Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/10 22 ARALIK 1985 Marakes'ten Olü Canlar Alaııı NEDİM GÜRSEL MARAKEŞ Marakeş Fas'ın guneyinde, dorukları karh Atlas Dağlan'nın etelderine doğru yayılan, yayıldıkça da genişleyip büyüyen bir vaha kenti. Afrika'dan Akdeniz'e tuz ve altın laşıyan kervanlann; ağır, yorgun develerle yanık yüzlu "m«»i adamlar"ın, yani Batı Sahra'da yaşayan göçebelerin konakladıklan bir düzluğe kurulmuş. Kentin kırmızı duvarlı evleriyle palmiyeleri arasından gökyüzüne yükselen Kutubia minaresi. tslamın 12. yüzyıldan bu yana Marakeş'te yerleştiğini kanıtlıyor. Guneyden gelen Berber kökenli Almohadlerin yaptırdığı, eski \e güzel bir cami Kutubia. Çe\Tesinde kitapçı dükkânlan varmış. Şımdiyse, dükkânlanrboşarsasında çocuklar top oynuyor. Marakeş'te günlerimi, eski kentin girişinde, bir zamanlar mahkumlann idam edildiği CamaaelFna, yani "Ölü Canlar AlanT'nda geçırdim. Bu alan şimdiye dek hiçbir ülkede, hiçbir kentte görmediğim, benzerine serüven romanlannda bile rastlamadığım bir kargaşanın, akıl almaz bir şeniiğin trajik mekânını oluşıuruyor. Trajik diyorum, çünku CamaaelFna'yı dolduran insan yüzleri yoksullukla buyünün, en acı gerçekle gerçekustünun kanşımından yapılmış korku fılmlerini andınyor. Körler Cumhuriyetiyle Dilenciler Krallıgınm denetiminde bir alan dOşünün. Yılan yutanlarla diş çekenler, yanık sesli hafızlarla şıfalı ot satanlar, peçeli kadınlarla genç kızlar, sakalar, berduşlar, sakatlar, çocuklar özellikle de zeytin kurusu, esmer çocuklar! bir renk denizinde, devınip duran kalabahğın giderek boz renkli çöl akşamına karıştığı bir tuhaf karabasanda bağınp çağırmadalar. Sesli harfleri yutarken "H"lan alabildigine çatlatarak konu$uyorlar. Kötü bakışlı, çirkin bir adam çöl farelerini yarıştırıyor. Bir başkası kaval çalıp yılan oynatıyor. Kapkara bir celaba var üzerinde, ve sakalları ağarmış. Imam kıhğında bin Miraç gecesinı anlatıyor tekbir getiren kalabalığa. Yüzu güneşten yanmış kör âşık kemanıyla "Leyla ve Mecnun'*un acıklı sonunu terennüm ediyor. Veçorbacılar, sakatatçılar, köfteciler, yağcılar, yoğurtcular... Sonra hançerden bileziğe, naneden düğmeye akla hayale gelebilecek her şeyin satüdığı çarşı. Ve ölu ışıkta kızarmış bahklarla, kelleler. Paris'te eksi üç dereceydi hava, Marakeş'te otuz derece. Guneşi ıçen toprak rengı kör duvarlar boyunca yürildüm. Caddeler, palmiyeler, kahvder. Surlardan içenye, eski kente girdiğimde çocuklar ve kediler çöp tenekeleriyle oynuyorlardı. Medina' 6 New York'tan Marakeş'te günlerimi, eski kentin girişinde, bir zamanlar mahkumlann idam edildiği CamaaelFna, yani "ölü Canlar Alam"nda geçirdim. Bu alan, Islam toplumlarının günümüzdeki kaderi gibiydL Hep birlikte, ama yalnız, Yoksul, ama çekici. Hem ölü hem canlı. Hem gerçek hem düş. Gizemli ve karmaşık. run bağırsak gibi kıvnlan daracık sokaklarında erkekler yorgun, kadınların elleri kınalıydı. Tuhaf bir keder vardı bakışlarında. Ve yurudüklen sokaklar eski bir kentin gungörmüş sokaklarıydı. Ama ne tuhaf, sanki bu dünyada değilmişler gibi, ağır aksak, yalpalayarak yürüyorlardı. Aralık bir kapıdan iç avluya baktun: Havuz, mavi çiniler, duvardaki halıda Kâbe. Bu beklenmedik, karşıma ansızın çıkıveren dunyanın gizini çözmeye çabalarken kapı, tokmağındaki Hazreti Fatma'mn eliyle birlikte kapanıverdi yüzüme. Dışanda kaldım. Müslüman Marakeş geîçek yıizunü, evlerin içini gostermedi bana. Yahudi mahallesinin iki katlı, balkonlu evlerimn önu sıra yuruyüp Camaael Fna'ya çıknm yeniden. KaJabalıgın arasına karıştım. Bu alan İslam toplumlarının gunumüzdeki kaderi gibiydi: Hep birlikte, ama yalnız. Yoksul, ama çekici. Hem ölu hem canlı. Hem gerçek hem düş. Gizemli ve karmaşık. Big PauTün öltimü ğe Big Paul'un lokantasını göstererek, "Biz de burada yemek viyelim" diyor. Sparks et lokantasında tereyağlı karides buğulama, mantar soslu bıftek yiyerek pahalı "Cabernet Sauvignon" şarabı içen devamlı muşteriler, olaydan çok üzgun.. Lokantada aruk eskisi gibi rahat yer bulamayacaklarını düşunuyorlar.. "Hep bo>le olur" diyorlar "Ne zaman bir Mafya baba» öldunilse, gittigi lokanta bir anda ünlenir.. tnsanlar hncum eder.. Yer bulmak için canımız çıkar.. Kuçuk ttalya dcnilen maballelerde, L'mberto'nun yeri. böyle olmadı mı? Mafya babası çılgın Joe, 1972'de kapısı önunde vurnlduktan sonra lokanta adam almaz hale gekJi.. 1979'da baba Galanle vurulur vıırulmaz Brookhn'deki Joe ve Mary Restoram, sefıirrelıberindebeş yildızı alıverdi.. Coney Isiand'da Villa Tammaro lokantasında da Lucky Luciano oldünildiıkten sonra, aynı şey oldu.." Bir demirbas müsteri uzuntüsunü şöyle dile getiniç>r: "Boyle bir şeye >alnız New York'ta rasllanır.. tnsaniar populer olan bir lokanlaya girip yer bulabilmek için kaldınmda yatan cesetlerin uzerinden atlayarak birbirleriyie yanş edijorlar.." Bir iddiaya göre, Big Paul, daha vurulur \urulmaz, birisi masasını kapmak ıçın acele lokanlaya koşmuş.. Olayı izleyen yan sokaktaki bir restoran sahibi ise, hafif kıskanç bir tavırla, "Elimde olsa Big Paul'un cesedini polis gelmeden çeke çeke lokantamiB önüne golururdum" diyor... Sokağı dolduran televizyonculann arasında yabancı kuruluşlann New York'taki temsilcileri de var.. Japon Nippon televizyon kurumunun kameramanı, heyecanla konuşuyor: "Bilrvorsunuz. şimdi Japonya'da bizim de kendi Mafyamız var.. Japon>a rvke Amerikanlasü" Brezilya'run Globo televizyon istasyonunun muhabıri sevinçle "Böyle habere Brezilya'da bayüıriar" diyor. CBS televizyonunun kamerasına konuşan bir meraklı, katillerle ilgili olarak "Görevterini çok iyi yerine gelirmişler... Gerçekten profesyonellennis şeklinde bir yorum getiriyor... 46. Sokaktaki olağanüstu kalabalığın ticari açıdan olumlu kokusunu alan seyyar satıcılar, hemen köşebaşına yığüıyorlar.. Pueno Rico'lu Emilio, boyun atkısı dolu tezgâhını çarçabuk boşaltma umuduyla bağınyor.. Y'anına yaklaşan bir turist, gulerek, boyun atkısımn bır Mafya hatıra esyası olup olmadığım soruyor.. Emilio, düşkırıklığı içinde "Ha>ır" anlamında basını sallıyor.. Turist, bunun üzerine Emilio'ya beş dolar karşılığında kaldınma yatıp kamerasına poz vermesini öneriyor.. Seyyar satıcı Emilio, kavruk vucuduyla, kaldınma kurşunlanan Big Paul gibi. cansız uzanıyor.. "Big Paul'un aklına hiç oMurulecegi gelmedi mi?" sorusuna avukatı, "Korkusuz bir adamdı.. Silah taşımadan dolasırdı" yanıtını veriyor. "Peki. hiç yolda yururken orauzunun ozerinden çaktınnıdan sagına soluna bakmaz mıydı?" dıye sorulduğunda ise, "Big Paul 70 yasındaydı. Artık yaşının gereği refleksleri azalmısh" diyor. TANJU AKERSON NEW YORKBig Paul, geçen gun öldurulen unlu Mafya babası Castellano'nun yeraltı dünyasındaki adı.. Kocaman boyu yüzünden kendisine bu ad takılmış, krom kaplı siyah Limousine'ninden inerken, kurşun yağmuruna tutulan Big Paul'un üzerinde, ko.vu mavi moher palto, parmağında kalın altın bir yuzuk ve ayağında 200 dolarlık makosen ayakkabılan vardı. Her zaman yemek yediği 46. Sokaktaki Sparke et lokantasma gıdiyordu.. Cinayetten sonra sokak tıkJım tıklım insan dolu.. Trafik tıkanmış.. Televizyon kameraları ve fotoğraf makineleri durmamacasına çalışıyor.. Korna sesleri art arda yukselirken, görevli polisler telsizlerinden "Burası Broadway tiyatrolannın önu gibi" di>e anons yapıyorlar.. Insanlar heyecanla kaldınm kenarında büyuk ojasılıkla otomobillerden akmış antifriz ve yağ lekelerini birbirlenne gösterip, "lşte kan lekeleri" diyorlar.. Kan lekesini yağ lekesinden kolaylıkla ayırt edebilenler, "Ne gcrek var ki bu kadar acele etmeye.. Bütun kanlan hemen silmişler" dıye hayıflanıyorlar.. Bir kadın, yanındaki erke BABA YERDE Mafya babasının ölümü kurşundan oldu. Ölmesiyle gideceği lokantanın sahibi sevindi. Şimdi herkes oraya koşuyor. Baba yerde yatıyor. Londra'dan RAGIP DURAN Bir caz gecesinden izlenimler men >anıbaşınızda / Müzik olunca ama / Dans ederltr hemen / Ayaklar olmasa dans olmazdı." Cazın ne yaşam dolu bır muzik turu olduğunu sezmek için, Boris Vian'ın trompetçi olduğunu bilmek yeter belki de. Elleri ayaklan zincirlere vurulmuş karaderililer, gemilerle kıta değiştırdikten sonra New Orîeans taraflarında doğurmuşlar cazı Annesi acı, babası sevgi. Miles Davis'in "Blr Tür Mavi" adlı parçasını dinleyince, barok ezgileri ile tamtam ritmlerınin nasıl da sarmaştığını duyacaksınız, kulağınızda, yureğinizde, ruhunuzda, tum vucudunuzda. Cazın aslında beş duyusu vardır. Duyulur, görulur, koklanır, değilır ve tadılır. Kım çalarsa çalsın trompeti, yumun gözlerinızi, Armstrong'un siyahı mutlu ve berrak kılan yuzünu görecekbiniz. Onun gülumsemesi, onun çığlığı en guzel kadın opucuğunden daha bulbul yu\asıdır. Hem de doğaçtan. Sahnedeki beşli, 50 yaşlarında Amerikalı bir şarkıcı>a eşlık ediyordu: George Melly. Iri karelı kırmızı bir takım elbise. Ceketin gözlük cebinde siyah medil, bağnndakı siyah fuları mujdetiyor. Yine siyah ama deri fötr şapkası Chıcago'yu mu çağrıştırıyor? Caz şarkıcılannm Rolls Royce'u Billie Hoiiday'e benziyor sesi. Durgun, kalın, düş yaratıcı. Gutenberg bağışlasın, sadece ben değil, yazı pek isli bir araç olur, ayak tırnağınım ucundan saçına kadar seni saran gül kokulu şoku anlatmaya kalkınca. tyisı mı, kulubun müdavimlerinden iki tngiliz centılmeninedikelim gözlerimizi Bann kenanna tünemiş birincisi. Siyah pantolon, "Pied de Poole" yün ceket, süt beyazı balıkçı yakalı bır bluz. Içkisini ısmarlarken, barmen kıza, sadece sayı söyluyor. Kadeh sayısı. Hıçkırıp " o n " dediğini duydum. Boyun kaslannı denetleyemez olmuştu, ama sağ ayağı ile sonuna kadar ritm tuttu. Tüm şarkılara eşlik etti. Üzgünyaslı sesiyle. Altmışında var mıydı? Neden yalnız başınaydı? Dört saat ayakta durdu, aristokrat görünümlüydü. Sallanmasını gizlemeye ça LONDRAPiyanonun tuşları uzun dudaklıdır; davulun saçları kıvırcık; saksafon kaynsı seslidir; kontrbasm yüreğı ddumuzü sever; trompetse hep içlidir. hep memnun. Geçen akşam, Soho'daki caz kulubü. Loş, ılık bir salon Yaş ortalaması kırkın üzerinde. Akşam yemeğinin ustüne viskilerıni okşuyor ınsanlar. Bizdeki lahmacunvotka salatalığına özenenlerin çıkardığı çatalbıçak sesleri de olmasa, sessiz bir yer sayılır Ronnie Scott'un yeri. Kas ve mafsaldan gayri bilumum kemik ve kıkırdaklan da seferber ettiği için "caz ayakta dinlenir" derler, ama biz oturmuştuk. Ayaklan denetlemenin ımkânı ihtimali yok. Ne demiş zaten Prevert: "Ayaklar çok akıllıdır / Yuriımek istediğini; zaman 7 Sizleri çok uzaklara gotüriir ' Evde oturmak isterseniz / O zaman onlar da otunır / Eslik eder size ' He lışarak, süzuldü gitti kulüpten. Yanımdaki masada şık giyimli biri. 'City'de, büyük bir mali sirketin önde gelen yetkilisi kıhğında. 45 yaşlarında. Bira meraklısı. lkıde bır Amerikalı şarkıcıya laf atıyor: "Hot Dog'u söylesene birader!", "Benimlc Evlenir misin'i ne zaman söyleyectksin?" Sabahın ikisine doğru, öylesine geçtı ki kendinden, haylaz çocuk misali, iki yumruğunu yan yana uzatıp, trompet sesi çıkarmaya başladı ağzından. Bel, gövde, kafa kıvrımları da pek uyumlu. Memnun ki ne memnun hayatından! Ama George, "Benimle Evlenir misin"ı söylemiyor hâlâ. Kafalar, omuzlar ve hatta kalçalar öylesine oynak kı, bırbirlerine aşkla bakan çiftlerin suarenin devamı için tasarladıklannı anlamamak safdillık. Varsın komşuiar hoşça rahatsız olsun biraz...Piyanonun tuşlan uzun dudaklıdır; davulun saçlan kıvırcık; saksafon kayısı seslidir; kontrbasın yUreği ödumüzü sever. Ve trompet hep içlidir, hep memnun. Caz, sevginin sessel somutu. Yabancı gözüyle 'Çaylar geldî' UFFE DREESEN / JENNIFER FOOTE /JEFF KAYE En Journalistes Europe PARİS Istanbul'da geçirdiğimiz dokuz günden sonra eve döndüğümüzde, "Çay"sız bir şehri düşünmenin ne kadar zor olduğunu anladık. lstanbul'a gelişimizden aynldığımız gune kadar yaptığımız tüm işler ve gittiğımiz tüm yerlerde mutlaka bir "çay" olayı yer alıyordu. Elinde bakır tepsi ile caddede çay bardaklanyla ilk çocuğu gördüğumüzde merak ve şaşkınlıkla bakakalmıştık. Daha sonra şehrin tum cadde ve sokaklarından hiç eksilmeyen "Çay, çay, çay!" seslerine gün geçtikçe alıştığımızı farkettik. Kendi ülkelerimizde hiç alışkın cimadığımız bu çay dağıtma geleneğinın ne kadar eski bir gelenek olduğunu Türkıye'deki dostlanmızdan öğrendik. Gittiğımiz her yerde, bize yardımcı olan kişilerin ofıslerinde, röportaj yaptığımız aüelenn evlerinde, Boğaz'da yoîculuk ettiğimiz gemilerde hiç eksik oimayan tek şey vardı: Kırmızıbeyaz desenli tabaklar içinde zarif bardaklarla getirilen, çay... Turkiye'de bulunduğumuz sure içinde karşılaştığımız tüm olaylar ve gördüklerimiz, a>Tu bu çay olayındakı gibi, ilk bakışta çok şaşırtıcı ve anlasılmaz, ancak aslıru öğrendiğimizde son derece mantıklı geliyordu. Bunlar arasında, ilk aklımıza gelen, herhalde "Dunyanın en kısa metrosu" sayüabüecek •'Tund"di. İlk gördüğumüzde gözlerimize inanamadığımız bu kısa metro benzen ulasım yolunda sadece 1 dakika 20 sanıyeİik bir volculuk yapılıyor. Ama sonradan fstanbul'daki bir arkadaşırruzdan öğrendiğimize göre 1875 yılında, sehnn finans merkezinden deniz kıyısına işadamlannın kolayca ulaşabilmesi amaayla insa edümis olan tunel, bugun de bu dik yamacı aşmak için oldukça kullanışlı bir yol olarak işlevini sürdunıyor. Önceleri pek akıl erdiremediğimiz diğer bir durum da tstanbul'un Asya yakasında yolunu bulmak isteyen turistler için bir haritanın bulunmamasıydı. Peki buralan gezmek isteyen ne yapacaktı? Bir dostumuz bu sorurauza, "Hiç.. kaybolacak" cevabını verdi. Ama buna rağmen, gittiğimiz her yerde bize yolu gönüllü olarak tarif etmeye hazır yuzlerce kişı bulunması bu sorunu çözüyordu. Bir de sokaklarda çok az kopek görmemiz bizi havrete düşurdü. Parislilerin kedi ve köpeklere aşırı duşkunluğü, hatta onlan lokanlaya,mağazaya giderken yanlanndan ayırmamalanna karşın tstanbul'da bunun tam tersini görduk ve burada köpeklerin bu denli az sayıda olmasının, sağlık nedenıyle sokak köpeklerinin öldurulmesi ve evlerde de hayvan beslemenin çok yaygın olmamasından kaynaklandığını öğreniyonız. İstanbul'daki 9 gunluk misafırliğimiz sırasında Türk halkından dunyanın en sıcak dostluk örneklerini goruyoruz. Her gittiğimiz yerde son derece yardımsever davranışlarla karşılaşmamız, herkesın bize yiyecek veya içecek birşeyler ıkram etmeye çabşmasından etkilenmemek olanaksız. Ancak yine anlamakta guçluk cektığımız şeylerden biri de bu kenıteki birkaç yüzyıllık bina ve tarihi kalıntılann pek de özenle korunmamış olmasıydı. Henuz 209 yıllık bir tarihi olan ABD'de 100 yüiık binalar büyuk bir ozenle "tarihi eser" diye konınurken, Istanbul'un paha biçümez kalıntılanna biraz daha ozen gösterilebilirdi sanıyoruz. Ve... Özellikle şu renkli gazeteler.. Bizim yaşadığjmız ulkelerde de çıplak kadın (ve erkek) fotoğraflarıyla dolu çok sayıda dergi yayınlanıyor. ama gunluk gazete şeklınde ilk kez Turkı>e'de karşılaştığımız çıplaklar, bızi oldukça etkıledı doğrusu.. Daha şimdiden yeni bır Turkiye yolculuğunun hazırlıklannı yapmaya başlarken, Paris'teki yaşama. kendımizi veni yeni alıştırmaya çalışı\oruz. Çunku burada, o çok hoşumuza giden içten \e sıcak ses hâlâ kulağımızda: "Çay, Çay. Çay!" Madrid'den Gonzalez'in önündeki ceset NİLGÜN CERRAHOĞLU MADRİD "Başıma plastik bir torba geçirdiler. Bunun ne kadar korkunç bir his olduğunu size anlatamam. Zaman kavramını yitiriyorsunuz ve yavaş yatas boğularak öleceginizi düşünüyorsunuz. Bu arada bir taraftan popoma tekmder atıyorlar, bir taraftan da bildiğim her şe>i anlatmamı. aksi halde konuşturmak için başka jontemler uygulavacaklannı söylüyoriardı. Soz ettikleri >öntemlerden biri de, ciğerlerimi su ile doldurmaktı. .landarmalardan biri bir ara. kafama bir silah dayayarak ates etti. Fakat silah boştu. Müthiş korkmuştum. Onlarsa bana bakıp giilüyoriardı. Bunun uzerine tuvalet ihtiyaamı gidermek istedim. Beni tuvalette bile yalnız bırakmadılar. Bu tip baskılardan sonra Bask ulkesinde yapılan lüm eylemlerden sorumlu olduğumu imzalamaya hazırdım...." Bunlan anlatan 23 yaşında, Baskh bir universite oğrencisi. Adı İdoia Aierbe. Suçu, bir diğer Basklı, 32 yaşındaki Mikel Zabaltza'mn nişanlısı olması. Zabaltza'mn suçu ise, buyük bir olasılıkla, bır ETA teröristi ile aynı binayı paylaşmış olması. İdoia Aierbe, kısa süre içinde serbest bırakılırken, Mikel Zabaltza daha talihsiz çıkacak ve "suçunun" cezasını çok ağır bır şekılde odeyerek, Bidosoa'nın buzlu sularında "boğularak" ölecekti. tspanyol basırunda bır hafcadır gazetelerin manşetlerinden inmeyen ve "devlet sorunu" halıne gelen öyku, aslında 26 kasım gunü, sabaha karşı başlamıştı. O gece sabaha karşı saat 02.30'da tutuklanarak göturulen Zabaltza'mn, ertesi gun, kaybolduğu haberi yayılacak ve 32 yaşındaki genç Basküdan 20 gun boyunca haber çıkmayacaktı. Uzun aramalardan sonra Bidosoa nin sulanndan, karnı şiş, elleri kelepçeli bir şekılde ölu olarak çıkanlan Zabaltza, Ispanyol aktualitesınin bir numarah konusu haline gelivermişti. Kimdi bu Zabaltza? Esrarengiz öykusunün iç yuzu neydi? Mikel Zabaltza, Bask ulkesinın kuçuk bir köyunden gelen ve Sansebastian'da otobus şoföru olarak çalışan ortalama bır Basklıydı. Hıristiyan demokrat eğilimli yerel "Ulusal Bask Partisi"ne bağlı bir sendika uyesi olan Zabaltza'mn, politika ile olan tum ilişkisi, kendisini tanıyanlara göre burada bitiyordu. Fakat bir ETA işbirlikçisi olarak tutuklanan Zabaltza, jandarma tarargâhına göturülmüş ve nişanlısı tdoia'nın anlattıklanna göre orada işkence görmüştü. İdoia, Mikel'i de karargâhta başına bir naylon torba geçirilmiş olarak gördüğunü, fakat jandarmaların, nişanlısımn yanına yaklaşmasına izin vermediklerini söylüyordu. İdoia, daha sonra da, Mikel'i kafasındaki naylon torbayla bir sedyeye uzanmış olarak gordüğunu, etraftaki jandarmaların da "durumu fena" dediklerini duyduğunu anlatıyordu. Oysa resmi açıklamalar farklıydı: Resmi açıklamalara göre, Zabaltza tutuklandıktan sonra, üç jandarma . eşliğinde guvenlik guçlenne ETA'nın gızii bir silah deposunu göstermek uzere yola çıkmıştı. Garip rastlantı, jandarma karargâhından çok da uzak oimayan bu gızli silah deposuna gıden yol, Bıdasao Nehn'nin yanından geçiyordu. Zabaltza, guvenlik guçlenyle ilerlerken, nehre açılan kuçuk bir tünelin önunden geçmişlerdi. O sırada genç Basklı, yanındaki jandarmanın cinsel organına bir tekme atmış ve tunele dalarak kaybolmustu. Zabaltza'mn suya atladığı sanılıyordu ve sonrası bilinmiyordu. Resmi açıklama burada noktalanıyordu. Yuzme bümeyen Zabaltza'mn aklına, nasıl olmustu da ayağında pabuçlar ve ellerinde kelepçelerle kendini Bidasao Nehri'nin buzlu sularına atmak gelmiştı. Çaresizlik içinde genç adam, gerçekten kendini nehre attıysa, yanındaki jandarmaiar ne güne duruyordu? Neden genç adamı dalıp çıkarmamışlar ya da cıvardaki jandarma karargâhuıa haber vermemişlerdı? Zabaltza'mn ortadan kaybolmasımn ilzerinden 20 gün geçmişti. Bu sure içinde nasıl olmuştu da cesede Bidasao'nun derinliği iki metreyi geçmeyen sularında kimse rastlamamıştı? Nasıl olmuştu da, olay yennde sürekli dalan Kınlhaç'ın dalgıçları, Zabaltza'mn izine rastlamamıs; ceset 20 gün sonra Kızühaç'ın arama yaptığı bolgeden az ıJerde gene jandarma tarafından bulunmustu? Gerçekten de Zabaltza, Ispanyol demokrasisınin ilk kurbanı değildi. Bundan önce de basına yansıyan ve Ispanyol pohsinin ve ülkenin guvenlik guçlerinin uzerine uzun bir golge düşüren, pek çok çelişkiyi, suskunluğu, şupheyi, ihbarı, polemığı içeren bir dizı olay olmuştu. Bunlardan biri 1981 şubatında, Zabaltza'nınkıne benzer şartlarda tuıuklanarak, polisin dayağı altında ölen Jose Arregui'nın oykusüydu. iki yıl once tamamen gerçeklerden hareketle fılme aktanlan ve oynatıldığı her sinemada olaylara yol açan "Almeria olayı" ise, bır o kadar trajikti. "Almeria olayı", .\lmeria'ya tatile gıden uç masum Basklı gencın, yanlışlıkla ETA zanlısı olarak tutuklanması, fecı işkencelerden sonra polis tarafından bir arabanın içine konarak yakılması ve bir avukann bunlan çeşıtb tehditler altında kalarak ve buyuk riskler alarak ortaya çıkartmasıydı. Yalnız "Almeria olayı" ve "Arregui olayı"nın "Zabaltza olayı"ndan farkı, ilk ikısinın, sosyalıst hukumet işbaşına gelmeden cereyan etmiş olmasıydı. Şimdi AET saflarında yer almasına 15 gun, genel seçımlere bır yıldan az bir sure kala, îspanya'nın başına gelen bu olay, Felipe Gonzalez ıçın hayli üzucu olmalıydı. Atina'dan Çcddığan hiçbir kapı açdnuyor9 STELYO BERBERAKİS ATtNA "Çaldıgım hiçbir kapı açılmıyor." Bu cumle, bir haberin başlığı olarak Mesimvrini gazetesirun hafta sonu sayısının iç sayfalannda yayımlandı. Yazıyla birlikte, Atina'daki Tıirk Büyükelçisi Nazmj Akunan'm bir fotoğrafına da yer verildi. Gazetenın Turk Büyukelçisi'yle küçük bir söyleşisini ilgilendiren yazı, kolay okunur nitelikteydı ve daha çok insan unsuru ön plana çıkarılmıştı. Akıman, TurkYunan diyaloğunun bulunmadığı şu dönemde siyaset dışında kalan, ancak ıkı Ulkenin yaklaşımını yakından ilgilendiren alanlarda gösterdiği faaliyetleri sırabyordu. Yazjnın girişinde şu sözlere yer verümişti: "Yunan hukümeti ile 1981 yılından bu yana diyalogumuz >ok. Daha önceki yülanla. Turk elcisiyle Yunan hukümeti arasında snrekli diyalog vardı." Mesimvrini ekliyor: 'tşte. Turk Büvukelcisi Sayın Akunan'm küçük şikâyeti. bo..." Akıman, "diyalog konusanda hayal kınklığına ugramasına" karşın, "cesaretinin kınlmadığını", bu nedenle "siyaset dışında kalan kapılan çalmaya başladığını" anlatıyor. Ancak nafile. Iki ülkenin yaklaşımında yardımcı olabilecek gerek ticaret, gerekse kültür alanlannda işbirliği yapılmasına yönelik çağnlannın da yanıtsız kaldığını söyluyor.. Akıman, yine de ısrar edeceğıni, aynı kapıları yine çalacağım belirtiyor. Nedenı de, ikı ülkenin dostluk ilişkilerinin kaçırulmazlığına olan inancı. Akıman'ın Atina'daki politik, ya da apolitik alandaki faaliyetlerine Yunan basıru oldukça geniş yer ayınyor. Beikı de hiçbir yabancı elçiye gösteriimeyen bu ilgi diyalog olmamasına karşın Turk büyükelçisme gösterüiyor. Çünku Akıman, Aüna'da "icten, kibar, müziksever ve konuştugu insam fetneden bir loşi" olarak tamnıyor. Gazeteierden başka, haftalık aktualite dergilerinde de zaman zaman konu edılen Akıman, yıne Atina'da "tehditçi bir Ülkenin elçisi" olarak görülmuyor. Yunanıstan Başbakanı Andreas Papandreu'nun, bir buçuk yıl önce Akıman ile ilk görüşmesınden sonra kişiliği için söylediği olumlu sozler ise, gerek yerli, gerekse yabancı basm mensuplarının dikkatini çekmişti. Papandreu, ikinci bir görusme için kendisine soz verdiği halde, belki siyasi nedenlerden bir turlu kendisini davet edemiyor. Akıman, bu "sağırlar diyalogunda" ıkı ulkenın yaklasırruna yurekten inandığı halde yetermce tatmin olamadığmı gizlemiyor. Bu duygularını da siyaset dışında kalan alanlarda göstenyor. Söz konusu faaliyetleri ile bir buyukelçinır "elinden geleni vaptığı" ızlenimini yaratıyor. 6 Bayram nedir? HADİ ULUENGLN B8ÜKSELErken bayram sabahı, müminlerin namazdan dönüş saatinde uyanmış olabiUısiniz. Arife günü alınmıs yeni iskarpinîerinizi giyerken, yürcğinizi çırpıntı tutmuş olabîUr Buyükbabamz, siz onun elini operken, Darphane'den yeni çıkmış bir elli liralik, şehrin öteki ucunda oturan anneanneniz ise lavanta kokan ipek mendüler venniş olabilir. Büytlkbabadaici ögle yemeginde duğün çorbası ve lüücver, anneannedeki akşam yemeğinde puf böreğı ve cevizli kabak tatlısı yemiş olabilirsiniz. Faüh tarafındatı akrabalarda lokum ve badem şekeri, Teşvikiye tarafmdaki akrabalarda madJen çikolata ve nane bkörü ıkram edilmiş otabilir ve siz "artdc kocsBas adaaı" oiduğunuz için nane liköründeo tatmış olabilirsiniz. Ulvi bir bayramı <hıymu$ olabilirsiniz. Çarsamba glinü Nocl. Yeni Ahid'e inananlar, salıyı çarşambaya bağiayan gece, "Sftiatc Antoiae" ICüiscsi'ne gidecekler, bakire Meryem ve çocuk isa usvirteri önünde istavroz çikaracakiar. Öabiler söyleyecekler ve sonra evJerine dönecekler ve tsa'mn dojuşunu kutiayacaklar. Noel, oniar için ulvi bir bayram olacak. Kitabı Mukaddes'e ve mukaddes kitaplara inaamayaniar ise, beiki kiliseye gitmeyecekler. Belki, yalruz Uahüen dirüemek için kiUseye gidecckler ve istavroz çıkannayacaklar. tsa'run dogvsanu kutlamayacaklar, ama bayTamı kutlayacaklar. Onak kültürün ortak mutluİuğunu, kitaplara inananlarla bıriikte OJesccekler. Gece yansından sonra geleneksel Noel yemekleri yiyecekler. Hafif kimyonlu ev işi sosi? yiyecekler. Tavşan ezmesi. patates kızartması, tereyagJı pasta yiyecekler. Mahzenlerde özcnle saklannuş şaraplan çikaracakiar, bu sarapiar. kokiayarak içecekier ve saraplardan ve sonra içiien mandalina likörlerinden biraz fazla kaçrracaklar. Gükcekler ve ilahilere benzemeyen şarkılar söyleyecekter. Şarkıiar bitecek vç sonra hedıyeJer dağıtıtacak. Önce çocuktara dağıülacak ve sonra, herkes birbirine dağıtacak. îşsız işçi aileleri, sigona paralanndan antınlmış ve taşraroagazalanndanalınmış ve hercai menekşe rengi ambaJaj kâğitlarıyia pakeilecmiş hediyeleri dağıtacaklar. Bu hediyeler, eiekmkii kabve makineleri ve gönül zenginliklerı olacak. Sıradan küçük burjuvalar, bir dahaki Noel yortularında takılacak "Dior" kravaüan ve sınıf degiştirme öziemlerini dağuacaklar. Sıradan olmayan burjuvalar, Bavyera Aipieri'nde on günlük otel rezervasyonlan, Nepal'e uçak büederi ve "SİMon" meydanının antikaa dükkânlarından altnmış erotik Çin bibiolan dağıtacaklar. Salıyt çarjambaya bağlayan gece, işsiz işçiler, sıradan küçük burjuvalar ve sıradaa oimayan burjuvaiar,Noel'i kuüavacaklar. Mukaddes kitaplara mananiar ve inanmayanlar, ortak külîürün ortak bayranunı paylasacaklar. Bayramlar güzeİdir. Oralann ve buralann ba>Tamian gtlzeldir. Lavanta kokulu ipek mendiller, müminlerin sabah namaandan çıkışı, elleri öpülmttş anneannelerde yenilen puf börekleri ve cevizli kabak tadılan güzeldir. Harcai menekşe renkli ambalaj kâğıtlanna paketlennüş hediyeler, Yeni Ahid'e inananiarn söyiedigi ilahıler, hafif kimyonlu ev işi sosisler güzeidir. Muhammed'e inananlann, tsa'ya ınananlann, Musa'ya, Buda'ya ve atese inananiann bayramlan guzeldir. Şeker bayranu, Nod bayramı, hamursuz bayramı vesîledir. Bayramlar, mutluluklann, ortak kühürlerde ortak kıknması ve üleşilmesktir. Köhttrter evrenseise de, bayram küllürleri önce özeldir; Yeni Ahid kültüründen olanlar, önce Noel bayramını üleşir; Kuran külttlründen oianlar, önce şeker bayranuru öleşir; Tevrat kültüründen olanlar, önce hamursuz bayramını üleşir. Mukaddes kitaplara ınanmak bir zonınluluk degılse de, değişik mukaddes kitaplann küiıurlerınden olanlar, önce kendi kültürlerinin bayramlannı paylaşıriar. Bebek sokaklannda Noel Baba aglanacak kadar gülünç, "SaİBİ Antoioe" Kilisesi'nde ayine katılrnak, lavanu kokulu ipek mendilierie silinmeyecek kadar çirkindir. Bayramtar, ortak ktiltürlerin ortak mutluluklannı üleşmektir. tLETİŞtMARAÇLARISA K.4RŞISA VAŞ VEGAZETECİLER Santes'daki AdliyeSarayı'm basan Ceorges Courtois, kapıdan sağa sola rastgele ateş etmeye başlayınca, olayı Uleyen gazeteciler de tam siper yerlere atladılar. Courtois 'nı/ı kurşunlarından biri, BBC muhabirinin kamerasının objektifınden içeri girdi. Muhabir, vizörden kurşunu görünce ne yaptı bilinmiyor, ama hayatta. Paris'ten Noel öncesi haber çorbası Fransız Disneyland'ı rüyaları Noel tatiline, Nantes'daki rehin alma olayının heyecanı metro grevine karışıp çorba olurken, dünyaca ünlü lüks gıda maddeleri mağazası Fochon'da çıkan yangın, çorbanın tuzu oldu. SABETAY VAROL PARİS Asalet kokan eski kıta kültür ve sanatının billurlaşma noktasına, Fransa başkentine, karayoluyla yarım saatlik mesafede tüm Avrupalılar için bir Disneyland! Avrupa Ortak Pazarı, Avrupa parası, Avrupa Parlamentosu, Avrupa savunması, Avrupa pasaportu, savaş uçağı, EUREKA derken Avrupa Disneyland'ı! Her şey yolunda giderse, 1991 yılında Paris'in uzak banliyosu mantarkent MarneLaVallee'de 1750 hektarlık bir alana kurulacak olan bu Amerikan usulü eğlence sitesi, yılda 18 milyon kişi tarafından ziyaret edilecek, 23 bin kişiye yeni iş alanı açılacak. Disneyland'ın kitlesel çekicilik açısından ABD'de kazandığı önemi hatırlatmaya gerek yok. Paris gibi dunyanın kültür, moda, turizm ve ticari merkezlerinden birinin burnunun dibine yeni bir çekım kutubu eklemek, Fransa'nın dış ekonomik dengesi açısından da önemlı bir operasyon sayıhyor. Walt Disney şirketinin Avrupa'da bir eğlence merkezi kurma isteği birkaç yıldır biliniyordu. BL iş için iki ülke Ispanya ve Fransa aday olrnuşlardı. Varyemez amcanın dolarlan, Miki ve Donalc gibi çizgi kahramanlannın iplerini elinde tutanlar. Pans'in Avrupa'daki merkezi konumunu ve altyapı olanaklarını îspanya'nın güneşine tercih ettiler Sosyalist Fransız hükumetı, orta vadede büyük gelir getirebilecek bu iktisadi başansıyla kendi açısından ne kadar övünse azdır. Her olayı analitık duzeyde ele almaya alışık Fransız aydınları ise. "Walt Disne>" külturunün değerlendirmesini yapa dursunlar, MarneLeVallee Disneyland'ında kurulacak tesislerin dökumu Fransız gazetelerin yapraklarına art arda sıralanıverdi. Miki, Vakvak Amca, Zoro, Pamuk Prenses ve Yedi Cuceler, Uyuyan Prenses gibi çizgi filmleri beşaltı yıl sonra Avrupalı çocuklar ve büyük çocuklar da Amerikalı akranları gibi artık yalnızca uzaktan ıziemeyecekler. ıv ve sınema ekraniarından içen girer gibi EuroDisneyland'ın kapısından içeri girebilecekler. Tahta bacaklı, eli çengelli korsanların egemenliğine geçen yapay adada korsanlara esir düşmenin heyecanını tadabilecekler. Nantes kenti adliye binasında yüzde ellisi kaçmaya çahşmak, gerı kalan yüzde ellisi de kurulu duzene hıncını bağırmak amacıyla iletişim gösterisi yapan ganster Georges Courtois ve arkadaşları tarafından rehin alınanlar aynı heyecanı tattılar mı, yoksa gerçek olumle burun buruna gelmenin soğuk heyecanını mı yaşadılar. Tahmin etmek güç değil. Bir ara sinirlenip rasgele ateş eden Courtois'in tabancasından çıkan serseri kurşun BBC kameramanının objektifine isabet edince ise ekrandan içeri girmek bir yana, sanki ekranı parçalama ıstemi ağır basıyor di\e duşünebilirsiniz Ne var ki, seyirci olayı miki filmi izler gibi ekranın gerisinden izlemekle yetindi. Yargılanmak üzere mahkemeye getirilen ve duzen kurbanı olduklarını sık sık tekrarlayarak adalet duzenine hınçlarını ifade eden iki gangster ve hapishanede tanıştıkları eski tutuklu yardımcılan Faslı gencin yarattıklan olay, Fransıziara Noel öncesi heyecanu bir iki gun yaşatmaya yetecek sanılırken, Paris metrosunda kendiliğinden patlak veren grev, işleri alt ust etti. Okullar Noel tatiline girdiğinden, yuzbinlerce Parisli, kış sporu merkezlenne veya akrabalannm yanına gitmeye hazırlanırken, eve bile gitmekte guçluk çektiler. Disneyland rüyaları Noel tatiline, Nantes'teki rehin alma olayının heyecanı metro grevine karışıp çorba olurken, dünyaca unlü luks gıda maddeleri mağazası Fochon'da çıkan yangın, çorbanın tuzu oldu. Dısneyland'ın vaat belgesini cebine koyan Fransa Basbakanı sevındiğiyle, olaylarda korkup heyecanlananlar korktuğuyla, yangında yananlar yandığıyla kaldı. Parisliler, her yılki gibi tatilin yolunu tuttular.