18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
ÇUMHURİYET/10 15 EYLÜL 1985 V. 7 oltalre'in "Candide"i şurada, kitaplar arasında hangi noktada duruyor, gözüm kapalı biliyorum. Onu artık okumuyorum, ama arada sırada uzanıp kapağına bakıyorum. Kendi kazandığım parayla aldığım ilk kitap. Fakültede, Bedrettin Tuncel hocamız, ince eler sık dokurluğu, alaycıhğı, insanı kimi kez hiçbir şey yapmamaya itebilen 'mükemmeliyetçiligi' ile beni hem ürkütüyor, hem değişik çılgın halleri, olağanüstü güzel ses tonu, diksiyonu ile Beaumarchais'den, Racine'den, Baudetaire'den parçalar okurken büyülüyordu. Benim yazılanma kürsü başkanı Prof. Bonneau, bu yabancı adam ilgi gösterirdi. O zaman da bunun egzotik bir ilgi olabfleceğini düşünmüştüm, ama yazdıklarımı ne yabancı adamın hoşuna gitmek, ne Bedrettio hocayı kızdırmak için yazıyordum. Bedrettin Tuncel, "Cahilliklerine bakmaz, yazar olmaya kalkariar," derdi. Ama ben, yine de "Akşam Haberleri"ne Remiis Telada, Parker Quinck imzalı çevirilerimi, arada bir de Remiis Telada'yı yeniden tersyüz ederek Adaiet Sömer imzalı yaalarımı götürmek, yayımlamrlarsa karşılığında da iki buçuk lira almak zorundaydım. Rüzgârlı Sokak'tan elimde iki buçuk lira ile çıkar çıkmaz Haşet'e dalar, o sedef renkli, kıyılan yaldızlı "SefiDer" ciltlerinı alamasam bile, mavimsi eflâtun kapakh, bol açıklamalı Moliere ders kitaplanndan edinebilirdim. Sonra karşı kaldınma atlar, en yeni ve güzel dükkânlann vitrinlerinden kendime minicik bir eşarp beğenebilirdim. Gazeteden yeni bir iki buçuk lira verilirse, işte gelecek sefere şu uçuk mavi, su rengindeki ipek eşarbı alacağım. Bunu, Bedrettin Tuncel'in dersi olduğu gün boynuma bağlayacağım. (Refik Ahmet SevengU'den önce, onun tam karşıtı yazarlığıma hiç mi hiç yüz vermeyen Bedrettin ToncePe âşıktım.) GÖÇ TEMÎZLIGI ADALET AĞAOGLÜ • w • Olumlamanın daha etkili biçimde kavranabilmesi için de, bizim köylerimizin nasıl birer cehennem olduğunun en yaygın biçimde bilinmesinde yarar var! Haydi canım Adaiet, bütün bunları o günler içinde düşünmüş olamazsın! Kitapları sait konudan ibaret sayan okurlann yaşadığı bir toplumda, bu kitapların günlük siyasa doğrultusunda nasıl kolayca kullanılabileceğini, bu siyasanın işine yaradığı sürece ve oranda yüceltilip, karşıt durumda ortadan silmek istendiğini, bir dizinde Voltaire, öteki dizinde Makal, kara kara düşünürken anlamış olamazsın!.. P0UT1KA VE OTESI MEHMED KEMAL Enez'i Görmeli... Abartmış olmayayım, bir gazeteci olarak Türkiye'yi fırdolayı belki 56 kez, belki daha çok dolaştım. Bir sınır kenti olan Enez'i görmemiştim. DYP Genel Başkanı Hüsamettin Cindoruk'un 'demokrasiyi arama ve ekmeği çoğattma' gezilerine katıldığımda yolum Enez'e düştü. Kalesi, küçük meydanı, hemen yanı başında süzülerek akan Meriç ve onun denize kanşımı ile çok güzel görünümleri var. Küçük bir kasabaya girdiğinizde birdenbire gözünüzü ne alır? Benim gözüm yükseklerde mkJir nedir, hemen sivri yerlere bakarım; dağ, tepe, minare, kule... Burada da Cenevizlilerden kaldığı söylenen hisar ve kuleler gözümü aldı. Hisar ve kaleyi Cenevizliler yaptırmışlar, ama Osmanlılar hem korumuşlar, hem onarmışlar. Cumhuriyet'ten sonra da dağılan taşlar yerine konuyor, kazılar yapılıyor. Bir kiüse var, sonradan camiye dönüştürülmüş ki, mozaik ve fresklerini kazımışlar. Hemen yanı başındaki mezarda mozaikler korunabilmiş, belki kilisedeki mozaikler böyleydi!.. Hisarın giriş kapısı önünde meraklı birkaç kadın hem yün egiriyor, hem de yeni gelenleri seyrediyor. Genç kızlar kot pantolon bir bluz, yurdun her yerindeki kızlar gibi giyiniyor. Yeni kusaklar güzelleşiyor d'ryoriar, doğrudur, güzelleşiyor. Hisar'ın kapısından girdiğinizde kısa bir yokuşu tırmanıyorsunuz, sonra karşınıza deniz çıkıyor; Saros olacak! Sağ yanınız uzunca bir ova, Meriç; bataklıklar ve sınır. Sazların ve bataklığın kendine göre bir görkemi var. Kuşlar ve yılanbahkları sazların ve bataklığın içinde. Biraz ağdalı ama olsun, Ahmet Haşim'in bir dörtlüğünü anımsıyorum: • ' Gurubı hun ile perverde ruh olan kuşlar Kızıl kamışlara, yakut âba konmuşlar; Ufukîa bir seri maktuu andıran güneşi Sukutı gamla yemişler ve şimdi doymuşlar.. Beni sakalımdan ve DYP'nin başkanı ile gezmemden ötürü Altemur Kılıç'a benzetmişler. Altemur'un televizyonda sık görünmesinden ötürü çok kişinin beni ona benzettiğini bilirim. Benzetsinler, ne olacak, aldırmadım. Ancak, sonradan kimliğimi öğrenice çevremi aldılar. Burada betediye SODEP'te, anlaşılan sol oylar ağırlıkta. Ahret soruları yerine siyaset sormayabaşladılar. Solun birleşmesi, Bayan Ecevit'in partisi, bölünme olur mu? Özellikle Bayan Ecevit'in parti kurmasına içerliyorlardı. Sadece Enez'de mi? Çanakkale'nin gezdiğimiz bütün ilcelerinde... Taban ağıriıgını koyacak, kendini gösterecek, oyları toparlayarak politikacılara gereken dersi verecek, öyle görünüyor. Solun bölünmesıni umanların gözü de Bayan Ecevit'in partisinde... Neyse gelelim Enez'in ürünlerine... yılanbalığı toplahıp dışarı satılıyormuş. Buranın beti bereketi bu balıkta. "Bizimkiler yermi?" diye soruyorum. "Arada sırada" diyorlar. Daha çok dışarı satılırmış. Oldukça gelir sağlarmış. Yumurtalarını buraya bırakan yılanbalığı, buradan süzülür, Ege'yi, Akdeniz'i dolaşır, Cebelitank'tan çıkar, kuzeye dek gider, sonra yeniden buraya dönermiş. İnsanın inanası gelmiyor, ama krtaplarda da böyle yazıyormuş. "Sizi daha önce tarusaydık yılanbalığı yedirir, birkaç kadeh içirirdik" dediler. Olmadı, tam otobüs kalkarken yakaladılar. Göçmen kuşlar da buralara nerelerden gelmiyor. Kuzey ülkelerinden, İrlanda'dan gelenler var. Afrika'dan süzülerek ulaşanlar var. Başınızı göğe kaldırdınız mı katar katar turnaların havada sözülerek uçuştuğunu görüyorsunuz. Ben sadece turnayı tanıdtğım için öyle diyorum, belki de başka göçmen kuşlardır, ne bileyim!.. Kuşları, böcekleri, balıkları koruyan enternasyonal kuruluşlar diyorlarmış ki, "Gelin elbirliği ile buralan koruyalım." Fakat Yunanla aramızın açık olması böyle bir korumaya engelmiş. Sınırda onlann kuşlan ve balıkları onların; bizim kuşlarımız ve balıklarımız bizim. Şimdilik böyle idare ediyoruz. Kuşlar ve balıklar birbirine düşman değil, barış içinde yaşıyorlar. Meriç'in kıyısına biz yol yapmışız. Yunanlılar elleşmemişler, sazlık, bataklık komuşlar. Sorduklarım, "bizden korktuklanndan" diyor, ama sanmam, başka bir bildikleri vardır. Buranın avcılan ve avcılığı da dillere destan. Hemen ava meraklı olup olmadığımı sordular. Ben de avcılığı Raif Ertem'in yazılanndan izlediğimi söyledim. Vay, sen misin bunu diyen? Meğer çevremi saranların içinde çoğu avcıymış. Raif Ertem de buralarda avlanırmış. Enez Enez der dururdu yazılarında, işte o Enez bu Enez'miş. Turnasından, kekliğinden, uçan kazından, kaçan kazından selam söylediler. Türküde nasıl Köroğlu'nun nigârından... diyerek selamı çoğaltır öyle... Üstümüzde kalmasın, gönderilen selamı sahibine iletiriz. Karpuzlu'ya giderken gel gör ki çeltikler büsbütün kavrulmuş. Planda birkaç baraj ve göletin yapımı varmış. Ama ikiidar ticaretten, parayı düşürmekten başını alamadığı için baraj ve göletlerin yapımını savsaklamış. Kuraklık da gelip çatınca çeltikler kavrulmuş. Günahı da, vebali de boynuna. Tarım Bakanı da işleri bilen köylülere bir şeycikler diyemediği için bir turist gibi buralardan gelip geçmiş. Çeltiğı de kavrulsa, kuraklığa da düşse, siz gene Enez'i görün derim. Görmeye değer.. Ben bir fırsatını bulursam bir daha gidip görmek isterim, doyamadım. . aklısın Fatma tnayet. Bütün bunları o zamanlar böylece anlamlandırabilmiş değildim. Ama, "Bizm Köy"ün yazınsal bir başarı, bir yetkinlik örneği olarak yüceltilmesi karşısında sorular, kuşkularla yüklü kaldığımı da yadsıyamazsın. Ne olsa Bedrettin Tuncel, koca bir ders yılı boyunca bize Hugo'dan iki dize, bir paragraf çevirtebilmek için kıhktan kılığa giriyor, kâh tarihin, kâh toplumun, kâh yazann ve yazının kendisi oluyor; bir oyunun, bir romanın sait figürlerini değil, dilini, anlatımını da haftalar boyu oynuyor oynuyor; her şey bütün bağlamlarıyla anlaşılmadan o tek tümceyi çevirtmek istemiyordu. Prof. Bonneau ise, Baudelaire'in bir tek dizesi için, o dizenin bütün içindeki yerini^nlamlandırabilmek amacıyla gırtlak patlatırdı. Ağzından tükrükler saçıla saçıla, "l!Albatros"u coşkuyla aynştınrdı. Tek dizenin bütün içindeki yerini, kurgunun payını, sözcük seçimlerinin nedenlerini, benzetmeleTİn anlamını, çokanlamlılığı, imgelemenin payını, ayrıntınm önemıni göstermeye çabşırdt. Doğrusu, bu kadar kılı kırk yaran ayrıştırmalar sonucu şiirlerin tadı yok olup gidiyordu, dil de günlük yaşamda kullanışlı olabilecek biçimde öğrenilemiyordu ve insan kendi yazdıklarındaki sözcük yığınlarının amaçsızlığından ötürü utançlardan utançlara yuvarlanıyordu, yine de beyin, yazıötesini görmeye alışıyordu. H Bir paracfraf çevjrtebifinek u, İki iri inek resmi lus'un "Akşam Haberleri'nin Yazı lşleri Müdürü Nihat Subaşı, koltuğumun altına bir yığın Fransızca dergi, gazete sıkıştırıp, bunların say ihat Bey, bir kezinde yabancı dergilerden birinde, iki iri inek resmini de alt yazılarıyla birlikte işareîlemişti. Altyazı şöyle bir şeydi: 'Kanada'mn en iyi süt veren inekleri...' Akşam haberleri dizilirken, bu fotoğrafın altyazm, •Cumhurbaşkanı Ismet Inönü'nün fotoğrafının altına düşmüş. 'Sayın Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü, söylevlerini verirken' yazısı ise Kanada'mn en iyi süt veren inekleri fotoğrafının altmda yer almış. falarında işaretlediği bazı magazin haberlerini çevirmemi istediği zaman, uça uça eve geliyordum. lşaretlenen bölümlerin çoğu, sanat, tiyatro, moda dünyasından haberlerdi. Bu çeviri haberler arasına bizim tiyatrolanmızdan, sanat yaşamımızdan haberler sıkıştırmam da Nihat Beyin hoşuna giderdi. Nihat Bey, bir kezinde yabancı dergilerden birinde, iki iri inek resmini de altyazılarıyla birlikte işaretlemişti. Altyazı şöyle bir şeydi: "Kanada'nın en iyi süt veren inekleri... Kanada'da, günde şu kadar litre süt veren inekler yetiştirilmektedir." "Akşam Haberieri" dizilirken, bu fotoğrafın alt yazısı, Cumhurbaşkanı tsmet tnönü'nün fotoğrafı altına düşmüş. "Sayın Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü, söylevlerini verirlerken," yazısı ise, Kanada'mn en iyi süt veren inekleri fotoğrafının altında yer almış. Ben uğradığımda Nihat Bey, saat 15.00 sularında dağıtılmış bulunan gazeteyi, çok daha uzaklara gitmeden toplatabilmek için çırpınıyordu. Beni karşısında görünce: "Canım, Kanada ineklerini de iNe Türkçeye cevirmek zorunda değildiniz ki! Ben öylece işaretleyivermiştim," dedi. Bakışlanm yere çakıüp kaldı. Değilse, Nihat Bey, orada iki kocaman kahkaha patladığını görebılirdi. lşaretlenmiş dergi, gazete sayfalarından her zaman bir düzine haber, yazı çevirirdirh. Ama "Akşam Haberleri'nde biri, ikisi ya yer alırdı, ya almazdı. Kanada inekleri ile hiç uğraşmasaydın, o anda yazı işleri müdürünün dünyasını karartan böyle bir yanlaşlık, daha da baştan önlenmiş olurdu tabii... Alay etme Inayet! CENNET VE CEHENNEM Sait Faik, okuruyla ktndisinin arasma hiçbir cadının girmesine izin vermezdL Bir hikâye yazmayı en çok istediğim ve bir hikâye yazmaktan en çok kaçmdığtm dönem, Sait Faik hikuyeleriyle karşılaştığun dönem oldu. Aynı kapı hem cennete, hem cehenneme açıhyordu. Ve bence Sait Faik'in cenneti de, cehennemi de, baska birinin asla olamayacak cennet ve cehennemlerinden biriydi. Sait Faik hikâyelerini, sanki öylecene, su içer gibi yavveriyordu. Samnm bunun için, yaşıtlanmdan çoğu Sait Faik izinde hikâyeier yazdüar, ben de kendi cennetcehennemimi aramaya çıktmt. ait Faik hikâyeleriyle ilk karşılaştığımda, yazmak bana çok kolay gibi görünmüştü. Sait Faik, hikâyelerini sanki öylecesine, su içer gibi yazıveriyordu. Ama, o dönemde kolayına yazdığım hikâyeleri düşününce, yüzüm kızarıyor. Ne olursa olsun, Sait Faik'i okurken başka birşey öğrenmiştim: Edebiyatın, kendisini günübirlik siyasaya kullandırmayacağı olanaklarla dolu bulunduğunu.. 1 Sait Faik'in hikâyeleri ile ilk karşılaştığımda yazmak kolay gelmişti çirerek okuduklan, aralannda fısıl fısıl konuştuklan "Bizim Köy"den ben de artık bir tane edinebilirdim. Fakat Nihat Subaşı'yı o durumda görünce, benim için muhasebeye bir ödeme emri vereceğinden umudu hemen kestim. Bu kitaplara daha iki hafta uzanamayacaktım. İki haftalık bir gecikmeyle de olsa, işte, o zamandan bu zamana "Candide", kitaplarımın arasında. Karakalem kapak sararmış. Kıyılan tırtık tırtık, örselenmiş. Desende görunenin şato mu, yıkıntı mı olduğuna yine karar veremiyonım. Karınca kadar beysoyluyu ise, 18. Yuzyıl giysileri içinde açık seçik görüyorum. Kitabın ilk sayfalannda bilmediğim sözcüklerin altını sabırla çizmiştim. Sonra, besbelli kendimi okumanın akışına, Voltaire'in cennet gibi bir yaşamı bir dokunuşta yıkıvermesi sonucu gelişen olaylara bırakmışım. Kitabı yerinden alıp, Dert Dökme Defterlerimin üstüne çöküyorum. Sayfaları çevirirken içimden sürekli olarak "Le meilleur des mondes dans les metlleurs des mondes," diye geçiyor: Cennetler cenneti! Artık bundan âlâ dünya olamaz!.. Mırıldanıp durduğum tümcenin en güzel söylenişi belki de böyle değil. Ama, Baron Tunder Ten Tronk'un şatosunda hayatm, katı gerçeklerden uzakta, şeker gibi akıp gittiği kesin. Gelgelelim, hayatın bu masalsı bölümü çok kısa sürüyor. Bu cennet, en kuçük bir dokunuşla yıkılıyor. Yumuşacık tenli, saf mı saf Candide, dayısının dünyalar güzeli sandığı çirkin kızından bir öpücük çalarken, baron tarafından yakalanıyor ve kıçına yediği tekmeyle kendini bu cennet bahçelerinin duvarları dışında buluveriyor. undan sonra Candide, beladan belaya, güçlüklerden güçlüklere, seruvenlerden seriivenlere sürüklenerek hayatın güzellikler ve iyîliklerle dolu olmadığını öğrenirken, onun geçtiği yerlere, bindiği gemilere "Bizim Köy"ün toprak damları, tezek kokuları, o köy insanlarının yüzleri karışıyordu. Voltaire'in büyuk bir taşlama huneriyle tersyüz ediverdiği cennet dünya, Mahmut Makal'ın anlattığı köy cehennemi açısından bir kez daha tersyüz edilemiyor, yoklar, yoksunluklarla dolu bir yaşam, en küçük bir nükteye olanak tanımaksızın, olduğu gibi akıp gidiyordu. İyi ama, "Al sana cennet!" sözü, neden bir kez de olumlu anlamda kullanılamıyordu ? O günler bunu düşünüp durmuştum. Voltaire, resmi öğretinin bana giydirdiği iyimserlik kaftanının canına okumuştu. tnsana cennet kapılarını açık tutacak şeyin çalışıp çabalamak, bahçesini ekip biçmek olduğu görüşü ise, ne toprağı bulunan, ne de çalışmaya dermaju kalmış "Bizim Köy" insanları önünde hiçbir geçerlilik taşımıyordu. 1950'lere gelmiştik. Artık her yanda bunu işitiyorduk: Kırsal kesim insanlarına yardım edilmeliydi. Köy kalkınmahydı. Sanayileşmiş toplumların traktörleri, biçer döverleri, tarıma dayalı bir toplumun pazarlarında boy göstermeli, köylüye krediyle tohumluk ve tarım araç gereçleri verilmeliydi. Demek işte bu kez "Al sana cennet," sözü olumlanıyor: Al sana tohumluk, al sana traktör! . er şeye karşın, Sait Faik hikâyeleri ile ilk karşılaştığımda yazmak bana çok kolay görünmüştü. Sait Faik, hikâyelerini, sanki öylecene, su içer gibi yazıveriyordu. Ama, o dönemde, kolayına yazdığım hikâyeleri düşününce, yüzüm kızarıyor. Ne olursa olsun, Sait Faik'i okurken, başka bir şey öğrenmiştim: Edebiyatın kendini günübirlik siyasa kullandırmayacağı olanaklarla dolu bulunduğunu. Sait Faik, okuruyla kendisinin arasına hiçbir cadının girmesine izin vermiyordu. Kendini bu kadar iyi koruyabilen bir yazarın, bu noktaya, kendini hiçbir biçimde korumadığı ' için geldiğini sezmem de benim için epey şaşırtıcıydı. Ama anlamıştım işte: Uçsuz bucaksız rahatsızlıkların ördüğü, onlann ürünü bir rahatlık. Bir hikâye yazmayı en çok istediğim ve bir hikâye yazmaktan en çok kaçındığım dönem, Sait Faik hikâyeleriyle karşılaştığım dönem oldu. Aynı kapı, hem cennete, hem cehenneme açılıyordu. Ve bence Sait Faik'in cenneti de, cehennemi de, başka birinin asla olamayacak cennet ve cehennemlerden biriydi. Sanınm bunun için, yaşıtlarımdan çoğu Sait Faik izinde hikâyeier yazdılar, ben de kendi cennetcehennemimi aramaya çıktım. Uyumsuzun birisin! H B Btttün bir sabah atma tnayet'e, "Degilim", diyemeyecek kadar uzaklara gittim. Kol saatime bakıyorum. Sabah, mutfakta, parmaklanmın ucu yana yana bir katı yumurtayı soyup miğdeme indirdikten sonra, bu odaya girişimle şu an arasında bütün bir sabah geçip gitmiş! Yarın taşıyıcılar geldiği zaman, onlara neleri götürüp, neleri olduğu gibi bırakmaları gerektiğini artık hiç söyleyemeyeceğimi sanıyorum. Içimi derin bir umutsuzluk sarıyor. Aynı zamanda, Dert Dökme Defterlerimden birinin açık sayfalanndan birinde şunu okuyorum: Ölülerimiz ardından birtakım güzel şeyler söyliiyor, yazıyoruz. Bunlar da gerekli. Öliıler adına olmasa bile, kendimiz için, yok oluşa karşı durabilmemiz için gerekli. Ama belki de, ölülerimizin asıl soylenmesini, yazılmasını istcyehilecekleri şeyler, ölüme gafil yakalanıp da, kendilerinin anlatamadıklan... Bunları buraya niçin yazdığımı biliyorum. Çok uzun bir zaman geçmedi. Sadece altı yedi yıl. Hastanede, ölmek üzere bulunan birinin beışucunda, pencereyi açmış, dışarıya doğru sessiz bir çığlık atmıştım: Ben yanımda götürmeyeceğim, hiçbir şeyi! tki haftalık gecikmeyle özlerımi açıyorum, kitaplar arasında "Candide" cildini göriiyonım. "Bizim Köy" ise şurada, yandaki alçak rafta, ufak tefek Varhk kitapları arasında olacak. Birbirleriyle uzak yakın hiçbir ilişkisi bulunmayan bu iki kitaptan ne zaman biri aklıma gelse, ötekini de düşününim. "Candide", beyaz, ince kapakh bir kitap. Kapağmda karakalem bir desen: BeUi belirsiz bir şato. Şatonun önünde de, şövalye giysileri içinde, yine belli belirsiz, bir genç adam. Desendeki belki de şato değil. Belki de birtakım yıkıntılar. Ama, şövalye giysileri içinde, parmak çocuk kadar birinin varlığından en küçük kuşkum yok. "Akşam Haberieri"nde Kanada inekleriyle İsmet tnönü'nun fotoğraf altlannm birbirleriyle yer değiştirdiği gün, "Candide"i Haşet'in vitrininde görmüştüm. Daha önce biriktirdiğim iki buçuk liralanm ders kitaplarına, sözlüklere faJan gitmişti. Şimdi gazeteden bana yeni bir iki buçuk lira verilirse, az sonra o kitabı alabilecegimi düşünüyordum. Edebiyat Bölümü öğrencilerinin elden ele ge F I D A M Î h yr r r a ı n? ' • Adnan Menderes, Talat Aydemirve Deniz Gezmiş'in son saatleri • Parti liderleri idam cezası için ne diyorlar? • Bir cellat anlatıyor: "Valla ben ipi takıyorum, okadar.' • 12 EylüTün ilk bildirisini daha önceden hazırlayan devlet memuru Kırca için soruşturma açılması isteniyor •Eski Genel Başkanlar şimdi ne yapıyor: Calp, Sunalp, Ava. • Reklamın kralı: Meclis Başkan adayı Şaban Ağa. • Türklş'te yeni Genel Başkan adayları. • N o k t a ' y ı kimler okuyor? Neden okuyor? Yaklaşık 10 bin kişinin katıldığı anketin sonudarı. • Erkan Yücel: Şöhrete sırtını çeviren bir sanatçıydı. G SCRECEK MANAVGAT İCRA MEMURLUĞUNDAN Dosya No: 1985/517 Esas ALACAKLI: MUSTAFA OKUTAN A.Hisar Mah. MANAVGAT VEKİLİ: Av. AHMET YILMAZ MANAVGAT BORÇLU: YapSan Koll. Şti. Cafer CANİKOĞLU ve Oğulları Manavgat A.Hisar Mah. Antalya Cad. No: 70 BORÇ MİKTARI: 438.400.TL. masraflar hariç HACÎZ TARİHİ: 27.7.1985 (lştirak haczi) Yukanda yaalı tarihte Manavgat Antalya yolu üzerinde bulunan işyerinizde yapılan ihtiyati hadz sırasında mahallinde hazır bulunmadığınız ve adresinize çıkartılan davet kâğıdı tebliği bila tebliğ iade edilmiş, zabıtaca da adresiniz tespit edilemedığinden tebligatın ilanen yapılmasına karar verilmiş olup, llK.'nun 103'üncü maddcsi gereğince işbu ilanın gazetede yayın tarihinden itibaren kanuni sürelere 15 gün ilavesi suretiyle 18 gün içinde ihtiyati haciz tutanaklannın tetkik ve bir diyeceğiniz varsa memuriyetiraize büdirmeniz ilanen tebliğ olunur. Basm: 2933 58 ORNEK NO'LU DAVET KÂĞIDININ İLANEN TEBLİCİ SINIRLI SORÛMLİJ BOĞAZİÇİ ELEKTRİK DAĞITI.M MÜESSESE MÜDÜRLÜĞÜ'NDEN 3600 METRE (3 x 240/3x50) mm . (20.3/35) kv. YE3 SHQESCE KABLÖ SATIN ALINACAKTIR 1. Yukanda yazılı kablo şartnameleri esaslan dahilinde kapalı zarfia teklif almak suretiyle satın alınacaktır. 2. Bu ihaleye ilişkin şartnameler Meşrutiyet Caddesi, Asmalımescit Sok. No: 63 TepebaşıİSTANBUL adresindekı Muessese .vludurlüğümüz, Makine lkmal ve Saanalma Grup Müdüriuğü'nden 5.000.TL. bedel karşıhğında alınabilir. 3. Bu ihaleye ilişkin geçicı teminat mıktan 5.400.000. TL.'dır. 4. Teklif mektupl«n en geç 18.9.1985 günu saat 10.00'a kadar Muesiesemiz Muhaberat Servisi'neelden verilecek, aynı gun saat !0.30'da alenen açılacaktır. 5. Müessesemiz, 2886 sayılı yasaya tabi değildir. Basın: 23436 1 T F IC MANAVGAT İCRA MEMURLUĞUNDAN Dosya No: 1985/511 Esas ALACAKLI: NİHAT KAPLAN Alanya Cad. MANAVGAT VEKİLİ: Av. AHMET YILMAZ MANAVGAT BORÇLU: YapSan Koll. Şti. Cafer CANİKOĞLU ve Oğullan Manavgat A.Hisar Mah. Antalya Cad. No: 70 BORÇ MİKTARI: 1.000.000.TL. masraflar hariç HACIZ TARİHİ: 25.7.1985 (İştirak haczi) Yukanda yazılı tarihte memurluğumuza ait 985/486, 1985/504, 1985/505, 1985/506, 1985/507 esas sayılı dosyalarda hacizli bulunan menkul mallar üzerine bu dosyamızın alacağından dolayı iştirak haczi konulmuş olup, adresinize cıkarılan davet kâğıdı tebliği bıla tebliğ iade edilmiş, zabıtaca da adresiniz tespit edilemediginden tebligatın ilanen yapılmasına karar verilmiş olup, l.t.K.'nun 103. maddesi gereğince, işbu ilanın gazetede yayın tarihinden itibaren kanuni sürelere 15 gun ilavesi suretiyle 18 gün içinde ihtiyati hacız (İştirak Haczine) bir diyeceğiniz varsa memuriyetimize büdirmeniz ilanen tebliğ olunur. ^8 ÖRNEK NO'LU DAVET KÂĞIDININ İLANEN TEBLİĞİ Tarım ilaçları formulasyon fabrikasına tecrubelı, kimya veya makine mühendisi İŞLETME MÜDÜRÜ olarak alınacaktır Başvurular kesıhlıkle gızlı tutulacaktır P K 1072 Karakoy
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle