Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/10 16 EYLÜL 1985 'Ölmeye Yatmak'a yayınevi arıyorum TOKYO'DA Onyü kadar önce, Asya Yayın Btrliği toplantısma katılmak üzere, TRTgörevlisi olarak Takyo'ya ilk gidişimde, oteldtki odama, yatağrn üstune bir de kimono bırakmışlardı. Hemen soyumıp kimonoyu üstüme ge MUST4FA EKMEKÇt ANKARA NOTLARI u enine boyuna, kara kapaklı cilt neydi? Oradaki işte, taa yukarda, östten ikinci sırada duran? Gözlerimi havaya dikmiş, yukanlara doğnı bomboş bakınırken seçiyorum onu. Scçmek de denemez, insanın gözüne gözüne batıyor. Bütün ciltlcre aykın bir çıkmü. Oturduğum yerden biraz yorgun kalkıyorum. Kapının arkasmdaki merdiveni kitap raflannın önüne çekiyorum. O katı, çelikli korseyi belimc yine bağlamadım. Böyle bir günde özellikle bağlamalıydım. Ama bana, belli bir rahatlıkla birlikte pek çok da rahatsızlık veriyor. En başta, artık yaşlanmış hantal bir kadın olduğumu haykınyor. On yıl kadar öncc, Asya Yayın Birliği'nin toplantılanna kaülmak üzere, TRT görevlisi olarak Tokyo'ya ilk gidişimde, oteldekı odama, yatağın üstüne bir de kimono bırakmışlardı. Grogrene benzeyen kalın enli kumaştan o güzelim kuşaklardan biri de kimonunun arasındaydı. tpeksiydi. Sertliğıni algılamıyordunuz. Hemen soyunup kimonoyu üstüme geçirmiş, kuşağını de miderrJe belim arasına bağlamıştım. O zaman üzülerek ayırtettim. 1964'ten beri yeniden radyoculuk, yayıncıhk derken, TRT'deki işimin yoğunluğu bana kadın olduğumu hemen hemen unutturmuş. Otel odasında, masanın üstüne bırakılmış, incelenmeyi bekleyen yığınla raporun yanıbaşında, aynada kimonolu kendimi görünce ise, hoş bir duyguya kapıldım. Kadmlığımı yeniden bulmanın sevinçli saşkınlığı... Onu bir suç gfbi taşımaktan yıllardır lcurtulmuştum. Sonra, kurtulduğum şeyin nesnesini de unutup gitmiştim. Gövdem, o, kimseye sorumlu değil. Yalnız kendine sorumlu. s. çirmiş, kuşağını da midemle belim arasına bağlamıştım. O zaman uzülerek ayırt ettim: 1964'ten beri yeniden radyoculuk, yayuıcüık derken, TRT'deki işlerimin yoğunluğu bana kadın olduğumu hemen hemen unutturmuştu. acak ağrılanm artık hiç ara vermiyor. Belime vuruyor, her yanıma. Kolumun altında roman dosyam, Ankara Caddesi üstundeyim. Orada dikiliyoruz... Güngör'e: 'Bu caddede şu kitaba salt bir kitap olarak bakacak bir yayınevi yok mudur acaba?' demiştim. 'Bu dosyadan kurtulmak istiyorum Güngör.!' Karşıdaki Remzi Kitabevi levhası o zaman gözüme çarptı.' kara Caddesi üstundeyim. Orada dikiliyoruz. Bezginim. Bunun kesinlikle ağnlardan olduğunu sanıyorum. Güngör'e: "Bu caddede şu kitaba salt bn kitap olarak bakacak bir yayınevi yok mudur acaba?" demiştim. Gözlerimin önüne önüne Oguz Atayın hiç umut vermeyen buruk yuzü geliyordu. B Çeşitleme... Gürsel'in, "Cemal Ağa"nm 14 eylülde ölduğünü unutmuşum. Cumhuriyet'te beşinci sayfada, Mümtaz Arıkan'ın "Tarihte Bugün"ünde görünce duygulandım. 1960 Devriminin lideriyle ilgili anılar gözümde canlandı. Gürsel hastalanmıştı, ama daha Amerika'ya gitmemişti. O sıra, Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Podgorni, yanında kal balık bir kurulla Ankara'ya gelmişti. Podgorni ile Gürsel, Çankaya Köşkü'nde konuşuyortardı. Podgorni: General, dedi, sizi Moskcva'ya götürelim. İnanın iyileşece/rs/n/z, Moskova'dan buraya yüruysrek döneceksiniz... Gürsel, gözlerı buğulu, pencereden aşağılara baktı: Çok teşekkür ederim, diye karşilık verdi Bilryorum. Ancak beni size bırakmazJar. Amerika'ya gönderiner, orada da öldürürieri Gerçekten Gürsel, Amerika dönüşü çok yasamadı, ötdü. Yukandaki anıyı, Podgorni ile birlikte Türkıye'ye gelen, görüşrnede bulunan Azerbaycan Edebıyatçılar Birliği Başkanı Mehdi Hüseyinof'tan dinlemiştim, Fakir Baykurt da vardı. Gürsel, Amerika'ya değil de Sovyetler'e gönderilse, iyileşir miydi bilmiyorum. Leningrad'da felçlinın iyileştinlmesı konusunda, Amerika'da da uygulanmayan yöntemierın uygulandığı bilinmekteydi. Türkıye'ye yıllarca tutucu ıktıdarlar, Amerikan yanlısı iktıdartar egemen oldu. yönettı. SosyaJist ülkelerle ilişkiden öcüden korkar gibi kaçarlar, Amerika'ya yaslandıkça yaslanırlardı. Onlaragöre, Türkıye "küçuk Amerika" olacaktı. Türkiye, bu denli küçük düşürülebilirdü. 9 eylülde, Bulgar elçiliğinde verilen kokteyide, Dışişlerinden üç dört memur dışında hükümetten kımseler yoktu. Eski politikacılar, eski 27 Mayısçılar, çeşıtlı ülkelerin büyükelçılerı oradaydılar. Afganistan Başkonsolosu Sodtgı, elçilikte kokteyl vermek istediğini, ancak Dışışlerınin buna izin vermediğini soylüyordu... • • • Polis Yasası ile polis yasakları, sonunda "Gırgır"a kapak oldu. "Gırgır", karikatüründe, çeşitli gazetelerden şu başlıklan almıştı: "Trafik potisi, durmadığı için traktör sürücüsünü öldürdü" (Günaydın), "Polisler Izmir Fuan'nda sarhoş zannederek bir akıl hastasını dövdüler" (Milliyet), "Gece, bankta oturup denizı seyreden genç çift, karakola göturvldü" (Nokta Dergisi), "Ankara'da bir bufede bıra ıçtıklen için 7 doktor, polis tarafından gözaltına almdı" (Cumhuriyet) Son "Ankara Notlan"nda poliste "kadrolaşma"n\r\ tehlikesine değınmış, bu konuda duracağımı soyiemıştim. HP'nin başvurusunu ele alan Anayasa Mahkemesi, Polis Yasası'nı esastan incelemeye karar verdı. O ınceleyedursun, bir yandan Polis Yasası'mn nasıl hazırlandığını kurcalamak istedim. ilginç şeyler çıktı kammca. 12 Eylül öncesınde, "karga şanın önlenmesF' konusunda çalışmalar yapıldı, özellıkle CHP'nin son iktkjarında. 12 Eyiül'den sonra, konu yeniden ele alındı. Birçok yabancı ülkeye mektuplar yazıldı, "Anarsiyi nasıl önlüyorsunuz?" diye soruldu. Sorulan tüm ülkelerden yanıtlar geldi. Biri çok ilgi çekiciydi. Japonlardan gelen yanıt. Japonlar özetle şöyle diyorlardı: "Öyle, mevzuat değişıkliği ile anarsfyı önleyemezsiniz. Geniş çapta, etkılı ve yetkili bir kolluk kuvvetı kuracaksınız. Polisin aA tına arabasını, araç gerecını, bannacağı evinı vereceksıniz. Polisin karnı tok, sırtı pek olacak Parası bol olacak. Suç işleyeni yargıçtan önce, polis cezalandırabilecek..." Japonlar, "Biz böyle yaptık, şimdi rahatz" demeye getiriyorlardı. Polis Yasası, ufak tefek kırpmalar sonucu Meclısten çıktı. Ancak şimdi çok kişiyi düşündüren birsoru vardı: Eğitilmemiş polise verilen yetkiler ne olacak, nasıl sonuç verecekti? Ahmet Korulsan'la bir gün, eski Emnıyet Genel Müdürü Fahri Görgülü'ye gitmiştik. Korulsan "trafik")e ılgilı bir inceleme hazıriıyordu. Sonra o Cumhuriyet'te çıktı. Görüşme sırasında F^hri Görgülu, sözü polisin eğitimine getirmış şöyle demisti: Kavşakta, ışıklaria birlikte trafiği düzenleyen polis, karşıdan karşıya geçirdiğı binlerce kişinin kendi buyruğu ile geçtiğini, isterse geçirmeyeceğinı sanıyor! • • • ANAP"lı milletvekilleri konuşuyorlardı: Dinçener'in başını Cumhuriyet yedi! Cumhuriyet'ten Faruk Bildirici ile Ümit Aslanbay'ın haberleri, Dinçerler'in ayağını kaydırdı. Dinçerler'in kurduğu Kitap Yazma Kurulu'nda çalışan müfettişlerden tarih kıtabı yazmakla görevli olanlar, bir saat boyunca Fatih'in ölümünü tartıştılar. Ne diyelim, diyorlardı, "Fatih öldü" diye mi yazalım, yoksa "Fatih ebediyete intikal etti' diye mi? Sonunda ıkincisınde karar kıldılar. Fatih ölmemiş, ebediyete intikal etmişti! Ölüm ilanı değil, tarih yazdıklarını unutuyorlardı... • • • Hemen her hafta cuma günü, "Aydınlar Dilekçesi" davasının duruşmasına gidıyorduk. Husnü Göksel, geçen hafta, Siliyri'de büyük halasından kalan arsaya yaptırdığı yazlık evine gittiğinden, Mamak'a onun arabasıyla değil de, Şerafettın 7üran'ın arabasıyla gittık. Duruşmada Uğur Mumcu, BahriSavcı, Salih Şencan (mimar), Minu inkaya (doktor), savunmalarını yaptılar. Şahap Balooğlu, Istanbul'dan savunmasını yollamıştı. Duruşma yargıcı unyüzbaşı Mehmet Sever, Savcı Cumhur Söğut, tutanak memuru Mehmet Yağcı. Sanıklardan: Minu inkaya, Salih Şencan, Bahri Savcı, Uğur Mumcu, Halit Çelenk, Güngör Aydın, Haldun özen, Mustafa Ekmekçı, Tahsın Saraç, Mahmut Tali Ongören, Erbil Tuşalp gelmışlerdi. Avukatlardan şunlar vardı: Nevzat Helvacı, Önder Sav, Ahmet Tahtakılıç, Şerif Vural, Kasım Sönmez, Hasan Ural, Savaş Köker. Çetin Güner, Haluk Ünsal. Dınleyıcıler sırasında SODEP'ten HalılAkyuz, Sabıha Çaycı göze çarpıyordu. Ulkü Özen, Sacıde Gümüsel, Dilek Ülger, Akın Ulger, Serdar Soğukpınar, Akalın Bulut, Güngör Altay, Muzaffer Erdost oradaydılar. Yargıç Mehmet Sever, duruşmayı 20 eylül cuma gününe bıraktı. 8 GÖÇ TEMİZLÎGI Karşıda Remzi Kitabevi levhası n dosyadan kurtulmak istryorum Göngör!" Kaybolduğu zaman, keşke hiç bulunmasaydı mı acaba? Fakat insan emeğini o kadar da kolay gözden çıkaramıyor. Karşıdaki Remzi Kitabevi levhası, o zaman gözzume çarptı. Burasıyla tek ilışkım, ilk Nâzım Hikmet'Ieri, ilk Kemal Tahir'leri, Orfaan Kemal'i, Yaşar Kemal'i bana sunan, onları okumamı sağlayan bir yayınevi olması. Çeyrek dakika sonra, yukandaki yayınevinde, Erol Erduran ile Nejat Ebdoglu'nun karşısındaydım. Gözlerım, yıllardır admı bir efsane gibi işittiğım Remzi Baba'yı anyordu. Ama, Remzi Bcngi ortalıkta görunmuyordu. Onunla, kontratı imzalamaya geldiğim zaman tanıştım. Beni ilk çarpan, Remzi Bengi'nın yayınevi çalışanlarından herhangi biri gibi, son kerte sade, düz tutumu oldu. Ne iticiydi, ne kucaklayıcı. Her şey zamana, okura bırakılmıştı. Erol ve Nejat Beyler, romanı kendilerine bırakmamdan on beş gun sonra bana, Ankara'ya bir mektup göndermişler, "ölmeye Yatmak"ı yayımlamak istediklerini söylemişlerdi. Söz verilen zaman içinde bir yanıt abşım, bu uygar tutum, beni mttthiş etkilemiş, gönendinnişti. 12 Mart'ın o boğuntulu ortamında, içsel ve dışsal ağrılarla boğuşurken işte, kuçuk ışıklar, m.nik mutluluk kınntıları... Her şeye karşın boğuntu baskındı. tlk gençliğimde önüme yepyeni ufuklar açan, her zaman dostluğundan onur duyduğum Niyazi Agırnaslı'vı götürmüşlerdi. Kızını götürmüşlerdi. Henüz on uokuzunda var yok. Niyazi, ta liseden beri arkadaşım Leman'la evlendiğinde, o da kızının yaşlanndaydı. Biz bu yaşlarda dünyadan habersizdik. Ama Niyazi, ta o zaman da düşünen bir kafaya nasıl baskı yapıldığını çok iyi tanıyor. Şimdi Leman'ın, pek çok yoldan geçe geçe, kocasınm ve çocuğunun tutuklu oluşuna karşı olgun, soğukkanlı, yakınmasız tutumu da çok dokunaklıydı. Pek çok anarun simgesi. ADALET AGAOGLU B Unatına, bn ikinci ameliyat elikli korseyi takmamakta diretiyorum. Çünkü, sert balinalann sıkıntısmı çeken benim. Yaşlılık duygusuna yenilmek istemeyen de, onunla savaşan da benim. Merdivenin Ostünde birkaç basamak çıkıp, gözzüme takılan cılde uzanıyorum. Unutma! Bu, belinden geçirdiğin ikinci ameiiyat! Böylece, Fatma lnayet beni yeniden uyarıyor. Bense, merdivenin en tepesinde, bakmaİc istediğim enli boylu cildi yerinden çekiyorum. Oysa, biliyorum, özgürlük kişiye özel değil. Ancak, gövdenin kuüanımında özgürlüğün kişiye özel bir yanı var. Tam o sıra gördüm: On yıl öncesini, 1973'leri de, geçen baharı, yazı da... tlkinde sağ, ikincisinde sol bacağımda boy gösteren çekilmelerin, giderek beni sakatlar gibi yatalak ettiğini, sonuncusunda tekerlekli sandalyeye bağımlı kıldığmı. Yine bir ameliyatla doğrulabilmiştim. On iki yıl öncesi, tam bir karabasan. Şimdi bunu da yaşıyonım. Sağ bacağımda çekilmeler başladığı zaman, ilk romanımı tamamlamaya çalışıyordum. Bitmiş bir romanı son kez yazıyorum. Sanki, bacağın derisi, etine kemiğine kısa ve dar geliyordu. Acı, zaman zaman beynime vuruyor. 12 Mart üstüne ilk güz. "ölmeye Yatmak"ı, genel ve özel nice yürek yaraları ortasında tamamladım. Dostlarımın, tanışlarımın çoğu ve gençler cezaevlerinde. Ben, bir kez evi bırakmıştun, bir otelde kalmıştım. Yanıma yalnız Çehov ve Gorki ciltlerini almıştım. Ben mi romanı yaşamaya başladım, roman mı beni yaşatıyor, birbirine karıştırmıştım. BasmYaym Yüksek Okuhı'nda ders veriyordum. Darbe sonunda oradan uzaklaştınlmıştım. Her şey zaman zaman kararıyor. Bir avluda, bir gece iki sivil polis tarafından sürükleniyordum. Beni, elçilıkleri bekleyen polisler kurtarıyordu. Sivil polislerden, beni emniyete götürmek için savcılığın yazüı emrini göstermelerini istemeyi akıl etmiştim. Böyle bir yazılı emir yoktu. Kim vurduya mı? Bacağım çekiliyor, günler geçiyor. Derken, yarı uyur bir dinginlik boy gösteriyor.Ama uzun sürmüyor. Yeni bir karabasan: Romanımı basmak isteyen Sınan Yayınlan sahibi, dosyayı Istanbul'da kaybediyormuş. Çok yağmurlu bir gecede, kitabımın dosyasını, bir rastlantı sonucu Oguz Atay'da buluyormuşum. Oguz Atay'a, yeniden bastıran bacak ağrısını gerüetmeye savaşa savaşa, onun yeni çıkan "Tntunamayanlar" romanını övtiyormuşum. O yıl, "Milli>et Sanat Dergisi'nın yıhn en beğendığiniz romanı soruşturmasına bu kitabın adını vermiştim. Yağmur hâlâ bardaktan boşanırcasına yağıyor. Oğuz Atay da edebıyat çe\ relerinin vurdumduymazlığından yakınıyor. Bana oyle şeyler anlatıyor ki, o dunyaya adım atmaktan caymak ç Beni sivil polislerin elinden üniformalı polisler kurtarmıştı • uzereyim. Oğuz Ata>, o ara bir yayınevi sahibi ta oteldekı odama, yatağın üstüne bir kimono bırakmışlardı. Hemen soyunup kimonoyu üstüme geçirdim, kuşağını da midemle belim arasına bağlamıştım. Aynada kimonolu kendimi görünce ise, hoş bir duyguya kapıldım. Kadmlığımı yeniden bulmanın sevinçli şaskınlığı. T okyo'ya ilk gidişimde, M. GÖZÜME ÇARPTI Yanunda Güngör DUmen, kolumun altında roman dosyam, Ankara Caddesi üstundeyim. Bezginim. Karşıdaki Remzi Kitavebi levhası o zaman gozume çarptı. Burasıyla tek ilişkim, ilk Nâzım Hikmet'leri, ilk Kemal Tahirleri, Orhan Kemal'i, Yaşar Kemal'i bana sunan bir yayınevi olmasıydı. niden alacaklar. Işık karanyor. Ağrılanm yeniden artıyor. 'Gülmeyi kasıklanma hapsedişimden', ilk romanımın dürüst bir kitap olduğunu ilk kez duşünüyonım. Emil, uçak kaçırma olayına karışmaktan suçlanıyordu. Bir ülke ki, yönetıaler Sandalcı gibi birinin aydın kimliğinden habersız. Bütün aydın kimliklerinden. Tam 33 gece uyumamışım nıyıp tanımadığımı soruyor. Romanımı Ahmet Küflü'ye vermeyi düşunmüyorum. Onun dışında da hiçbir yayınevi sahibi tanımıyorum. Tiyatro cev relerinden tamdığım, bir süre önce Oguz Atay'ın romanını basan adamın da, roman dosyamı nereye koyduğunu bilemediğini, işte onun Oguz Atay'ın kendisinde çıktığını söyluyorum. Oguz Atay9ı bir daha göremeyecektim Btirfest bir iş yapmışsın "Hayati Aalyancı, okuyup fikrimi söylemem için bana vennisti, unutmuş olacak." öfkem, bacak ağnmı dındiriyormuş. Ama beynim kötü zonkluyor. O kimseden iki ana dileğim olmuştu benim. Birincisi, romanımı bir başka roman yazannın değerlendirmesine bırakmaması, ikincisi, yayımlayacaksa, Cumhuriyet'in 50. yılından önce yayımlaması. Cumhuriyet neslinden, onun iki kültür arası düştüğü bunalımlanndan söz açan bir romanm, kutlama törenleri furyasına bulaşmasım istemiyordum. Oguz Atay bana, yayın dünyası adına tek umut, tek güzellik gösteremeden kalkıp gitti; gecenin yağmuruna kanştı. öyle birkanşış kanştı ki, onu bir daha hiç göremiyecektim. O gece, otelde, bacağımın ağnsı bana romanı falan unutturdu. Sabah, eczanede iki iğne yaptırdım. Diş ağnsı dindirmeye çalışır gibi... Birkaç dostum daha, yaz boyu toparlarup gözaltına, tutukevlerine götürüldüler. O karanlıkta bir ışık. Yeni yıla doğru, Emfl Galip Sandalcı'yı salıverdiler. Tabanlarını yarmışlar. Emil'i sonra ye ti?' "S ahi, bu dosya sizjn elinize nasd geç ir kez daha tstanbul'dayım. O gidişimde Leylfi Erbü'lerde kalıyorum. (O zamanlar öyleydi. Bazan birbirimızde kalırdık. lnsan, başkalan için söylenmiş sözlerin, yapılan suçlamalann, yirmi yıllık bir tanışıklık ardından kendısı için de söylenebileceğini akiına getiremiyor. Yirmi yıl, kimin ne olup ne olmadığını öğretmek için yeterince uzun bir zaman.) Bu kez romarumı Leylâ Erbil okumuştu. Bana, 'dürüst bir iş >apmışsın," demışu. Sonra bunu, bir mektubunda da yazdı. O zamanlar... "ölmeye Yatmak'ı, Bekir Yıldız'la bir de Cem Yayınlanna götürmeye karar verdiler. TYS kuruluyordu. Yazar arkadaşlar dayanışma örneği veriyor lardı. Henuz ilk romanım. Bir süre sonra Cem Yayınları'nın o yıl yayın programlannın dolu olduğu haberi geliyor. Romanımı okumamışlar bile. Güngör DUmen, "Bir de Yankı'ya versen kitabını?" demışti. Hangi ay, tam ammsamıyorum, bir lstanbul'a gidişimde hep TYS kuruluşu dosyayı bu kez Göngör'le birlikte Kemal Demirel'e bıraktık. Sonra da ondan çok ınce bir "red" mektubu aldım. Bacak ağnlarım artık hiç ara vermiyor. Belime vuruyor, her yanıma. Nasilsa, yanımda yine Güngör DUmen, kolumun altında roman dosyam, An B . stanbul'dan Tomris Uyar geliyor. Bizi Sdçnk Baran tanıştınyor. Tomris beni, yemek masası ustünde yatar buluyor. Artistik bir gösteri yaptığımı sanıyor. Artık, oturma odasına giristen söktüğüm kapının üstünde yatıyorum. Gövdemde de yaralar acılıyor. Doktorun verdıği butün ilaçlar midemi deldi. Orada da yara. Bu arada romanımın provaları geliyordu. Duzeltileri bir yas perdesi arkasında yapıyordum. ilk salıverilişınden sonra Mumtaz Soysal uyarmıştı: "Romanını okudnm. Orada, 'Ingilizlerin Rommel Ordusu' diye geçiyor. Demek roman çıknuş? ama benim beynim uyuşmuştu. 'tngilizlere karşı Rommel Ordusu, yerini, 'tngilizlerin Rommel Ordnso'na bırakmıştı. Utanç içindeydim. Kimse duzeltileri hangi koşullar altında yaptığırru bilmek zorunda değildi ki. Halim'in söylediğine göre tam otuz üç gece uyumamışım. Sonra, amaliyatta uyutuldum. Ameliyata yatmanın en güzel yanı bu. Deliksiz uyuyorsun. lnsan gerçekten dinlenmiş kalkıyor, kalkabilirse... Nnrban Avman'a, Ertekin Arasd'a acı dindirici büyücüler olarak bakıyordum. Gerçi bir ay daha yataktasın Adalet. Ama artık okuyabilirsin. Hattâ bir kurşunkalem edinip, yazabilirsin de. İlk romanının devamı olacak romanın taslağım çıkarabilirsin. Adı, çok sonra "Bir Dttgün Gecesi" olacak. Zaten romanın yazüması da yıllar alacak. Araya, en yakmından üç ölüm girecek. Içlerinden birininki doğal ölüm. Babamınkı. Buradan, şu camın gerisinden bahann fışkırdığmı hemen hemen sesiyle duyabiliyordum. Bekleyiş. Romanım çıktı, ama onu daha bir süre, kitapçı vitrinlerinde kendi gözlerimle göremiyeceğim. I Sörecek İNGİLİZCE KONljSUN Ustündağ'dan Erdal İnönü'ye: (Baştarafı 13. Sayfada) Yenice, Refet Tüzün'ün isimleri ön plana çıktı. Karakaş bir ara, "Cezmi Kartay, parti kapatddıkian sonra kayyımlık yaptı, o isterseniz listede olmasın" dedi, ama Üstündağ ısrarhydı Kartay'da. Dört isim bulunmuştu "çeUrdek kadro" için, beşinci ismin de sendikacüardan olması üzerinde bırleşıldi. Hikmet Çetin'e sendikacı ismm behrlenmesi için görev verildi. Toplantının önemi, SODEP'in "çddrdek kadrosunun" belirlenmesiydi. Partı kuruluşuna ilk sağlam adımın atılmasıydı. Toplantıda söylenen en önemli söz ise Necdet Uğur'a aittı. İnönü'nün gelisi karşısında duyulan sevüıce katılmakla birlikte bir düşüncesini de aktarmadan edemedi: Tarihi görev yaptık, artık çekiliyoruz "Erdal tnöntt'nün gelişi önemli bir otaydır bizler için. Ama, gelişini de öyle De Gaulle'un gelişi gibi bir havaya bürundürmemek gerek." Akşam 21.30'da buluşmak üzere aynlırken, herkes bir başka yöne gitti. örneğin, Üstündağ Pembe Köşk'e giderek Erdal Inönü'yü "Lordlann Toplantıa"na getirmek üzere aynldı. Hikmet Çetin de sendikaaları bulmak üzere, onlann her zaman gittikleri lokantaya uğradı. Akıllarında aslında "çekirdek kadro'" için önce Cevdet Selvi'nin adı vardı. Selvi aynlmak ıstemiyordu sendikadan. Diğer sendikacılar ki, sonradan SODEP kurucuları arasında yer alacaklardı, Uğur Batmaz, Kemal Sarısoy ve Muzaffer Saraç kendi aralarında oturdular ve Saraç'ın "çekirdek kadroda" yer almasına karar verdiler. Hizipler sizinle eridı... Aynı akşam Hikmet Çetin 'in bürosuna Erdal tnönü de geldi. özetle şu aktanldı kendisine, "Lordlar" tarafından: "Parti içi hizipler artık sizin gelmenizle erimiştir. Onlan bir daha canlandırmamak gerek. Aynca, çok önemli bir konu, kuruculan secerken Ecevit'e karşı olmayanlan özenle dahil etmek gerek. Çunku, taban Ecevit konusunda çok duyarlı. Partiye mali açıdan yardım edebUirlerse, işadamlanyla da baglantıya geçmek gerek. Ama, bunda da dikkatli olmak zorunlu." Bu genel giristen sonra tek tek isimleri söylediler, beş kişilik ilk "çekirdek kadro" için. Daha sonra da beürlenen isimler okundu. Inönü'nün isimlere ıtirazı yoktu. Teker teker duşüncesini açıklayan "Lordlan" yeniden inceliyordu. Orada bulunanlardan sadece trfan özaydınlı ile ilk kez karşılaşıyor, diğerlerını tanıyordu. "Benim anladıgım anlamda sosyal demokrat parti olacak" dedi, "Ne daha sagda, ne daha s o l d a " . Lordlar "elbette" dediler hep birlikte. Bir ara Danışma Meclisi'nden üye alınıp alınmayacağı tartışıldı ve "Hayır aunmamalı" karan ağır bastı. Tuzuk ve program için yurutulecek çali|malarda Ahmet Durakogiu ile Ilhan Tekeli'nin adı ortava çıktı ve kendisinin onlarla görüşmesi salık verildi. Galiba artık herşey ta mamlanmıştı. Üstündağ bu kez bir kapanış konuşması yapıyordu. Gerçekten bir kapanış!.. CHP kapatılmıştı. Ama, o anda fıilen de manen de kapatılmış oluyordu. Artık yeni bir sol parti vardı. Üstündağ: "Bizim artık işimiz burada bittJ. Biz tarihsel bir görev yerine geürerek artık çekiliyoruz. Şimdi görev sizde. Bize bundan sonra duşen, sizi desteklemektir. Partiyi knracak olan sizsiniz." Ertesi sabah saat 09.00'da önce beş kişi yine Hikmet Çetin'in bürosunda bir araya geldiler ve kendilerine durum özetlendi. Saat 10.00'da beş kişi Pembe Köşk'te Erdal Inönü iletanıştılar. Beş kişi birbirini tanıyor ama tnönü ile ilk kez karşı karşıya geliyordu. Herkes önce kısaca kendini tanıttı, Inönü'nün basına yapacağı ve öncekı akşam kendisine verilen metin üzerinde şöyle bir duruldu ve saat 11.00'de de Pembe Köşk'te basın toplantısıyla "SODEP'in kuruluş çalışmalanmn başladığı" açıklanıyordu. "İngilizce ögrenmek için seçkin biı ortam" • Tum deTshklerde vıdeo kapah devte TV ve audıovısual sıstem • Turk ve Ingılız ogretmenlerder olu$an deneyımh kadro • Başlangıç orta ve ılerı duzcyde GENEL İNGILIZCE PROGRAMLARI • ÇEVİRl. TIP TEKNİK ve T1CARİ INGİL1ZCE • En çok 18 kışılık gnjplar • 5 kişiye "kıgıltere Bursu" • 20 kjşıye "Dılko \az Kampı olanağı GÜZ DÖNEMİ KAYITLARI SURMEKTEDİR NOT: Ayrıca. lemsılcısı oldugumuz İNGİLTERF PITMAN SCHOOL OF ENGLISH kurslanna kaılacaklar ıçın kayıtlar açılmıştır . BAKIRKÖY İHatboyu C»d No lb «1 572 21 44 •;j 12 70 SCHGDL OF ENGLISH Mesajı kaleme alfnıyor... Buroda bu başka odada, Necdet Uğur ile Hikmet Çetin, lnönü'nün ertesi gün basına yapacağı açıklamanın ana hatlannı kaleme alıyorlardı. M a ı aıkara OteU'adeki kabiae karaa l l başbyor . s KADIKÖY: r Idaresı Vohı No 1 ü » 8J 1Uİ