15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURtYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER olur. Çünkü politika, bir başka tanıma göre, "Ekonominin yoğunlaşnuş dilegetirilişidir. Bu ise, çeşitli ekonomik çıkarların ve siyasalann ortaya çıkması demektir. Bu siyasalardan hangisi devlet yönetimine yön verecektir? Bunu da halk, genel seçimlerde kullandığı oyla belli eder.. fılan deniyor, ama buna inanmak onca kolay değildir. Çünkü siyasal egemenliğin ekonomi düzenini belirleyen gücü hiç de yadsınamaz. Burada, siyasanın mı ekonomiyi, yoksa ekonominin mi siyasayı belirlediği biçiminde bir sorun ortaya çıkıyor gerçi, ama bu sorun sanıldığınca çapraşık değildir, çünkü belli bir ekonomi düzeninin değiştirilmesi ve sürdürülmesi için siyasal güce gerekseme olduğu açıktır. İşte burada da politikanın bir gelecek kaygusunu içermesi gereği yeniden karşımıza çıktı. Kim beürleyip halka sunacak bu içeriği? Kuşkusuz siyasal partiler. Ama oy verenler, bu gelecek tasarımmı çeşitli nedenler ya da engeller yüzünden gereğince kavramayabilir ve oylannı günlük gereksemelerine göre kullanabilirler. Halkın partilere böylesine dar açıdan bakması, kimi gerçekten halkçı partilerin tutunamamasını sonuçlayacağı gibi, halkın kimi partilerce aldatılabileceğini de olasılık içine sokar. Burada diyebiliriz ki, aydınlann çoğu, bu yüzden halkın yetişmiş olması koşuluna büyük önem vermektedirler. Halk okuyacak, yazacak, yurt sorunlarını topluca kavrayacak ve hangi partinin neyi istediğini tanılamakta yanılmayacak... Eğer böyle ise, toplumun kültür düzeyi yükselinceye değin, demokrasi, beklendiğince işlemeyecek demektir. Bunun karşıtı olan anlayış ise, halkın siyasayı, siyasa içinde deneyim geçirerek öğrenmesi anlayışıdır. öyle ise Aristo'yu, "tnsan siyasal hayvandır" tanımında yanılmış saymamız gerekecek. Neden derseniz, İsa'dan önce beşinci, dördüncü yüzyıllarda var olmuş bir devletin halkını, yirminci yüzyılda yaşayan bir devletin halkından nasıl olur da daha bilgili, daha akıllı sayabiliriz? İlk anda akla gelen bu soruyu yanıtlamak pek de güç değildir. Aristo'nun ele aldığı toplum, bir kent devleti (polis) idi ve o devlette siyasa ile ilgilenme hakkı sadece özgür olanlara tanınmıştı, bu özgür yurttaşların yaşamını köleler sağlıyordu, ki siyasaya kanşmak onlara yasaktı. Demek Aristo'nun toplumunda, sadece siyasa yapanlar ve sadece çalışanlar olmak üzere iki takım vardı. Siyasa yapan özgür yurttaşlar, kendilerini yalnızca bu iş için yetiştirdiklerinden, hepsi birer siyasal hayvandı. Bu türden siyasal hayvanlar (Anthropos physei zoon politikon) düzeni bütün tarih boyunca sürüp gitmiştir. Başka bir deyişle, halk bu siyasal hayvanlara, bu zoon politikon'lara bırakmıştır yönetimi. O zoon politikon'lar ise halkı, bir gün siyasaya karışabilmesi için gerekli eğitim öğretimden yoksun bırakmışlardır. Konumuz bununla kapanacak gibi değil... Bilindiği gibi, siyasa da ikiye bölünür: İç siyasa ve dış siyasa. Toplum (halk) devletin dış siyasasından genellikle habersizdir; onun bundan ötürü bir aşağıhk duygusu da yoktur, o işi büyüklere, yetişmişİere, okumuşlara bırakır. Oysa insan için, insanın yaşamı için dış siyasa belki de iç siyasadan daha önemlidir. Çünkü savaşın dış siyasa ile doğrudan ilişkisi vardır. Neylersiniz ki, savaş kararlannda halkın oyu sorulmaz. Cumartesi akşamı televizyonda gösterilen "Batı cephesinde yeni bir şey yok" adlı film, bu açıdan bakıldığında ne duşündürücü idi! Tann ve imparator uğruna cepheye gönderilen onca genç kırıldı gitti. Bunun hesabını kim verecek? Düzeltme: Geçen hafta çıkan "Bir Yolculuğun Anılan" başlıklı yazırmn ikinci sütunundaki, "Bizi dinlemeye gelenlere teşekkür ederek oturumdan aynldı" tümcesi, " . . . aynldık" diye bitecekti. Yanlış olmuş. Oradan Belediye Başkanı ile birlikte aynldık. Siyasal Hayvanlar VfELİH CEVDET ANDAY Geçen gün, Guy de Maupasant'ın "Maderaoiselle Fifi" adlı lykü kitabıru okuyordum; bir iykünün başlangıcında şu sözJerle karşılaştım: "Kimileri potfk olaylara hiç aJdırış etmezler, ıncak sofrada konuşurlar bunkn ve hiikümel değişiklikleri onkra o kadar, o kadar uzaktır ki, lunu tarih soyleşisine benzetirtr, XVI. Louis'nin ölümü, ya <a NapolyoıTun ortaya çıkışı giü . " Bu sözleri Maupassant, evfcrine kapanmış, eski aileler için öylüyor; komşudaki bir olay bi1: onlann evlerinin eşiğini aşanamaktadır. Bizde ise, eski aileden olmağa^erek yok, insanknmızın çoğu politikaya boşverniştir dersem yanlış mı olur? Elbet buna karşı, yurttaşlarımızın îenel ve yerel seçimlerde çeşitli partilere oy verdikleri öne sürülerek benitn yanıldığım kanıtlanmak istenebilir; ancak seçimlerde oy kullanmamız, bizim, politikaya gerçekten yakınlık duyduğumuzu gösterir mi? Hiç sanmıyorum. Neden derseniz, devlet yönetimine gerçekten ilgi duymak, geleceğe ilişkin bir dizi kaygıyı içermelidir. Oysa bizim toplumsal sınıflarımızın bu konudaki davranışlarına bakarsak, politika olayırun ancak güncel ve dar çıkarlar açısından değerlendirildiğini gönirüz. Denecek ki, toplumsal sımflar politikaya elbet kendi sımfsal çıkarlan açısından bakacaklardır, bundan doğal ne olabilir! Evet, öyledir, ama ilgi bu kadarla kaldığı sürece devletin yönetimi ya egemen bir sınıfca, ya da bir kümece, uzak amaçlar için kullanılabilir. Bunun bilincinde olmayanrann, siyasal olayları etkileyebilecekleri söylenemez. Üstelik bizim yurttaşlarımızın önemli bir bölümünün politikaya düpedüz uzak durduğunu da biliyonız. Bu durum, onlann politikadan hem korktuklannı, hem de korkutulduklarını gösterir. Başka bir deyişle, toplumumuzda halkı araya karıştırmadan politika yapmak, politika marifetini ya da sanatını kendilerine özgü kümak isteyenler vardır; ama politika halksız yapdamayacağı için de (çünkü o zaman ona politika değil, despotluk ya da tiranlık demek gerekir; bunlardan despotizm köle kul sahipliği, tiranlık ise derebeyliği demektir) onlar, halkı kendi istedikleri yönde görevlendirirler. Bunun anlamı, despotluğu ya da tiranlığı, görünüşte, çağın koşullarına uydurmaktır. Siyasanın bir sanat (eski dilde ilmi siyaset) sayılması, ikide bir siyasa sanatından, hükümet etme sanatından söz edilmesi bundandır. Böyle olunca, halkın bu sanatı bildiği nasıl savunulabilir? Bunun bilisiz yurttaş da elbet ayırdında olduğundan, siyasa>ı, devlet yönetimini kendinden akıllılara, bilgililere bırakır, bir yana çekilir. Bizde ayrıca halkın, yuntaşın, dışandan da olsa, politikaya ilgi duyması ikide bir önlenmektedir. (Bu kesintiler onda politikasız da olunabileceği yanılgısını sonuçlamaktadır). Halkımız yetişsin hele, ondan sonra gidişi etkilesin diye düşünenler hiç de az değildir gerçi, ama bu konu sofrada konuşulmakla kabr. Buna karşılık olarak, bilisiz halk da devlet yönetimini şöyle bir ucundan kahvede konuşur; eğer o köylü ise taban fiyatlannı, isçi ve memur ise, vergilerin azaltılıp azaltılmayacağını, gündeliklerin, aylıkların artıp artmayacağını merak etmekle yetinir. Tiirk Dil Kurumu'nun Toplumbilim Terimleri sözlüğünde, siyasa, "Devlet işlerine katılma ve devlet etkinliklerinin biçim, amaç ve içerigini belirleme işi" olarak tanımlanıyor. Bu tanımdaki "belirleme işi" kimlerce gerçekleşdirilecektir. Bu soruyu, düsünmeden, "Hbette halk" diye yanıtlamaya kalkmak yanlış PENCERE Oldu mu?... 18 EKİM 1985 Dil yaşayan, değişen, gelişen bir kurumdur; kimi zaman da bize karşın değişir; istemediğimiz sözcükleri, deyişleri, deyimleri elimizde olmadan kullanmaya başlanz. Son zamanlarda hiç sevmediğim bir sözcük dilime dolandı; telefonda konuşurken, "peki" yerine "oldu" diyorum. Karşımdaki soruyor: Yarın saat 3'te buluşalım mı? Oldu. Ben "oldu" demesem ne yazar!.. Çevremde herkes "oldu" diye konuşuyor. Her nedense "peki" sözcüğünü defterden sildik. Niçin? Bilemiyorum. Türk Dil Kurumu artık tutucuların elinde olduğuna göre dilimizi bozamaz, yeni sözcükler, deyimler, deyişler bulup komünistlik olsun diye piyasaya süremez. Peki, kim yaptı bu işi?.. Bir yeraltı örgutü mü var ki Türkçemizi değiştiriyor; şimdiye değin duymadığımız konuşma biçimlerini halkın diline "pelesenk" ediyor? Lokantaya gidıyoruz, masaya oturuyoruz, garson takımları dizdikten sonra soruyor: İçki ne alırsınız? Hay Allah!.. Eskiden ne denirdi: Ne içersiniz? Frenkler içkiyi "alırlardı", Türkler "içerterdi", değil mi? Şimdi biz de kahveyi, rakıyı, suyu alıyoruz; üstelik garson inadına konuşuyor: Rakının yanında soda mı alırsınız, su mu? Salata alır mısınız? Yok, bu kadarı fazla... * Konuk olarak çağrıldığın eve gidiyorsun; ev sahibi saygıyla yol gösteriyor: Sizi böyle alalım... Eskiden ne denirdi: Şöyle buyrun... Sofraya oturacaksın, acaba hangi sandalye senin? Ev sahibi imdada yetışiyor: Sizi bu tarafa alalım... Mis gibi kumfasulye geliyor, dumanı üstünde, helmelenmiş, iştahın açılırken soruyorlar: Kurufasulye alır mıydınız? İştahın kesiliyor. • "Oldu, tamam, alır mısınız?" diye süregelen konuşma biçimi ortalıgı sardı. Her dönemin kendine göre bir raconu vardır; Cumhuriyet Türkiyesi, Dil Devrimi'ni yaşadı; geldik "aldımsattım" Türkiye'sine: Malı yükledin mi? Tamam. Eh, öyleyse bir içki alalım... Oldu. "Dışa açılma" politikası nedeniyle başımız göğe erdi; eskiden zenginimiz otomobil alır; orta hallimiz otobüse, dolmuşa, tramvaya binerdi. Vergi iadeleri nedeniyle ortadirek öylesine zenginleşti ki, artık dolmuşa binmiyor: Şuradan bir otobüs alalım... Al bakalım!.. • Kim bozuyor konuşma dilimizi? Atatürk'ün vasiyeti çiğnendikten sonra Türk Dil Kurumu'nun başına geçen Sayın Paşamız, bir emirname yayımlasa da şu gidişi durdursa... OKTAY AKBAL EVET/HAYIR Uyar ve Eloğlu... ÖGRETMENÖĞRENCİ HAZIRLAYAN SELİM ÖZYÜKSEL Eğitim ve öğretimin temel öğesi öğretmen M» akanlığın çeşitli dallarda gereksinim duyduğu 17 bin öğretmen için, 19 bin başvuru oldu. Başvurular gereksinimi olan dallardan çok, öğretmen açığı olmayan dallarda yoğunlaşıyor. Bir belediyenin 160 açık kadrosu için 4500 kişinin başvurduğu ortamda, öğretmenlik için başvurunun az olması düşündürücü. lköğretmen okulunun acılışından (16 Mart 1848) 130 yıl sonra Milli Eğitim öğretmen yetiştirmekten vazgeçti. Bu işi YÖK'e devretti. Şimdi üniversitelere bağlı faküiteler öğretmen yetiştirmeyi üstlendiler. Bakanlık işveren durumuhda. Bu yıl MEGS Bakanlığı çeşitli branşlara gereksinim duyduğu 17 bin öğretmen için çağn yaptı. Başvuru 19 bin olmuş. Başvurular, gereksinim olan dallardan öğretmen yetiştirmenin üniversitelere devri sonucu, işlevsiz kaldı ve kaldınldı. 19741975 öğretim yılında 89 öğretmen okulunda 2922 öğreımen, 58.570 öğrenci bulunmakta ikep, 19801981 öğretim yılında, öğretmen okullan, öğretmen liselerine dönüşmüş ve sayıları 31'e inmiştir. Sadece 813 öğretmen ve 14.867 öğrenci bu okullarda "üniversite sınav yanşma" hazırlanmaktadır. 19741975 öğretim yılında eğitim enstitüsü sayısı 32, bu okullarda görev yapan 1.188 öğretmen ve öğrenim gören öğretmen adayı öğrenci sayısı 14.632'dir. 19801981 öğretim yılında 14 eğitim enstitüsünde sadece 350 öğretmen ve 2.107 öğrenci bulunmaktadır. Bir hizmetli kadrosuna ön başvuru yapılırken bir öğretmenlik kadrosuna neredeyse bir adayın başvurur olması onlann pek çoğunun da istenen dallardan olmaması ister sayısal yetersizliğe gerekçe olsun, ister öğretmenliğin toplumda büyük ölçüde değer aşınmasına bağlansın, gelecek için hiç de olumlu göstergeler sayılmaz. Altmışlı yılların başında, planlı döneme geçilirken plan pilav sloganı atanların da çok ciddi olarak düşünmeleri gereken bir durum bu. Üniversitelerin "öğretmen olur" diploması ile topluma verdiği gençlere MEGS Bakanlığı "gereksinim yok" ya da "sınavı kazanamadınız" derse ne olacak? Ailenin ve ülkenin kıt kaynaklarının boşa harcanması yanında, bu tür gençler ne olacaklar? 1979 yılına kadar sayıları dondurulmuş, bir çeşit deneme niteliğinde sürdürülen yabancı dille öğretim yapan liselerin sayısı hızla çoğalmaktadır. Adları kolej iken Anadolu liselerine dönüştürülen, özelleri açılamaz iken şimdi sayıları hızla arttırılan okullar için de öğretmen gereksinimi had safhada. Kolayı var. Et yok ithal edilir, peynir pahalı ithal edilir, viski gerek, ithal edilir de öğretmen ithal edilmez mi? Pakistan'dan ilk parti 300 öğretmen için anlaşma yapılır. Bizde 10 yıllık öğretmene 57 bin, ithal öğretmene 224 bin lira (400 dolar) ödenecek. Bizim öğretmenimiz, ek gelir için pazarcı. otel kâtibi, muhasebeciye yardımcı. Üniversite sınavlannda en düşük puanla girilebilen bölümlerin hangileri olduğunu Sayın Prof. Dr. Altan Günalp söylesin. Eğitim ve öğretimin temel öğesi öğretmendir. Pazarcılar, otel kâtipleri, tezgâhtarlar "yeni nesil" kimin "eseri olacaktır" söyleyin. "Hadi bana eyvallah Yaşam denen asalak." Yıllar gerisine döndüm birden. 1944 yılı. "Servetifünun" un son sayılarını hazırlıyorum. Elli yılı aşmış bir dergi, kısa sürede ortadan kalkacak. Benim elimde ölecek!.. Sabahattin Kudret, bir öğrencisinin şiirlerini getirdi, bir de öyküsü var. Son sayıya ikisini de koydum. On yedi yaşındakı Mehmet Metin... Daha sonraki adıyla Metin Eloğlu. O da gitti işte. Yıllardır direniyordu ölüme. Hastaneler, doktorlar, ilaçlar. Geçen yaz İzmir'de birlıkte olduk. Kitap Kulübünün fuardaki yerinde. Cahit Külebi, Velidedeoğlu, Metin Eloğlu... Kitap imzaladık okurlara. Metin'in boynunda bir eşarp vardı. Yanında sevdiği bir insan. Sıcaktı çpk. Metin, az konuşurdu, o gece de az konuştu. İyiyim, dedi. İyiydi de.. İki yıl daha önce Ankara'da bir hastanede karşılaşmıştık. Yıllardır hep bakımdayoh. İçki mi, yaşam mı, şiir mi, neydi acısı? Bitti işte hepsi. "Yazık • Unuttumdu ölümü" diye yazmış "Hep" adlı kitabındaki bir şiirinde... Unutmak para etmiyor ki! Şairler gidiyor. Tek tek gidiyor. Bir Allahaısmarladık demeden! Turgut Uyar, Abdülkadir Bulut, Metin Eloğlu. Ruhi Su'yu da katmalı giden şairlerin arasına. O da şairdi, hem de nasıl!.. Turgut Uyar, kaç yıldır tetikteydi ölüm karşısında. Onu da şiir mi, yaşam mı, içki mi, neydi yiyip bitiren, tüketen? Kimilerini tüketir böyle şeyler. Kimileri ise güç kazanır. İnsandan insana değişiyor. Şairden şaire... "Kimse koduğu yerde bulamazbeni" diyen Eloğlu'nu. bizler artık dizelerınde bulabileceğiz. Şairlerin sürekli saklandıkları yerler oraları... "Zarımı atıyorum" diye yazmıştı Nurullah Ataç, Turgut Uyar için... "Kaynak" Yayınlan'nda çıkan ilk kitabının ardından Varlık'ta "Türkiyem" yayımlanmıştı. Yıl 1952. Tam atmış zarını usta Ataç! Düşeşi oturtmuş! Turgut Uyar, ilk kitabıyla da iyi bir şair olduğunu kanıtlamıştı. Sonra bir değişim, başka türde şiirler! ikinci Yeni adı verilen bir akımın belki ilk, özgün örnekleri... "Beş kere yedi mi dediniz, dursun Yıldız, poyraz, gündoğusu, dursun • Fasulya mı dediniz, dursun Ben vanm sen varsm o var Dursun • Ben şimdi gelirim"... Bu şiir miydi, yoksa buna benzer başka bir şiir mi? Yaşar Nabi Bey, "Bu Turgut, iyi şair, ama son gönderdiklerinden bir şey anlamadım" demişti. Bu şiiri, ya da buna benzer başka bir şiiri dergiye koymamıştı. Ben direnince, güzel bulunca, "Al sen yayımla istersen Vatan Sanat Yaprağı'nda" demişti. Ben de o şiiri Vatan'da yayımlamıştım. Çok beğenilmişti. O günden sonra bambaşka bir Turgut Uyar vardı artık... İlk şiirlerinden biri olan, Arzı Hal'deki "Yazdıklanma sakın darılma Allahım Meleklerin sana bunları söylemezler Artık pek yarattığın gibi değil dünya • İnsanlar hem sabuna kanştı, hem suya Ne olursun, hoşuna grtmediyse eğer • Yazdıklarıma sakın darılma Allahım" diyen şair yoktu artık. "Dünyanın En Güzel Arabistanı", "Tütünler Islak", "Her Pazartes/" "Divan" vb. kitapları yepyeni bir Turgut Uyar'ı tanıttı bize... İkisi de 1927'de doğmuş, Eloğlu da, Uyar da!.. Kısa bir arayla ayrı ayrı gittiler 1985 içinde. Altmış yaşına giremeden... "Bu zıkkımın yanında Arnavut ciğeri ister bir Çiroz salatası ister, iki Cacık ister, üç Adalet, müsavat, hürriyet demeye Sadece yürek ister" ya da "Şişede durduğu gibi durmaz ki kâfir Tutar insana yasamayı sevdirir" diyen Eloğlu, çağdaş şiirimizin, Uyar gibi, özgün bir kişiliğiydi. İkisinin de şiirleri başkasına benzemez. Ayrıdır. apayrıdır. Her gerçek şair gibi... "Düdüklü Tencere", "Sultan Palamuf', "Odurf, "Horozdan KorkanOğlan", "Türkiye'nin Adresi", "Ayşemayse", "Dizin"vb... "Düdüklü Tencere" 1951'de çıktığında bir anda ün kazandırdı Eloğlu'na. Hem ressam, hem şairdi. Eyüboğlu gibi, o da resimie, şiirle kendini anlattı durdu. Kitaplar yayımlayarak, sergiler açarak... Yaşam sürecinde üreterek hep. Boş durmayarak, yaratarak... "Eloğlu binlik bozdurur Ben bozduramam Eloğlu başını yastığa kor komâz uyur Ben uyuyamam Eloğlunun sofrasında dokuz türlü Benim aç yattığım olur bazan" diyordu bir şiirinde... Yaşamının bir özeti gibiydi, ince yergiyle bezenmiş bir çeşit yaşamöyküsü. "Ben keçileri kaybettim Eloğlu usta çoban Bu soyadı bana haram". Uyar da, Eloğlu da şiirimizin unutulmazları arasında artık... I çok, öğretmen açığı olmayan dallarda yoğunlaşıyor. Bakanlık da sınav yaparak adaylar arasından seçim yapacak. Kasım ayı başlannda sonuç ahnabilecekmış. Bir belediyenin 160 açık kadrosu için 4.500 başvuru, 15 hizmetli kadrosuna bin başvuru olduğunu bildiğimiz günümüz işsizlik ortamında, öğretmenlik için başvurunun azlığı düşündürücü. 1957 yılında kurulan öğretmen Okullan Genel Müdürlüğü tZ BIRAKANLAR 1881'de TYablusşam'da doğan thsan Sungu 1904 yılında Mülkiye Mektebi'nden (Siyasal Bilgiler) mezun oldu. Atatürk'le aynı yılda doğan Sungu'nun ilk görevi, Mülga Teçhizatı Askeriye Nezareti Evruk Müdiir Mnavinliği'dir. Daha sonralan lstanbul öğretmen Okuiu ve Yüksek öğretmen Okulu'nda öğretmenlik ve müdürlük görevlerinde bulunmuştur. 1926 yılında Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı'na aıanmış, bu görevi 1939 yılına kadar stirmüftür. Harf Devrimi'nin coşkusu, Köy Enstitüleri'nin kuruluş yılları o döneme rastlar. 1939 yılında atandığı Bakanlık Müsteşarhğı vıllannda, Bakan H. Ali Yucel, İlköğreum Genel Müdürü Tonguç'la köy enstitülerinin yaratümasında üsttin hizmetler vermiştir. 1946 yılında vefatına kadar sürdürdüğü müsteşarhk görevi sırasında Türk milli eğitimine verdiği hizmetlerte M. thsan Sungu eğitim tarihimizde h"kkettiği yeri almıştır. OKUR MEKTlPLARI Ankara'dan yazan A.Y. ve H.A. adlı iki öğrenci, bir gece ek sınav hakkı verildiğini öğrendiklerini, ertesi günü sınava girdiklerini, böyle bir sınavın başanh sonuç vermesinin olanaksız olduğunu vurguluyorlar. Ayrıca okullarda derslerde çok az öğrenci bulunduğunu "Bir öğrenci 3 ayda yapamadığı bir şeyi bir gecede nasıl yapar?" sorusunu soruyor ve "öğrencilere af" istiyorlar. Istanbul'dan Sevgi Çağlayan da "Ek sınav hakkı, öğrenciler için gerçek bir yıkım olmuştur" diyor ve verilen bir hakkın kullanılabilir olmasının önemini vurguluyor. Bizim gözlemlerimize göre de ek sınavda başarı yüzde 1 ile 10 arasında değişmekte. Sınavın getirdiğiyük, alınan sonuca göre çok ağır. Sınavyerine tüm sınıflaT için "Ön kosulsuz öğretmenler kurulu'" denseydi hem yük kalkar, hem de oran çok daha yüksek olurdu. Ek sınav ne getirdi? Okulda Hizbüt Tahrir yandaslannın egemen olduğu da belirtilen mektuptaki konuların çok ciddi olduğunu düşünerek yetkililerin dikkatine sunmak istedik. MEGS Bakanlığı 'nın gerekli deneümi yaparak bu tür olayları araştırması ülke ve toplumun geleceği açısından büyük önem taşımaktadır. Mektup, adı geçen okuldan mezun olup, şimdi yüksek öğrenimde olan bir genç tarufından gönderilmiştir. Derneğimizin Genel Koordinatörü, aziz dostumuz, sevgili arkadaşımız Sönmez Taner'in babası BAŞSAĞLIĞI EĞİTİM GEÇMÎŞİMİZ 1826, 14 Ekim: Sibyan okullarının nezaret ve idaresi de görevleri arasında bulunan "Evkafı Humayun Nezareti"nin kurulması. (İlk Nazır Hacı Ynsuf Efendi: 17751830) Gençlik yılında gençlerden özeleştiri "Öğrenci Gençliğin SaygmUğı" başhğmı taşıyan mektubunda İstanbul Güngören'den Yalçm Güden: "Gençlik olarak, yapacak çok işimiz var daha. Örneğin Türk dili dersinde, Atatürk'ün Uslında' yapmak istemediğini söyleyen hocaya (öğretmene) karşı, Atatürk devrimciliğini savunacak derecede bilgi birikimine sahip olmak gibi... Devrim tarihi derslerinde Çerkez Ethem olayını atlayan insanlara 'Tarihte bir de Çerkez Ethem vardı' diye anımsatmak gibi... Ataıürk'ü tamtırken, Mustafa Kemalt unutturan insanlara karşı uyanık olmak gibL. Sorunianmızı çözmek için, heryönden bilgi, kültür, hoşgörü, karşı düşünceye saygı gibi kendi kendimiıe yeterli duruma gelmek gibi" diyor. Atatürk'ün Cumhuriyet'i emanet ettiği gençler onu sonsuza dek savunacak ve yaşatacaklardır. 1830 Hüsrev Paşa kölelerinden aynlan bazı gençlerin öğrenim için devlet hesabına Paris'egönderilmesi. vefatını, derin teessürle öğrendik. Ailesinin ve yakınlannın acılarını paylaşır, merhuma Tann'dan rahmet, kalanlara başsağlığı dileriz. REKLAMCILAR DERNEĞİ YÖNETİM KURULU MUSTAFA AKÇALrnm "Okula, okul değil tekke veya zaviye desek daha yerinde olacak. Adını da I.H.Lisesi yaparsak tam durumuna uygun olacak. Cerici öğretmenler derslerde ders anlatmıyorlar, propaganda yapıyorlar. Neymiş, *$eriat yönetimi iyiymis. Neymiş 'Atatürk, Vahdettin'i devirmekle hata etmiş."Laiklik komünistliknüşJAtatürkçülük 'Islamcıhk^mış; 7slamcılığı benimsemeyen herkes komünist'miş." Aydın "Ortaklar Öğretmen Lısesi"nde neler oluyor? 1832, 9 Ocak: Tıphane'den ayn olarak orduya cerrah (operatör) yetiştirmek üzere " Cerrahhane" adı ile ikinci bir up okulunun daha açılması. Akçalı ailesi çok sevgili varlığı VEFAT 1834: Maçka kışlasında Harpokulu'nun açılması. S0.KAK1A SİYASET (19801983) YALÇIH DOĞAN Bütün kitapçılarda D A R DARSONUOOI l kudeta cfineyt grcayurek Q Q [\j g Y T Gazeteci Yazar ARCAYÜREK'ten U Büyüklere Masallar W Düşsel kavramlar içinde... ...bir toplumda, olaylar ve kişilerle oluşturulan renkli, çarpıcı bir kitap: KUDETA BÜTÜN KİTAPÇILARDA Serfice eşrafından merhum tzzet ve merhume Kaya Ağabeyoğlu'nun oğlu, Saffeı Ağabeyoğlu ve merhume Nasip Ağabeyoğlu'nun kardeşleri, Nevhiz, Mazhar ve merhum Izzet Ağabeyoğlu'nun dayılan, Nevin Alpagut, Bülem Ağabeyoğlu, Ozcan Korman. Mehdi Benker'in amcalan, Direr ailesinin dünüriı, merhum Kemal Zaman"ın eniştesi, Sedaı Direr'in kayınpederi, Ferzan Direr"in sevgili babası, Vasemin ve Müge'nin biricik dedeleri, Semahat Ağabeyoğlu'nun kıymetli eşi İstiklâl Savaşı gazilerinden emekli tabip albay ACI KAYBIMIZ MUAMMER AĞABEYOĞLU tedavi edilmekte olduğu Gulhane Askeri Tıp Akademisi'nde 16 Ekim 1985 gunü vefat etmiştir. Cenazesi 18 Ekim 1985 günü (bugün) Maltepe Camii'nde kılınacak namazdan sonra Karşıyaka Mezarlığı'nda toprağa verilecekıir. AİLESİ kaybetti. Mustafa Axçalı, tanıdığı herkesi seven, tanıyan herkesin sevdiği, dostluk, sevgi, iyilik dolu bir insandı. Üzüntümüzü bütün dostları ile paylaşıyoruz. AİLESİ •• • DR6UP.G0REMEIHLARA Zelve Peri Bacaları.Yeraltı Şehirleri .Eğlence CUMHURİYET RAyRAMINDA. 2629EÖM Özel Otobüs Tam Pansivon Barbaros Bulvan 35 Beşiklaş 16110741618226 1612281 Kadıköv: 3361660 MUSTAFA AKÇALFyı 15. Günde 3. Baskı Tekin Yayınevi DILEK AKAR (UNLÜ) MÜNİR AKAR evlendiler. 17 Ekim 1985 ANKARA ile Avcılar'da öğrenciye eşyalı oda Tel: 585 39 94 33.000.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle