Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET 8 HABERLER Almanlar, Yugoslav işçilerini gerisin geri yvllamak istemis. Tito demiş ki, neden olmasın yoldaşlar. Hemen gönderiynrum doktorlanmı. A » doktoru? diyv V sormuş Almanlar, Tito kurnaz. demiş ki, sen alırken doktorunıı yx>llamadm mı \ugoslavya''ya? 6EYLÜL 1983 YAMAN GÖÇ Bekir YILDIZ "Haklı değil mi Alman?" diye sordum. "Haklı efendim, haklı" dedi. "Ama bizim durumumuz gene de başka. Diyoruz çalışalım. Bir an önce dönelim. Kazanalım, tasamıf yapalım ve dönelim. Çünkü burası bize baki değil. Bu toplum bizi atıyor. Bu, ta yıllar öncesinden belliydi. 73'lerde belliydi. Ama anlayamadık. Gelen zümrelerin cahil olması ve yetkililerin de bizleri uyarmaması, hâlâ bizi altın yumurtlayan tavuk gözüyle görmesi... Aman getirin de, nasıl getirirseniz getirin demesi... Yarın ben gelsem buraya, zannetmeyiniz ki, ben sizin gibi oturucam burda. Elektriğim mi kesildi, gideceğim yer, doğruca Belediye Reisidir. Benden vergi alıyorsunuz, siz benim elektriğimi nasıl kesersiniz? Soru, soru... Kesemez efendim, kesemez.. Çünkü ben Almanya'da, Alman vatandaşını görüyorum." "Gidemezsin," dedi arkadan hanımı. Giderim," dedi. "Ben giderim, dönersem yüzüstü, çocuğum öğrenir ya..." "İnanın kir içindeyiz," diye araya girdi hanımı. "Allahtan, anamın babamın evine gittik. Kocamustafapaşa'ya gittik de su bulduk. Bir haftadır gene kirliyiz. Nasıl iş b u ? " "Çok kötü. Çok kötü vallahi" diye Şenol Yanarlar aldı sözü. Yol kenannda parçalanmış bir araba gördük bu sırada. SEN DE DÖNECEKStN BİR GÜN GERİSİ.N GERİ "Işte, işte bizimkilerden birisi daha gitmiş," dedi. Yanarlar. "Altın yumurtlayan bir tavuk ölmüş... Dürüst ye kesin kararlar. Biz bu vatafı için cammızı veririz. Emin olun, biz dışarıda yaşayanlar, içeride yaşayanlardan daha çok yanıyoruz. Amerika, savaştan sonra Almanya'ya yardım yaptı. Almanya dünyaya hakim oldu. Bir dolar 250 lira. 1 mark lOOliraya ulaşıyor. Belki de, yola çıktığımızdan beri gene artmıştır. Bizim bazı arkadaşlar da seviniyor bu işe. Aramızda konuşup tartışıyoruz. Orada yaşayanlar da bizim kardeşlerimiz diyorum. Gavur değil onlar. Sen de döneceksin bir gün gerisin geri. Sonra, sonra ne olacak? Sen de 1 marka 100 lira ödemeyecek misin? Avrupa kurnaz efendim, kurnaz." "Çocuklan unutma Şenol..." Babaeski'ye gelmiştik. Arabayı park etti Yanarlar. "Ben çocuklara birşeyler alayım, şuradan," dedi. Şenol Yanarlar gitti. "Efendim," dedim arkama dönup. "Yerinizi aldık, kusura bakmayın. Arkada kaldıtıız." Emel Yanarlar gülümsedi. "Ziyanı yok," dedi. " N e olacak..." "Sizinle de konuşahm," dedim. "Anlatın lütfen, nasıl gittiniz? Şimdi ne yapıyorsunuz Almanya'da?" "Ismim Emel, Önce babam gitti Almanya'ya. Sonra da ben gittim turist olarak. Bakmayın siz, Şenol'un bol keseden attığına, ben eskiyim ondan Almanya'da. Evlendim de onunla, öyle geldi. Ben 45 yıl bekar olarak çalıştım orada. Annemin, babamın yanındakyen çalıştım." "tşiniz neydi?" "Ben el lambası yapan fabrikada çalıştım. Hâlâ da orada çalışırım. Ama fabrika şimdi saç kurutma makinesi yapıyor." "Yaptığınız el fenerinden bir tane ayırsaydınız bari," dedim şakadan. "Türkiye'ye döndüğü^ nüzde, suyunuz kesildiğinde, elektriğiniz kesildiğinde, eşiniz Belediye Başkanına gidecekti ya..." "Ne işe yarar ki, el lambası?" diye sordu. "Belediye Başkanının odasını nasıl bulacak? Bakarsınız, onun da elektriği kesilmiştir."' "El lambası, Belediye Başkanı şöyle dursun," dedi. "Kurutma makinesi getirdim de ne oldu? Yıkanamıyorum ki, saçımı kurutayım. Baksanıza saçlanm keçe gibi. Ondokuz sene çalıştım." ANNE KIZ DEĞtL, SANKJ İKİ AKRABA "Hâlâ çalışıyor musunuz?" "Çalışıyorum. Bir ara çıktım ama. îkinci çocuğumuz olduğunda, işte bu olduğunda çıktım. Dört yaşında oldu kızım. Yeniden girdim işe. Ah, şimdiki aklım olsaydı... llk çocuğum olduğunda, getirip dedesinın yanına bıraktık. Yani Türkiye'ye getirdik. O zaman iki elliydik. Ama şimdiki aklım olsa, tek elli de olsak, bırakm'am çocuğumu. Hiçbir çocuğa benzemedi zavallıcık. Baksanıza, bir köşeye sinip durur hep. Yaşı 8. Ama ne o bana, ne ben ona alışabildim. Yabancı gibiyiz hâlâ. Annekız değil, sanki iki akraba..." "Hanımların sorunları daha çoktur," dedim. "Öyle değil mi? Ev işi, çocuklar... Yabancı bir ttlkede üslelik..." "Ben sabah altıda kalkarım, ta gece 10'a kadar. tlk işim ço POUTİKA VE OTESİ MEHMED KEMAL Maden ocağında çaiışan işçilere dokıınıılmuyor yapıyor. Yollarda, madende çalışanlar da Türk. Onlardan niye hiç ses çıkmıyor?" "Özeilikle madende çahşanjan unuttular herhalde," dedim kinayeli. "Ya da haber gec ulaşacak. Eee, ne de olsa yerin altındalar... Ara knşak sorununu nnuttuk bu arada..." "Efendim, onlann çoğu yakında Alman olacak. Dönenler, çocuğuna gücü yetenler, alıp getirecek Türkiye'ye. Gece kulüplerine, diskoteklere alışmış, ya da memleketini unutmuş, tanımamışları toplayacak Abnanlar. Elîna, armut toplar gibi torjlayacaklar. Çünkü Almanlar, şimdi milliyet değiştirmeyi çok çok kolaylaştırmak yolunda. Hele bir atabildikleri kadannı atsınlar dışanya, geri kalanları, hele gençleri bir posta kartıyla vatandaşlan yapacaklar. Vatandaş dediğim, asker yapacaklar. Açıkça söylüyorlar, bana yeni kusak lâzım. Yeni kuşak calışsın ki, benim işçimin sigortasını, emekli parasını ödesin. Almanlar'da gelecek kuşak yok, bitti." "YEMEDtK İÇMEDİK BİRİKTİRDtK" Sevim Hanım, söze kanştı arkadan. "Ooooo, onlar bizim yaşlılanmızı değil, gençierimizi çok seviyorlar" dedi. "Bayılıyoriar gençlerimize. Bak ben 17 yaşında gittim Türkiye'den. Açlığın, yoksullugun ne olduğunu biliyordum. Ama kardeşlerim küçücüktii geldiklerinde. Biri 3 yaşında biri 5 yaşında>dı. Tanımadılar burayı. Orayı tanıdılar. Yani Almanya'yı tanıdılar. Sanıyorlar ki, dünya hep böyle. Bugün kazandıklarını, bugün yiyorlar. Bu, Almanlar'ın işine yarıyo düpedüz. Bizim gibi değil onlar. Biz yemedik, içmedik biriktirdik. " "Biriktirip memleketimize kaçırdık," dedi Şenol Yanarlar. "Bakın efendim, hesap meydanda. Biz yılda 2 milyann üstünde mark çıkanyoruz Almanya'dan. Bunu, onlar da biliyor. Adam diyor ki, sen bende çahşıyorsun, fakat paranı burada eriteceğine, dışarı kaçırıyorsun. Kızıyor. Ama ara kuşak kazandığını yiyor. Düşünün bir an, bugün genç olan bir Türk 63 yaşına kadar çalışacak. Bu ne demektir? Çalışmayan, yok olan Alman gençliği yerine bizimkiler çalışmalı ki, emekli olmuş Alman'ın emeklilik maaşını, bizimkinden kesip ona verebilsinler. Kırk yıl çalışacak.. Kırk yıl... Bu demektir ki, iki yaşlı Alman'a bakacak. Ama bu çocuklar orda kalmaz, çalışmazlarsa, ihtiyarhk kasalan iflas edecek demektir... Alman bu... Çok akılh Alman. Tilki gibi kurnaz da... Bizim gibi değil öyle. Düşünür, taşınır sonra çıkardığı kanunu yerine koyar. Onlarda önemli olan akıldır, duygu değil... Duygu dediğimk zaman, duygu akıldadır derler. Derler ama, akıllan da birincidir, hakcası. Şöyle bir geriye bakalım: Savaştan çıktılar. Çoğu öldü. Çoğu körtopal. Dışandan yardım aldılar o ara. Ama bir motor güç, bir adale güç de gerekti sonra. Bu gücü de yurtdışından karşıladılar. Olay bu kadar efendim. Yeni doğum kontrol uygulamasıyla sayılan da artmıyor. Ama yaşlanan Alman'a para gerek... İşte bu boşluğu da, yeni kuşağımıza doldurtmayı planlıyorlar. Yeni kuşak hem para yiyici, hem de dillerüıi biliyor. Gerçi Hıristiyan değiller ama, Müslüman da sayümazlar hani... Yani bu ara kuşağın uyumu, tam Alman'ın isteyip de bulamadığı kıvamdadır efendim. Alman Alman'dır, Türk Türktür. Savaşı hatırlayalım. Savaşta ilk cepheye kimi sürecekler? Ara kuşağı... Bu ara kuşak, istenirse yaşatacak, istenirse ölecek." Edirne'ye ulaşmıştık. Selimiye Camisi'nin önünden geçtik. Bir insan, bir araç kargaşası vardı ki, şaşılası... Insanlar farkında değildi görkemli Selimiye'nin bile. Selimiye onlara hüzünlü bir sabırla, gülümseyerek bakıyordu. Önünden kimler, kimler geçmemişti ki, bugüne kadar. Padişahlar, vezirler, paşalar, yağlı güreş pehlivanlan... Şimdilerde de, göçmen işçiler geçiyordu. Park etti arabasıru Yanarlar. " S i z i y o r d u m , " dedim. "Hem araba kullandınız, hem konuştunuz yürekten. Sağolun." "Hasretiz biz" dedi. "Suya hasret bitki gibi, hasretiz Türkçe konuşmaya. Hanım işe gider, göremezsin. Sokaklarda yürürken, korkarsın çolukçocuğunla Türkçe konuşmaya. Oh.. Oh be, ne rahatmış meğer, ana diliyle konuşması insarun..." İki Kunta Kinte olarak, sarılıp vedalaştık. Alışveriş için, onlar Edirne'de kaldı. Biz Kapıkule'ye doğru yolculuğumuzu sürdürdük... SÜRECEK Kitlesel İlişkiler Public Relations deyimi dilimize gırdiğinden beri, her söze olduğu gibi, hamaratlanmız, buna öztürkçe bir karşılık aramışlar, halkla ilişkiler demişlerdir. Acaba halkla ilişkiler deyimi Public Relations'u tam karşılıyor mu?BirPı/ö//c Relations uzmanı olan Alaaddin Asna'ya. sorarsanız karşılamıyor Çünkü halk sözünün kapsamı daha dardır, Publidı hiç bir zaman kavramıyor. Öyleyse kalabalıkları içeren daha yaygın kapsamlı bir söz bulmak gerekiyor. Bu da belki kitlesel sözcüğü olabilir. Kitlesel ilişkiler deyimi belki Public Relations'un yerini karşılar. Public Relations deyiminin başka ülkelerde öz dillerle karşılanması güç olduğundan deyim olduğu gibi alınmış, dile uydurulmuştur. Alaaddin Asna, bize de böyle alınması gereğini savunuyor. "Doğrusu bulununcaya kadar" diyor. "Yeni ve teknik bir tehm olan Public Relations 'ı tıpkı operatör. ürolog, avukat, doktor, atietizm, futbol, tenis, radyo, televizyon, tiyatro, helikopter, karantina, kravat, smokin, otobüs vb. gibi bozmamakta yarar vardır." Vaktiyle fırka, şimdi parti olarak kullandığımız sözcük nasıl batmıyor, belki bu da batmaz. Her dilde olduğu gibi kullanıldığına göre, bizim dilimizde de pekâlâ kullamlabilir. Public Relations, çağımızın bilgi, görgü, çalışma ve uygulama istiyen önemli uğraşlarından biridir. Her kuruluşun böyle uğraşa gereksinimi vardır. Bizde bu uğraş oldukça yenidir. Ancak mektepli olarak bu uğraşı ılk öğrenen ve öğreticişi olan Alaaddin Asna'uu. Ben Asna'yı, 1957 yilında liseyi bıtirdiği ve gazeteciliğe başladığı yıldan tanınm. 57'mi, 58'mi olacak geldi, çalıştığım büroda görev aldı. Bir yandan da Siyasal Bilgiler'e gidiyordu. Alaylı bir gazeteci olarak kalmak istemediğini o zaman sezinlemiştim. Çünkü onun yaşıtında ve onun yaptığı işi yapan kendi gibi gençler, gazeteciliğe başlamışlardı ve okulda okumak istemıyoriardı. Geriye dönüp baktığımda, bu gençlerden çoğu başarılı oldu. Okusalar da, okumasalar da... Public Relations mesleğinin ilk uygulayıcılarından biri olarak biz Asna'yı tanıyoruz ama, o kendinden önceki ustaların hakkını yemiyor. Meğer Asna'dan önce bu meslekte Altemur Kılıç, Ahmet Ramazanoğlu, Talât Halman, Fethi Pirinçcioğlu ve İbrahim Çamlı varmış. Basın Yayın Yüksek Okulu kurulduğunda Michigan Üniversitesi'nden bir Amerikalı Public Relations uzmanı ıstiyoriar. Okulda ders verecek. Amerikan Michigan Üniversitesi'nden verilen yanıt şöyledir: "Türkiye'de bızım üniversiteden mezun olan bir uzman var. Adresi ve adı şudur. Yeni bir uzman aramanıza gerek olmamalı... Falan filan." Diyor ki Asna, "Ben Basın Yayın Yüksek Okulu'nun bağlı bulunduğu Siyasal Bilgiler Fakültesi1 nden mezundum adımı ve adresimi oradan sorsalar beni bulabilirlerdi." Böyledir işte, "O mahiler ki derya ıçredir deryayı bilmezler." Yıllar sonra Asna'yı Koç Holding'in kolaylık olsun diye söyliyeyim Halkla İlişkiler Müdürlüğü'nde buldum. Yeni edindiği yeni bir mesl*ği bu holdingın buyruğunda kullanıyordu. Aradan bir süre geçti, Alaaddin Asna holdingten ayrıldı ve kendi başına çalışmaya başladı. Bazı yüksek okullarda da dersler verdiğini biliyordum. Babıâli'nin içinde ve tek başına mesleğini geliştirme ve tanıtmak için çok çabalar harcadı. Şimdi Public Relations dendi mi akla Alaaddin Asna gelir. Benim için mi böyle? Yok, çok kişiye sordum onlar için de böyledir. Bu meslekte yazılan birkaç kitap vardır, hepsinin üstünde Alaaddin Asna'nın imzasını görürsünüz. Sadece öğrenmıyor, öğretiyor da... Bir kıyıya not etmiyor, yazıyor da... Public Relations'un ne olduğunu, ne olmadığını, ne işe yaradığını, hangi işlere yaramadığım Batılı ölçüler içinde öğrenmek, bilmek istiyorsanız Alaaddin Asna'ntn kitabını salık veririm. Sade, okutan bir dille en kargacık burgacık konuları yazmış ve açıklığa kavuşturmuştur. Böyle teknik sayılabilecek bir kitabı üslubundan ötürü bir çırpıda ve bir günde okudum, bitirdim. Sizin de zevkle okuyacağınızı, benim gibi yararlanacağınızı umarım. Gcri geri değil, ileri doğru ıtmeyi öğrenemeden, kendilcri eskidi. arabalan çiirüdü 11 otoğraf: Endcr ERKEK) "j/fc çocıığum olduğunda, 21 yaşında, cahil bir anne idim. Getirip bıraktık bıırayn. Hâlâ üstünden atamadı. o ayrılığm acısını. Ama. şimdiki aklım olsa, değil bir çoeuk on çocıığum olsa, gene de bırakmam bir yvre. Para kazandım. ama yüreğim ynralı. Mahcubum çoctığuma. Çok pişmamm. Çok mal aldık bııradan. Mahmız çok. Bir daire eksik olsayrlı da çocuğum yanımda büyüseydi.'"' cuklan hazıriamak. Birisini okula, birisini giydir, yalvar bir komşuya." "Kreşe neden vennediniz?" "Yer yok diye almadılar. O da sırayla." "Öteki kadınlar ne yapıyor peki? Daha çok çocuğu olan aileler yani?" "Çocuklan sokaklarda gezinip duruyor. tlk çocuğvm olduğunda, 21 yaşında, cahil bir anne idim. Getirip bıraktık buraya. Dedim ya, hâlâ üstünden atamadı, o ayrılığın acısını. Ama, şimdiki aklım olsa, değil bir çocuk on çocuğum olsa, gene de bırakmam bir yere. Para kazandım ama, yüreğim yaralı. Mahcubum çocuğuma. Çok pişken aynı parayla alamıyorsun yahu... Vay burada yaşayanlara..." Arabayı ana yola doğru sürdü. "Yaşıyonız,' dedim. "Sizden daha zor yaşıyonız. Sizler, mark bozduruyorsunuz üstelik. Ama gene de bir rahatlığımız var, size göre: Parayı, para gibi değil de, kâğıt gibi liarcanz. Yani korkmayiz paradan..." "Para yok ki beyim... Gerçek para yok ki..." "ONLAR ÇOCUK SEVGİSt NEDİR BtLMEZ" "Şaka işte," dedim, gülerek. "Biz Almanya'ya dönelim gene. Çocuk sorununu konuşuyorduk. "Sanayi toplum ıı olmanın kaçınılmaz bir sonııcu belki de, çocuk belli ynşa gelince, annenin babanın sorumluluğundan çıkıyvr. Ama ekonomik olarak da yük olmuyor anaynbabaya doğrusu. Bizim gibi toplumlar da, bir başka hani... Çocuklar hiç mi hiç büyümez. Yaşhlar çalışır, gençler yvr. Bıtrada da bir haksızlık, bir sevgi sömürüsü yok mu?" cuklan olması da, işi daha çok zorlaştırıyor. Başedemeyince, işin ucunu koyveriyorlar. Berlin'in bir mahallesi onlarla dolu. Almana, Türk çocuğu deyince, ürküyor zaten. Anasından, babasından hazetmiyor ki, çocuğundan etsin. Onlar çocuk sevgisi nedir bilmez hem.. Çoğunun çocuğu bile yok. Eli iş tutunca da, yallaaaahh.... Evet, modern bir düşunce ama, onlar tamamen, çok tamamen serbest bırakıyorlar." "Eee, yolculuk işte... Sizin de dikkatinizi dağıtıyorum hani. Şu trafiğe bakın. Çoğu göçmen işçilerin kullandığı arabalar. Konudan konuya atlıyoruz. Diyeceğim şu: Sanayi toplumu olma"Küçükken hayata atıhyor Almanlar. Kendini hazırlamış oluyor, otomatikman. Katılaşrnak. Alman mucizesinjn hikmeti bu efendim: Katılaşmak. Katılaşmak, bir de yutkunarak konuşmamak.. Bakın efendim, Alman yetkilileri Türkiye'ye geliyor, şartlarımız şu, şu diyorlar. Bizimkiler de böyle yapsalar ya... Biz Almanya'da duyduk. Tito daha sağmış. Almanlar, Yugoslav işçilerini gerisin geri yollamak istemiş. Tito demiş ki, neden olmasın yoldaşlar. Hemen gönderiyorum doktorlanmı. Ne doktoru? diye sormuş Almanlar. Tito kurnaz. Demiş ki, sen alırken doktorunu yollamadın mı Yugoslavya'ya? En sağlamlan Kim bilebilirdi hemşerim, döniişümüz gidişimizden beter mamm.Çok mal aldık buradan. Malımız çok. Bir daire eksik olsaydı da, iki daire eksik olsaydı da, çocuğum yanımda büyüseydi. Bakıcı Almanlar'a verseydim ya da. Ama, onlar da yaramaz hani. Bakıcı Alman kadınlar, hap yutturuyormuş çocuklara, sesleri çıkmasın diye. Dert işte... Almanya'da para kazanıyoruz ya, bir de gelin bize sorun. Yüreğimizin bir tarafı yara. Yara, çocuğum yabancı gibi, Yara, geliyoruz izne, o diyor ver, bu diyor ver. Dert... Offff, çok fena kafamın içi..." "Çok mal aldık dediniz. 10 yılda nasıl oldu b u ? " "Ben Şenol'a benzemem. Onun eli açıktır. Onun aklına gitseydim, şimdi az birşeyimiz olurdu. Yeni işime arabayla gidiyom. Benim de, arabam, ehliyetim var. Ama, hem benzin parasını çıkarıyom, hem de kadınlık işte... Süs müs... arabamla oradaki Türk kadınlarnı da işe göturüp getiriyom parayla. Eehh, Almanya'da ayıp değil böyle yapmak." "Yıllardan beri Almanya'dasınız. Oradaki Türk hanımlanyla yakından ilişkiniz olduğu anlaşılıyor. Aranız nasıl bizimkilerle?" "Samimi olursanız, zararlı çıkarsınu. Ben AJmanca'yı çok iyi bilirim. Arkadaşlarımın çoğu Alman... Ara sıra Turkler'le de bir araya geliyoruz. Kadınlar, çocuklar, işte... Bir kargaşadır gidiyor. Curcuna... Onlar n yuzünden Almanlar'Ia da kotu oluyom. İstemiyorlar kalabalık. Hele çocuk..." Şenol Yanarlar döndü bu sıra. Köfte ekmeği, hanımına verdi. "Herşey ateş pahası" deHi. "tzine gelirkpn atdiğını, dönerBir başka sormak istediğim de şu aslında: Bundan 1015 yıl önce büyük kentlere uğramadan, kırsal kesimlerden adeta uçarak Almanya'ya giden yurttaşlanmızın göriiniimü, 1015 vılını >urtdışına gitmeden büyük kentlerde, j hatta ilçelerde geçirmiş kişiler, aileler arasında. yurtdışındakilerden daha olumlu, salt göriinümleriyle de olsa olumlu bir görünümleri, bir çevreye uyma çabaları var. Bunu gözlemek, yurtdışından gelip gidenlerde gözlemek mümkün. Bu içe dönüklüğiin, bu yaşadıklan toplumlarla uyum saglayamamalannın nedeni iizerine konuşalım biraz d a . . " "İki ayn kutup efendim" dedi. "Buzdolabında gibiler. Korkuyorlar açılmaya. Onun için aralarında yaşıyorlar. Çok ço "Bir Türkün yunına hasta babası gelmiş. Geldiği gece ölmüş adamcağız. Oğlu bakmış başma dert olacak bu iş, polis, tabııt... Bir örme makinesi kutusu almış. İçine yntırmış babasınm ölüsünü. Atmış arabanm üstüne, çıkmış yola. ÎSiyeti köyv yvtiştirmek. Yugoslarya''yı yarılayınca uykusıı gelmiş. Arabayı, çekmiş bir kenara. Bir de ııynnmış ki, babası yrtk. \ani örme makinasmın kutusu yx>k. Yugoslavın birisi, sıriladığı gibi, makine niyvtine babasını çalmış."1 nın kaçınılmaz bir sonucu belki de, çocuk belli yaşa gelince, annenin babanın sorumluluğundan çıkıyor. Ama ekonomik olarak da yük olmuyor anayababaya doğrusu. Bizim gibi toplumlar da, bir başka hani... Çocuklar hiç büyümez. Yaşlılar çalışır, gençler yer. Burda da bir haksızlık, bir sevgi sömürüsü yok mu?" "Doğru. Ananmbabamn canına okunuyor. Bizim yapacağımız şu olmalı şimdi: Çocuklar başınızın çaresine bakın, ama uzaktan takip. Ben bugün 36 yaşındayım, dönsem geri, ver baba desem, ver. Elindeki avucundakini kunışuna kadar verir. tşte Alman buna enayilik diyor da başka birşey demiyor..." "Vermemekle, istemek aynı yanlış ama..." nı, sapasağlamlarını seçtin. Geri göndermek istediğine göre, ben de Almanya'ya gönderirim kendi doktorlanmı. Verdiğim gibi sapasağlam isterim. Tito kadar akıllan yok mu? Bizimkiler de boyle dese ya... Nerde kaldı gençliğimiz... Yağma var mı öyle posamızı çıkardıktan sonra atmak..." "Söz, duymuşluktan açıldı da," dedim. "Benim de duyduğum bir hikâye var: Hâlâ sonunu düşünürüm... Bir Türk'ün yanına hasta babası gelmiş. Geldiği gece ölmüş adamcağız. Oğlu bakmış başına dert açacak bu iş. Polis, tabut... Bir örme makinesi kutusu almış. İçine yatırmış babasının ölüsünü. Atmış arabanın üstüne, çıkmış yola. Niyeti köye yetiştirmek. Yugoslavya'yı yarıla>ınca uykusu gelmiş. Arabayı çekmiş bir kenara. Bir de uyanmış ki. babası yok. Yani örme makinesinin kutusu yok. Yugoslav'ın birisi sırtladığı gibi, makine niyetine babasını çalmış. Adam bir de kutuyu açınca evde... Kutunun içinde bir mevta..." "Olur efendim olur, dünyada herşey olur. Ne demiş Tito? siz benim işçüerimi alırken kendi doktorlannız, hayvan seçer gibi, muayene ede ede aldı. Şimdi de benim doktorlarım muayene edecek. Tito gibi yapacaksın ki, akıllan başına gelsin Almanlar'ın..." "Konuyu dağıttık. Eee, kaç saattir konuşuyoruz. Sanıyorum, işten çıkarmalar daha çok fabrikalardan oluyor." "Bundan hiç şüpheniz olmasın efendim. Bakın, gidin Münih Belediyesine, çöpçülerin çoğu Turk. Gidin mezarhklanna, çoğu Turk. Mezar kazıcılığından, ölü yıkayıcılığına kadar Türkler ÇAUgANLAREV SORULARI/SORUNLARI YILMAZ ŞİPAL Yer değiştirmede eşlerin durumu Devlet Memurları Yasası, yer değiştirme suretiyle "yapılacak atamalarda; aile birimini muhafaza etmek bakunından eş ve sağlık" durumlarının dikkate alınmasını öngörmüştür. Yasanın bu hükümlerinin nasıl uygulanması gerekeceğini 25 Haziran 1983 günlu Resmi Gazete*de yayımlanan "Devlet Memuriannın Yer Değiştirme Suretiyle Atanmalanna tlişkin Yonetmelik" belirlemiştir. Yönetmeliğe göre sağlık durumuna dayanarak memurun yer değiştirme isteğinde bulunabilmesi için, kendisinin veya kanunen bakmakla yükümlü olduğu kimselerden birinin bulunduğu yerde kalmasının sağlık durumunu tehlikeye koyacağı "tam teşekkiillü Devlet Hastanesinden" alacağı sağlık kurulu raporu ile belgelendirilmesi gerekmektedir. "B Özür Grubu" olarak saptanan, eş durumuna "dayanarak memurun yer değiştirme isteğinde bulunabilmesi için eşinin Devlet Personel Dairesi Kurulması Hakkındaki 31/12/1960 tarih ve 160 sayılı kanuna tabi bir kurumda memur statüsünde çahştığını, görev yeri belgesi ve nüfus kağıdı örneği ile belgelendirilmesi" gerekmektedir. Yonetmelik ancak her ikisi de Devlet memuru olan eşlerin durumlannı gözönune almakta ancak bu durumda olan eşler için Yönetmeliğin uygulanacağmı vurgulamaktadır. Bunun dışında eşleri, işçi, esnaf ve bağımsız çaiışan, Devlet memurlarının durumları ise yönetmelikte söz konusu edilmemiştir. Yonetmelik ANAYASA'nın 10. maddesinde vurgulanan "Kanun önünde eşitlik"e ters düşmüyor mu? "Madde 10 Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşunce, felsefi inanç, din, mezbep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organlan ve idare makamlan bütün işlemlerde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun hareket etmek zonındadıriar." ANAYASA'nın "Ailenin korunması"na ilişkin 41. maddesi de "Madde 41 Aile, Türk toplıımunun temelidir. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özeilikle ananın ve çocuklann korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilâtı kurar." demektedir. Yönetmeliğin, ANAYASA'nın buyurucu olduğu tartışmasız bu ilkelerine uyması gerektiği inancındayız. ORTADOĞU TEKNİK ÜNİVERSİTESİ REKTÖRLÜĞÜNDEN DOKTORALI ÖĞRETİM GÖREVLtSt ALINACAKTIR. 2547 sa>ılı Yükseköğretim Kanununun 32. rnaddesi gereğince Üniversitemiz, Yabancı Diller Yüksek Okulu Modern Diller Bolümünde Ingilizce, Fransızca ve .Mmanca derslerıni vermek uzere doktoralı öğretim görevlileri alınacaktır. Ilgilenenlerin ODTÜ Personel Müdurlüğunden alacaklan başvuru formlarını doldurarak en geç 23 eylul 1983 gününe kadar Personel Mudürluğüne iade etmeleri ve 28 e>lül 1983 Çarşamba günu saat 10.00"da sına\ için Modern Diller Bolumünde (Eğitim Fakültesi Dekanlığı Bodrum Katı) hazır bulunmaları gerekmekt»dır. ÇUKUROyA ÜNİVERSİTESİ REKTÖRLÜĞÜ'NDEN 1 Cinsi Miktan Muh.Fivalı Muh.Bedeli a) EMG Cıhazı 1 Ad 10.000.000, 10.000.000b) Amplifikatör I Ad 75O.OOOr 75O.OOOr c) Yatar Koltuk 8 Ad 120.000r 960.000, d) Analitik Terazi 1 Ad 450.000r 45O.0O0r 2 Yukarıda adı geçen 4 kalem ihtiyaçlara ait teknik ve idan şartnameler mesai saalleri ıçerisinde Rektörluk Satınalma Mudurluğu'nden ucretsiz olarak alınabilir. (Telefonla bilgi verılmez). 3 İhale 26.9.1983 tarihinde saat I5.00'de universilemizin Baicalı kampusundeki rektorlük binasında yapılacaktır. 4 İhale Yüksek Öğretim Kurumlar'ı Satınalma ve İhale Yönelmeliğinin 8. maddesı gereğince kapalı zarf usulu ile yapılacaktır. 5 İşin geçici teminatı 364.800r TL olup, kesin teminat ihale bedelinin °'o 6'sıdır. Geçici teminatların universitemizin Cemalpaşa semtindeki saymanlık mudurlüğune makbuz karşılığında yatırılması. 6 Isteklılerin 1983 yılı Ticaret Odası'na kayıllı belgelerini ibraz etmelerı, 7 Teklif mekıupları ihale saatınden 1 saaı öncesine kadar kabul edilir. Daha sonra \erilen leklıfler ile posladakı gecıkmeler dikkate alınmaz. 8 Idaremiz 2490 sayılı yasaya tabı olmayıp, ihaleyi yapıp yapmamakta veya dıledığıne >apmakta serbesttir. Basın: 23757 ADAYLARDA ARANACAK NİTELİKLER: 1) Ingiliz, Amerikan, Fransız veya Alman Dili ve Edebiyatı ve Dilbilim dalında doktora derecesini almış olmak, 2) îlgili dilin oğretiminde tecrübe sahibi olmak, Basın 23854 TOridye Çocuk MSyierl KJcA HER ŞEY ÇOCUKLAR IÇIN ÇOCUK KÖYLERİNİ DESTEKLEVİN BACIŞLARINIZI YAPI %e KREDİ BANKAS1 N1ŞANTAŞI ŞUBESİNDEKI TLRKİVE ÇOCUK KÖY1 ERİ V AKFI 920052 8 NO.'LL' HESABINA Y*TIRABILIRSİNt7