25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Wallr aff a kimliğini ver en adam Goool! Cim bom bom, aslanlanm benim! Levent, stadyumdaki tezahüratı yetersiz bulmuş olmahydı ki, oturduğu koltuktan kendisini televizyona doğru yere fırlatmış, bağınyordu. Galatasaray Urdingen maçının iklnci yansının başlanydı. Yugoslav futbolcu Prekazi GS'nin ilk golünü atmıştı. Maç şimdilik 11 'di. Levent uzandığı yerden tnaçı seyreden arkadaşlarına dönerek, "Ulan adamiara bak, hâlâ koltuklannda oturuyorlar. Ne biçim GS'lisniz? Ben anadan doğraa Trabzonluyum, ama geçen hafta dayaıuşma olsun diye buradan kalkıp da Kreîeld'e gidip tezahürat yaptım. Ayıp u|an ayıp, duyarstz adamlar!.. " diyor. Levent'in evindeyiz. VVallraff ile Ulster Gölü yakınındaki unlü Le Corbeau pastanesinde iki saati aşkın bir süre görüştükten sonra koştura koştura Leventlere dönmüştük. Levent tam bir Karadenizliydi. Davranışlan ve tepkileri coşkuluydu. önceki akşam toplantı sonrasında, evinde bizi ağırlamış ve koyu bir sohbete dalmıştık. Onun bugüne kadar yaşadığı çeşitli olayların Karadeniz dalgaları gibi, gidiş gelişlerini, iniş çıkışlannı ilgiyle izlerken saatlerin nasıl geçtiğini fark etmemiştik bile. Levent 23 Temmuz 1955'te Giresun'un Görele üçesinde doğmuş. 1966'da da tstanbul Erkek Lisesi'ne başlayınca ailece Trabzon'dan Istanbul'a yerleşmişler. Babası memur, annesi ise öğretmen. Levent, liseyi bitirdikten sonra yükseköğrenimine devam etmek için 1974 başında Almanya'ya gelmiş. 1975 başında ise Hamburg Üniversitesi Işletme 30 ARALIK 1985 CUMHURİYET/ll "En Alttakiler" nasıl hazjrlandı? Kjevent tam bir Karadenizliydi. Davranışları ve tepkileri coşkuluydu. Yaşadığı çeşitli olayların Karadeniz dalgaları gibi iniş çıkışlannı izlerken saatlerin nasıl geçtiğini fark etmemiştik bile. Bütün çalışmalar süresince yaşanılan olaylar gizli bir kamerayla fılme alındı. Şimdi hem televizyon, hem sinema filmi olarak hazırlanıyor." molis, bir iki kez az daha Günter'in kimliğini açığa çıkarıyordu. Büyük bir gizlilikle aylarca sürdürülen çalışma az daha bir dikkatsizlik nedeniyle açığa vuracak ve birden her şey mahvolacakn." çok çeşitli kesimlerinden insanlarla tanışma olanağı bulmuş. Bu zengin ilişkiler, gözlem ve deneyimler Wallraff ile birlikte gerçekleştirdikleri çalışmaya zengin malzeme sağlamış. VVallraff 1984 sonbahannda Levent ile ilk karşılaştığında onun sohbetlerinden çok etkilenmiş ve birlikte çalışma önerisinde bulunmuş. Levent'e sorduk: VVallraff, sana yaşam borcu oldugunu söyledi, söz eltiği olay nasıl oldu anlatır mısın? Aslında Giinter büyütüyor. Yine de olayı anlatayım. Ama sırf "En Alttakiler" calışmasının ne koşullar altında gerçekleştiğini ifade etmek için. 1985 şubatında VVallraff ile birlikte iki Türk olarak (senaryomuz gereği Günter, Ali Levent kimliği ve kılığındaydı) Köln'de bir Alman birahanesine gittik, bara oturduk. Almanya'da çeşitli gruplar böyle birahane, kahvehane gibi yerlere önceden masa ayırtarak giderler ve ayırttıkları masaya gruplarını simgeleyen bir bayrak veya benzeri bir şey koydururlar. Kimse gelip o masaya oturmaz. Biz de önce barda bira ısmarlayıp boyle bir masa isteminde bulunduk. Sonra Günter, cebinden bir tarafında Türk ay yıldızı ve Almanca "şerefe" yazısı, diğer tarafında ise Boğaziçi'nin resmi olan bir bayrağı birahanenin sahibine gösterdi. Birahane sahibi " O l m a z ! " diye başını salladı. Bu sırada içinde Nazi sloganlarınm bulunduğu bir pop şarkısı sürekli çalınıyor ve birahanenin içi şarkıda geçen "Heil sieg, hcil sieg / (Yaşasın zafer, yaşasın zafer)!" çığlıklarıyla inliyordu. Barda yanımızda duran 4045 yaşlannda bir Alman müşteri bize dönüp Hitler'i övmeye başladı. Bu arada bizden ayrı olarak birahaneye girip ayrı bir masaya oturan çalışma grubumuzdan Berlinli yönetmen Jorg'un çantasındaki gizli kamera çalışmaya başlamıştı. Günter ve ben ise cebimizdeki teyplerin düğmesine çoktan basrruştık. Bize Hitler'i öven müşteriye, "HitleT bir hayduttu" dedik. O sırada biralarımız bitmiş, ikincileri ısmarlamıştık. Barmenlik yapan birahane sahibi bize yeni bira vermedi. Bunun üzerine Günter, "Hitler, adından övgüyle bahsedilecek biri degil. Bize niçin bira vermiyorsun? Asıl kovulacak olan biz degil şu Hitler hayranı" dedi. Hitler hayranı, birden G ü n t e r ' i n mıdesine " P i s yabancı" diyerek iki yumruk salladı. Ben, "Yanımızda teyp var. Olay da senaryoya uygun cereyan etti, bedefimize ulaştık" diye düşunüp kapıya doğru yöneldim. Baktım Günter orada duruyor; barmen, araya girme numarasıyla Günter'in kaçışını engelliyor. Geri dönüp Almanları geriye doğru iteledim. Günter'le birlikte kaçtık. Saldırganlar kovalamaya başlayınca üstlerine bir tabure fırlattım. Kapıya geldiğimde boğuşmalar sırasında teybimi düşürdüğümü fark ettim. Günter, geri dönüp teybi almak istedi; bir yandan da " P o lis, polis!" diye bağınyordu. Günter yere doğru eğildiği sırada her yanına tekme ve yumruk Btrahanede Levent Sinlroğlu anlatıyor: "tki Türk olarak Köbt'aeki bir Alman birahanesinegittik vtbara oturduk..." Yukandaki fotoğraf, olaym video kameralanyla tes pit edttmif filminden ahndı. Az sonra... Cihan AtikoğluMustafa Sönmez (ANKA/Özel Servis) Bölümü'ne girmiş. İki yü öğrencilikten sonra 1977 şubatında önlisans öğrenimini tamamlamış ve "Bu kadar okulculuk yeler" demiş. 1979'da eşi Christine ile tanışıp evlenmiş. Bu evlilikten biri kız, biri oğlan iki çocuğu var. Levent, Almanya'daki Türk işçilerinin çeşitli toplumsal örgütlenmeleri içinde de yer almış. Bu arada para kazanmak için çeşitli işlerde çalışrruş. örneğin 1981 yıh boyunca Hamburg Altona'da devletin desteklediği ve ağırlıkla gençlere açık, MOTTE adb bir kuruluşta çalışrruş. 1982 başında ise taksi şoförlüğüne başlamış, bu işini halen sürdürüyor. Levent, dernek faaliyetleri sırasında Almanya çapında yüzlerce Türk işçisiyle tanışıp arkada$ olmuş. Taksi şoförlüğü yaparken de Alman toplumunun yemeye başladı. Bunun üzerine saldırganların ustüne bir tabure daha fırlatıp ortalığın açılmasını sağladım. Günter doğruldu; ben ise eğilip teybi aldım, etrafa tekme yumruk sallayarak kapıya doğru yöneldim ve Günter'le birlikte birahaneden çıktık. Bu böliim kitapU yok.... Kitapta yok, ama filmde var. Ne fUmi? Bütün bu çalışma süresince yaşanılan olaylar, gizli bir kamerayla filme ahndı. Şimdi hem televizyon filmi hem de sinema filmi olarak hazırlanıyor. Zannedersem önümüzdeki şubat gösterilmeye başlanacak. Televizyonda tek bir bölüm yayımlandı. O da kitap ilk piyasaya çıktığı gunlerde. Bu bölüm, aracı fırma V'ogd'in pazarladığı işçi lerin Thyssen işyerlerindeki olumsuz çalışma koşullannı gösteriyor. Kitabın en önemli bölümunü oluşturan, Vogel'in Türk işçilerini pazarladığım gösteren belgeler ise Oberhausen savcılığına teslim edildi. Savcıhk da iddialara ve belgelere dayanarak, Vogel'i ve onun gibi aracılık yapan Rommert'i gözaltına aldı. Daha sonra kefaleten serbest bıraktı. Yakında haklannda dava açılacak. Salt ikisi hakkında mı? Hayır, Vogel ve Rommert'in aracılık yaptıklan Thyssen fırması için de dava açılacak. Thyssen, Almanya'nın, hatta dünyanın sayılı büyük şirketlerinden. Bu şirket, iddialar karşısında basına, "Işciler bizim değil, aracı firmanın işçileri" dedi. Buna karşılık bolgedeki sendikalar ve iş mahkemeleri savcıları, "Bir firmada olup biten her şeyden bizzat o fırma sorumludur" diye yanıt verdiler. Bunun üzerine Thyssen çalışmada adı geçen bütün Türk işçileri kadrolu yaptı. Ama işçiler geçici olarak çaIışırken, işyerinde koruyucu verilmeden çalıştınldıklan belgelendiği için şirket aleyhinde mutlaka dava açılacak. Peki, kitapta yayımlanmayan başka bölttmler var mı? Var, bunlann bir kısmı hazırlanan filme konulacak herhalde. Bazılanm ise Günter gelecekteki çalışmaları için alıkoyacak. Aynca çok sayıda, herhangi bir sonuç alamadığımız ya da pek çarpıcı sonuçlar yaratmayan deneyimlerimiz oldu. Bu çalışma sırasında, bir iki kez, polis az daha Günter'in gerçek kimliğini açığa çıkanyoTdu. Büyük bir gizlilikle aylarca sürdurülen çalışma az daha bir dikkatsizlik nedeniyle açığa vuracak ve birden her şey mahvolacaktı. frakir Baykurt yazdı Demir kafesten Wallraffa mektup Duisburg, 18.11.1985 Sevgili, Değerli Günter VVallratî Abicim, Biz, "En Alttakiler" hakkında yazdığın kitabın tantanası sürmektedir. Radyo, televizyon, hem de gazete haberlerinden anlaşıldığına göre, Almanya'nın her yanında gürültüler koparıyorsun. Bu gibi konuların meraklısı bizirn Burdurlu Hasan anlattı: İsvkjre'den isveç'e, Fransa'dan Rusya'ya, Halya'dan Hollanda'ya, Japonya'dan Amerika'ya da yankılar uyandırmışsın. Bu yüzden önce üzerime farz olan tebriklerimi sunarım. Yiğ'rt nam ile yaşar. Tanrı bir adama "yürü ya kulum!" dedi mi, o kul bizim Hazreti Ali'nin Duldül'ü gibi alır başını gider de gıder, ya da sizin Almanya'nın kartalı gibi açar kanatlannı uçar da uçar. Dilerim yükselışın sürekli olur. Büyük ağabeyin Heinrıch Böll, amcaların Hermann Hesse, Thomas Mann gibi Nobel ödülünü de kazanırsın. Hemen buracıkta bir kusur ye ayıbtmı itiraf edeyim: Bu olaydan önce senin adını asla işitmiş değildim. Yazarlığını, çizerlığini bılmiyordum. "Alı Sinirlioglu" adıyla aramıza katılıp rol keserken bu yanını sende de belli etmedin. Güzel rol kestin, aferin! Meğer sen, 172 buçuk millet içinde yazar bilinen 70 milyon kalem erbabı ıçınden en iyi 12 gazeteciyazar arasında sayılırmışsın! Daha önce de tıpkı bizim olaydaki gibi değişik ad ve ayaklarla Alman para babatannın, savaş yanlısı Deutschland subaylarının, gazete ve magazinlerine düşüncenin kıymığını sokmayan Axel Springer'in ve daha nicelerinin maskelerini düşürüp içyüzlerini açıklayan kıtaplar çıkarmışsın. Yakalandığı kanser hastalığı daha ilk adımındayken btzim halk sanatçımız Ruhi Su'yu, Alman doktoıiarınm ameliyat etmesi için çağıran beş altı büyuk Alman yazan arasında da yer almışsın. Gerçi hükümetimiz Ruhi Su'ya pasaport vermedi, o güzel insan goz baka baka öldü gitti. Bunlardan hıç mi hiç haberim olmadı. "Yahu Kemal Kurban, sen cahil misin? Şaşıp yanılıp bir yaprak gazete, üc yaprak kitap okumaz mısın?" diye soracak olursan, yanıtım şöyledir: Ben yurdumuz Türkiye'de iyi kötü liseyi brtirdim. Veteriner fakültesini ise 12 Mart askerı darbesinden sonra politik nedenle tutuklanıp yarım bıraktım. Yargılama sonunda 8 yıl, 10 ay, 20 gün ceza aldım. Bunun dört buçuk yılını yatarak, Ecevit dönemirtde çıkan afla paçayı kurtardım. Ama ne kadar çırpındımsa gizli polis örgütümüz MİT'in izleme ve fişlemesinden kendimi kurtaramadım. Öyküm bıraz uzundur, kusura bakma. Rşliyım diye doğduğum Salda köyünden kimse bana kız vermedi. Hem de işsiz olduğum için gurbete çıkıp İzmir ve İstanbul'da iş aradım, ama bulamadım. Sonunda, kendimden on üç yaş büyük hemşire Nurten ile evlenip bir parça rahata erdim. Eylenmemiz imam nikâhıyla oldu. Yani birbirimizin üstüne kayıtlı değilız. Bunun nedeni şudur: Nurten daha önca hava Yüzbaşısı Hulusi ile evliymiş. Hulusi bir gün Mürted Üssü'nden havalandığı Amerikan yapısı jet uçağının intilak etmesi üzerine şehit düşmüş. Nurten'e on birinci dereceden dulluk aylığı baŞlanmış. Huiusi'den iki çocuğu var. Sizın "medeni nikâh" dediğiniz şeyden bızde de var. Türkıye'yi her konuda geri sayma lütfen. Ama o nikâhla evlenseydik, Nurten'in dulluk aylığı kesilecekti. Hemşırelikten aldığı para ev kirasına yetmez. Bu yüzden istanbul Üç Güvercın Sokak'ta imam Sabahattin Efendı'ye kıydırdık nikâhımıFakir Baykurt fırlıyor, dışanda lokma yemeden, damla içmeden, hatta bir tek Amerikan sakızı alıp çiğnemeden eve geliyordum. Arada sadece ilişkili olduğum devrimci arkadaşlarla dayanışmak için otobüs dolmuş parası veriyordum. Çünkü buna zorunluydum. Herbiri benim kadar zorda olan arkadaşlarıma "Yol paralarımı siz ödeyin!" diyemezdim. Yıl 1979'a kadar birkaç kez ölüm tuzaklarınadüştüm, kıl payı kurtuldum. 12 Eylül 1980'de askerler bir darbe daha yaptılar. Derhal yeraltı oldum. Hem de fazla gecikmeden Yunanistan üzerinden Avusturya'ya geldım. Asıl niyetim Almanya! Çünkü bizimkilerin çoğu burada. Dil zorluğumuz azolur. Kusura bakma, ama sevgili, degerli Günter Abicim, sızın Almanya biraz kalleş yapılıdır. Halkınızı kastetmiyomm, hükümetleriniz yani. Türkiye'den sığınma istemiyle gelen devrimcılere kapılarını sımsıkı kapatmıştır. Sanırım bilirsin: Hitler faşizmi zamanında sızın her türlü bilim. politika ve kültür adamlannıza biz yurdumuzun yoksul kanatlannı geniş geniş açtık. Ooçentlerintzi profesör yaptık. Her birine kendi profesörlenmizın aldığından çok aylık bağladık. zı. Hem de Nurten'in annesi Selanik göçmeni Cevriye Hanım öyle sofu bir irv sandır ki, bildiğin gibi degil! Kızına, asKeri yetimlerin bucak mudürleri gibi baskı yapar. "Damadım adam degil, kan parası yiyor!" diye çok dedikodumu yaydı mahallede. Nurten çalısıyor. İki çocuk öncekinden. iki çocuk benden. Bu dört çıpcuğa kayınvalide bakıyor diye sesimi çıkaramıyordum. Gerçekte asla hoşgörülmeyecek, diş ağrısı gibi btr kadın. Sabah olur olmaz kendimi evden dışarı atarak, İstanbul kazan, ben kepçe, iş anyordum. MİT'in açıkgöz hem de cin elemanları gittiğim yerlere benden önce ulaştığından, "Sana göre işimiz yok, kusura bakmal" diyorlardı. Hatta büyük gecekondu mahallesi Taşlıtarla'da bulduğum iki işi de bu yüzden elden kaçırdım. Hele biri çok iyi bir işti: Kekik Yoğurt Fabrtkası'nda... Gerçekten ben kan parası ile yaşayacak erkeklerden değildim, olamam da. Çünkü bu husus bizim Türkiye'de biraz düşüklük sayılır, sizin Almanya'daki gibi değildir. Gene de dişimi sıkıyor, kayınvalidem mahallede dedikodumu genişletmesin diye. sabah ezanında evden Yaptlan iyilikier başa kakılmaz, ayıptır abtcim. Ama bizden gelen deyrimcilere sınır kapıları, eli köpekli, beli otomatik tabancalı, hem de telsizfi polisterinizle kapatıldı ki, bu da çok ayıptır. Bu yüzden ben Graz'da 20, Viyana'da 30 gün kalarak uzun boylu düşündüm. Almanya'ya sığınmacı olarak degil de kaçak işçi olarak girmeyi uygun buldum. VK yana'daki hemseri ve arkadaşlardan borç alıp 1000 mark rüşvet ödedim. Bir işçi toplama firması aracılığı ile, sadece onlann, bir de Tann'nın bildiği yollardan Almanya'ya girdim. Lütfen bana bu yolları sorma, soyleyemem. Senin yapmış olduğun türden açıklamaları ben yapamam. Bu açıklamalar sizin polisin işine yarar, ama bizim gariban arkadaşların zararına olur. Lütfen kusura bakma. Biz, bir hafta bile beklemeden Joharv nes Meachtel'in firmasıyla bir yapı işinde saatı üç buçuk marka çalışmaya başladık. Kitabmı yazabilmek için iki buçuk yıl kadar bu tür ağır işlerde çalışarak Türk rolü oynadığını öğrendim. Çok teşekkür ederiz sana. Ama kusura bakmazsan bir söz diyecegim: Türk rolü oynamak kolaydır. Gerçekten Türk ol da göreyim seni! Bu, şimdiki dönemde Türk olmak çok zordur Günter Abtcim! Paramızın değeri bin kez düşmüş. Içeriden bizimkiler, dışandan Amerikalılar ve sizinkilerin çabalarıyia durmadan da düşüyor. Bu yüzden yeryüzündeki değerimiz ve saygınlığımız da düşüyor ne yazık! Saat ücretlerimız ancak on bir ay sonra üç buçuk marktan dört marka yükseldi. Ben, senin içyüzünü açığa vurduğun Hans Vogel firmasında saat ücretım beş marka çahşıyordum . Günlüğümü 7080 marka getirebilmek için günde 1820 saat çalıştığım oluyordu Günde 1820 saat çalışan ınsanda gazete, dergi okumaya derman kalır mı sevgili, degerli Günter Abicim? Son bir yıldır profil demir, pervane çelıği ve takviyeli gemi sacı üreten büyük Thyssen fırmasının bizim Hans Vogel'e ihale ettiği parça işleri yapıyorduk. Bir gün Heim'de sen bize söyledin: Böyle 400 aracı firma ile iş yapryor Thyssen. Çünkü çok büyük bir firma. Küçük işleri küçük firmalara veriyor. Dört yüz küçük firmanın çalıştırdığı işçileri kendisi çalıştırıp niçin bir sürü sigorta, sendika yükünü üstlensin ki? Sizin Thyssen ve onun gibi büyük firmalarınız, sanımca Bonn'dakı mılletvekilleri ve Karlsruhedeki anayasa yargıçlannızla uyumlu calışıp bütün işlerini hukuka çok iyi uydurmuslardır. Bir büyük firma işlerini bölüp küçük aracı firmalara ihale ve havale edebilir. İşçilerin sorumluluğu da küçük firmaların olur. Aracı firmaların bizim bir tek saatimizden kârı 1520 mark olduğuna göre, bu riziko çok değildir abicim. "Büyük firmalar köle calıştırıyor, vergi kaçırıyor!" demek istemişsin. Thyssen'in bu işlerde htçbir suçu yoktur bertce. Çünkü Almanya'da büyük firma olmak suç değildir. Thyssen sizin Almanların dediğine göre "Allah gibi büyük" bir imparatorluktur. Sen elindeki oku yanlış noktaya atıyorsun. August Thyssen'in, Hans Vogel'in maskelerini düşürmek için bizim bir tek ekmek kapımızı ve yurdumuzdaki zor günler gecene kadar şu Almanya'daki barınma olanaklanmızı kökünden yok ediyorsun. Sizin, evlere şenlik hür demokratik rejimınizde ekonomık sisteminizin büyük firmalar kadar küçük aracı firmalara da gereksınimi var. Bu yüzden Hans Vogel batar, VVilhelm Bogel çıkar, sorun değl Günter Wallraff ile "En Alttakiler" üzerine Müslümanlara düşmanhk fazla Fransa'da başını Kuzey Afrikalıların çektiği giiçlü bir göçmen hareketi var: "S.O.S. Racisme" (S.O.S Irkçılık). Bu örgül şimdi Fransa sınırlannı aşıp bütün Avrupa'daki göçmen lopluluklarını ve göçmen dostu yerii topluluklan kucaklamak istiyor. Yakanızda onlann rozeti var. Bu girişim hakkında ne düşünüyorsunuz? VVALLRAFF: Bu hareketi çok çok önemli ve yararlı buluyorum. Çünkü böylesi girişimler sırf lafla yetinmiyorlar. Söz konusu Fransız gruba lsveç hükümeti büyük bir ödül verecek. önümüzdeki gunlerde Stockholm'deki ödül törenine ve bu vesileyle göçmenler konusunda yapılacak tartışmalara ben de katılacağım. Demek istediğim, bu tür örgütlenmeler tabandan gerçekleşiyor ve işyerlerinde de bifcok konuya acıklık getiriyor. Almanya'da bu örgütün rozetini taşıyan sendikacı arkadaşlar işyerlerinde aynı temayı işlemeye çalışıyorlar. Ama bu rozeti taşıdığı için tehdit edilen birçok kimse de tanıyorum. Dotayısıyla "S.O.S. Racisme" yandaşı olmak aktif bir tavır almaya da zorluyor insam. Almanya'da benzeri bir hareket gelişebilir mi? VVALLRAFF: Niçin gelişmesin? Yeter ki siyasal görüş farkhlıkları arka plana itilebilsir.. Ben buna inanıyorum. Ancak böylelikle yabana düşmanhğına karşı etkin ve yaygın bir hareket kolay kolay bastırılamayacak bir güç olarak oluşturulabilir. Fransa'daki Araplarla, Almanya'daki Tıirklerin konumlan arasında sizce nasıl bir benzerlik var? VVALLRAFF: İki kesim de aynı önyargı ve nefrete maruz kalıyorlar. Bu nefret, özellikle kendi kültürlerine en fazla yabancılaşmış çevrelerde gözleniyor. Bu cevreler, göçmenlere bakıp onlarda insanların birbirlerine insanca davrandığını, her şeye rağmen yaşama sevinci taşıdıklannı görüyorlar. Almanya'da Türk aileleri düğünler, eğlenceler duzenliyorlar. Bunlarda müzik, dans veyakm bir beraberlik var. lnsanlar, genç ihtiyar, kadın erkek birlikte eğlenebiliyorlar. Türk ve Arap kültürlerinde bu olabiliyor. Almanlarda bu yok olmuş. Belki faşizmin de etkisi var bunda. Bu tür kültürel etkinlikleri yabana çevreler kıskanıyor ve tepki gösteriyor. Kendileri yapamadıklan için >abancıların bu davranışlarını yadsıyanlar var. Bu görüşum üzerine pek tartışmadık ama ben tabanda bunları gozledim. Farklılığa gelince, en belirgin olanı, bugün Fransa'daki Arapların Almanya'daki Türklere göre kendi seslerini çok daha iyi duyurabilmiş olmalan ve aktif olmaları. Bu son söylediklerinizden, göçmen işçiler sorununun salt sınıfsal bir sorun olmadığı sonucu çıkarılabilir mi? VVALLRAFF: Kapitalistlerin ve egemenlerin ilkesi her zaman, "böl ve yönet" olmuştur. Çalışanlar arasında ulusal gerilimleri kullanmasını, onları karşı karşıya getirmesini böylece de kolay yönetmeyi çoğunlukla becermişlerdir. Bu olgu Almanya'da da görülebiliyor. Kültürel farkhlıklardan kâr sistemi adına fabrikalarda yararlaruhyor. Türkler, Yunanlılar, Yugoslavlar birbirlerinden ayn gruplar halinde rekabete sokuluyor. Bu, iş psikolojisi açısından değerlendirilip kârı azamileştirmek için kullanılıyor... Fransa'da yabancı düsmanlığı üzerine yapılan yorumlarda, Araplann Müslüman olması ve Islam dininin de Hıristiyan kultüru ve degerleri içinde asimilasyona yatkın olmaması önemli bir etken olarak degerlendiriliyor. Aynı yonımcular, Mürklerin Müslüman oluşu sanırım yabana düşmanhğmı arttmcı bir rol oynuyor. Ama asıl etken bu değil. Çünkü Almanya'ya ilk gelen göçmenler ttalyanlardı. Onlar da aynı yadsınma ve dışlayıcı tavırlarla karşüaştı... Bugün Türklere karşı kullamlan görüşler o zamanlar ttalyanlar için geçerliydi." Benim Türk gençliğinde gördüğüm, kîmlik krizi içinde bulunmalan. Sanki ruhları çalmmış. Ne Almancayı ne de Türkçeyi yeterince konuşabiliyorlar. O denli hüzünlü ve toplum kenanna itilmişler ki, bir araya gelecek güçleri kalmamış. Nereye ait olduklannı bilmiyorlar." 6 TARTIŞMA Giinter WaUraffa kimliğini veren Levent SinirUofbı, fabrikteki okumatartıpna toplantısmdm sonra WaBrafP\a tartıstyor. 1910 1930 arasında Fransa'ya 23 milyon göçmen geldigini, bunlann, Portekiz. Ispanyol, Rus. Ermeni gibi Hıristiyan lopluluklar olduğu için bugünküne benzer bir yabancı düşmanlığının yaşanmadığını söylüyorlar. Almanya'daki Türklerin de Miislüman olduklannı gözönüne alırsak, aynı konuda siz ne düşünüyorsunuz? VVALLRAFF: Türklerin Müslüman olması sanırım yabancı düşmanlığını artırıcı bir rol oynuyor. Ama asıl etken bu değil. Çunkü Almanya'ya ilk gelen göçmenler halyanlardı. Onlar da aynı yadsınma ve dışlayıcı tavırıa Karşııaşıı. ıvıa SÜRECEK karnacılar", "Spagetti yutucular" gibi deyimler, bugünkü "kummel Turke", "knacke" (hamurcular) gibi deyimlerle aynı düzeydeki küfürlerdi. Almanlann cinsel alandaki kıskançlıklarmm ifadesi olan "Kadınlanmızı elimizden alıyorlar" ya da "Hepsinin cebinde bir bıçak var" gibi bugün Türklere karşı kullamlan görüşler, o zamanlar ttalyanlar için geçerliydi. Dolayısıyla din belirleyici bir rol oynamıyor bence; sadece etkenlerden birini oluşturuyor. Göçmenler sorunu, Avrupa sömürgeciliğinin bugün kendi içinde içselleşmesi olarak da değerlendiriiebilir mi? VVALLRAFF: Eski sömürgecilik, egemenliğini azgelişmiş ülkelerde sürdürdü. Şimdi bu işi daha basite indirgediler: Yabana işçileri ülkeye getiriyorlar. Bu, sömürünün daha kolay bir biçimi. Sömürgeler yitirildi ama şimdi eski sömürgelerden çahştırılmak uzere insanlar getiriliyor. Aynca yetişmiş işgücü ithal eden Avrupa ülkeleri, bu insanların eğitilmeleri için harcamalan gereken paradan tasarruf etmiş durumdalar. Üstelik göçmen işçiler, geldikleri ülkeyi çalıştıklan ülkeye pazar olarak da acıyorlar. Göçmen işçilerin ikinci kusağı için "saatli bomba" tabiri kullanılıyor. Fransa'da "S.O.S. Racisme" hareketini yaratanlar da ikinci kuşak Arap göçmenler. Türklerin ikinci kuşağını nasıl görüyorsunuz? VVALLRAFF: Benim Türk ikinci kuşağmda, yani gençlerinde gördüğüm, kimlik krizi içinde bulunmalan. Sanki ruhlan çalmmış. Ne Almancayı ne Türkçeyi yeterince konuşabiliyorlar. O denli hüzünlü ve toplum kenanna itilmişler ki, bir araya gelecek güçleri kalmamış. Nereye ait olduklannı bilmiyorlar. Burada kendilerini "evde" hissetmiyorlar ama buyüklerinin yurdunu da yadırgıyorlar. Yakın gelecekte biraraya gelip örgütlenecek güçleri oldugunu sanmıyorum. Fransa'daki koşullar çok daha değişik. Fakat burada hiç olmazsa gelecek yıllarda bu yaşanabilir. Bugünkü çıkışsızlık, açmaz, daha da büyürse belki burada da Fransa'daki gelişme yaşanabilir. ET LOKANL^SI Açılışının 1. yılında siz sayın müşterilerinin göstermiş olduğu yakm ilgiye teşekkür eder, yeni yılda da mutluluk dileği ile emirlerinizi bekler. Tel: 579 58 83 ŞenlikköyİSTANBUL mzm BEY ANTtKALARINIZ ELYAZMASI KURAN1 KERİMLERÎNİZ ESKİ TABLOLARINIZ İÇİN TROY 140 79 36 Almanya'dakiler, Türkiye'dekiler StRECEH BİZİM ALMANCA'YA SİZ DE ABONE OLUN
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle