27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER yemek olduğu da kolay söylenemez. Çünkü eti olmayan bahçecinin, toprağında ne bulduysa tencereye atması, bir seçme, beğeni işi değil, zorunluluk sonucudur. Katalonya ile Fransız sınırı arasındaki Costa Brava köyünün, iki kulplu demir kapta yapılan balıklı pilavı (Paella, hem yemeğin, hem de iki kulplu kabın adı) bütün dünyada ünlüdür. (Bizde de bir ara Boğaz lokantalarında lüks yemek olarak verilirdi); oysa yoksul bir balıkçı yemeğidir bu. Adam o gün denizden çıkarttıklanmn satabildiğini satar, elinde kalanı karısına getirir, kadın da bunları pirince katıp pişirir. İçinde bir kaç çeşit balık var diye, bu yemeği yiyen yoksul Costa Bravalıyı "Denizler tmparatoru" sayacak değiliz ya! Sayın A. Munis Armağan'ın "Belgelerle Beylikler Devrinde TİRE" başhklı kitabında, konumuza ışık tutacak ilginç bir bilgi var; imaretler bölümüne geldiğinde, yazar, bir örnek vererek kimi ilginç sonuçlara vanyor: "lsa bey kızı Hafsa Hatun'un Bademye imaretinde, günde iki kez pişirilen yemekler için Çorba, Pilav, Aşure şeklinde alman yemek listesi, bize giinümüzde resmî kunımlarda, fabrikalarda çıkanlan Uçlü yemek çeşidinin öncüsü olduğu yolunda önemli bir kanıt veriyor." Çorba, pilâv, aşure'den kurulu bu üçlü yapı, Türk sofrasını tanıtan önemli bir açıklama getirmektedir bence de. Elbet burada, yoksullara, gelip geçicilere (gezginlere) yemek veren imarethanelerdir sözkonusu olan; o sırada tbrahim Paşa konağında otuz, kırk çeşit yemek geliyordu sofraya. tstanbul Sergisi dolayısiyle yazdığım yanda, bu konakta köle olarak bulunmuş bir tspanyol soylusunun kitabına değinmiştim. Sadrâzama otuz kırk çeşit yemek getirildiğini orada okumuştum. Kırk ya da elli çeşit olsa da, yukardaki üçlü yapı bozulmuyordu: Açıcı, doyurucu, tatlandırıcı. İlkel toplumda da et, ya çiğ, ya pişmiş olarak yeniyordu, bugün de öyle yeniyor. Üç türlü yemektir sanırım bizim geleneğimiz. Çocukların ağzına üçüncü kaşığı, "Tannnın hakkı üçtür" diyerek verirler. Bu üçlü temel, bizim karma yemeğe, ya da çeşitleri biraraya getirmeğe pek yatkm olmadığımızı gösterir. Etin sebze ile karıştırılması, Fetih'ten sonradır sanıyonım. Dolma daha öncedir; eski göçebe yerleşti mi, dolma yemeğe başlar, ta Malazgirt'tenberi. Tarihimize bu açıdan baksak, kim bilir ne öğretici gerçekler çıkar ortaya! Ancak biz, yemek gibi, sofra gibi, çatal bıçak kullanma gibi konulan ciddi saymayan insanlarızdır, onun için de bir araştırmaya girişsek, her şeyden önce, belge bulamayız. Yukarda andığım lspanyol soylusu anlatmasaydı, ben Sadrâzam (makbulmaktul) tbrahim Paşa'nın ne yediğini değil, nasıl yediğini de bilemeyecektim: Sadrâzam, odanın ortasında yer minderine oturuyor, yemek sağ yandan, elden ele geçerek geliyor, sadrâzam bundan bir kaşık alıp, solunda ayakta sırayla duran saray erkânından en baştakine veriyor tabağı, o da bir kaşık alıp yanındakine, yanındaki bir kaşık alıp yanındakine... böylece tabak sarayın kapısında bekleşen dilencilere dek varıyor. (Ne tabakmış!) Bu sırada Sadrâzam ikinci, üçüncü, dördüncü... tabağa geçmiş bulunuyor elbet. Ama, "Ben şu yemekten çok hoşlandım, verin o tabağı da bir kaşık daha alayım" diyebiliyor mu kim bilir? sanırım diyemiyor. Ayıp olur çünkü. Çatal bıçak kullanmağa hangi tarihtebaşladığımızı kesinolara bilmiyoruz. Et elle yenilebilir, ama çorba için kaşık gereklidir. O yüzden, diyebiliriz ki, bizim can kurtaran simidimiz kaşıktır. Kaşıksız bir Türk düşünülemez. Kaşık kolleksiyonlarımızın zenginliği de buradan geliyor. Karı'ya "kaşık diişmanı" denmesi, onun aşa ortak olmasındandır. Bundan anlaşılacağı üzere, biz yemek için elimizden sonra ilk kaşığı kullanmışız. lmârethaneye gelenin kuşağında kaşık vardı. Imârethaneden lokantaya gelinceye dek neler olup bittiğini ise açık seçik bilmiyoruz. tlk yemek yenilen yer olan imârethane hangi tarihte ortadan kalktı ve lokanta hangi tarihte başladı? Ben bu konuyu ele almağa ne zamandır hevesleniyorum, ama belge bulabileceğimden hiç umutlu değilim. tmârethaneden sonra büyük kentlerde, ya da kasabalarda "ahçı dükkânı"nı bulacağımızı sanıyorum. Ahçı ya da aşçı dükkânının, pek de gerilere uzanmaması gerekir. Lokantanın açılabilmesi için çatal bıçak kullanımımn yaygınlaşmasını bekleyeceğiz. Oysa çatal bıçağın 1808'den sonra kullanıldığının söylenmesine karşın, "lokanta" adına ilk olarak Konya Aksaray'mda Selçuklular zamanında (XIII. yüzyılın ilk yansı) rastlandığını Meydan Larousse'da okudum. Bu İokantada Hristiyan tüccarlar yemek yerlermiş. Yahya Kemal ise, ilk lokantamn, "loganda" adı ile ve ttalyan etkisi ile açıldığını söyler. Nerede? Ne zaman? Asıl önemli olan, kadınla erkeğin birarada gittikleri lokantayı bulmaktır. Bu koşul gerçekleşmeden "lokanta" adını kullanmak, "ahçı dükkânı" demekten başka anlama gelmez. Kadınla erkeğin, karı kocanın birarada gittiği... Bunu ancak Cumhuriyet döneminde buluyoruz. O kadar yeni. Biz yemeği yerde yemekten, önce hamur tahtasına, sonra yemek masasına geçtik. Bu bir yükselmedir elbet, öyle ki, şimdi Amerikan âdetlerinin uygulandığı kimi aş ve içki yerlerinde, ayakta yenip içiliyor artık. Lâhmacunla bira içmek için ise çatala da, bıçağa da kaşığa da gerek yoktur. Demek ayağa kalktık ve bütün yemek araçlarını elimizden attık. tnsanlığın hazır besin toplayıcılık dönemine giriyoruz belki de. 5 AĞUSTOS 1983 Ayağa Kalktık MELİH CEVDET ANDAY Ünlü budunbilimci Claude LeviStrauss çok ilginç bir incelemesinde "ylyecek" konusunu yapısalcı açıdan ele alır ve ilkel toplumlardan günümüze "yemeğin" yapılarını ortaya koyar. Bu yapıların temelinde ciğpişmiş karşıtlığı bulunmaktadır. Kuşkusuz, bu ve bunun gibi yapısal özelliklerin sürekliliği, bugün bizim de, ilkel toplum insanı gibi yiyip içtiğimizi göstermez. Hattâ bugünkü toplutnlarm yemekleri arasında da, yapısal diyebileceğitniz aynmlar vardır. Claude LeviStrauss'un belirlediğine göre, sözgelişi, bugün tngiliz "tabağı"nın temel yapısı, ortada etin, kenarlarda ise garnitürün bulunmasından oluşur; ortadaki ulusaldır, onun yanına dizilmiş olanlar ise sömürgelerden gelme. Claude LeviStrauss'a, söylemediği sözü söyletmek istemem; ben ekleyeyim, tngiliz imparatorluğunu bu tngiliz tabağı betimlemesi kadar kestirmeden ortaya koyan bir tanıt gösterilemez kolay kolay. Sömürgelerini bir bir yitiren bu imparatorluğun, yavaş yavaş garnitür sıkıntısına düştip düşmediğini bilmiyorum; ama devlet yapısının değişmesiyle "tabak"ta da birtakım değişikliklerin kaçınılmaz olduğunu söyleyebiliriz sanırım. Bundan çıkarılacak en yakın sonuç, "Benim sofram", "Benim tabağım" biçimindeki övünmeli sözlerin gülünçlüğüdür. Türlü koşullann getirdiğini,"blrim" saymakta ne kıvrak bir zekâmız var! Bizim "yemeğimiz"in karakteri nedir diye düşünmeğe, Türk tabağı ile tngiliz tabağım karşılaştırarak gireyim dedim; Baktım ki, bizim ulusal tabağımız karma değil. Başka bir deyişle, "piIftv üstii fasulye" örneğinden başka, bizde yemekler karışmıyor, tek tek yeniyor. Şimdi, bu sözlerime karşı, kimi okurlanmın, karma yemeklerimizi bir bir saymağa başlayacaklanm düşünmüyor değilim; evet, yanında bezelye ve patates ile biftek tabağı var, ama bu ve bunun gibi tabaklar, devlet değişiklikleri sonucu gelmiştir soframıza. Yakın tarihimiz, göçebelikten yerleşikliğe geçiş sürecinin tarihi olarak özetlenirse pek de yanlış olmaz. tmdi göçebenin yediği ile, yerleşiğin yediği arasında elbette büyük aynm olacaktır. Göçebenin başlıca yemeği ettir, çünkü sebze için yerleşmek gerekir. Bizde otoburluk, yerleştikçe gelişmiştir. Hayvan ardmda geçen yaşamın , sütü, yoğurdu, ayranı, yağı da boldur elbet. Ama bahçeci olmadan "türlü" yapmasına olanak yoktur onun. Ayrıca "türlü "nün karma bir PENCERE Fabrika ve Holding.. Günlük konuşmalarda kullandığımız çoğu sözcüğün anlamını yeterince bilmeyiz; merak da etmeyiz; fabrika dediğimizde aklımıza gelen nedir? * Bacasından duman tüten koskoca bir yapı içinde çalışan tş; çiler ve işleyen makineler... ^% Ancak bu kadarcık bir tanım doyurucu mudur? Hayır; konıivf yu biraz daha kurcaladığımızda fabrikanın hem sosyal hem tı nik içeriği ortaya çıkar. Uretim türüne göre birbirine bağlanmrç makineler düzeniyle işçilerin çalıştığı bölümlerin bütünlüğünde somutlaşır fabrika; sanayi devriminin ortaya çıkardığı bir kurumdur. Fabrika birşeyler üretir; ama fabrikayı kim üretir? insan "fabrika üreten fabrikalar" yapan bir yaratık olduğundan endüstri aşamasına geçebilmiştir. Bu bir ölçüdür: "Fabrika yapan fabrikaları" yapamayan topluma sanayileşmiş diyemeyiz. Yaşadığımız çağa fabrika damgasını vurmuştur. Elimizdeki fabrikaları çalıştırmak, yeni fabrikalar kurmak, "fabrika yapan fabrikaları" yapmak zorundayız. Bir başka yoldan çağdaşlaşmak ya da kalkınmak olanaksızdır. İster özel kişiler bu işin başını çeksin, ister devlet öncülüğünde yürüsün, fabrikasız kalkınmayı kimse düşünemez. • Ekonomik kalkınmanın bu temel taşını yerine koyduktan sonra kamuoyunda tartışılan güncel bir soruyu gündeme getirip üzerinde düşünebiliriz: Bir süreden beri özel sektör kesiminde çöküntü başlamıştır. Önemli holding ve şirketler kuyruğa girmişler, devletin kendilerini kurtarmasını bekliyorlar. Acaba devlet batan özel şirketleri kurtarmalı mı? Biliyoruz ki iflas eden ya da batan küçük esnafla, taksi şoförüyle, bakkalla, küçük işletmeyte, orta sermayeyle kimse ilgilenmez; bu kesimde boğulanın yüzüne dönüp de bakan olmaz. Ancak büyük sermayenin kurtanlması sözkonusudur. Niçin? Çünkü büyük sermaye kuruluşlarının birbirleriyle bağlantıları sanıldığından yoğundur; birinin batması Ötekini de tehlikeye düşürür; bir holding iki bankayı peşinden sürükledi mi zincirleme çöküntü başlayabilir; sistem sarsılır. Büyük balıklar kapitalist sistemde küçükleri acımasızca yerler, doğal karşılanır; büyük balıklar tehlikeye düştü mü herkes bağırmaya başlar. • 24 Ocak Kararlarıyla uygulamaya konulan IMF politikası çıkmaza girdi. Bugünkü aşamada adı gazete sayfalarına yansıyan batık hr*dinglerin dışında kalanlar ne yapıyoriar? Bankası olan holdin^, ler bir süre daha dayanabilirler. Çünkü holdingin bankası toplanan mevduatı holdingin şirketlerine aktarmış; kâğıt üzerinde faiz işletiyor. Gerçekte iflas eden IMF reçetesidir; 24 Ocak politikasının ta kendisidir. Peki, ne yapmalı? Ünlü öyküdür; Osmanlı Maarif Nazırı Haşim Paşa, "Şumektepler olmasa maarifi ne güzel idare ederdim" demiş. Bilmem ki Maliye Bakanı "Şu fabrikalar olmasa, ekonomiyi ne güzel yönetirdim" diyebilir mi? Fabrikaların bacalarını tüttürmeden Türkiye'de ekonominin düzeleceğine inanabilir mi? • Devletin "kurtarma operasyonlan" dendiğinde aklımıza gelmesi gereken şey, bir fabrikanın tüten bacası, uğuldayan makineler ve çalışan emekçilerdir. Devlet, kişileri ya da holdingleri değil, fabrikaları kurtarmalıdır. Eğer "kurtarma operasyonu" kâğıt üzerindefcfşfrketleri, arâcıları, komisyoncuları, tefecileri ayakta tutmak için yürütülürse sonuç yine "sıfıra sıfır elde var sıfır"dar\ gayri birşey olamaz. Lüks bir işhanı, pırıl pırıl masalar, zengin salonlar, görkemli yönetim kurulu odalarıyla gözleri kamaştıran bir şirket üretime dönük bir içerik taşımıyorsa niçin ve nesini kurtaracaksın? "Kurtarma"da kullanılan kaynak, halkın alınteridir; bunun içindir ki, "/rurtam7a"nın bir haklı gerekçesi, bir amacı bir ölçütü ve en önemlisi bir "bedeli" olmalı. ARADA BİR KÂZIM YENlCE,Danıştay EskiD. Baş. Sevgi, Tannsal bir güç, insanca bir duygudur. El, dil, akıl, gönül diyalektiğini gerektirir. Toprak, su, güneş, hava diye varlık nedenlerimizi sıralarken, sevginin yerıni unutmayalım. Doğadaki giz başka türlü aralanamaz. Sevgi; yüreğin yaratıcısı olduğu atmosferdir. Onu tek olay veya eylem olarak niteleyemeyiz. Sevgi, onunla rahat ettiğimiz özgün bir iklimdir veya kendimizi içinde arayıp bulduğumuz, öğrenip geliştiğimiz bir olgu. Paul Follereau gibi düşünürsek "sevgi yaşamak demektir. Sevgisizlik ise ölümdür." Belki zorla güzellik olur da, zorla sevgi inandırtcı olmaz. Dudakların en güzeli, sevgiyle açılanıdır. Büyüyü, sevgiyle buğulu gözlerde arayın. Çevreye yayılan sevgi umutsuzlara umut olur; yaşamın törpülenmiş bağlannı onarır. Sevgiyi ayrı cinsler arasındaki ilgiyle boyutlandınrsak haksızlık ederiz. Sevgiden soyutlanmış doğa düşünemezsiniz. Dostluklar sevgi üzerine taht kurmuştur. Doğada her canlı en güzel şeyini, sesini, rengini, Kokusunu sevgiye adamıştır. Sevginin devjnime, mimiklere, sözcüklere gereksinimi vardır. Bir dilin içimizi ısıtan en güzel sözcukleri, sevgi yüklü olanlar olsa gerektir. Pedagog Robert Maynard "intellektüel erdemler öğrenilir, moral erdemler ise uygulama ile gelişir" diyor. Niçin sevgi de böyle olmasın? İnsanlığı sevmek kolay, insanı sevmek güçtür demenin inandırıcılığı yoktur. Ama adam olmayanın, yüreği iyiyle dolup taşmayanın sevgisinden de hayır gelmez diyorsanız, katılırım. Böylesi er geç bir yerlerde tökezler; foyasını da boyasını da açığa vurur. Söylendiğine göre, Goethe'nin durup saray arabasını selâmlamasına katlanamayan Beethoven, içini şöyle döker: "İnsanlar arasında iyilik ve sevgiden başka hiç bir üstünlük kabul etmiyorum. Sevgi ve karakterin olmadıgı yerde ne büyük insan, ne büyük sanatçı ne de büyük savaş adamı vardır. Bütün sorun büyük görünmekte değil, gerçekten büyük olmaktadır." Sevgiyi tekelleştirmeye kalkışmak akıl kârı değildir. Ayrıca bu duygu bastırmak için değil, açıklanmak için vardır. Yalansız, ödünsüz sevgi, yüreğimizin iyiye güzele açık pencerelerinden başkalarına kişiliğimizi yansıtır. Sevginin boyutları evrenseldir. Ünlü İngiliz tarihçi Toynbee'in "İnsanoğlunun toplumsal dayanışmasındaki tehlikeli çatlaklar, sevginin ateşi olmadıkça kapatılamaz" özdeyişi üzerinde, ülkelerini yönetmeye soyunanlar herrmlde düşünmelidir. Kendisi ile barış içinde olmak, sevgiye atılacak adımların ilkidir. Alman halk şairi Mathias Claudius, yer yüzünden en büyük mutluluğu bununla başlatır. Alman filozof Heidegger'in "Ölüm doğuşumuzla birlikte bizim içimizdedir, bizimle birliktedir... Kurdun meyvenin içinde olduğu gibi" sözleri, sevgi için de doğrudur. Bir hadis, 'Allaha imandan sonra en üstün şey insanları sevmektir" diyor. Büyük Yunus Emre'ye göre de, "Kimde bir zerre aşk varsa / Çalap varlığı ondadır." Sevginin ışığı, insan yüreğindeki ve yüzündeki kırışıkları onaran büyülü eldir.Saflığın değil; içtenliğın, olgunluğun ürünü, aydınlıkların dostudur. Sevgi, gölge düşmüş güvensiz ortamda gelişemez. özel hesapların, çıkar düşüncelerinin uzağındadır. İki yüzlülüğe hiç gelmez. Kâtip Çelebi'nin dediği gibi, "Eğer sufinin hak hak dediği iki yüzlülük ise, kurbağanın gönül arılığı ile vak vak demesi daha iyidir." İnsan sevgisi, doğaya sevgiyle başlar. Mümtaz Soysal, "Doğayı sevmeyen kişi, doğadaki en değerli varlık olan insanı sevebilir mi?' derken haklı değil midir? Seneca'nın "Sevgi ekilen yerde sevinç boy atar" özdeyişi de doğainsan içiçeliğini anlatır. Ancak sevgi dostluğun kapısını aralar, diyoruz. Bu arada beklenmedik şeyler olursa filozofça, "Elimi dostça omuzuna koydum, ne bileyim altında çıban varmış" diye Valery gibi yakınmak da var. Dalkavuklar, yüreksizler, zalimler sevgi nedir bilemezler; sevemezler ve sevilmezler. Onlar için her şeyin bir bedeli vardır. Oysa sevgi bedel kabul etmez. Direnir ve hiç bir güce boyun eğmez. Sevgiye kinlenmenin anlamı yoktur. Sevgiden yoksun olan ona imrenmelidir. Sevgi gönül ehlidir. Tutkusu hoşgörüye, erdeme , dostadır. Sevginin; ikballe, varlıkla, koltukla ilgisi yoktur. Kendilerini bunların cezbesine kaptıranlar dünü unutmuştur; yarını da düşünemez zaten. O zaman gerçek sevgiyi çevrelerinde aramaya gerek de kalmaz. Tanrı hepimizi etkili, tepkili sevgisizlerin şerrinden korusun. Goethe'yi bu arada anımsamadan edemezsiniz: "İnsan, yardımcı ve iyi olursa erdemlidir. Ancak bu özelliklerle onu tanıdığımız tüm varlıklardan ayırabiliriz" diyen odur. Hep sevgiden söz eden bu yazı, sevgiyi en güzel dile getiren Yunus Emre'den bir koşukla noktalanabilir: "Ben gelmedim dava için / Benim işim sevi için Dost evleri gönüllerdir / Gönüller yapmağa geldim." DEVLET HAVA MEYDANLARI İŞLETMESİ GENEL MÜDÜRLÜCÜNDEN İLGİLİLERE DUYURU 1 Yeşilköy Hava Limam'nda Yeni Dış Hatlar Terminal binasında muhtelif yerler hizmet ve işletme amacına uygun olarak tahsis edilecek olup, tahsis için usul esas ve şartlar DHMİ'ce saptanacak usullere gore ayrıca duyurulacaktır. ' 2 Bu yerler için bugüne kadar (ilân tarihi) DHMİ Genel Müdürlüğü ve veya bağh birimlerine yapılmış ve DHMl'ce yapılacak yeni duyurulara kadar yapılacak olan yazılı ve sözlü tüm müracaatlar geçersizdir. 3 Tüm müracaat ve istek sahiplerine duyurulur. Basın: 22119 Karaciğerimin bozuk olduğu ndan kuşkulanıyorum. Sabahları yorgun kalkıyorum. Arasıra bulantı, kusma oluyor. Zaman zaman vücudumda deri döküntüleri oluyor. Galiba karaciğerim bozuk. Ne dersiniz? "Karaciğer bozukluğu", sık sık kullandığımız bir deyim oldu. Baksamza, dilim pash. Galiba karaciğerim bozuk. Bu yakınlarda iştahım iyi değil. Karaciğerim mi bozuk? Rengim bir süredir iyi değil. Yoksa karaciğer mi? Vücudumda kaşmtılar oluyor. Karaciğerim mi hasta? Toplumumuzda bütün bu gibi yakınmalar, belirsiz bir karaciğer bozukluğuna bağlanmak istenir. Dil pası, iştahsızkk, renksizlik, kaşmtılar gibi çeşitli belirtilerin karaciğer dışında pek çok nedeni vardır. Mide hastalıkları, sindirim bozukları, kansızlık, çeşitli nedenlere bağh allerjiler bu belirtileri değişik biçimlerde yapabilir. Ancak, "karaciğerimix" çok önemli bir organımızdır. Hemen bütün metabolizma olaylarının düzenlenmesi karaciğerde olur. Protein, karbonhidrat, yağ metabolizmalannda karaciğer önemli bir rol oynar. Bu bakımdan da, "karaciğer hastalıklan" çok dikkat etmemiz gereken hastalıklardır. Sarılık, karaciğer hastalığından mı oluyor? Her sarılık, karaciğer hastalığına bağh değildir. Kırmızı kan kürelerinin (alyuvarlar) aşırı yıkımından doğan sanlıklar, safra yollarının tıkanmasından olan sanlıklar, karaciğer bozukluğuna bağh değildir. Ancak, özellikle yaz aylarında, ilkbahar ve sonbahar aylarında sık görülen sarılık hastalığı, karaciğer bozukluğuna bağlıdır. "Sanlık" denilen bu hastalığın tıp bilimindeki deyimi "Akut Viral Hepatif'dir. Bu deyim, "kısa sürede olan, virüse bağlı, karaciğer iltihabı (yanğisı)" demektir. Sarılık, karaciğerin süreğen hastalıklarında da görülür. Ama, karaciğere bağh sanhğın en çok görülen tipi, virüslerden olan karaciğer iltihabı (yangısı)dır. Sanlık viriisii, sağlam kişiye nasıl bulaşır? SAGLIK YÖNETEN ERDAL ATABEK Karaciğeriniz konusıında ne bîliyorsunuz? tedavi edilmemiş bulaşıcı sanlık" hastalığının da bulunması, konunun önemini artırmaktadır. Bulaşıcı sanlık hastahğında, bütün karaciğer yaygm olarak iltihaplanmıştır. lyileşmeyle, bu iltihap bütün karaciğerde geriler, kaybolur. Hastalığın tedavi ilkeleri nelerdir? Bulaşıcı sarılık hastalığının tedavi ilkeleri şunlardır: • Tam dinlenme. Hastalığın başında, belirli bir düzelme sürecine girinceye kadar, yatak dinlenmesi, tedavi ilkelerinin başında gelir. Hastanın halsizliği azalmış bile olsa, yatakta dinlenme önem taşımaktadır. Böyle "tam dinlenme", karaciğer hücrelerinin hastalığı atlatmasına en büyük yardımı yapar. • Uygun diyet. Hastalıkta iştah azalmıştır. Bu bakımdan diyetin önemi büyüktür. Hastalıkta, belirli bir yüksek kalorinin sağlanması, protein aünması, şekerli yiyecek içecekler büyük önem taşır. Bulantı, kusma yoksa, hasta başlangıçtaki iştahsızlığın azalmasıyla, hemen bütün yiyecekleri yiyebilir. Alınan yağ miktannın biraz azaltılması yeterlidir. Tümüyle yağsız diyet gereksizdir. Hastalara serum tedavisi, ancak bulantı, kusma ile yiyecek alamıyorsa, ya da aşırı iştahsızlık nedeniyle beslenemiyorsa düşünülür. • Dinlenmenin düzenlenmesi, diyetin biçimi, süreci, ilâç tedavisi hekim kontrolunda olmalıdır. Hastalığın gidişi, düzelmesi nasıl denetlenir? Hekimin muayene bulguları, karaciğer fonksiyon testleri, kandaki bilirübin miktarı, transaminaz düzeyleri, idrar tahlili ile; hastalığın gidişi, düzelmesi denetlenir. Tam bir iyileşme sağlandıktan sonra, hastanın gündelik yaşammı sürdürmesine izin verilir. Alkollü içkiler, en az bir yıl süreyle kesinlikle kullanılmamalıdır. Hastanın yakınlan nasıl konınur? Hastalığın dışkı yoluyla bulaştığı unutulmamalıdır. Tuvalet temizliği tam olmalı, hasta her tuvalete gidişten sonra ellerini bol sobunlu suyla iyice yıkamalıdır. Gama globülin, hastalığın korunmasında yardımcı olur. Sarılık virüsü iki tiptir. Birinci tipi, yiyecek ve içeceklerle ağız yoluyla alınır. Hasta kişilerin, ya da kendileri hasta olmadığı halde virüsü saçan "taşıyıcı" (portör) kişilerin dışkılan yoluyla yaydıkları virüsler, bulaşmış sularla, ya da bulasmış sebzelerin, meyvelerin yıkanmadan, iyice temizlenmeden yenmeleriyle sağlam kişilere gelir. Böylece bulaşan hastalık, belirli bir süreden sonra, sağlam kişide de ortaya çıkar. Virüsün ikinci tipi, içinde virüs bulunan kanın nakliyle ya da temizlenmemiş enjektörlerle sağ ta "kolumu kaldıracak halinı yok" diye, bu derin halsizliği belirtir. . . Hastada, bulantı, kusma gibi belirtiler de görülebilir. Birkaç gün böyle geçtikten sonra, gözlerden başlayan sarılık ortaya çıkar. önce gözler sararır, sonra da bütün vücutta sarılık ortaya çıkar. Başlangıçta hafif olan sarılık giderek artar. Hastahk, bu döneminde bütünüyle ortaya çıkmıştır. Sarılığın en üst noktaya varmasından sonra, iyileşme ve düzelme dönemi başlar. tyileşme döneminde bütün be Dil pası, iştahsızlık, renksizlik, kaşmtılar gibi çeşitli belirtilerin karaciğer dışında pek çok nedeni vardır. Ama toplumumuzda bu belirtileri olanların aklına hemen karaciğerleri gelir. Her "sarılık" da karaciğer hastalığına bağh değildir. lirtiler yavaş yavaş azalır ve kaybolur. "Bulaşıcı sarılık", bütünüyle düzelir mi? Evet. İyi tedavi edilmiş "bulaşıcı sarılık", ya da "akut Bulaşıcı sanlık başlangıçta, viral hepatit", bütünüyle düzesoğukalgınlığına benzer belirti lir. Geriye hiçbir iz kalmaz. Anlerle görülür. Halsizlik, adale ağ cak, yapılan tedavi son derece nlan, iştahsızlık, ateş yükselmesi önemlidir. Bütünüyle tedavi gibi belirtilerle hastalık başlan edilmeden ayağa kalkan, gündegıçta "soğukalgınlığı" ya da lik işlerine başlayan hastalar, sonradan gelişecek "karaciğer "grip" sanıhr. hastalıklanna" adaydır. Bu hasönemli bir nokta, "halsizli talıklann en önemlisi de "karağin" soğukalgmlığından çok da ciğer sirozu"dur. Siroz hastalıha fazla olmasıdır. öyle ki has ğının nedenleri arasında "tam lam kişilerin vücuduna girer. Bu yolla vücuda giren virüs de belirli bir süreden sonra hastalığm ortaya çıkmasına yol açar. Hastalığın belirtileri nelerdir? İSTANBUL ÜNİVERStTESt REKTÖRLÜGÜNDEN ltşletme Fakültesi'nin 60.000.000. lira keşif bedelli 10. kısım inşaatı işinin eksiltmesi Yüksek öğretim Kurumu'na ait ihale ve satın alma yönetmeliğine uygun olarak bir birim fiyat esasına göre kapalı zarf usulü ile tstanbul Universitesi lnşaat ve Muamelât Müdürlüğü'nde toplaıiacak Alım Satım Komisyonu'nda 18.8.1983 günü, saat 15'te yapılacaktır. 2tşin şartnamesi lnşaat ve Muamelât Müdürluğü'nde görülebilir. 3Eksiltmeye girecek olanlann 12.8.1983 günü, saat 16'ya kadar eksittme şartnamesinin 5. maddesi uyarınca: a) Yapı araçlan bildirisini, b) Teknik personel beyannamesini (Teknik eleman taahhütnameleri işin adına ve noterden tasdikli olacaktır.) c) Taahhüt beyannamesi, d) Sermaye ve kredi olanaklarını bildiren mali durum bildirisini, e) Bu eksiltmenin ilk ilân tarihinden sonra alınmış keşif bedelinin yüzde 10'u kadar banka referans mektubunun (kullanılmamış nakit kredi olarak) \ f) Bayındırlık Bakanlıgı'ndan almış oldukları aşa|ıda belirtilen en az işin keşif bedeli kadar işin eksiltmesine girebileceklerini gösterir müteahhitlik karnesini suret kabul edilmez. g) Bu işin keşif bedelinin yüzde 75'i kadar keşif bedeli olan tek bir işi müteahhit sıfatı ile ikmal edip kabulünü yaptırdığına dair bir belgeyi, h) Bir düekçeye ekliyerek lstanbul universitesi Rektörlüğüne müracaatla ihaleye katılma belgesi olmaları şarttır. Müracaatta evrakların işin adına olması ve Noter tastikli olmayan suret ve fotokopiler geçerli sayılmayacağı gibi sonradan evrak tamamlanması veya evrak teslimi kabul edilmez. 4lsteklilerin Yüksek öğretim Kurumu'na ait ihale ve Satın Alma Yönetmeliğinin 8. maddesine göre hazırlayacakları kapalı teklif mektupları ile a) Geçici teminat makbuzunu (Teminatlarını nakit olarak yatırmak isteyenler, T.C. Ziraat Bankası'nın Beyazıt Şubesindeki 6 nolu üniversite hesabına veyahut Muhasebe Müdürlüğüne yatırabilirler.) b) İhaleye katılma belgesini, c) Ticaret odası belgesini, d) tstekliler gerçek veya tüzel kişi olması gerekir. (özel ve tescil edilmemiş ortakhklar kabul edilmez.) a) tstekli bir ortaklık ise sicilli ve halen faaliyette olduğuna gösterir ve bu eksiltmenin ilk ilan tarihinden sonra alınmış bir belgeyi, b) Ortaklığın Noter tastikli imza sirkülerini veya Ortaklık adına teklifte bulunacak kimselerin bu ortaklığın vekili olduğunu gösterir Noterden onaylı vekâletnameyi, diğer bir zarfa koyup ihale saatinden bir saat öncesine kadar madde l'de belirtilen komisyona makbuz karşılığında teslim etmeleri şarttır. 5Bu ihale ile ilgili belgelerin posta ile gönderilmesi halinde gecikme ve kaybolma, kabul edilmez. 6Üniversitemiz Yüksek öğretim Kurumu thale ve Satın Alma Yönetmeliğine tabi olup ihaleyi yapıp yapmamakta veya dilediğine yapmakta serbesttir. duyurulur. Basın22179 DEVLET ORMAN tŞLETMESÎ FEKE MÜDÜRLÜGÜ'NDEN PARTi MİKTARI MUH. 1 AD. ADET M'.DM BEDEL TEMİNATI DÜŞMÜŞ ASFALT 3.S.N.Çk.Tom. 23 4347 1045.856 12500 985.500.3.S.N.B.Çz.Tom. 25 5574 1096.458 9800 810.000.3.S.N.B.Sed.Tom 5 926 245.600 12500 230.900.3.S.N.B.Gök.Tom 1 93 26.410 9500 18.800.U.S.Çk.Md.Direk 5 565 64.761 7500 36.800.II.S.Sed.Md.Dire 2 564 33.956 7500 19.200.Çk.Tel Direk 2 393 56.467 11200 48.000.Çk.Tel.Direk 1 151 27.499 12700 26.200.Sed.Tel.Direk 1 8 1.949 19000 3.000.Sed. Tel Direk 1 58 13.111 16300 16.500.Çz.Sanayi Odunu 10 2279 120.326 7000 63.500.LifYonga Odunu 1 68 St. 3060 15.300.Toplam: 78 15003 2734.674 2274.900. Lif Yonga 68 Ster. 1 tşletmemizin Düşmüş ve Bük depolannda bulunan yukartda cins ve miktarı yazılı 78 parti çeşitli cins orman ürünlerinin, %50'si ile % 16 faizi peşin %50'si 6 ay vadeli süresiz banka mektubu karşılık olmak üzere model şartnameler uyarınca açık artırmalı satışa çıkarılacaktır. 2 Açıkartırma 10.8.1983 tarihine rastlayan Çarşamba gunü saat 13.00'de satış salonunda komisyon huzurunda yapılacaktır. 3 Bu satışa ait ilan şartnamesi ve satış öncesi bilgi cetveli Orman Genel Müdurlüğü ve Adana Orman Bölge Büşmüdürlüğü, Adana, Kozan, Saimbeyli, Göksun, Yahyalı, Elazığ ve Erzurum Orman İşletme müdürlükleri ile işletmemizde görülebilir. 4 Ahcüann belirtilen gün ve saatte İşletmemizde hazır bulunmaları ve ihale saatinden bir saat öncesine kadar geçici teminatlarını işletmemiz veznesine yatırmalan, banka teminat mektubu verecek olanların teminat işletme mektubunda işletme adını ve satış tarihini bildirmeleri ve katılacaklann teminat makbuzlan ile birlikte komisyona başvurmaları şarttır. 27.7.1983 . Basın: 22243 DEPOSUNUN YOL ADI DURUMU CtNS VE NEV'I < ¥ f A 1001 ortur turızm sunar SEKEtUtl MAJtMAR>S 10 »ün 9 «ec* h«r Cun.a k«sin har»k*t TAM PANSİYON c 2 MARÎJ »>T.L «LAADOİN OTtl «LANT* r.M.T^ssmta^A 4kl»lllk M M M vkuıuuB Ozal otobüs, Ortur Ikramları, ttrvit ve verfli flyatlarımıza dahlldir. Barbarc» Bulvarı, 35/5 Be»lkt«J T»h 161 10 74 İSTANBUL 161 82 26 1G1 22 81 Tlx : 26105 oror 337 81 07 TEK SINIBLI SORUMLU BOĞAZÎÇÎ ET FKTRIIC DAĞITIM MÜESSESESt tSTANBUL İL MERKEZİ ELEKTRİK ŞEBEKE İŞLETMEStNDEN 1 22.500 m. değişik ölçü ve miktarlarda çok damarlı tek telli kumanda kablosu kapalı zarfia teklif almak usulü ile satın alınacaktır. 2 Bu ise ait şartname ve teklifler Taksim Abdülhakhamit Cad> desi'nde bulunan TEK ll merkez binasının 4'ncü katmdaki Ticaret Müdürlüğü'nden bedelsiz olarak ahnabilir. 3 Teklif mektuplan 19.8.1983 günü saat 16.00'ya kadar Ticaret Müdürlüğü'ne elden verilecektir. 4 Kurumumuz 2490 sayılı kanuna tabi değildir. Basın: 22308
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle