14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER liyeti çok yüksek bir deneme olmuştur. Zayıf politikacılar, çok partili döneme girerken ve günümüze dek, din duygulannı sömürmuşler ve kestirme yoldan iktidara ulaşmak için en güçlü silah olarak kullanmışlardır. 12 Eylül 1980'den önce, iktidara bile ortak olan kimi partilerin ve partililerin kullandığı "milli" sözcüğü, kolaylıkla "dini" sözcüğü ile yer değiştirebilirdi. Onlar dini sözcüğünü kullanmak, yasalara aykın düşeceği için, kendi deyimleri ile "sureti haktan görünerek", "hîlei şer'iye" yoluna saparak milli sozcuğünü kullanmışlardır. TRT'nin verdiği propaganda konuşmalarında "sayın seçmenleri Allaha emanet"' edenler daha neler neler söylememiştir ve daha neler neler. İmamhatip okulu sayısını, Yüksek İslam Entitüsü açma yanşını da bunlara eklemek isteriz. Zaman zaman sayısı elli bini aşan Kur'an kurslannda, çocuklara ettirilen, ihanet dolu yeminin metnini de bilenler bilir. Yine gelenek bekçileri, Batı'da dine dayalı, adının başında "Hıristiyan" sözcüğü bulunan partiler bile vardır, derler, Ceza Kanunu'nun 163. maddesindeki yasağın kaldınlması göriışünü savunurlar. Unutulmasın ki, Batı, reform, Rönesans... girişimleri ile, devrimlerini ulu bir çınar ağacı gibi güçlendirmiştir. Bizim devrimlerimiz ise, körpe bir fıdana benzer. Oradan geçen bir keçinin, dişlemesi ile bu fidan kuruyabilir. Bu nedenle özel bakımla, kafesle... o fidanı uzunca bir sure daha korumak zorundayız. Başladığımız yere dönersek, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra. Atatürk döneminde alınan koruma önlemlerinin gevşetilmesi ile, laikliğin sulanması kapılannın açıldığını soylemeliyiz. dikten sonra, 1 haziranda Viyana'ya gelerek "Nihaî raporunu" jazmağa başlar. 18 Temmuz 1959'da da Bakanlığa sunulan 60 sayfalık rapor, kamuoyundan gizli tutulmuştur. Bir gazetenin raporu ele geçirip yayınlaması üzerine, zamanın Milli Eğitim Bakanı (Nâfia Vekili ve Maarif Vekaleti Vekili) 29 Kasım 1959 akşamı, radyoda, uzun süren (belki ıki saat) konuşmasını yapmıştır. Maarifimiz adını taşıyan, konuşma metni, o günlerde yayınlanmıştır. Bu konuşmanın yalnız başlıklarını veriyoruz: Eğitim Milli Komisyonu Raporu Maarifimizin meseleleri llk oğretim Teknik oğretim Halk eğitimi Kütüphaneler Öğretmen yetiştirme davası Öğretmenin terfi ve terfihi Önemli olan hukuk devletini, Üniversite ve yüksek okullar sosyal adalet ilkelerini gerçekleş Devlet tiyatroları. tirmektir, dedim ve şunlan ekleBu rapor, 27 Mayıs 1960'tan dim: sonra, benim bir Önsöz'ümle yaYalnız eğitim değil, tum soyınlandı. Bu rapordan çokça söz runlarımız hakkında, günümuze etmenin nedeni, şudur: Milli eğidek türlü toplantılar yapılmış, timimiz hakkında, bugüne dek, raporlar... hazırlanmıştır. Milli hemen her şey söylenmiştir. UyEğitim Şuralan bunun somut örgulamadan ne haber? sorusunu, neğidir. Bir de Tiirkiye Eğitim sürekli gündemde tutmak zorunMilli Komisyonu Raponı öyküdayız. Kanun mezarlığı benzetsü, serüveni vardır. Prof. Fahir mesini, raporlar için de kullanatz'in başkanlığında kurulan 10 rak, "Türkiye raporlar mezarlıkişilik bir komisyon (Komisyonğıdır" demek, acı bir gerçeği da biri Fransız, biri Amenkalı 2 yansıtır. danışman da vardır. Ford VakÖyle ise, Köy Enstitüleri başfı, gezileri, çalışmalan akçalı ta olmak üzere, tüm eğitim soyönden desteklemiştir.) O za runlarımız hakkında yapılan manki bakanın, 5 Aralık toplantılann sonuçlannı (bu ara1958'de kurduğu komisyon, önda Devrimci Eğitim Şurasını ve ce yurt gezisine çıkıyor ve Trabdoğurduğu yankıyı), hazırlanan zon, Rize, Erzurum, Diyarbakır, raporları..., hiçbir ön yargıya Adana, Mersin, İzmir, Istanbul, kapılmadan, serinkanlılıkla inceBursa ve Ankara'ya giderek, lemek bize çok şeyler öğretebiköy okullanndan, üniversiteye lir. Yerli, yabancı uzmanların kadar, her derecedeki okulları hazırladığı raporların şura, ziyaret etti. 14 Şubat 1959'da, kongre, komisyon çalışmalan uçakla Japonya'ya giden komissonunda yayınlanan kitapların, yon, "sırasıyla Amerika Birleşik belgelerin, ambarlarda, arşivlerDevletleri'nin, Fransa'nın, İngilde tozlanan, küflenen çoğaltmatere'nin, Batı Almanya'nın Italların... belli bir yerde toplanıp ya'nın maarif sistemleri, okulladeğerlendirilmesi çok yararlı rı, eğitim çalışmalan'"nı inceleolur elbette.. Bakanın çağrı mektubunda, "Milli eğitim, gençlik ve spor meselelerinin de, milli güvenlik ve dış politikada olduğu gibi, devlet politikası haline gelmesi gerektiği" yer alıyordu. Konuşan eski bakanların tümu bu konuya değmdiler. Ben, yalnız milli eğitim politikasının değil, tüm politikaların, kalkınma planları içindeki yerine oturtulması gerektiğini söyledim. Tüm sorunlar planlı kalkınma içinde yerini almalı ve iktidar dalgalanmalanndan etkilenmeyecek duruma getirilmelidir, demek abartma olmaz. Yasalaşan tasarı olarak kalan belgeler hakkında da, yurt içinde ve yurt dışmda "Turkiye bir kanunlar mezarlığıdır" diyenlere katıldığımı söyledim. 1 ŞUBA T 1984 Milli Eğitim'deki Toplantı Öğretmeni karşımıza değil, yanımıza afmanın yol veyöntemlerinibulmalı, laikliğin daha fazla sulandınlması kapılarını kapamalıyız. Ve, Milli Eğitim politikasının, tüm kalkınma politikası içindeki yeri saptanmalıdır. PENCERE Model kavgası? Sanayileşmiş Batı, İkinci Dünya Savaşı ertesinde yaralarını sarmak için kemer sıkma politikasını benimsemişti. Gerçekte sıkılacak kemer de yoktu, Avrupa; yemiyor, içmiyor, giymiyor; dışsatıma yöneliyordu. Türkiye ise, ne savaşa girmişti, ne de sanayileşmiş bir ülkeydi; ama o dönemde "liberasyon" etiketi altında Avrupa'nın cicilerine kapılarımızı sonuna dek açtık; 19501960 arasında "serbest piyasa ekonomisi" furyasında Avrupa'ya açık pazar olduk; birikmişdövizlerimizi.altınlanmızıhar vurup harman savurduk; bir afyonkeş gibi tüketime alışıyorduk. Kuşkusuz tüketime alışanlar, toplumun belirli bir kesimiydi; temelde yoksul bir ülkeydik; devlet eliyle kişiyi zengin etme politikasını benimsemiştik; bu eğik düzeyde 27 Mayıs 1960'a dek sürüklendik. 27 Mayıs'la biriikte başıboş gidişe bir çekidüzen vermek gereği duyuldu; planlı ekonomi ve sanayileşme kavramları gündeme girdi. "İthal ikamesi" modelini benimsedik. Modelin özü neydi? Dışardan satın aldığımız temel sanayi ürünlerini kendimiz yapacak; yabancı endüstri malları yerine yeıiilerini "ikame"edecek; ulusal endüstriyi kuracaktık. Dışa bağımlılığımız azalacak, döviz gereksınmemız küçülecek, dış ödeme dengemiz düzelecekti. Eğer bu modeli doğru dürüst uygulayabilseydik basanya ulaşabilirdik. Ne yazık ki, Türkiye 19501960 arasında borçlanmış; dış odaklara bağlanmıştı. Ekonomik gücü elınde tutan büyük, sermaye, siyasada ağırlığını duyurup kararları etkiledi; "ithal ikamesi" modelini çarprttı: 1) Doğal kaynaklanmıza dayalı sanayileşmeden vazgeçtik. 2) Altyapı yatırımları geciktiriidi. 3) Dışa bağımlı sanayiler kuruldu. 4) Tüketim endüstrisıne yöneldik. 5) Döviz gereksinmesi azalacağına yıldan yıla çoğaldı. 6) Devlet eliyle kişiler zenginleştirildi. 7) Emekçi halkın 27 Mayıs Anayasasına göre siyasal katılımı engellendi. İlk plan 1963'te uygulanmaya baslanmıştı; bu dönem 1980'e dek sürebildi. * Bunca çarpıtılmasına karşın "ithal ikamesi" modelinin 17 yı* sürebilmesinin nedenleri vardır: 1) Uluslararası kapitalizmin yükselme dönemi 1970'lerin ilk ydlanna dek sürmüş; Türkiye'yi de yedeğine almıştır. 2) Petrol fiyatlarının patlamasıyla hızlanan bunalımın ülkemize yansıması 19751978 arasındaki büyük dış borçlanmalaria geciktirilmiştir. 3) Dışarda çalışan işçilerimizin 1960'lann ilk yarısmdan başlayarak yurdumuza gönderdikleri dövlzler modelin yürumesine destek olmuştur. 4) İyi kötü bir sanayileşme sürecinde bozulan toplumsal dengeleri 1961 Anayasasının olanaklarryia korumaya çalışan güçler yönetimde etkilerini zaman zaman duyurabttmişlerdir. Ne var ki, sonunda deniz bitmiştir. Türkiye ekonomisi soluksuz kalınca bu kez "ithal ikamesP ne ters düşen "dışa açılma" modeli IMF'nin dayatmasıyla 24 Ocak 1980'de yürüriüğe konmuştur. Şimdi bu iki model arasında kalan sermaye çevreleri bocalamaktadır Çünkü eski model sürecinde kurulan kimi sanayi kuruluşlan yeni dönemde tehlikeye girmektedir. Yeni model sözde serbest piyasa ekonomisini (ya da liberalizmi) öngörüyor; gerçekte Türkiye'yi dışalımsatımın tekellerine sunuyor. • Emekçi halkın güçleri her iki ekonomi politikasının da uygulanmasında dışlanmışlardır; ne birinci modeli çarprtanlar devrimcilerdir, ne de ikinci modeli yürüriüğe koyanlar solculardır. Bugünkü kavga, emekçi halkın dışında, sermaye güçleri arasında süren paylaşım tartışmasını vurguluyor. Prof. Dr. FEHMİ YAVUZ 4 ocak çarşamba günü, Milli Eğtim, Gençlik ve Spor Bakanı'nın, eski Bakanlardan, katılabilenlerle, çok uzun bir toplantı (saat 1420.30) yaptığını anımsayacaksınız. Bu toplantıya eski bakan olarak ben de katıldım. Soyadım (Y) harfiyle başladığı için, en sonra ben konuştum. Toplantıda milli eğitimimizin hemen bütün sorunlan dile getirildi. Konuşmalar banda alınıyordu, gecikmeden yayınlanırsa, kamuoyunu etkileme bakımından yararlı olur. Ben göruşlerimi şu üç kumede dile getirdim: Öğretmeni karşımıza değil, yanımıza almanın yol ve yöntemlerini bulmalı ve geliştirmeliyiz. Laikliğin daha fazla sulandınlması kapılarını kapamalıyız. Milli eğitim politikasının, tüm kalkınma politikası içindeki yeri saptanmalıdır. ÖĞRETMENİ KARŞIMIZA DEGİL, YANIMIZA ALALIM Milli Eğitim Bakanlığı'nın (şimdi Gençlik ve Spor da buna katıldı) bir özelliği de personelinin çokluğunda toplanır. Kamu görevlilerinin To 50'si, çoğunluğu öğretmen olarak, bu bakanlıkta çalışıyor. Öğrencileri, ana ve babaları da buna eklersek, nüfusumuzun tümü Milli Eğitim Bakanlığı'nın çalışmalarından, kendi payına düşeni bekler, almak için çaba ve ilgi gösterir, diyebiliriz. Basın da bu çabalara katkıda bulunur ve aracılık eder. Hemen ekleyelim, basının da, Bakanlığın karşısında, ya da yanında bulunmasını iyi değerlendirmek zorunluğu vardır. Butün bireysel, dar anlftmdaki çıkar kaygılarına, az geîişmiş ülke olmaktan kurtulma zorunluğunu da eklemeliyiz. Ö\4e ise, Bakanlığın bu alandaki sorumluluğu, öteki kamu kuruluşlarının tumünden üstündür. Bakanlık, görevlerini öğretmenler aracılığı ile yapacaktır. Bir parantez açarak, her kamu kuruluşunun personelini, karşısına değil, yanına alması gereklidir diyelim. Ancak Milli Eğitim Bakanlığı'nın bu konudaki yeri çok dana üstündür. Osmanlı iktidan, son birkaç yüzyılda, medreseleri, hocaları, toplumu padişaha sadakat ve surü, kul, köle olarak tutmak ve uyuşturmak için yanına almıştı. Atatürk'le başlayan Cumhuriyet döneminde ise, çağdaş uygarlık düze>ine ulaşmak, akün, bilimin yoluna girmek söz konusudur. Bakanlığın, öğretmenleri her zaman yanına alamadığını pek çok örnekle her aydm kanıtlayabilir. Son yıllarda öğretmenlerin başına gelmedik kalmadı. Kıyım, sürülme, küskünlüğe düşüp ayrılma.. SULANDIRILAN LAİKLİK Eski Bakanlardan Tahsin Banguoğlu konuşmasında, din dersinin okullara kendi bakanlığı döneminde konduğunu, imamhatip okullarının, tlahiyat Fakultesinin yine o dönemde açıldığını söylemişti. Ben, Banguoğlu'nun adını da vererek, "Bu yoldan.Atatürk'ün hatalarını düzeltmek istemişler!" dedim. Bu davranış belki çok partili döneme geçişin kendilerince kaçınılmaz bir sonucu idi. Ama pusuda bekleyen gelenek bekçileri, ortamdan yararlanmasını bildiler. Onlar, yüzyıllar boyu susmanın, sinmenin. zamanı gelince şahlanmanın yol ve yöntemlerini geliştirmişlerdir. "Çocuklarımız din terbiyesi, din bilgisi almadan yetişiyor. Kısa bir süre sonra, ölülerimizi yıkayacak kimse bulamayacağız" gibi sözlerle, sloganlarla "Aydın din adamı" yetiştirmek üzere yola çıktılar! Konuşmamda düşüncemi, "Son 40 yılın deneyimleri, aydın din adamının yetiştirilemediğini, yetiştirilemeyeceğini göstermiştir. Bakanlık bu sorunun üzerine de eğilmelidir" sözleriyle belirttim. Mehmet Âkif Ersoy'un şu sözleri konuya ışık tutabilir: Derscn ki ufuklanta bir t>dınlık u>an«ın, Muiyr « l « ycrmHİ. b«şl«n b«$l IMMH. \n«faa da>anmak mı, asırlarca dajandık. Duşruksc bu husrana, oaun nânna >andık. Şrriaf çalış dcdikçc. çalışmadın durdun, Onun tmabına bırçok harafe B>dunlun. Soaunda tevekkulu wku>lunıp afa>a. Za>allı dini çoırdın maskara>a. Akifin "Baştan başa yansın" önerisindeki "mazi"de şeriat, medreseler, hilâfet, din eğitimi... de var. Üstelik dini kim ve ne zaman "maskaraya" çevirmiştir, bellidir. Din adamlannm, bütün güçler ellerinde iken, maskaraya çevirdikleri dini kurtarmak, yüce ve saygın yerine oturtmak, yobazın sömurüsunden kurtarmak yine de Cumhuriyeti kuranlann eliyle gerçekleşmiştir. Ortaçağ kafasını ve yaşantısını 20. yüzyılın başına değin, hiç örselenmeden sürdürerek, toplumu geri bıraktıktan sonra, yeni bir şans elde etmeleri, bize göre, ma EVET/HAYIR OKTAY AKBAL OGRENCI/OGRETMEN YÖNETEN/ MUAMMER TUNCER Haksızlıkları ortadan kaldırmak "Öğretmenliğimin 15. yılında Anadolıfnun bir köşesinde görevli iken hiçbir somut dayanağı oimayan asılsız ihbariar sonucu görevden alındım. 12 Eylül öncesindeki yaşantım, çevreme yarariı olmak, çağdaş düşunceden payımı almak, iyi bir öğretmen olarak görev yapmak uğraşlanyla geçti. Ne var ki günün koşullarına göre yargı yolu kapalı olduğundan durumu adalet önünde kanıttama olanağı bulamadım. Hiçbir yasadışı eyleme kablmadığımdan herhangi bir bağışlanma beni tedirgin edecektir, onuruma dokunacaktır. Suç işleyen kişi bağışlanma bekler. Ben şimdi başka işlerden öğretmenlikten aldığım aylığın iki katını kazanıyorum. Benim için para kazanmak değil, mesleğimdir önemli olan. Beklediğim tek şey bana ve benim gibi olanlara, yani haksızlığa uğradıklanna inananlara yargı yolunun açılmasıdır. Bu olanak sağlanır da aklanırsak, geçmişteki tum haklarımızın geri verilmesi ve hakkımızda gerçek dışı ihbariarı yapanlardan hesap sorulması gerekir. Bu durum 'hukuk devleti' olmanın bir gereğidir." (K. Özgür, İstanbul). "12 Eylül sonrası görevine son verilen binlerce öğretmenden birisiyim. Içine düştüğümüz durumu bizden iyi bildiğiniz kanısındayım. Kaleme aldığınız bu önemli sorun üzerinde ilgili makamlar düşünme gereğini belki duyarlar. Bu yazınızla size ve 'Cumhuriyet gazetesine güvenim birkatarttı." (M. Metin, B. Köyü, Haruniye). "Vantışlan Düzeltmek, adlı yazmızı üç kez okudum. Ben de sorgusuz sualsiz 1402 sayılı yasanın kurbanı bir öğretmenim. On aya yakın bir süredir işsizim. 1943'te Bayburt'ta bir memur çocuğu olarak dünyaya geldim, ben de memur oldum. Ülkemizdeki memurların babalarının meslekleri araştınlsa çoğununkinin memur olduğu görülür. Şuna inanıyorum ki, sizin gibi gerçekleri yazanların sayısı arttıkça, insanlanmız daha mutlu olacaklarf' (B. Destanoğlu, Ankara) "Bu mektubu görevine son verilmiş 250 öğretmen adına yazıyoruz. Bizler Hatay ilinde görev yapıyorduk. Hiçbir neden gösterilmeden işimize son verildi. Bir yıldan beri hepimiz aç, sefil ve perişan kaldık. Zaten herhangi bir kamu kuruluşunda çalışamazdık. Önceden aldığımız öğretmen maaşıyla da herhangi bir tasarrufumuz olmadı ki serbest bir iş tutalım. Bu durumu anlatacak, derdimize çare bulacak bir merci yoktur. Belki vardır, ama değil içeri girmek, yanına bile yaklaşamıyoruz. Yani aniayaca(Arkast 13. Sayfada) Ek ders ücreti alamıyorum • Isparta'da bir endüstri meslek lisesinde stajyer öğretmen olarak görev yapıyorum. Benden önce okula atanan stajyer arkadaşım bölüm şefliği yapıyor. Her ikimiz de okulun "mesai saatleri"ne uyarak haftada 50 saat çahşıyoruz. Rehber öğretmen gozetiminde derslere giriyoruz. Kimi saatleri idari işlerde geçiriyoruz. Geriye kalan saatlerimizi ise bölümümüze yeni gönderilen makine, alet ve avadanlıkların yerleştirilmesi, bakımı, onarımı gibi işlerle dolduruyoruz. Tüm bu çalışmalarımızın karşılığı olarak hiçbir ek ücret almıyoruz. Öğrentnek istediğimiz konu şöyle: Maaş karşılığı olan 20 saatten fazla hiçbir ücret almadığımıza göre, okulda haftada 50 saat çalışmamız yasal mıdır? Atelye düzenlemesi ya da onanm işlerinden dolayı herhangi bir ucret alabilir miyiz? Stajyer öğretmen Isparta •Endüstri meslek liselerinde haftada 20 saat maaş karşılığı dersin dışında, öğretmene gereksinme varsa, ek olarak 20 saat zorunlu ücretli, "I saat de isteğe bağlı ücretli ders okutulur. Rehber öğretmenle girilen dersler maaş karşılığı sayılmakla birlikte, ücretli ek ders olarak kabul edilemez. Ancak bunun dışındaki saatlerde yaptığmız dersler karşıhğında size ek ucret ödenmesi gerekir. Stajyerin belirli saatlerde yönetimde çalıştırılması yönetmelik gereğidir. Parasız yatılı okuyan öğretmen çocukları Çocuklan parasız yatılı okumakta olan bazı öğretmenlerden aldığımız mektuplar, Milli Eğitim Bakanlığı'nca bu .oğretim yılında yayınlanan bir genelgenin geçen yılk: uygulamaylaçeliştiğini, çocukları ve velileri güç durumda bıraktığını gösteriyor. M.E.B. Ortaöğretim Genel Müdürlüğü'nun 31 ağustos 1982 gün ve 30195 sayılı genelgesi şöyle bir huküm getiriyordu: Fen liselerinde, Anadolu liselerinde ve pansiyonlu okullarda paralı yatılı olarak öğrenim gören öğretmen çocukları, eğer velileri bu okullann bulunduğu yerleşim birimleri dışında görev yapıyorlarsa, bu durumu belgelemek koşuluyla, söz konusu okullarda parasız yatılı okutulacaklar. Bu oğretim yılında ne olduysa olmuş, Milli Eğitim Bakanhğı bu konudaki düşuncesini değiştirmiş. Ortaöğretim Genel Müdurluğü, okullara gönderdiği 7 kasım 1983 günlü ve 56946 sayılı genelgede şöyle diyor: "Öğretmen olan baba ve annenin görev yaptığı yerde, çocuğu ortaokulda okuyacaksa ortaokulun, lise düzeyinde okuyacaksa lisenin bulunmaması gerekir" Üstelik, bu yargının yalnızca yeni alınacak öğrencilere değil, öğrenimlerini parasız yatılı olarak sürdürmekte olan öğrencilere de uygulanması kararlaştırılmış. Şimdi veliler, yeni bakanın kendilerini guç durumdan kurtarıp kırtarmayacağını sabırsızlıkla bekliyorlar. Ozetle • Trabzon 'dan emeklı Almanca öğretmeni Ali Öztıirk: 1969'da mahkeme karanyla aklandığı bir suçıan dolayı şimdi kendisi hakkında disiplin soruşturması açıldığını belirterek şöyle yazıyor: "Aradan bunca yıl geçtikten sonra açılan böyle bir soruşturma hiçbir hukuk kuralı ile bağdaşmamaktadır. Sayın Bakan, binlerce öğretmeni ilgilendiren bu soruna ilgi göstermelidir." • Ankara'dan Sn. H.A.'ya: Başka bir bakanlık emrindeki göreve geçebilmeniz için, öncettkle bağlı bulunduğunuz bakanlığın (Milli Eğitim Bakanhğı) "uygun görmesi" gerekmektedir. Valüiğin onayı yeterli değîldir. 6224 Sayılı Kanuna tabi özel bir şirket Genel Sekreter görevi.ni yürütecek aşağıdaki nitelikleri haiz bir kişi aramaktadır: Hukuk Fakültesi mezunu, Ticaret ve Borçlar Hukukuna bihakkın vâkıf, Hukuki müzakereleri ve yazışmaları rahatlıkla yürütebilecek İngilizce bilgisi olan, Şirket Yönetim Kurulu ve Genel Kurul toplantılarının planlanması, zabıtların tutulmasında ve gerekli kanuni işlemlerde tecrübe sahibi, adayların en geç 8 Şubat 1984 tarihine kadar özgeçmişlerini belirten bir mektupla, varsa telefon numaralarını da belirterek P.K. 363 Şişli / İstanbul IDUI adresine başvurmaları rica olunur. SEKRETER örtur turizm sunar BURSA SAPANCA BOLU ABANT ÇeiikPalas Vakjf Turistikoteli 21.000.25.000.| Koruoteti 22.00026.000.| | Turban Abant oteli 32.90037.900. 3 gece 4 guıı 27.500. OK j 35.500. OK 4 gcce S gun Özel oiobus, tam pansyonkonaklama, Ortur Servtsi V BARBAROSBULVARI, 35 BESIMASIÎT TEL 1611074.16187261612781 ^ KAÜIKOY 3376107 Hürriyet Gösteri'nin Şubat sayısı yine bir sanat ve edebiyat gösterisi! Mutlaka görün! Bütün boyutlanyla yaşayan sanat! Pırıl pınl 1. hamur kâğıt! Bastanbasa renkli! > r Şubat sayısında, Hürriyet Gösteride... Açık oturum: Mimarimizin korunması ve konut sorunu. Ünlü mimarlanmız tartışıyor... Ayın dosyası: Çalışanlar sanata nasü bakıyor? İşçiler, memurlar, esnaf sanattan neyi anlıyor? TÜSİAD Başkanı Ali Koçman sanata bakışını anlattyor. TÜRK İŞ Başkanı Şevket Yılmaz'm gözüyle sanat. Uluslararası İstanbul Festivalv Bu yıl neler izleyeceğiz? 84 Sinema Günleri: Türk basınında ilk defal Edebiyat/Sinema/Tiyatro/Opera/Bale/Fotoğraf/ Plastik Sanatlar/Müzik/Televizyon: Ünlü imzalar. Hüniyet Gösteri'yi izleyin. Yaşayan sanatın nabzını tutun Şubafta! Ve her ayl sanatedebiyat dergisi. Tr>O6K5
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle