onu.. Su içinde 300 kilo vardı.. Yanm saat miicadek etti benimle.. tskemleyle birlikte beni surükleyip göttirecekti az daha denize.. Kıyıda tahta bir kütük üzerine oturmuş oltasım sallandıran, sandalla balık avma çıkmayı sevmeyen orta yaşlı bir adam, "Nefis bir gün" diyor "Çocuklar oknlda.. Kanm işte.. Ben de bugün akşam vardiyasiBda çaüsıyonım.. Günboyu nehir ve balıklar benim.. Ama aksam boş elle dönersen işte o zaman yandın demektir.. Bu balıklar hem yemini kapaıiar hem de arkandan gülerler.. Zaten bir şey söyleyeyim mi, bu işin bütün sım yemdedir. Talulacaklan yemi keşfettin mi, sonrası kolay..." Konuşulanlara kulak misafiri olan kayıkhane sahibi Fletcher kahn bıyıklannın altından sıntıyor: "Suda ne zaman hangi balıgın dolaştığını bilmek gerek.. Bunu da insana ağaçlar söyler.. Kiraz ağaçlan açtığında levrekler gddi demektir.. Kızılcık ağaçlan açtığında sıra tersi balığındadır.. Akasya agaçlannda kaya bahklan sökün eder.. Artık buna göre yemini, olta teknigini kullanacaksın." Fletcher'ın masasındaki portatif televizyondan bir Kuran sesi yükseliyor.. Küçük ekranda Libyalı bir aile görülüyor.. Baba ve iki küçük çocuğu bir divana oturmuşlar hem haberleri izliyorlar hem de teypten Kuran dinliyorlar.. Teybin bulunduğu kitaplığın üzerinde Libya ve Amerikan bayraklan yanyana konmuş.. TV muhabiri "Çocuklannıza olup biteni nasıl aolatacakstnız? Onlar Amerikah da artık" diye soruyor.. Libyah baba "Çok zor" diyor "Dogduklan ülkenin uçaklannın gidip tiim soyumuzun yaşadtğı topraklarda dedelerini, ninelerini, amcalannı öldürmesmi nasıl anlatınm ki.." Ray Fletcher o sırada gözlerini kısarak nehire bakıyor.. Karşı kıyıdaki kavak ağaçlarının tepesinden sarkan güneş Potomac*ın deniz mavisi sulannda san pınltüı üçgenler çiziyor.. "Çok tebUkeiidir bu nehir" diyor Fletcher, "Birden yükseiir.. Bakarsın oturduğum masa sular altında kalıvermiş.." IVashingtön'dan Madrid'den Kaddafl'nin, ABD hava saldınsmdm sonra, Libya halkına moral vermek için verdiği "Yakın ışıklan ve farkı söyleyin'' tatimatma uyan Libyah askerUr, günUrdir sokaklarda şarkıh, nutrşh gösteriîer duunliyorlar. (Fotoğraf: AP) Mazkım unutmaz RAGIP DURAN LONDRA Ve şimdi burada Libya paniği. ABD yurttaşı Rupert Murdoch'un 5 milyon tirajlı 'Sun' gazetesi, Kaddafi'den "kuduz köpek" diye söz etti. Te'evizyon, Amerikan saldınsını kıayan ve önderlerini destekleyen göstericileri "fanatikler" olarak niteledi. Kitle iletişim araçlannda lslamiyet düşmanı, hatta ırkçılık kokan bir hayalet dolaşıyor. Ama sokaktaki Ingiliz, hem Reagan'a hem de Thatcher'a karşı. Kamuoyu yoklamalan bunu gösteriyor. Ve olağanüstü güvenlik önlemleri kaçınılmaz olarak huzursuz küıyor insanlan. Olası bir hedef haline gelmek, korku ve nefreti körüklüyor. Başbakan Thatcher, 1984 ekim ayında, Brighton'da yapılan Muhafazakâr Parti kongresinde, Batı Avrupa'daki Amerikan nükleer füzeleri tartışması sırasmda, Ingiltere'nin topraklanna bu fuzelerin konuşlandmlacağını çok kesin ve emin bir şekilde belirtmiş, sonra da "Bu parti Amerikancı bir partidir. O kadar..." demişti. O kadar değilmiş... Beyrut'ta öldürülen rehinelerin ve Fas'ta bıçaklanan tngilizlerin yakınlan ne düşünür acaba? Ve yarın, öbür gün Amerikalılarla birlikte bazı masum lngilizlerin de terör kurbanı olmalan beklenmiyor mu? Libya lideri Albay Muammer Londra'dan Solda yaşam beürtUeri rekete geçirecek bir birlik düsünmekte. Alınan 7 milyon oyun tümünü sosyalistlere karşı tutum alan solun oylan olarak gören tglesias'ın komünistleri, birliğin en hararetli savunucuları. Bu sonbaharda yapılacak genel seçimler öncesinde bir seçim koalisyonu oluşturmayı düşünen tglesias, bu uğurda partisinin adını bile değiştirmeyi düşünüyor. Sosyalist Parti'den aynlan çok ufak bir grup ve bir süre önce komünistlerden aynlarak ekolojistlerin liderliğini yapmaya başlayan Ramon Tamames, bu yeni birleşmiş sol flkrini çok benimsemiş görünüyor. Yeşillerle birükte Katolik örgüt "Adakt ve Banş" gibi tabanı sınırlı bazı sosyal hareketler de, kültür dünyasmdan ileri gelen bazı isimlerin öncülüğünde NATO referandumuyla ortaya çıkan bu "banş platformu"nu yaşatmaya çalışıyorlar. Aslında referandumun ertesi günü tarihe kanşması gereken bu platformu yaşatmak isteyenlere parlamento dışındaki Moskova yanlısı komünistlerin lideri tgnacio Gallego ve parlamentodaki komünistlerin eski lideri Carrillo da katılıyor. Ancak Carrillo, komünistlerden barışçı bazı "Katolik" örgütlere dek uzanan heterojen bir birlikten değil, seçimlerden önce tüm komünist aıleyi birleştirecek bir birlikten yana görünüyor. Gallego ise henüz şartlannı açıklamamış olmakla birlikte, Iglesias'ın "banş platformu" fikrine yaklaşıyor. Ancak, Iglesias'ın komünistlerinden ayn olarak "banscı koordinasyon" adı altında, Maoist, Troçkist aşırı sol küçük gruplarla birlikte "NATO'ya hayır" kampanyası yapan Gallegoculann, şimdiye dek gösterdikleri genel eğüim "birteşmecilik"ten çok "hizipçilik"i sergiliyor. Otoriter bir lider olan Carrillo'nun da yakın geçmişinin "hizipçilik" öykuleriyle dolu olması, Sosyalist Parti'nin solundaki "sol koalisyon" fikirlerinin ne denli hayalden öteye gidebileceği konusunda ciddi şüpheler yaratıyor. Bugün için tüm siyasi gözlemciler, NATO referandumunun, sosyalistlerin solundaki siyasi boşluğu somut olarak ortaya çıkardığı görüşünde birleşiyorlar. Fakat bu boşluğu doldurabilmek, birliği sağlayacak kapasitede ve çapta bir siyasi lidere gerelcsinim yaratıyor. Bugünün fspanyası'nda da, solda Felipe Gonzalez'e bir alternatif oluşturabilecek böyle bir lider gözükmüyor. NtLGÜN CERRAHOĞLU MADRtD önce biraz karnaval havasında, Felipe ve Reagan maskeleriyle sokaklara dökülduler. Ellerinde "Reagan'ın anası kürtaj yapmalıydı" ya da "Felipe NATO'ya sen yalnız gir" gibi pankartlar vardı. Sözcülüklerini de, İspanyollann Jaoe Fonda'sı, Unlü şarkıcıartist Ana Belen ve Marisol gibi birbirinden güzel, iki genç kadın üstlenmişti. Ve bu kervana giderek, tmanol Arias, Pastora Vega, Miguel Rios gibi diğer artist ve şarkıcılar, Antonio Gala gibi unlü yazarlar, Balbin gibi gazeteciler, Carrillo, Gallego, Tamames gibi politikacılar da katılacaktı. Bunlar bir ay önce yapılan NATO referandumunda 7 milyon "hayır" oyu toplamayı başaran ve tarafsızlığı savunan 'ütopyacı solcular "dı. 1982 genel seçimlerinde, Ispanyol Komünist Partisi'nin sadece 800 bin seçmenin oyunu aldığı düşünülecek olursa, referandum sonuçlan, yeni Ispanyol solu için büyük bir başan sayılabilirdi. Nitekim, şimdi parlamentoda temsil edilen Komünist Parti'nin Genel Sekreteri Gerardo tglesias, solda bu "hayır" oylarını ha Amsterdam'dan Kaddafı, "Thatcher, Libyalı çocoklann katilidir. Reagan Oe birlikte yargılanmalıdır" dedi. Thatcher ise, Avam Kamarasrnda kendisine yöneltilen eleştirileri yanıtlarken şu gerekçeyi öne sürdü: "tngilteır'deki üslerden havalanan Flll uçaklan, mükemmel uçaklardır. Hedefe isabet şanslan yüksektir. Biz, eğer F111'lerin havalanmasına izin venneseydik, operasyon sırasında sivil kayıplar daha vahim olacaktı." F111'Ierni, Libya iç güvenlik merkezi yerine Fransız Büyükelçiliğini, terörist eğitim kamplan olarak adlandınlan hedefler yireni, sivillerin oturduğu semtleri bombaladıklan düşünülürse, bayan Thatcher'ın ne kadar haksız olduğu ortaya çıkıyor. u /X Sıcağı sıcağma HALÛK BAKIR AMSTERDAM Gece buz gibi, rüzgârh. Sanki hiç kış olmadı, kasım sonundayız. VVildschut'taki kalabalığın uğultusu müziği bastırıyor. Artdcco stili döşenmiş barda bira içiliyor durmadan. Insanlar ne fazla denli, ne de kahkaha patlatanlar var. Doneli kaç gün oldu, aklım hâlâ Türkiye'deki baharda, insanlann sıcaklığında. VVildschut uğultulu, dumanlı, sıcak. Dısarda kuzey rüzgân gazete kâğıtlarını savurup duruyor. Karşı masadaki üç kızdan güzel gülümseyeni de olmasa bahardan eser yok hiç. Aklım ister istemez Türkiye'ye gidiyor. Kâh Babıali'deyim kâh Sıraselviler'de. Balıkpazarı'nda uskumru alıyorum Pertevie. Vupurda çay içip martılara bakıyorum. Silivri'de Kerem Çavtış'la bir beyaz gül fidanı dikiyonız kunı toprağa. Söz veriyor: "Sen marağ etme kurban, » veririm sık sık." Karşı masadaki bahar gülüşlü kız bisikletine atlayıp gidiyor. Arizona'da kaybolan yerlileri, kench göbek bağımın gömülü olduğu topraklan, toprağın kahırlarını, sevinçlerini düşünüyorum. Kulağımda topragımın seyecen sesi. Yasar Kemal, "Gel beni gör" diyor. Toroslar'dan inip Akdeniz'e kavuşuyorum. Turunç çiçeklerini kokluyorum doya doya. İnsanlann derin hüziınlerinden çıkartmayı başardıklan coşkulu kahkahalar hâlâ taze ve sıcak, kafamda yanküanıyor. Zülfü Livaneli yann geliyor. Hollanda'ya Akdeniz'in sesini, sözünü, sevgisini taşıyacak. Orhan Veli'yi de getirecek yanında. "Denizden yeni çıkmış aglann kokusuıtda" buradakileri ahp Marmara'da gezdirecek. Ne güzel... Batılıların, Kaddafi'ye duydukları kin ve nefreti, sanınm, sadece henüz kanıtlanmamış terör bağlantıları ile açıklamak olası değil. Batılı basın yayın organlarının 'nygar dünyauluslararası terorizm'sayaşı olarak sunmaya çaJıştığı çelişki, bana "HıristiyanMiısliiman" çelişkisi gibi geliyor. Bunlar, Lawrence'leriyle, hasır şapkalı ve kamçılı valileriyle Arap Yarımadası'nda vakti zamanında yaptıklarını çabuk unutmuşa benzerler. Ama mazlum unutmaz. Antep yöresinde Karayılan'ların torunları, küfür etmek isteyince neden "tngiliz dölü" der? Libya olayının tabii ki birçok boyutu var. Benim dikkatimi çeken tutumlar, Batının Islamiyetten çekinmesi, Batının tslam dünyasıyla ilgili gelişmelerde haber zehirlenmesi (desinformation), şiddetin kaynağını ve nedenlerini saptamadan önüne geleni terorizmle suçlamanın yanlışlığı, bağımsız bir ülke olan Büyük Britanya'nın başbakanının bir başka ülkenin sefiresi gibi davranması. Terör mutlaka kötü bir şey, ama kim terörist? Orhan KtmaVin Murtaza romanmdan uyarlanmif "Bekçi Murtaza"da, küçük adam obnanın ezikliğini "görev aşkı", "disiplin"gibi kavramlarlu altetmeyt çahjan insanın öyküsü anlatıhyor. BonrCdan Alman seyirci, Türkçe sözlü, Aimanca altyazılı Murtaza 'yı, daha çok genel konuya ilgi duyarak izledi: Totalitarizme yatkın, bilinçsizzararlı bir küçük adam olarak. Üniforma, kahramanlık ve düzen düşkünü Murtaza, Alman toplumunun yabancısı değil. "Görevinin aslanı" bilinçsiz kuçük adamların dramı, Hitler döneminden beri Alman edebiyatmın sık işlenen bir konusu. Almaıı Mıırtazaları Paris'ten Coluche'ün de aşevleri var Paris'te en çok konuşulan konulardan biri. Coluche'ün buluşu olan bu lokantalar "aç Fransızlart doyurmak için" açılmış ve Fransa'nın her kentine yayılmış. Parası olmayanlar için bir tür aşevi. Bu lokantaların giderlerini karşılamak üzere Fransa'da yaklaşık 20 milyon frank toplanmış. Jtestafcrant du C»eur bugün ULYA ÜÇER ~ BONN Bahar Almanya'ya mart sonuna doğru geldi. Ağaçlar çiçeğe durdu, guller açıldı.Sonra geçen hafta bırden kar basttrdı. Nisan ortasında kış yaşıyoruz. isı, sıfırın altında. Kent dışlannda yollar buz ve kar kaplı. Otobanlarda görüş mesafesi 50 metreye kadar duştü, trafık durdu. 20 dereceden birden eksilere inen hava sıcaklığı sonucu grip ve nezleye tutulan insanlar perişan. Beklenmeyen kutup soğuğu tarım kesimini de perişan etti. Kış ekininin bozulduğunu, fidelerin yenilenmesi gerektiğini, ürünün en az bir ay gecikmeyle kaldınlabiîeceğini belirten çiftçiler alarmda. Meteorologların verdikleri kuru soğuk "miijdesi'* zuğiırt tesellisi. Köylüsüyle kentlisiyle Almanya 'hiç degilse nemden kurtulacagız' diye avunuyor. Bahar surprizi; bu buz gibi soğuk gecelerden birinde, geçen perşembe televizyonda bir Türk filmi vardı. Hiçbir şeyine, ama ille de iklimine bir türlü ahşamadıkları bu ülkede Türkler için, arada sırada gösterilen Türk filmleri büyük sevinç kaynağı oluyor. Memleketten bir hava, bir ses, bir görüntü içinizi ısıtmaya yetiyor. Bölgeler üstü yaym yapan Alman tetevizyonlannda Türk fümleri gösterilmesi birkaç yıl öncesine kadar istisna sayılırdı. Artık değil. Bu kez de yeni bir yapımı, Aii Ozgeaturk'un 'Bekçi Murtaza'sını seyrettik. Turkce sözlü, Aimanca alt yazıh filmin tam ulaşamadığı Alman seyirci, daha çok genel konuya ilgı duydu. Orhan Kemal'ın Murtaza adh romanmdan uyarlanan filmin kahramanmı ltalyan filmlerinden tanıdık bir tip olarak iziedi: Totalitarizme yatkın, bilinçsizzararlı bir küçük adam olarak. Üniforma, kahramanlık ve düzen düşkünü Murtaza, Alman toplumunun da yabancısı bir tip değil. Emirlere körukörüne uyan 'görevinin aslaaf bilinçsiz küçük adamların dramı, Hitler döneminden beri Alman edebiyatmın sık işlenen bir konusu. Kasıtlı olmasalar da, bu nitelikleriyle önünde sonunda hem çevrelerine hem kendilerine zarar veren Murtaza'lar yakın tarihinde Almanya'nın başını az derde sokmamibtı. Coluche yine gündemde. "Restaurant du Coeur" bugün Paris'te en çok konuşulan konulardan biri. Coluche'ün buluşu olan bu lokantalar "aç Fransızlan doyurmak" için açılmış ve Fransa'nın her kentinde bulunuyor. Parası olmayanlar için bir tür aşevi. "Coluche şov", Fransız televizyon kanalı TFl'de gerçekleştirilen program ile bu restoranlar için kolları sıvadı ve hayli başarılı oldu. Bu lokantaların giderlerini karşılamak üzere Fransa'da yaklaşık 20 milyon frank para toplandı. Bu lokantalarda yemek ücreti 6 frank. Yiyecek yardımlan da hayli ilginç boyutlarda: Etler, Avrupa Ekonomik Topluluğu'nun stoklarından sağlamyor, Brötanyah üreticiler Coluche'ün restoranlarına 3600 yumurta veriyor. Fransızlar şimdi şu soruyu soruyor: 5 bin tona yakın bu yiyecek stoku şimdiye kadar nerelerdeydi? Coluche sayıları birden 100 bine ulaşan "açlan" nasıl doyuracak?.. Metro, Parislinin gündelik yaşamının aynlmaz bir parçası. Paris'te, her sınıftan insan yahıız metroda bir araya geliyor. Belli saatlerden sonra metroya binmek hâlâ bir "güvenlik" sorunu. Yapılan bir araştırmaya göre metroda meydana gelecek bir olay karşısında Parislilerin yüzde 55'i "görmemezlikten geliriz" derken, yüzde 17'si "kacacak yer aranz" cevabını veriyor. Yalmz yüzde uç "olaya müdahele ederiz" demek cesaretini gösteriyor... Yabancı düşmanlığı, Le Pen'in aşırı sağ cephesinin seçim kampanyalan ile "ivme kazandı." "Parlamenter liberal muhalefetin sesi" tammı ile yayın yapan özel "Soüdarite" (Dayanışma) radyosu Chirac yanlısı olmasına rağmen, yabancılar ile ilgili yorumlan ile dikkati çekiyor: "Artık sokaklarda dolaşamaz olduk", "Müslüman fanatikler Fransa için molotof kokteyli", "Fransa'da Fransız gibi yaşamalıyız." SİNA KOLOGLU PARİS "Mutluyum çünkü işim var. / Mutluyum çünkü 3 kanallı televizyonum var" Fransız şarkıcı Jacques Broucard'ın "Je Suis Heureux" (Mutluyum) şarkısının sözleri, Paris'te yaşıyan Fransızın açık tarifıni yapıyor. Paris kenti, bütün direnmesine rağmen yaşamında "Amerikanlaşmayı" bir türlü silemiyor. Yunan asıllı yönetmen FJia Kazan, Le Nouvel Observateur'ün şubat sayısında kendisi ile yapılan röportajda, Opera Meydam'ndaki tabloyu anlatırken gerceği vurguluyor: "Opera Meydanı'nda Mc Donaldiar, Amerikan afısleri ve magazalan, Amerikan emperyalizminin askerleri ya da silahlanyia gercekleştirilmiyor, ekonomisi ve endüstrisi ile giren bir emperyalizm yaşanıyor." Montparaasse, Paris'in "renkli yasamı"ndan bir kesit. Seyyar ressamlan, sanat tartışmalan ile hareket kazanan bu semt, gördüğümüz kadanyla, anlatılan "neşe"sini yitirnüş. "Kartpostal resimleri" "figüran ressamlan" ile, turistler için sanki "tnristik gösteri" yapıyor. Seçim zamanları ortaya çıkan ve değişik şovları ile kamuoyunun ilgisini ceken ünlü komedyen StuttgartHan Genç adamın adı Rich. Rich ölecek, çünkü AIDS hastalığım kapmış. Ama önce yaşamı başka bir boyutuyla, gülünç ve garip yanlarıyla yeniden yaşamaya kararlı. Rich, fVilliam M. Hoffman'ın, ilk kez New York'îa sahnelenen "As Is" oyununun kahramanı. Oyun şimdi "Sen Gibi" adıyla Almanya'da. AHMET ARPAD STUTTGART Şık giyimli genç adam, modern döşeli oturma odasında ayakta duruyor. Büyük pencerelerden New York'un silueti ve pembe kırmınsı gökyüzü görünüyor. Genç adamın adı Rkh. Rich ölecek. Rich AIDS hastalığını kapmış. Fakat önce hayatı bir daha yaşamağa kararlı. Gülünç ve garip yanları ile. Biraz önce erkek arkadaşına kendisinden ayrümak istediğini anlatmıştı. Ancak o buna yanaşmamıştı. Kavga etmişlerdL Kısa boylu, duygulu ve biraz da budala Saul'a göre, şimdi ona destek olacak tek insan kendisiydi. Hastaneye yatsa da yanından ayrümayacak, her dakikasını onunla beraber geçirecek, isterse koynuna girecekti. Ölüm yatağında bile. William M.Hoffmann'ın 1985 yıhnda New York'ta ilk gecesi yapılan "As is" adh oyunu, Stuttart Devlet Tiyatrosu'nda rejisör Arie Zinger taafından sahneye kondu. Ahnanca adı "Sen Gibi" olan oyunda konu biraz ciddi, biraz da alaylı eie alınıyor. Fakat gördükleri ile seyircinin midesine ağrı girmemesi, elini boynuna götürmemesi mümkün değil. Çünkü boyun bezlerinin şişmesi AIDS hastalığının bir belirtisi. Bu hastalığı kapmış insanı çevresindekiler hemen iter, toplumun dışına atar, kendinden ayırır. Iş arkadaşları, dostlan, hatta ailesi ondan uzaklaşır. O şimdi bir bekleyiş içindedir. Bu, ölümü bekleyiştir. ölümün nasıl da korkunç olabileceğini anlar, çeyresinin onu yalnızlığa ittiğini görür. Ölüm döşeginde elini tutacak kişi, elini ölüme kaptıracağını sarur. William M.Hoffmann bütün bunları oyununda oldukça canh ve dokunaklı ele alıyor, rejisör Zinger de başarıyla seyirciye sunmasını biliyor. Son yıllarda bütün dünya ülkelerinde bir salgın gibi görülen AIDS hastalığı, uzmanlara göre beklenmeyen ölçüde yayılmakta. ölüme kadar götü Ölümden önce son dans ren bu hastalık, korku ve endişe verici bir döneme gelmiştir. Batı Berlin sağlık dairesinden Profesör Meinhard Koch, resmi kayıtlara göre şu anda Federal Almanya'da 420 AIDS hastasının varlığını açıkladı. Ancak bilinmeyen hasta sayısının bunun birkaç katı olduğu sanılmaktadır. Yine resmi kayıtlara göre bütün Avrupa'da 2000, ABD'de 18000 AIDS hastası bakım altında. Profesör Koch, hasta sayısının bir yıl içinde ikı katına çıkmasından korkuyor. tlk behitileri 1983 yüında görülen hastalık mikrobunu kapmış insan sayısının milyonu geçtiği sanıüyor. AIDS'li hasta başına, mikrop kapmış 30 kişi düşüyor. Yine Profesör Koch'un açıklamalanna göre, bu hastalığın mikrobunu kapmış kişilerden yüzde beş iia yüzde yirmisini ölüm BrükseVden "New York Times" gazetesinin araştırmalan, ABD'de son aylarda birçok erkek ve kadımn, iyice tammadığı kişilerle ilişki kurmak ve aşk hayatı yaşamaktan sakındığını ortaya çıkarmış. Eşlerini aldatmak için her an bir olanak kollayan erkekler de artık zorunlu olarak bu gibi oyunlara son vermekte, ailelerine bağlanmakta. Amerikalı uzmanlara göre 196O'lı yıllarda başlamış ve kişilere o güne kadar tatmadıklan serbestliği getinniş olan "Seks Devrimi", AIDS hastalığına kapılma korkusuyla artık sona erdi. Bu hastalık, Amerikalılann seks yaşamını kökünden değiştirmek üzere. Stuttgart Devlet Tiyatrosu başrejisörü İvan Nagel'in, konusu AIDS olan bir eseri programa alması ve bunun başarıyla aylarca sahnede kalması, birçok tiyatronun dikkatini bu oyun üzerine çekmişti. Stuttgart Devlet Tiyatrosu "Sen Gibi" oyunu ile Frankfurt, Münih, Berlin, Nürnberg ve Bern tiyatrolanndan özel davetler aldı. Eşcinsel olduğu için yıllarca kardeşi Rich ile bütün ilişkilerini kesen, AIDS'e yakalanınca da yamna hiç sokulmayan ağabeyi, hastaneye düşen zavalh kardeşini affeder, hatta sonunda "Ne olursa OİSUD, umurumda değil" diyerek, Rich ile kucaklaşır, onu bağnna basar. Ölüme giden genç adamın yanından ayrılmayan hastabakıcı kadın rolünü, bu dönem başında Münih Residenz Tiyatrosu'ndan Stuttgart'a gelen, genç Klara Höfels büyük başarıyla üstlenmiş. Kocaman ayakkabıları, kalın çoraplan, iri kareli mantosu ve gözlüğü ile hastanın en buyük yardımcısıdır. Ona komik şeyler anlatır, espriler yapar. Tırnaklarını boyaması için kırmızı oje verir. ölüm yolcusu genç adamı yüreklendirmeye çaba gösterir. Lalettayîn otellerde şîir yazmak HADİ ULUENGtN BRÜKSEL Genet öldü. Beauvoir da öldü, ama asıl Genet öldü. Hırsızlann, düşkünlerin, alcakların, orospuların, hizmetçilerin, tayfaların, mahpuslann, eşcinsellerin, dolandıncılann, azınüklann ve azınlık ahlaklannın yazarı, otel odasında öldu. Islahhanede ve hapishanede olmadığı zamanlar otel odalannda yaşamıştı ve bir otel odasında öldü. Başucunda komodini bile olmayan ve banyosunda çirkin fayanslar bulunan laletuyin bir otel odasında öldü. Oteller ve lalettayin otel odalanmn yalnızlığı çekicidir. Yaratıcüığı pekişürebüir. Portekizh' şair Fernando Pessao da Jean Genet gibi, bütün hayatı boyunca otel odalannda yaşamış ve "Ben bir hiçim/ben hiçbir zaman hiçbir şey olmayacagım/ben hiçbir zaman hiçbir şey olmak isteyemem/bunun dışında. Bende dünvanın bütün hayalleri var" diye başlayan şiirini bir otel odasından yazmıştır. Her ne kadar insanlar, genelde kendi yaşadıklan şehirlerde, elleri bavullu ve trençkotlanmn önü açık yolcular olamazlarsa da, Genet'nin otel odasında ölümü, bende Pessao'nun otel odasından yazdığı şiiri çağrıştırdı ve Brüksel'in otelleri hakkında yazmaya karar verdim. Şehrin en güzel oteli "Metropole"dür. Merkezdedir ve 1835 yıhnda "Belle Epoque" tarzında inşa edilmîştir. Dış cephesi saraya benzer. Resepsiyon ve giriş mobilyalan maun kaplamadır. Tavanlar yüksek, kartonpiyerler yaldızdandır. Otel müşterileri haricindekilerin de gidebildiği kahvesi doyumsuzdur. "ArtDeco" döşenmiştir, fakat garsonlar laubalidir. Güzel havalarda masalar kaldınmlara yerleştirilir. Sonbahar akşamlannda masalara oturulur. Hafıf aperatifler söylenir, bulvardan gelip geçenlere bakıhr ve yukandan müşterileri ısıtan elektrik sobalannın rehavetinde akşam gazeteleri okunur. Serinlik artınca, yemeğe hazırlanmak için odalara çıkıhr. Odalarda renkli televizyon varsa da, odalar pek konforlu sayılmazlar, asansörle odalara çıkarken hep güzel kadınlara rastlanacağı hayal edilir. "Pembe Menekşe Oteli", aslında "stüdyo" olarak bilinir. Banliyödedir. Hafta sonu dergilerinde "Her türlü konfora haiz özel parkingimiz mevcuttur. Sükunet ve mahrumiyet güvencesi" diye ilanı çıkar, evli erkekler metreslerini, evli kadınlar sevgililerini getirir. Odalar saatle kiraya verümez, günah yuvasıdır. "Hotel Astoria" 1908'de "Yatakh Vagonlar Kumpanyası" tarafından inşa edilmiştir. Dış görünümü eski Yunan mimarisini andınr. Yambaşında Brüksel'in en güzel çiçekçi dükkânı bulunur. Astoria Oteli'nin alnında kara leke olduğu için bazılan burada konaklamak istemez, çünkü ikinci Dünya Savaşında Ahnan kuvvetlerinin karargâhı olarak kullanılmışür. Halbuki zemin katın konser salonu illa Wagner dinlemek için yapümamıştır, pazar öğlenleri oda müziği konseri vardır ve bu salona en çok kuator akorlar yaraşu. Bar harikadır. "Pullman" adını taşy ve bir yemekh' vagonun eşidir. Yolculuk romanlan okunur. "Hotd du MkU", güney istasyonuna bakar. Eski ve köhnedir. Gece saat ondan sonra daktilo yazmaya izin verilmez. Gecenin ilerlemiş saatlerinde trenlerin ve müşteri getiren tspanyol orospulann sesi duyulur. Sabah kahvaltılan berbattu. Jean Genet, Lou Andreas Salome ve diğer bütün günahkâr yazarlan okumak için birebirdir. Hilton, bütün Amerikan otelleri gibi konforlu ve kişiliksizdir. Ancak hortlaklann gezdigi sisli geceyanlannda, otuzuncu kattan Brüksel'e bakmak ve çok uzaktan kanah seçmek için güzeldir. Geri kahruş ülkelerin mülki erkanlan Hilton'da gecelerler. Avuç dolusu para verir ve ondan sonra barda peydah olan kadmlan melek sanırlar. "Hyatt Regency"yi de Amerikaular işletir. Schuhz ya da VVeinberger geldiğinde oteün önünde trafık kapanır. Çok konforlu, çok pahalı ve pek çok çirkindir. Emirdağh çocuklar, kırmızı ünifonna giymiş zenci kapıcı ile alay ederler. Brüksel'in kültür merkezi dunımundaki botanik bahçesinin bitişiğindedir. Ne var ki lobide Reuter'in teleksinden borsa haberlerine bakan Hyatt Regency müşterileri arasından botanik bahçesinde Pina Bauch seyretmeye gidecekler pek çıkmaz. Oteller ve otel odalanmn yalıuzlığı çekicidir. Genet, otel odasında ölür ve Pessao otel odasından "ben bir hiçim" diye başlayan şiirler yazar, elleri bavullu ve trençkotlarının önü açık yolcular otellere girer. Oteller lalettayindirler ve lalettayinlikler yaratıcılığı pekiştirebUir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle