10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER birbirine benzeyecek, başka bir deyişle resmileşecektir. Memet Fuat'la, seçkisi üzerinde uzun uzun konuştuk. Ahmet Haşirrf'.e Yahya Kemal'den birkaç ornek verilerek başlıyormuş seçki. "Çünlcü" diyor değerli eleştirmenimiz, "yeni şiirimiz üzerinde bu iki ozanın etkisi yatsınamaz, her genç ozanımız onlara dikkatle baknuştır." Ben de bu kanıdayım, bize en yakın eski ozanlar onlardı. Memet Fuat, en büyük güçlüğü, değişik evreleri olan ozanlardan seçmelere giriştiğinde duyduğunu anlattı. Bu gibi ozanlan hangi evreleri ile tanıtmalı? Elbette o evrelerden örnekler vererek. Ama kimi ozanımız için böyle bir güçlük söz konusu olrhaz. Bunu konuşurken Ahmet Muhip Dranas'ın adı üzerinde birleştik. Gerçekten Ahmet Muhip Dranas'ın şiiri, baştan sona, kendine bağlılığını korur, ozan hiçbir yeni araştırmaya, denemeye girişmez. Memet Fuat, bu durumu, "Kendi içine kapalı" sözü ile açıkladı. Ben "örnefine bağlı" derim. Değişen, yeni araştırmalara, denemelere girişen, birbiri ardından başka başka evreler yaşayan ozanlara gelince, Memet Fuat'la konuşmamız, bence en ilginç noktasına burada vanyordu. Kendi örneğine bağlı kalmayıp, yaşamı boyunca şiirin çeşitlerini denemeye kalkan ozanı nasıl, ne ile açıklayacak ya da anlayacaktık? Memet Fuat, buna vanıt olarak, bu gibi ozanların sürekli dışa, topluma açık olmalannı söyledi. Boylece değişmenin nedeni, ozanın içinde değil, dışarda bulunmuş oluyordu... Daha vaktimiz olsaydı, belki orada bırakmazdık konuşmayı. Çünkü, bence şiirin çeşitli olanaklarını deneme tutkusu, şiirin içinden kaynaklamyor olabilir ve modern şiirin görünüşlerinden biridir. Şimdi buna örnek olarak Ezra Pound'un adı geliyor aklıma. Daha başka adlar da bulunabilir. Ancak şunu belirtmeden geçmeyeyim ki, değişme ya da değişmeme, bir ozanın değerine ilişkin bir tanım değildir, olmamalıdır. Ataç, "acaip bir ozandı" diye bitırdiği Ahmet Haşim konulu yazısında, Haşim'in büyük bir ozan olduğundan kendisinin de (Haşim'in) kuşkulu olduğunu söyler ve bunun nedeni olarak, şiiri dışarda aradığını ileri sürer. Nereden geliyordu o şüphe?.. Boyuna arar, iyi şiirin nasıl olması gerektiğini kitaplardan oğrenmek isterdi. Her okuduğu da, bütün düşüncelerini, bütün benliğini sarıverirdi. Yazdıklanna bir bakın, birbirine pek benzemez bir çok şiirler görursünüz. Şi'ri Kamer'i yazan ozanla, serbest müstezatları, sonra Panllı'yı, Şafakta'yı yazan ozan bir midir? Sonra şunları ekliyor Ataç: "Bütün ömrünü şiiri, doğru yolu aramakla geçirdi, kendini aramadı. Bunun içindir ki eserinde bir akıl havası eser, aklın çabalaması sezilir. Bunu söylerken Ahmet Haşim'i, örneğin bir Paul Valery'ye benzetmek istiyorum sanmayın. Paul Valery akla inanmıştır, aklın şiirini yaratmak ister. Ahmet Haşim ise, aklı bir şiir, sanat gereci olarak almaz, şiiri bulmağa bir araç diye kullanır. Akıl bir yerde duramaz, bir şeyi buldu mu, başka bir şeyi bulmak ister, bir yaptığını yıktığı da olur. Ahmet Haşim'in bir şiirinde duramaması, oradan oraya geçmesi bence hep bunun içindir." Sanınm Ataç bu yazısında, bizim Memet Fuat'la konuşurken değindiğimiz, değinip geçtiğimiz o konuyu, değişme konusunu işlemektedir. Ama, ne diyeyim, beni doyurmadı bu yazı. Şiirin gereci olan akılla, şiiri arayan akıl arasındaki ayırdıyı düşünmem gerekiyor uzun uzun. Şunu belirtmeden geçmeye>im, bu yazıya başlarken, konu>oı, yaza yaza kendim için daha açık seçik kılabilirim belki diye düşunüyordum, olmadı. Değişme ve şiirde aklın payı, gene de çözümsüz kaldı benim için. Dahası, Ataç'ın da işin içinden çıkamadığı kuşkusu doğdu içimde. "Ararken" adlı kitabındadır o yazı, bulup okuyun. Düşünmek için daha epey vaktimiz var. Hele Memet Fuat'ın Seçki'si çıksın, onu gördükten sonra bu konuya belki yeniden döneriz. Şiirde Akıl ve Değişme MELİH CEVDET ANDAY Ünlü eleştirmenimiz dostum Memet Fuat'ın büyük bir şiir antolojisi hazırladığını biliyordum; son karşılaşmamızda kitabın ne durumda olduğunu sordum, basıLyormuş, bir ay kadar sonra satışa çıkanlacakmış... Sevindim; Memet Fuat'ın zevkine, bilgisine, şiir anlayışma büyük güvenim vardır, bütün yazılarını dikkatle, yararlanarak izlemişimdir, Adam Yayınları arasında basılan son kitabı "Çağını Görebilmek" elimden düşmuyor bugünlerde, gerçi çoğu bildiğim, okumuş olduğum yazılar, ama tümü de bana taze, yepyeni geldi, düşündürdü beni, Memet Fuat'ın gücünü oluşturan, değerini yapan nedenler üzerinde durdum. Bunlann başında "erdem" geliyordu. Öyle ki, erdemli bakış, ele aJınan konunun ya da yapıtın niteliğini bir anda ortaya çıkanveriyordu... Evet, sevindim bu antolojinin çıkışına. Ayrıca severim antolojileri genellikle. Bizde eskiden miintehabal denirdi. Daha önceleri "nazire mecmualan" varmış, ben onlan göremedim, okuyumadım. Halk şiirinden yapılan seçmelere ise "Cönk" denirdi. Çok tuhaftır, bizde bugünkü anlamına yakın ilk antoloji düzyazı örneklerinden oluşan Letaifi İnşa'dır, "Güzel düzyazılar" demek. Tanzimattan sonra basılmış, düzyazımızın emekleme çağında. Yazıda süse püse düşkünlüktü o zaman gözde olan. Ziya Paşa'nın iınlu Harabat'ı 1874yılında basılır. Arap, Fars ve Türk Divan ozanlannın seçme şiirlerini bir araya toplayan bir kitaptır bu. Batı uygarhğı etkisinde geIişmeğe başlayan yeni şiirimiz için, böyle bir girişimi zararlı bulan Namık Kemal, Ziya Paşa'nın yapıtı için biri Tahribi Harabat, ikincisi Takîb adını taşıyan iki eleştiri kitabı yazmıştır, bunlar manzumiı. . Bir iki dize alayım yazıma: Lâzım mı idi bize Harâbat Tarzı Acem'i niçindir ihya Aradan nerdeyse yüz yıl geçmiş, yeni çıkan bir şiir antolojisini daha ben görmeğe vakit bulamadan toplatıverdiier. Toplayan da, kitabı basan tanınmış bir kurum. Nedenmiş? Antolojiyi düzenleyen, kitabına Mehmet ÂkiTi almarruş da ondan. Bu örnek karşısında, ilerlediğimizi söyleyebilir miyiz? Ziya Paşa'nın, kendi klâsiklerimiz diye duşünerek ve bir gelenek kurma hevesiyle bize Arap, Acem ozanlannı tanıtmağa kalkmasına Namık Keraal'in kızması yerindedir. Ama her antolojiye Mehmet ÂkiPi almayı zomnlu sayan görüş tutarsızdır. Bu ve benzeri davranışlardan ötürü antolojilerin nerdeyse tümü dedikodulara, dargınlıklara, hatta kavgalara neden olmuştur. Belki de antoloji sözcüğünü gereğince bilmememizden kaynaklanıyor bu. Antoloji, Yunanca anthos, çiçek ve legein, seçmekten kurulmuştur, "seçümiş çiçekler" gibi bir şey oluyor. İmdi bu durumda, belli bir antolojiye ahnmayan bir ozan "Ben çiçek degil miyim?" diye düşünerek kızabilir. Sözcüğün yeni yeni kullanılan Türkçesi Seçki ise, olsa olsa, "Ben neden seçilmedim?" itirazını uyandırır. Buna verilecek yanıt çok açıktır. Diyeceğiz ki, bu seçki, o şiirleri seçen kişinin ürünüdür, karışamayız; o kişi, hattâ büyük diye bilinen bir ozanı da kitabına almamış olabilir. Ama "Mehmet Âkif nasıl olur da alınraaz" diyerek konuyu vatan, millet edebiyatına bulamak tümden saçmalıktır. Bu gibi tutumları kural yerine koyacak olursak bütun Seçki'ler PENCERE 28 ARALIK 1984 Yoğunluğunda Sonsuzluğun Vurgulandığı Bir Zaman.. Kitap okurken insan kimi zaman bir tümcenin altını çızmekten kendini alamıyor. Neden? Tek nedene bağlanamaz böyle şeyler. Davranışımızın ardında gizli ya da açık bir dizi neden bulunabilir. Altını çizdiğimiz tümceyi sevmiş olabiliriz; önemliymiş gibi görünür; yeni düşüncelerin kapısını açabilir; ya da hiçbiri değildir de çizgilerini saptayamadığımız bir anıyı belleğimizin buğulu aynasına yansıtabilir. Joseph Kessel'in "Atlılar"\n\ vaktiyle okuyamamıştım. Birkaç ay önce bir hastane yatağında elıme aldım; sayfaları çevirır. ken bir tümcenin altını çizdim: "Bu değişme öylesine birdenbire oldu ki, hiç kimse tam anını yakalayamadı." Ve sonra tümceyi unuttum. * Geçenlerde bir sabah erken uyandım. Karanlıktı. Güneşin doğmasına vakit vardı. Pencereye yaklaştım, perdeyi açtım, şafağın söküşünü izledim. ve ortalık ışırken, geceden gündüze dönüşen değişimin hiçbir anını yakalayamadığımı anladım. Her bir an ötekinden öylesine aynydı ki ve her bir an ötekinden öylesine ayrılmıyordu ki, anları yakalamaya çalışırken olayın bütününü duyumsamaktan uzaklaştığımı anladım. Gökyüzü karanlıktan aydınlığa doğru yol alırken kurşun rengine bürünüyordu. Birden on üç yıl öncesine kayıverdi belleğim; beni bir hapisaneye götürdü. Küçücuk bir odada ranzada yatarken yaşadığım sabahları düşündüm. Odanın tavana bitişik penceresinden gökyüzü görünüyordu. Bir avluya açılırdı bu pencere, yedi ayak eninde, yedi ayak boyunda küçücük bir avluya... Sonra bu avlunun üstüne, tutukluların kaçmasını önlemek için, bir demir kafes ördüler. Kenartarı birer karış boyundaki karelerden oluşan demir kafesi kurşuniye boyadılar. Yattığım ranzadan bakınca pencereden gökyüzünü yine görüyordum; ama bakışlarımın demir kafesten süzülmesi gerekiyordu. Yıldızlı gecelerde bu kafes beyazlaşıp parıldar, gökyüzünü parsellerdi. Gecenin siyahı gün ağanrken açılmaya başlardı; demir kafesin kurşuni rengine yaklaşan renk değişimini izler; göğün rengiyle demir kafesin rengi birbiriyle denkleşsin diye beklerdim. Isterdim ki renkler birbirine karışıp bütünleşsin; gökyüzüne baktığımda demir kafes görünmesin. Hiçbir gün o anı yakalayamadım. Şafak sökerken kurşunileşen gökyüzüyle, demir kafesin gri rengi, hiçbir sabah birbirine tam denk düşmedi; ya da yavaş görünen değişim sürecinde anlar öylesine hızlıydı ki o anı yakalamak olanaksızdı. • Aradan on üç yıl geçti. Mahpushanede gün ağanrken, kendi kendime tuttuğum nöbetleri ve oynadığım oyunu unuttuğum bir günde Kesel'in kitabındaki tümce karşıma çıkıverdi: "Bu değişme öylesine birdenbire oldu ki hiç kimse tam anını yakalayamadı." Mavi kalemle sözcüklerin altını çizerken, davranışımın nedenini bilmiyordum. Sevmiş miydim bu tümceyi? Çok mu etkiliydi? Beni niçin çekmıştı? Kestiremezdim. Ama geçen gün evimin penceresinden şafağın söküşünü ızlerken, birkaç ay önce kitapta altını çizdığım tümceyle, on üç yıl önceki mahpushane anısı çakışıverdi. Yazıyla anıyı hayat buluşturmuştu. Anladım ki yasamın her kesitinde değişmenin tam anını yakalamak olanaksızdır. O an, ister iki insan arasında bir şeyi değiştirsin, ister toplumda... Çünkü an, baslangıcını ve sonunu hiçbir zaman saptayamadığımız bir zamandır; belki de yoğunluğunda, sonsuzluğun vurgulandığı bir zaman... ARADA BİR AHMET MARUF BUZCUGİL OZEL Bejojjlü Çocnk Merhezi ANMA Sevgili Tanı'yı Tam ve Doğru Koymak Hükümetlerin programları, bunlann uygulamaya yöneltilmesi, ekonomi politikalan, geleneksel devlet politikası ile bağdaşmak zorundadır. Olağanüstü koşullar altındaki yönetım sureçlen dışında, Türkiye'nin en esnek ekonomi politikası, bugüne değin, eski yönetim dönemlerinde DP'nin, daha sonra da AP'nin güttükleri ekonomi politikası, bilindiğı gibi. karma ekonomi politikasıydı. CHP dönemlerinde de, devletçiliğe ağırlık veren bir karma ekonomi politikası uygulanmıştı. Bu siyasal partiler, Atatürk ilkelerinin tümüne birden bağlı ya da yakın kalmaya çaba göstermişlerdi. Gelışmekte olan bir ülke kimliği ile dışa ekonomik bağımlılığımızdan, borç alma, borç ödeme, zaman içinde, ana borca yaklaşan faiz yükü altında ezilme ters döngüsünden kurtulmamıza olanak veren önlemlerin alınması, ekonomimizi düzeltici çabalara yönelinmesi beklenirken, kolay yolun seçilrnesi, ülkenin tüm gelişmiş ülkelere açılmış bir panayır, istendiği gibi at oynatılan bir çiftlik, bir açık pazar yerine çevrilmesı girişimleri ile karşı karşıyayız. Öyle bir ekonomi politikası izlenmektedir ki, bilemeyiz.buna bir ekonomi politikası bile denmesi, acaba, ekonomi bilimine bir saygısızlık sayılmaz mı? Bu politika, öyle bir politikadır ki, altın yükseliyor mu, öyleyse Türk ürası düşecektir. Amerikan Doları yükseliyor mu? Öyleyse, Türk Lirası düşecektir. işin ilginç yanı, altın düşüyor mu, öyleyse, Türk Lirası düşecektir. Amerikan Doları Düşüyor mu? Öyleyse, Türk Lirası gene düşecektir, gene düşecektir. "Enflasyonun aşağıya çekilmesi" ile, Türk Lirasının değerinin aşağıya çekilmesi eşanlamlı olmuştur. Atatürkçü ekonomi po(Arkası 11. Sayfada) GERİ ZEKALI ÇOCUKLARA Prof.Rıdvan Cebiroğlu Yönetiminde GündüzlüYatılı / Bakım Eğitim EEYOĞLU, NANE SK. NO. 20 TEL.1442866 İST. BİLGE'miz Sen gönlümüzde yaşıyorsun ve hep yaşayacaksın MERİÇ VE HIFZI VELDET VELİDEDEOGLU TEŞEKKUR Büyük laboratuvarın imkânları sayesinde hastalığıma teşhis koyan ve yakın alakasını esirgemeyen Doç. Dr. Dahiliye ve Nükleer Tıp Uzmanı Bn. SEMA CANTET ile yapmış oldukları başarıh böbrek ameliyatı ile beni sağlığıma kavuşturan Çapa Tıp Fakültesi Üroloji Ana Bilim dahnda sayın Doç. Dr. ÜrologOperatör NECDET ARAS ila başasistan MUSTAFA AKINCI ve Asistan Dr. AHMET MIJSLÜMANOĞLU ile Asistan Dr. ERKAN MERDER ve diğer servis doktorlan Dr. MEHMET MEHDENOCLU ve hemşire NURDANE ÖNER ve diğer hastabakıcılarla hastanede ve evde ziyaretime gelen ve çiçek gönderen, telefonla hatırımı soran tüm akraba, arkadaş ve dostlara teşekkürlerimi sunarım. MEHMET CANPOLAT SERVET AKTAŞ (GÜLBAY) ile VEYSEL AKTAŞ Evlendiler 26.12.1984 İstanbul S.S.Y.Bakanlığı Tuberkuloz Dışı Göğus Hastahkları ve Astım Hastanesi hemşire ve doklorlarından İLAN KADIKÖY İKİNCt SULH HUKUK HÂKtMLtĞİNDEN 1984/724 vesayet Halen Bursa E tipi kapalı cezaevinde hükumlu bulunan tzzet Çavuşoglu'na Kadıköy Karadeniz Mahallesi, 1092 Sokak No: 14 Kat 2'de mukim babası Bayram Çavuşoğlu vasi tayin edilmiştir. Keyfîyet ilan olunur. BEDRİYE ALAN ile ALİ İHSAN KABAKOĞLU e\lendiler, kendilerini tebrik eder, mutlu yıllar dilerim. 28.12.1984 BEYOöLU / İSTANBUL SACETTtN CANIŞILDAK Aile Dci3İsi'nin3.sayısı akh O smanlı Bankası'nın hizmetleri sürüyor: Türk ailesi için yararlı bir çalışma ürünü olan ve ilk iki sayısı büyük ilgi gören Osmanlı Bankası Aile Dergisi'nin 3. sayısı Bankamız şubelerinde mudilerimize dağıtılmaktadır. Tîirkiyc'dc bir bankaalık gclcncgi vaıdır" OSMANU BANKASI 1979 YIU İCRA PL 467 TEDBte UVAMNCA SİCARA SACUCA ZARARU5IR
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle