10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
"CVMHURÎYET/8 HABERLER Karadenizle omuz omuza giderken Ofun tabelası da çıktı ortaya: "Welcome to Of."Yolcuyu tngilizce buyur eden bir ilçe. Doğu Karadeniz'in çam yetişmiş tek yeri olan Çamburnu, mesire yeri haline dönüşmüş döşenmiş. Neden sonra, insan eliyle yapılmış, ama doğanın koşullanna hiç ters düşmemiş, rengi ve malzemesiyle o doğayla bütünleşen sadece bir merdiven de olsa bir yapıyla karşılaşınca, Karadenizli'nin övgü nârasıyla "pardon bunu yapana be!" diye bağırmak geliyor içimden. Dimdik merdivenden inmeye duruyorum. Kırk, elli yıl önceki çocuğun almış olduğu kokuyu işte orada aldım. O merdivenden inerken, o merdiveni yeniden tırmanırken. Merdivenin her iki yanı yeşil, nefti bitkilerle kaphydı, ama nasıl, birbirine kenetlenmiş, birbirine dolanmış adını bilmediğim etli, geniş yapraklı bitkiler, gür, kocaman eğrelti otları ve pırıl pırıl sarı ve mor çiçekler. Sürekli yağmur yemiş, diplerini nem bürümüş bütün o bitkilerden, taze ot, nem ve çiçek karışımı bir kokuydu yükselen, benim aradığım kokuydu, eski Rize'de, çocuklukta tadılmış o kokuydu. Yeniden arabaya ve yeniden yola koyulma. Osman'a horon edip etmediğini soruyorum. Bizim folklor ekibi, diyor, bizim uşaklar birinci oldular, biz de biraz ederiz, etmezsek ayıp olur. Bir süre sonra artık gemide olacağız. Saat 21.30 suları. Trabzon'da eczacıhk yapan bir tanıdık geldi gemiye, arabasıyla Trabzon'da bir gezinti yapmayı bize önerdi. Yeniden yola çıktık. Bu kez gece gözüyle, gecenin az gören gözleriyle. Trabzon'un tepelerine doğru tırmandık. Tepelere sisler inmiş, heryeri kaplamıştı, Daracık sokaklara daldık, daracık ve karanhk! Sisler sokaklara kadar inmişti. Üzerimize savrulan sisler içine daldık. Gizemli bir yolculuktu Eski Trabzon sokaklanndan geçtiğimiz o demler. Karındeşen Jak böyle sisler .içindeki Londra sokaklarında dolaşıyor, Baskerviller'in Köpeği böyle sisler içindeki kırsal kesimde çalılar arasından gözleri parlayarak, dişleri parlayarak ileri koşuyordu. Zor dönülen kavşaklardan zor döndük, bir tepeden aynhp bir başka tepeye doğru yol aldık. Dik bir yokuşun sağında bakımh, bahçeli bir villa yükseldi gözlerimiz önünde. " Atatürk'ün Trabzon'da kaldığı ev işte bu" dedi bizleri gezdiren o arkadaş. Gündüz gözüyle görebilsek gezdiğimiz yerleri elbet daha aynntılı görürdük. Ama şimdi hem gece hem de o yoğun sis kolkola ve vaktin de darlığı bizi engelliyordu. Oldukça açıklık bir yere geldik durduk. Aşağıda, çokça aşağıda hem de, ışıklar içinde bir Trabzon bizlere bakıyordu derinden. Bir ötede rıhtımda, Karadeniz ışıklar içindeydi. Sisler önümüzden savrulup açıldıkça, ışıkları daha da net görüyorduk. Çisil çisil bir ıslakhk sarmıştı dört bir yanı. Arkadaş, biraz ötedeki dağbaşı lokanta ve kahvesinde birer kahve içmemizi önerdi. Bir bahçeden geçip içerlere doğru yürüdük. Pencere kenannda bir masaya oturduk. Masalarda çeneleri kemikli ve laflı, burunları gölge yapan adamlar biraraya gelmişti. Kenardaki şöminede odunlar alev alev yanarken ve parıltı yayarken, kahveler de içildi. Sonra kalkmak zamanı da geldi işte ve kapıya dayandı. Bundan öte gidilecek tek yer artık nhtımdaki gemiydi. Yeniden ayaklanıp yola koyulduk. Bahçedeki ıslakhk ve sisler arasından yürüyüp arabaya girdik yeniden. Motor gecenin içine bir hırladı, araba sarsılarak atıldı. Başımızın üstüne dimdik yokuşlardan indik, yan sokaklara saptık, sonra yeniden inişe geçtik bir süre, yavaşladık, hızlandık, tökezledik, durulduk ve sonunda rıhtıma ulaştık geminin kalkmasına az kala. Saat tam 24.00 de cumartesi gecesinin, palamarlar Trabzon rıhtımından çözüldü. Karadeniz' in karanhk sulanna doğru açıldık. Bir yerlerde, bir yerde, bir uçak inişe geçmişti şu sırada, biz dönüşe geçmiştik. Dönuyorduk. Dostumuz yunuslara doğru böyle viya! BİTTİ 17 TEMMUZ 1983 ?Q\ deniz KARADENİZ ZEYYAT SELİMOĞLU ti POUTIKA VE OTESI MEHMED KEMAL Hilmi Yücebaş, "... korku nedirbıimeden, yıllarca zalimlerihicveden, etrafındakı cahillerle alay eden, hırsızları yerin dib/ne ge ş, çiren Eşref, şiddetli ifadesiyle edebiyatımızın kâbına erişilmez ' bir hicivcisidirf' diyor. Eşref, Manisa ilinin Kırkağaç ilçesinde 1846 yılında (kimine göre 48) doğmuş, gene Kırkağac'taki evinde 22 Mayıs 1912 yı ^ îında ölmüştür. Edebiyat tarihçisı Cevdet Kudrefe göre, "E$ref, Türk edebiyatmın en büyük yergi (hiciv) şairi"d\r. Fakat öteki ede > biyat tarihçileri Eşref üstüne gerektiği önemle durmamtşlardır. ~ Dili, bütün divan şairleri gibi ağdalı ise de anlaşılmaz değildir. , Onu yakından tanıyanlar çok bilgili olmadığını söylerler. Bir ' kaç uzun şiiri dışında hep dörtlükler yazmış, bunlarla yetinmiştir. Aruzla yazmıştır ama, aruzu ustalıklı kullanmıştır denilemez. Şiirleri 'imâle' ve 'z/haf'larla doludur. Resmi sicilinden öğrendiğimize göre, şiirleri yüzünden başı epeyce derde girmiştir. Görevlerinden içki içmesi, hükümetin onurunu kırıcı eylemlerinden ötürü kovulmuşsa da, en son kovuluşu 'tabiatı şiiriyesi'öen olmuştur. Belki de şiir yüzünden kovulan ilk şairdir. Başka şairleri siyasal nedenlerden kovmuşlardır ama, Eşref için açıktan açığa şairliğinden ötürü kovulduğu yazılmıştır. Şiire, otuzundan sonra başladığı söylenir. İlk yazdıkları hoşgörü ile karşılanmış, çoğu çevrelerde beğenilmiştir. Ancak dili yüce katlara doğru uzanır olunca "tabiatı şiiriyesi"nöer\ dolayi dışlanmıştır. Hiciv, mizah da, espri de değildir. Divan edebiyatında mizah olmadığından, hiciv, ayrı bir tür olarak benimsenmiştir. Eşref, Divan edebiyatı şairlerinden Nefi'nin, Sururi'nin, Vehbi'nin uzantısı sayıimıştır. Hicivde, sövüntü ağır bastığından biraz küçümsenmiştir. Belki değerlı sayılmayışı bu yüzdendir. Divan şairleri, hicviyelerinde kişileri yeriyorlardı. Eşref, kişileri yererken düzeni de yerdiğinden dayanılmaz olmuştur. Şiirle düzen yericisi olmak belalıdır. Şiirleri arasında duygusal olanları yok mudur? Elbette vardır. "Kişi hissettiği nisbette yaşar" dizesi onundur. Ama ondan sonra, "İnsan alemde hayal ettiği nisbette yaşar" dizesi daha çok üne kavuşmuştur. Belki de Yahya Kemal, bu dizenin unutulduğunu gördüğünden, Eşref'den esinlenerek söylemiştir. Özgürlüklerin kısıldığı, en küçük eleştirinin hoşgörüyle karşılanmadığı dönemlerde, Osmanlı şairleri, hicviye denilen türe başvurmuşlardır. Abdülhamit dönemi hicviyenin değerini yüceltmiştir. Abdülhamit döneminden sonra hiciv biraz duralamış, Neyzen Tevfik, Halil Nihat Boztepe, Fazıl Ahmet'in yazdıkları ile yeniden görünmüştür. Daha sonra, bu türde, serbest nazım olarak, Nazım Hikmet'm verdiği başarılı örnekler vardır. Nazım Hikmet'm "Portreler" kıtabı hiciv denemeleri ile doludur ' Eşref'in hicivlerınin gücü biraz da 'şifahi' olmasından geliyor. Hangi dörtlüğü kimin eline geçse, hemen kulaktan kulağa.dilden dile yansıyor, büyük bir yaygınlık kazanıyordu. Bunu kendi de bildiği için, mektup yazmadığını söyledikten sonra, şiirinin etkinlığini şöyle kanıtlıyor: Kimseye mektup göndermem berâyı ihtiyat, Vaktim oldukça bu yolda tabı asar eylerim Neşrocter meni duhulüyçün hükümet 'sirküler' Sıhhatimden dahili böyle haberdar eylerim. Günümüzde de hiciv dalında dörtlükler söylemeye özenen şairler vardır. Çok ünlü şairlerimizden bazıtannm böyle denemeleri gözüme ilişti. Ancak kanım şudur ki, hiç biri Eşref, hatta Neyzen düzeyini turturamamıştı. Şiirlerin aruz yerine hece oluşu belki etkili sayılır. Ama hiç de öyle değil, hicvin özündeki nitelik gözden yitmektedir. Çok eskiden, Ümit Yaşar Oğuzcan, bazı hiciv türünde dörtlükler yazardı. Sanıyorum yaşlandığı için o da hevesini almıştır. Belirli dönemlerde, içki sofralarında çerez olurdu. Bu gelenek de yavaş yavaş tarihe karışmış görünüyor. Bir kişiyi hicvederken, onun kişiliğinde toplumsal olayları da yermek, yazılan dörtlüğün çjücünü gösterir. Belki de toplumsal olaylar hiciv denilen türün gücünü aşıyor. Olayın kendi başlı başına hi civ oluyor. İlkel tersanelerde Türkiye'nin en ünlü tekneleri yapılıyor ~*lşte geldik, son iskele Trabzon. Peynirli pidcsiyle, futboluy," la, folkloruyla, ün yapmış ve çok eski adıyla Trabeza; büyük kent. ama, biz şimdi dönüş saatine ka. dar kalan zamandan yararlanıp Rize'ye gidip geltnek isteriz. Rıhtıma yakın yerde taksiler. Kara şaplı laz bıçağı yüzüyle sırım gibi bir şofördür nöbette. Önce bir pazarlık. Ne kadar? Şu kadar. O kadar çok. rYa ne kadar? . nıt Bu kadar. Az o kadar. Peki şu kadar. Tamam o kadar. Biniyoruz. Koşulurnuz hızlı Köşmayıp, göre göre gitmekti ve ""ilginç yerlerde kısa duraklama renk olmasından mı kaynaklanıyor? Bu yol boyunca cami bolluğu da insanı şaşırtıyor. Karadeniz insanınm dine dtişkünlüğü de bir gerçektir. "Of'lu hoca" deyimi bu ilçeden çok din adamı yetişmesi ile ilgili. Derken, işte yolun kenarından bize bakan bir tabela: Sürmene! "Sürmene'nin kızlan güzellikleriyle ünlüdür" diyor Osman. Peki ya takaları? Çok ilginç bir görünüm: Yolun sağ kenannda, evlerin bahçesinde kızaklar, kızaklann üzerinde yeni yapılmakta olan takalar. Omurgalar çatılmış. Sol yanda da, hemen deniz kıyısında ilkel bir tersane. Gariptir, bu ilkellik içinde, rende, keser gibi bir iki ilkel gerecin yardımıyla Türkiye'nin en namh, en dengeli, estetiği en etkin lakalan yapılmakta, doğrusu, yaratılmak Çay gercekten bir kalkınma rüzgârı estirmiştir Rize'de. Ne var ki çok daha verimli ve kaliteli bir sonuç almak mümkün bazı koşullar gerçekleşse. Bilmiyorum, beceriksizlik mi demeli yoksa bürokrasinin aksatması mı? İşlenen çay hiç bekletilmeden piyasaya sürülüyor. Siz siz olun, çayımzı kıyı köşe bakkallardan alın ki, eski, beklemiş çaydan olsun. Çayın kalitesi en rında sebze, meyve arabalan. Yeşil fasulyenin üzerinde bir yazı: "Ipsiz rasülye!" kenarlannda kılçık bulunmayan fasulye anlamma geliyor. Rize'ye gelinip de bir çay içmeden dönülür mü? Çarşıdan dönüş yapıp şimdi yeniden Trabzon'a doğru yola koyuluyoruz. Hemen sağ kenarda, denize yakın ve denizin üzerinde küçük, şirin bir çay bahçesi. Bere Bizi arabasıyla buralara kadar getiren ve götürecek olan Trabzon'lu şoför Osman'la Karadeniz şivesinin bir ayrı dil olan lazca ile karıştırıldığını konuşuyoruz. Lazca bilip bilmediğini öğrenmek istiyorum ondan. "Ben Türkçe ve Almanca konuşurum" diyor. Meğer Osman da Almanya'da kalmış. Beş yıl kadar Köln'de kalmış bir fabrikada çalışmış. "Almanca" konuşurum derken şöyle bir cakalı tavır da takınımıyor değil. "Sürmene'nin yukarlanndaki köylerde hâlâ Rumca konuşanlar vardır" diyor. Oturduğumuz masanın yakınındaki çiçek tarhlarındaki çi Hiciv Yüzünden Siz siz olun, çayınızı kıyı köşe bakkallardan alın ki, eski, beklemiş çaydan olsun. Çayın kalitesi en azından bir yıl »bekletilmesiyle yükselir, kıvamına erişir. Bir de şu önemlidir: En iyi çay, bütün çay türleri harman elde edilir. İki buçuk saat gidiş, o kadar dönüş için söz verTrabzonlu şoför Osman. Ama bir de gaza basıyor ki, tu:ubilene olsun aşk! Sen ne yapıyorsun, bu hızla bizi iki saatte götürür getirirsin. Yalnız gidiş için ikibuçuk sajt koydun oysa. Elcevap hemen hazır: Lâstik patlayabilir, onun için de zaman koydum. Buyrun bakalım, pazarlıkta ,.;endini haklı çıkarmanın resÇok geçnıedi, Osman bize süidı ve ısındıkça hızını kese durdu. Gezintiye dönüştürdü araba surmeyi. Kıyı boyunca sağlam bir asfalt '"yol izliyoıuz. Çok garip, Rumca asla ^ayalı i^çe adları ardar'cta sıralandı durdu gözlerimiz önünde. İşte bir kaçı: Şana, "Yofnra, Arsin, Araklı... "Şana" bir kızılderili şefin kızına verilmiş ad sanki. Ya "Yomra?" O da uzaydan inmiş garip bir yaratığın adı değil mi? "Arsin", arsenik ailesinden, ama ondan daha hafif bir zehir. "Araklı"ya gelince, çaresiz, onu da argodari "araklama"ya benzetmek zorundayız. Sol yanımızda Karadeniz bizımle yanşmada. Zaman oluyor ' biz denizi geçiyoruz, zaman oluyor o bizi geçiyor, sürekli bir çeVişme içindeyiz denizle. Arasıra kapkara kayalar beliriyor kıyı' da. Karadeniz'ir, kara kayalan. Madeni, özellikle demiri bol kayalar. CAMJ BOLLtCU Sağ yanımızda, evlerin bahçelerinde, yola kadar inen çay fideleri başladı bile çoktan. Yem\eşillik! Yeşilin bütün tonları sırtları sarıyor. Karadenizlinin yeşil boyayı bolca kullanmasının "" "nedeni hep yeşil ile içiçe yaşama,,sı mıdır acaba, yoksa dinsel bir tadır. Dedelerden, torunlara uzanan bir ustahk. Oduna ve tahtaya virtüyöz becerisiyle hükmeden usta eller. Bir bakıma Stradivariyüs Hızır'lar, Stradivariyüs Recep'ler! Kimsece bilinmeden, kimsece alkış tutulmadan yaşayan ve ölenler! Babalardan oğullara miras kalan bir keserle bir rende ve o akıl almaz ustahk, altıncı duygu denen beceri ve yetenek! Bir türküyü biraz değiştirerek söyleyebiliriz: "Evlerinin önü mersin" değil. "Evlerinin önü taka." Karadenizle omuz omuza sürgit hâlâ gidiyoruz. Sürmene'den önce miydi sonra mı, onu anımsayamıyorum şimdi. Yolun kenannda, sırttan aşağı inen bir derenin hışırtısı duyuldu. Ve derenin sona erdiği yerde bir tabela göründü çok tanıdık, çok bilinen bir adla: "Kastel Deresi." Derken, bir sürt sorira, Ofun tabelası da çıktı ortaya: "Welcome to Of." Yolcuyu tngilizce buyur eden bir ilçe. Çok ilginç bir rastlantıydı. Tek başına "of" sözcüğü Ingilizce'de yeri olan, kullanılan "nın" eki. Çay artık iyiden iyi kendini duyurmaya başladı. Karadenizli köylü kadınlar yürüyordu yollarda, başlannda peştemallar, sırtlannda, sepetlerde ya da denklerde, bahçelerinden topladıkları çay ürünü. Çayı götürüp, yol kenarlanndaki çay toplama yerlerine teslim ediyorlardı. Çayı işleyen fabrikalar görüyorduk geçtiğimiz yerlerde sık sık, Trabzon'dan Rize'ye uzanan güzel bir yol yapılmıştı. Mısırhklar yerlerini çayhklara bırakmıştı. Mısıra göre elbet çok daha değerli bir üründü yeşil altın denen çay. Dönüşte, Rize'den gelip, Trabzon'dan gemiye binen bir yolcuyla tanışıp konuştuğum zaman şunlan duyacaktım onun ağzından: azından bir yıl bekletilmesîyle yükselir, kıvamına erişir. Bir de şu önemlidir: En iyi çay, bütün çay türleri harman edilerek elde edilir, eldeki bütün türleri birbirine kanştınp katarak. DÖNÜŞİJN BAŞI Rize'nin kent merkezine doğru yaklaştığımızda anayolun henüz yapım süreci içinde olduğunu görüyoruz. Ne çare, toz bas ket yağmur yok. Hafif puslu bir havanın solgun güneşi. Çay bahçesinde çoğu masalar boş. Denize yakın bir masaya oturuyoruz. Kıyıda küçük kayıkaneler, kıyıya çekilmiş birkaç kayık yine o kara kayalardan birkaçı, denizden başlarını çıkarmışlar. Büyükçe fokları mı andırıyorlar? Söylediğimiz çaylar geliyor. Birden, birkaç yıl önce televizyonda Rize'li çay üreticileri ile ya Tepelere doğru doğanın > »•> en güzel yeşillerinin sergilendiği Rize'de nasıl olur da binaları yeşilin en çiğleşmişi ile boyarlar? Yolun kenannda sebze, meyve arabalan. Yeşil fasulyenin üzerinde bir yazı: "îpsiz Fasulye." Kenarlarında kılçık bulunmayan fasulye anlamına geliyor. ladı. Ve ne çare, il merkezlerine özgü o zevksiz mimari örnekleri de kendini gösterdi işte. Düzensiz, plansız bir yerleşme! Ve bu yüzdendir ki, çarşıdaki tüm binalar yerleşememiş görünümü içindeler şu sıra. Tepelere doğru doğanın en güzel yeşillerinin sergilendiği şu Rize'de nasıl olur dabinalanyeşilin en çiğleşmişi ile boyarlar? Sonra o garip pembeler de göze batıyor. Yolun kenapılan bir açık oturumu anımsıyorum. Karadenizli'nin o konuşmaya doyamayan canlılığı ve hevesiyle lafı fazla yayan konuşmacılardı çoğunlukla. Yalnız içlerinden en sona kalan, arkadaşlarının çok uzattığını düşünerek sanırım, sırası geldiğinde, söze şöyle başlamıştı: Benum konuşmam uzun siirmez, ben bilimsel konuşacağum. çeklerin renkleri nasıl da parlak, canlı ve gözalıcı. Yağmur suyuna doyuyorlardır da ondan. Havada sürekli kendini duyuran bir nemlilik var. "Buraların en iyi mevsimi haziran ortalarından temmuz sonlarına kadardır" diyor Osman. Çaylarımızı içükten sonra arabaya biniyoruz. Artık dönüş yolu başlamıştır. Garip bir eksiklik duygusu içindeyim. Bupdan kırk, elli yıl önce çocuk yaşımda, Rize'den aldığım, genzimde yer etmiş ama ne olduğunu tam da bilemediğim bir kokunun eksikliğini duyuyorum. Neden bulamadım o kokuyu? Oysa, biraz da onu bulabilmek dürtüsüyle geldim buralara kadar. Neden bilebilirdim Trabzon'lu şoför Osman'ın bana bu konuda farkına varmadan yardımcı olacağını? Yeniden Sürmene dolaylarında arabayı sürerken, birden yolun iyice sağına alıp durduruyor arabayı Osman. Ne oldu Trabzonlu? Buraya Çamburnu derler. Bütün Doğu Karadeniz'de çam yetişmiş tek yerdir. Burada bir mesire yeri yaptılar. Onu da gör<meden gitmezseniz iyi olur. Şuradan aşağı ineceksiniz, denize kadar iner bu yeni yapılan merdiven. Yolun kenarından aşağıya doğru dimdik, dapdaracık bir merdiven iniyor. Ancak bir kişinin rahat inebileceği genişlikte çakıl ve beton karışımı bir merdiven. Denizden çıkarılmış mor ve yeşil büvükçe çakıllarla ÇALIŞANLARIN SORULARI/SORUNLARI YILMAZ ŞİPAL Ikiz çocuğumuz oldu SORU: Hanınıla birlikte Emekli Sandığına bağlı olarak çalı maktayız. 1983 mayıs ayı içerisinde iki çocuğumuz dünyaya gek Doğum olayında Devletin vermekte olduğu 3.000 TL. yardıı çalıştığım yerde yetkililer arasında bir zaman tartışma konu oldu. Şöyle ki; bir kısım yetkililere göre çift ödeme yapılmı gerektiği, diger bir kısım yetkililere göre de, her ne kadar il çocuk doğmuşsa da doğum olayı bir olduğuna göre yardımın ona göre verilmesi gerektiği ve ilgili yasanın ya da genelgeı de böyle olduğu söylenerek ikiz çocuğa sadece 3.000 TL. y dım verildi. Bu Konunun aslı nedir? Ş.Ü. İSTANB1 YANIT: Sorunuzun yanıtını sayın tbrahim Pınar'ın "De^ Memurları Kanunu" yapıtında bulduk "1) Doğum yardımı ö neği, yukanda da belirttiğimiz gibi, doğum olayı nedeniyle ı murun yapüğı giderleri karşüamak amacıyla verilir. Çocuğun ğuşu yani doğum olayının meydana gelmiş bulunması ödene ödenmesi için yeterli olup, çocuğun ölü veya canlı doğmuş masının önemi yoktur. Çocuğun gerekli gelişmeleri tamamlamadan doğmuş oln halinde yani, miadından önce doğum halinde, bu ödeneğin ( nebilme olanağı yoktur. Şöyle ki, Yurttaşlar Yasasının 241, maddeleriyle 180300 gün içindeki doğumlar normal kabul ı mektedir. Bu günler içinde doğan çocuklar için, doğum yan ödeneğinin verilmesi gerekir. Fakat, bu süreden önce ana minde bulunan ceninin gerekli gelişmeleri tamamlayamamas deni ile meydana gelecek olayın doğum olmayıp cenin ıskatı şük) olarak kabulü gerekir. Bu halde ise, doğum yardımı neği yerine tedavi giderinin ödenmesi gereklidir. 2) Doğum yardımı, bir doğumda dünyaya gelen çocuklan yısına göre değil, doğum olayına göre ödenir. tkiz ya da daha fazla sayıda çocuğun dünyaya gelmesinı kılmaksızın ödenek bir tek olay için, doğum olayı için öd Birden çok çocuğun doğmuş olmasının, ek bir gideri gerı mediği düşüncesi ile her çocuk başına değil, tek bir doğuı deni ile doğum yardımı ödeneği verilir." Turiztn yörelerinden Kuşadası'nda günlük dinlence işkenceye döntişüyor Kuşadası Kadınlar Plajı yöresindeki tatil sitelerinde, yazlıklarda kalanlann her yıl olduğu gibi bu yıl da çeşitli yakınmaları var. Çoğunlukla tüm ilginin Kuşadası'na, Yat Limaıu'na gösterilmesinden yakınıyorlar. Kadınlar Plajı kumsalı ve yol kıyısı çer çöp içinde.. TÜREY KÖSE KUŞADASI Omuzumuza dokunma, yanıyor, çek kolunu. Şimdi bu dinlenme mi, eziyet mi, Allah aşkına. Her tarafım yanıyor, başıma güneş geçti. Üstelik yarın çalışacağım. Ne dinlenme, ne dinlenme! Bir daha günübirlik deniz mi, tövbe. Çocuk da hasta olacak. Bu tümceler, deniz kıyılarına günübirlik dinlenceye gidenlerin, dinlence sonrası yakınmaları. günü özetleyen görüşleri. Evlerine dönerlerken yollarda ve yeni haftanın ilk günlerinde işyerlcrinde bu yakınmalar sürüyor, hafta sonlarında deniz kıyılarına akanlar, "nasıl dinlendiklerini" anlatıyorlar.... Kuşadası, yöredeki yerleşim merkezlerinde yaşayanların günübirlik dinlence için yeğledikleri tatil yörelerinden biri. Cu<martesi ve pazar günleri izinlerinde memurlar, öğrenciler en kolay ulaşılabilecek kıyılara denize girmek, güneşlenmek, eğlenmek ve dinlenmek amacı ile akıyorlar. Ancak bu amaçların çok azını gerçekleştirebiliyorlar. ()zellikle dinlenebildiklerini söylcmck olası değil... Sabahın erken saatlerinde yiyeceklerini alıp Kuşadası'na gelen grupları, dolmuşlar Kadınlar Plajı'na taşıyor. Yazlıkçılar, tatil sitelerinde, dinlenme kamplarında kalanlar hafta sonlan denize girmemeği yeğlerler genellikle. Deniz kıyılarını günübirlik dinlenceye gelenler doldurur. Ancak bu "günübirlik dinlence", günün sonunda "günübirlik işkence" olarak değerlendirilir... Çok sıcak, çok kalabalık, çok gürültülü bir pazar günü. Yerli yabancı turistler uzun kumsalı doldurmuş. Gürültü, çeşitli türde müzik, bağırışlar, kahkahalar birbirine karışmış. Güneşin en tepede olduğu saatlerde günübirlik dinlencenin tüm saatlerini değerlendirmek için sağhk kurallarını hiçe sayarak denize giriliyor, güneşleniliyor. Yol kıyısındaki sazlaraan kurulmuş şemsiye altında bir kadın dolmaları, peynirleri, domatesi, meyveleri ile bir kumsal sofrası donatırken, yanındaki kadın kaybolan çocuğunun adını sesleniyor. Karpuzlu, şeftalili, dolmah kumsal sofrasını, denizden çıkan aile bireyleri ne kadar acıktıklarını, ne kadar iştahlannın açıldığını anlatarak çevreliyorlar. Kuşadası, yabancı turistlerin çok ilgisini çeken bir tatil yöresi. Bu nedenle Kadınlar Plajı'nda çok sayıda yabancı turist var. Güneşlenen yabancı turistlerin hemen hepsi kitaplarvm okur, biralarım içerken, günübirlikçi yerli turistlerle, yazlıkçılar ya bir fotoromanın sayfalarınt çeviriyorlar, ya da bol renkli gazete, dergileri karıştırıyorlar. Sahil boyunca "deniz banyosu", "kum banyosu", "güneş banyosu" ya da "göz banyosu" yapanlar yanyana, içi içe... Çocuklar ise kıyılarda kumdan kalelerini dikerken, arada nerede olduklarım, aç olup olmadıklarırıı yüksek sesle soran büyüklerini yanıtlıyorlar... Kuşadası Kadınlar Plajı yöresindeki tatil sitelerinde, yazlıklarda kalanlann her yıl olduğu gibi bu yıl da çeşitli yakınmaları var. Çoğunlukla tüm ilginin Kuşadası'na, yat limanına gösterilmesinden yakınıyorlar. Kadınlar Plajı kumsalı ve yol kıyısı çerçöp içinde. Yazlıkçılar pislikten yakınarak şöyle diyorlar: "Buraya yabancı turist gelmiyormuş diye, ilgi gösterilmijor. Yol kenarı, kumsal çöp içinde. Oysa çöplerin toplanması ve kumsalın temizlenmesi çok zor olmasa gerek. Burada denize giren çok sayıda yerli ve yabancı turist var." Kuşadası'ndan imbat Otel'e dek uzanan sahil yolu son dere' ce dar. Denizden yazhk konutlarına gidenlerin bu yolu kullandıkları düşünülürse, tehlikelerin boyutlan anlaşılabilir. Ayrıca bu yolda gençler motosiklet yarışı da yapıyor... Yazlıkçılar, "günübirlik dinlence"ye gelenler nedeniyle hafta sonlan plaja inmekten çekinirken, günübirlikçiler denize girerek, güneşlenerek, yiyecekleri, içecekleri, meyveleri ile deniz kıyısında piknik yapıyorlar. Bir günlük "dinlence"nin tamamını değerlendirme çabasındalar. Akşam üstleri, "günübirlikçiler" yavaş yavaş toparlanmaya, mayolannı kurutmaya, eşyalarını toplamaya başlıyorlar. Geldikleri yörelere götürecek araçlara kendilerini "atıyorlar" zorlukla. Evlerine yorgun argm dönerlerken, kumsalı ve denizi asıl sahiplerine, yörenin "yazlıkçıları"na bırakıyorlar... İstanbul 12. İcra MemurluğıTndan MENKUL AÇIK ARTIRMA İLANI 1983/7466 E. Bir borçtan dolayı hacızli ve aşağıda cins miklar ve kıymetleri yazılı mallar satışa çıkarılmıştır. Birinc tırma 21/7/1983 saat 15.30'dan 17.00'ye kadar Peykhane Cad. No: 53/A Adalet Yeddieminlik Sultanat Ist. adresinde yapılacak ve ogün kıymetlerinin %75'ine istekli bulunmadığı takdirde 22/TEMMUZ 1983 nü aynı yer ve saatte 2. artırma yapılarak en çok fiyat verene satılacağı ve satış şartnamesinin bir örnej isteyene gönderileceği, isteyenin icra dosyasında görebileceği fazla bilgi için dosyamıza başvurulması ilan nur. 5.7.1983 Muhemmen Kıymeti Adedt CinsiÖnemli nitelikleri Kırşehir'de Halıcıhk Okulu açılıyor KIRŞEHİR, (UBA) Kırşehir özel Idare Müdürlüğü tarafından işletilecek halıcıhk okulunun kendi binasında öğrenci kayıt ve kabulüne başlandığı açıklandı. 20 milyonluk bütçe ile Kırşehir özel Idare Müdürlüğü tarafmdan işletilecek halıcıhk ve trikotaj okuluna halıcıhk dalında yatılı olarak 50 kız öğrenci, trikotaj dalında ise 30 kız öğrenci ahnacağı belirtiliyor. Okul eylül ayında faaliyete geçecek. Okulun amaçları içinde halıcıhk ve benzeri el sanatlarını Reliştirmek, Türk kadınımn ve kızının bu konularda gerçek bir üretici haline getirilerek sosyal ve kültürel gelişmesi yanında ekonomik yönden yurt kalkınmasına katkıda bulunmak şeklinde niteleniyor. Okula alınmada kimsesiz ve fakir çocuklara öncelik tanınacağı ve öğrencilerin halıcıhk dalında özel tdarece temin edilen sosyal imkânlardan yararlandırılacağı belirtiliyor. Halıcıhk okuluna ilkokul çağındaki öğrencilerin okulların açık olduğu süre içînde veya öğrenim aylarında okul saatleri dışında okulda çalıştınlabilecekleri belirtiliyor. Okula arahksız 7 yıl devam edenler ve evlenmek üzere olan genç kızlara en az beş yılhk hizmet karşılığı olarak halı tezgâhı armağan edilecek. öğrencüerden hiçbir masraf alınmayacak. Okulun faaliyete gecmesiyle Kırşehir ve yöresinde unutulmaya yüz tutmuş halıcıhk sanatmın gelişeceği ve canlılık kazanarak yöre halkına büyük katkısı olacağı açıklandı. 250.000.00 TL. 1 Tahmini 2, 5 ! m Kırmızı Bej alaca seccade tipi halı 250.000.00 ' ' 1 Tahmini 2 m kırmuı bej göbekli seccade tipi halr 1 250.000.00 ' ' 1 Tahmini 2, 5 m laciveret desenli seccade tipi halı 500.000.00 ' • ı Üç katlı antika lüi tipi nakışlı vitrin büfe 250.000.00 ' ' 1 Çin, çekmeceli kapaklı barAmerikan 150.000.00 ' ' 1 Mat aynalı antika köşe vitrin 2 250.000.00 ' • ı Tahmini 9 m kırmızı desenli Çin halı Sarı desenli kırmızı bej bünyan halı ' 1 100.000.00 ' Yukanda yazılı men menkuller ilan olunan şekilde ve saatler arasında, onar dakikalık aralarla sıra ile satıl ı'ukanda tır. 150.000.00 TL. 1 Sony radyo, teyp ve pikapla müşterek metal müzik seti 600.00 ' ' 3 Teyp kaseti 10.000.00 ' 1 2 Sony RMT 200 ve Rm 605 el kumanda cihazı 200.00 ' ' 1 Tombala taşları ve kartları ' 100.00 ' ' 1 Çelik rulo metre (3 metrelik) 500.00' ' 1 Gümüş gibi tahmini 150 gr. zincir. Birlikte yukarıdaki saatler arasında satılacaktır. Masraf verene şartname gönderilecektir. tlan olu Basın: 7865 2
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle