12 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Unutulmuş Bir Kuram Melih Cevdet ANDAY Kapatılmış Cumhuriyet Halk Partisi'nin 1935 yılında toplanan dördiincü büyük kurultayında, parti tüzüğü ile programının Türkçeleştirilmesi için <Jn beş üyeli (içinde Dil Kurumu uzmanlannın da bulunduğu) bir kurul oluşturulur. Türkçeleştirilmiş yeni program taslağında 167 sözcük ile bunlann Osmanhca karşılıkları gösterilmiştir. Türk Dili dergisinin haıiran (1983) sayısında sayın Şerat'ettin Turan, sözkonusu belgeyi inceleyerek, "Parti programının Türkçeleştirümesinde, türevleriyte birlikte 245 sim<iğün kullanıklığını saptıyoru/. Sözcükler kökenlcri yönünden incelendiğinde, bunlardan ll'nin Batı dillerinden, 5'inin de Arapça ve Farscadan alındığını görüyoruz" demekteOyle ise yeni tüzük ve programdaki 245 sözcüğtin 229'u öz Türkçedir. Sayın yazar, bu sözcükleri, bugünkü yazı ve konuşma dilimizde kullanılıp kullanılmadıkları, ya da 19!5'den sonra değişikliğe uğrayıp uğramadıklan açısından ele alarak, şu dağılım oranını ortaya koyuycr: Yaşamayanlar, tutunamayanlar yüzde 24.50 (60 sözcük); sonradan değişikliğe uğrayanlar yüzde 16 (39 sözcük); yaşayanlar, tutunanlar yüzde 59.50 (146 sözcük). Batı dillerinden alınan 11 sözcük içinde, "maliye" karşılığı "finans", "sermaye" karşılığı 'kapital", "uzuv, "aza" karşılığı "örgen", "hars" karşılığı dır# CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER anamal, ekin, toplum... gibi. Demek dil devrimi, daha Atatürk'ün sağhğında, yabancı sözcüklerin tanımı açısından yeni bir görüşle evrime aşamasını yaşamıştır. Bu da yabancı dillerdeki kimi sözcüklerin (özellikle etimoloji sözlüklerinde "kaynağı bilinmiyor" diye gösterilenlerin) Türkçe olduğu görüşüdür. Bugün artık adı anılmayan GüneşDil Teorisi'ne değinmek istediğim anlaşılmıştır sanırım. Tan dergisinin gene haziran ayında yayımlanan 11. sayısında bu konuyu ele alan bir yazının bulunması bana iyi bir rastlantı olarak göründü. Sayın Ragıp Gelencik'in "GüneşDil Teorisi Ûstüne" başlıkh yazısı, dil devriminin bir dönem yaşamış olduğu önemli bir yaklaşım değişikliğine değinmekle kalmıyor, olayı belgesizlik yüzünden gereğince inceleyemeyeceğimiz gerçeğini de ortaya koyuyor. Demek, gününde bu teoriyi candan benimsemiş olan bilginlerimizden bir çoğunun ölmüş bulunmaları, geride kalanların ise konuyu susmakla geçiştirmeleri yüzünden, kültür yaşamımızın bir zamanlar çok yaygm bir ilgi alanı yaratmış olan bir olayı artık karanlığa gömülmüş durumdadiT. Ben buıada, GüneşDil Teorisi'nin yanlış ya da doğru olduğu sorunu üzerinde durmak istemiyorum; çünkü bu konulardaki teorilerin zamanla eskiyeceği, değerden düşeceği olağan karşılanmah kanısındayım. Örneğin; kökeyapışmış ünsüzlerin yaratüğı anlam değişiklikleri, başka bir deyişle, soneklerin gösterici nitelikleri üzerinde ortaya atılan, incelemelere dayalı görüşler neden tartışılmasın? Anlamı kökün mü, yoksa eklerin mi taşıdığı konusu bütün dil büginlerini uzun uzadıya uğraştırmamış mıdır? Burada sözkonusu olan ise, bu soruların yanıtları değil; önemli olan, GüneşDil Teorisi'nin dayandığı söylenen, Dr.Phil H.F.Kvergitch'in "Psycologie de guelgues elents des langues Turques (Türk dillerindeki birtakım öğelerin psikolojisi) adh yapıtınm ortada bulunmayışıdır, çünkü bu kitap basılmamıştır. Sayın Ragıp Gelencik'in yazısından öğrendiğimize göre, sözkonusu yapıtın müsveddesi, Türk Dil Kurumu kitaphğmda ve arşivinde bulunmadığı gibi Atatürk'ün özel kitaphğmda da yoktur. Bulunsaydı ne olacaktı? III. Türk Dil Kurultayı'nın baş konusu olan GüneşDil Teorisi, Kvergitch'in görüşlerinin savunulması için bulunmuş değildir; Kvergitch, olsa olsa yardımcı olmuştur bu teoriye. Demek konu, bizim konumuzdur; enine boyuna tartışırız onu, tümden doğru, ya da tümden yanhş olduğunu saptamak için değil, birtakım ilginç araştırmalara, yaklaşımlara varmak için. Oysa bugün bildiğimiz, bir zamanlar ya o görüşün yanında, ya da ona karşı bir tutum ahndığı ve sonra da tümden susulduğudur. III. Türk Dil Kurultayı'nda, diyelim "elektrik" sözcüğünün Türkçe olduğunu tanıtlamak için yapılan konuşmaları bir yana bıraksak da; biz bugün GüneşDil Teorisi'nin, bütün dillerin Türkçe olduğunu savunmak için ortaya atıldığını da kesinkes bilmiyoruz. Türk dillerinin, bu aileden olmayan diller üzerindeki etkileri çeşitli amaçlarla sözkonusu edilebilir. Ayrıca dünyadaki bütün dillerin tek kaynaklı mı, yoksa çok kaynaklı mı olduğu sorunu, dil bilginlerince önemini hep korumuştur. Atatürk'ün GüneşDil Teorisi'ne yakın ilgisini biliyoruz; bence bu ilgi, bütün dillerin kardeş sayılması ve böylece insanlığın aşağı ve üstün katmanlara bölünmemesi savından kaynaklanmıştı. Tarih ve Dil teorilerinin kosutluğu da bu kaygıyı gösterir. Üzücü olan, konunun işlenmemiş bırakılmasıdır. Kültür yaşanan bir olgudur oysa. GüneşDil Teorisi'nin ideolojik ve politik bir yanı olduğu elbette açıktır. Ama HindAvrupa dil ailesinin bütün dillere üstün olduğu anlayışında Batı hiç mi ideolojik ve politik amaçh değildi! Sayın Şerafettin Turan'ın incelemesinde, 13 mayıs 1935 günkü kurultay toplantısında Türkçe olarak benimsenen Batı dillerinden almma sözcükler ele alınırken, o dönemde GüneşDil Teorisi'nin geçerli olduğuna değinilmemektedir. O teori artık gözden düştüğüne göre, biz bugün Batı dillerindeki kimi sözcüklere benzetilerek yapılmış sözcükleri hangi anlayışla savunabiliriz? GüneşDil Teorisi günlerinde yaşayıp da, sonradan, "Ben o teoriye hiçbir zaman inanmadım" diyenler var; o olayı sessizce geçiştirenler var; bir de GüneşDil Teorisi' ni biliyormuşcasına, ona inanmışcasına Batı dillerinden almma, ya da o dillerin, kimi sözcüklerine ben : zetilerek yapılmış sözcükleri bağrına basan daha genç kuşaklar var. Bu ne kanşıklıktır! "Terim" sözcüğünün "derim" (demek)den geldiğine vallahi inananlar var. 15 TEMMUZ 1983 PENCERE İnsanın İnsanlaşması "Saatin akrebine baktığımız zaman, akrep hareketsiz gibi gelir bize. Fakat bir iki saat sonra akrebin yer değiştirdiğini görürüz. Insanların hayatında da böyle olur. Çevremizdeki, hatta kendimizdeki değişikliğin çoğu zaman farkında olmayız. Tarihin akrebin bize hareketsiz gibi görünür!' ^~ • "İnsan Nasıl İnsan Oldu" adlı kitapta böyle yazıyor. Tarihin bilinmezliklerinden 1600 yılına değin "kahramanı insan olan" bir gerçek serüveni anlatıyor kitap; ama, insan dediğimizde kimi vurguluyoruz? Diyelim ki insanoğlu Amerika'yı keşfetmiştir; Awustralya'yı bulmuştur. Peki, Amerika ve taustralya'da insan yok muydu? Amerika ya da Avustralya'yı bulan insanın buralarda yaşayan insana insan gibi bakmadığını tarih söylüyor. "İnsan Nasıl İnsan OfoV'dan bu yolda birkaç satır: "Avrupalılar Avustralya'yı bulduklarında başlı başına bir kıtayı ele geçirmek onlar için büyük başanydı. Avustralya'lılar içinse bu gerçek bir talihsizlikti. Çünkü insan emeğinin deyirlerini gösteren takvime göre hesaplanırsa, bunlar daha geri bir zamanda yaşıyorlardı. Avrupalıların göreneklerinden birşey anlamıyor ve düzenlerine boyun eğmek istemedikleri için kendilerine yabanıl hayvanlar gibi davranılıyordu. (...) Avustralyalı için yasa olan, Avrupalı için cürümdö. (...) Hayvancılıkla uğraşan Avrupalı için koyun mal olduğu halde ilkel sartlarda yaşayan Avustralyalı avcı için bir avdı." • "Amerika'yı bulan Avrupalılar, yeni bir dünya bulduklarını sanıyorlardı. Kristof Kolomb'a üzerinde "Kolomb, Kastilya ve Leon için yeni bir dünya buldu" sözleri yazılı bir nişan verilmişti. Ne var ki bu "yeni dünya" gerçekte eski bir dünyaydı. Avrupalılar çoktan unutmuş oldukları geçmişlerini bir raslantıyla Amerika'da bulmuşlardı." "Kızılderililer ve beyazlar ayrı ayrı çağın insanlanydı." Ayrı ayrı çağın insanları olmak... İşte bütün tarihin ve yaşadığımız günlerin acılarını bu eşitsiz gelişme yaratmıştır; ama dünya değişiyor; insanlar gün geçtikçe eşitleniyor. Yeryüzünde binlerce yıl süren kölelik kurumu hiç değişmeyecek sanılıyordu. Eski Yunan şairi Teognis zaman saatinin yürümüyor gibi görünen akrebine aldanarak şu dizeleri yazmış: "Ne soğandan gül çıkar, Ne köleden özgür insan." ~ Oysa köleliğin kurumlaşmasmdan bu yana tarih kölelerin öz gürleşmesi sürecinden başka nedir ki? Bu savaşım günümüzde bile sürüyor. * Atatürk, Cumhuriyet Türkiye'sinin insan toplumu için bir hedef saptamtştı: Çağdaş uygarlık düzeyine erişmek. Bu demektir ki aklımızın akreple yelkovanını uygarlığın en ileri saatine göre ayarlayacağız. Sakın yanlış yorumlamayalım; "Tanzimat kopyacılığı"na sapmayalım; yüzeysel Batıctlık anlayışını Atatürkçülük diye yutturmaya kalkışmayalım. Çağdaşlaşmak, akıl ve bilim yolunda yürümek demektir. Eğer bugün "Batı" ile Türkiye arasında kimi konularda ve alanlarda çatışma varsa nedenlerini anlamaya çalışmalıyız. "Doğu" ile çelişkilerimiz varsa, onları da bilim ve akıl yoluyla çözümlemeye bakmalıyız. Bize yabancı ve ters gelen her konuya Amerika'nın ya da Avustralya'nın keşfi sırasında yaşayan yerliler gibi anlamaz gözlerte bakmayalım. ^ ,, ,,x • insanın insanlaşması uzun ve acılı bir süreçtir. Bugün bile dünyada çeşitli toplumlar "ayrı zamanlarda" yaşıyorlar. Eşitleşme kolay değil... Ne yazık ki Türkiye'nin toplumsal gerçeğinde ayrı ayrı zamanlarda yaşayan kişiler ve kesimler çoğaldı. Bunu demokrasinin gereği saymak için çok bilgisiz, bilinçsiz, ya da saf olmalı. Âtatürk, yaşadığımız toplumda kişiler ve çevreler arasında varolan zaman ayrılıklarını yok etmek için "öğretim Birliği Devrim/"ni gerçekleştirmişti. Bu devrimle ortaçağı yaşayanlaı günümüze ulaşacaklardı. Köy Enstitüleri de bu amaçla kurul muştu. Ama hem öğretim birliği devrimini, hem Köy Enstitüle rini yıktık; saatlerimizi çağdaşlığa göre ayarlayacak akıl ve bi lim yolundan uzaklaştık. Köte bir iş yaptık. Daha uzun süre bu kötülüğün acılarını çekeceğiz, insanla; ma yolunda yürürken... "kültür", "tabü" karşılığı " nomal"', "sınıf, zümre' karşılığı olarak "klas" sözcükleri bulunuyor. Aradan geçen 48 yıl içinde unutulup giden 60 sözcükten birkaç örnek vereyim: Aktı (ücret), arzıulusal (beynelmilel), orun (makam), üsnomal (fevkalâde), çıkat (ihracat), dışdinsel (lâik), işyar (memur), saylav (mebus), otru (tnesken), ar (güzel sanatlar)... Birkaç örnek de, değişikliğe uğrayan 39 sözcük kümesinden alalım: bağınsız (müstakil, bağımsız), özgenlik (hürriyet, özgürlük), örgen (uzuv, organ), enoüstriyel (sanayi erbabı, sanayi ile ilgili), nomal (tabiî)... 146 sözcük ise, 48 yıl yaşamını sürdürmüş, demek tutunmuştur: Aşkım, alan, bölge, çağdaş, etki, kutsal... gibi. Sayın yazar bu öz Türkçe sözcükler içinde yalnızca 6'sınm Batı kökenli olduğunu belirtmektedir: Ekonomi, endüstri, kapasite, kapital, kültür, sosyete. "Cumhuriyet Halk Partisi programı" üzerinde 1935 yılında yapılmış değişiklikleri konu edinen bu inceleme, haklı olarak, iyimser bir sonuca bağlanıyor: "Türkçe'nin özleştirilmesi yolunda bulunan, türetilen karşılıkların yaşama şanslannın yüzde 7S.5 gibi büyük bir oranı bulduğunu kabul etmek gerekir." Özleştirme yolunda, bulunmuş ya da türetümiş sözcükler den kiminin unutulması, kiminin değişikliğe uğraması olayına gelince, bunu (o zaman bulunmuş bir sözcüğü kullanayım) nomal karşılamak gerekir. Dillerin tarihsel yöntemle incelenmesi bu tür değişikliklerin bol örneklerini vermiştir. Ancak o dillerdeki değişiklikler, bilinçli çabaların ürünü değildir; çağ çağ, dönem dönem, birikmiş ses bozmalanndan, anlam kaymalarından ortaya çıkmıştır. Ama gene de bir gizdir şu sözcüğün yaşayıp, bu sözcüğün yaşamaması. Sözgelişi bizde, bilinen kökler ve bilinen eklerle yapılmış ve sesçe, yapıca benzerleri bulunan sözcüklerin yaşama olasıUğımn daha yüksek olduğu, nerdeyse bir kural gibi benimsenmişti. Ama uygulamada gene de şaşırtıcı sonuçlarla karşılaşıldı. Buna karşm, kimi unutulmuş köklerle eklerin kullamlmasından canh sözcükler elde edilebilmiştir. Bunun gibi, başka dillerden çeşitli nedenlerle dilimize girmiş kimi sözcüklerin de yaşam gücleri bulunduğunu yadsıyamayacağız. Yukardaki üç öbekte de bunlarla karşılaştık. lmdi, "türetme" ya da "bulma", "yapma" yöntemleri yanında, Batı dillerinin kimi sözcüklerini benimseme tutumu nasıl yer alabildi? Ekonomi, endüstri, kapital, kültür, sosyete... sözcükleri neden olduğu gibi bırakıldı ve neden "nomal", "üsnomal" gibi benzetmelerc gidildi. Oysa, bu sözcüklerin kimine sonradan Türkçe karşılıklar bulunduğunu da biliyoruz: İşleyim, ARADA BİR Prof. Dr. ÖZTEKİN TOSUN Şeker hastalığını tehlikesiz kılan, dikkatli ve sürekli teda\idir. Peki, dikkatli ve sürekli tedavi edilirse norroai bir yaşam sürülür mü? Evet. Bunu bilmek gerekir. Bir "şeker hastası", dikkatle ve sürekli olarak tedavisini sürdürürse, yaşamını normal olarak sürdürür. Sorun hastalık değil, tedaviden kaçmak, tedaviden bıkmaktır. Hastalıklar da sabırla çözülmesi gereken sorunlardır. Neden "şeker hastalığı" deniyor bu hastalığa? Kan şekeri yükseliyor, idrarda şeker çıkıyor. Hasta tatlı şeyler yemek istiyor. Ama, "şeker hastalı&ı" deyimi, hastanın "şekeri kuTlanamaması" olayını belirtiyor. Hasta insanın hücreleri, şekeri kullanamıyor. Suyun içinde susuz, yiyeceklerin içinde aç kalanlar gibi, şeker hastası da "şekerin içinde şekersiz" kalmış durumdadır. Şeker yemek, tatlı şeyler yemek, unlu şeyler yemek, bu eksikliği gidermiyor, tersine hastalığı artırıyor. Çünkü, eksiklik, şekerde değil, şekerin kullanılışını sağlayan maddelerdedir. Şekerin kullanılmasmı sağlayan en önemli madde, "insulin" hormonu. "tnsulîn" hormonu, pankreas dediğimiz, bir kann içi bezinin iç salgısı. Pankreasın içinde Langerhans adacıkları var. Bu adacıkları Paul Langerhans 1867 yılında buldu. Hormonun adı da, Latince "ada" demek olan "insula"dan geliyor. tnsulin hormonu, adacıkların bulunmasından çok sonra, 1921'de, genç bir oparatör olan Frederick Banting'le, yeni hekim olmuş Charles Best, Toronto Üniversitesi'ndeki çalışmalanyla "insülin"i buluyorlar. Banting ve Best'in bu buluşu, insanlığa yapılan en büyük hizmetlerden biri oluyor. tnsülin, şekerin bütün metabolizmasında etkili. İnsülin yoksa, va da azsa, etkisizse, değişik SAGLIK YÖNETEN ERDAL ATABEK • • Şeker Bayramı'nda şeker hastalığı Toplu Basın Mahkemeleri HastalığınklasiküçlüsüıÇok idraraçıkma^çok su içme^çoküzerine. yemek yeme Kaldmlırken... Bugün, basın yolu ile işlenen suçlarda ve basın suçlannda yetkili mahkemeler Toplu Basın Mahkemeleri ve Ağırceza Mah" kemeleridir. Ağırcezalı suçlarda, bu mahkemeler toplu olduğu *"yani birden fazla hakimle kurulduğu için, ağırceza mahkemeleri basın suçlarına bakmaktadir. Ağırcezalı olmayan basın davalarına ise, asliye ve sulh ceza mahkemeleri değil, fakat Toplu Asliye Ceza Mahkemeleri bakmaktadır. Toplu asliye ceza mahkemeleri, sadece basın davalanna bakmak için teşkil edilmektedirler. Bu mahkemelerin hakimleri aslında başka mahkemelerden toplanmaktadır. Bunlar en kıdemli üç ceza hakiminden kurulmaktadır; en yüksek derecelisi başkan, ikisi de üye durumundadtr. Ceza hakimi bulunamazsa, en kıdemli hukuk hakimleri ile kurul tamamlanmalıdır. Bu şartlarla mahkemenin kurulup kurulmadığının anlaşılabilmesi için, dava dosyasının içinde muhakkak hakimlerin kıdem durumlarıhı gösterir bir belgenin bulunması gerekmektedir. Böyte bir belgenin bulunmaması durumunda Yargıtay karan bozmaktadır. Ceza hakimi bulunmadığı takdirde, yerine en kıdemli hukuk hakimleri konulabilmektedir; fakat Yargıtay bu hakimler yerine sulh hakimi, sorgu hakimi, tapulama hakimi, ağırceza üyesi olması durumlarında kararı yine bozmaktadır. Yargıtay, asliye hukukta veya asliye cezada "yetkili" kılınmış hakimin bile kurulda yer almasını kabul etmemekte, muhakkak "asliye hu1 kuk" hakimlerinin en kıdemlileri olmasını istemektedir. Hakimlerin kıdem, derece ve niteliği yüzünden birçok karar bozulagelmektedir. Kurulmasmdaki zorluk nedeniyle bu mahkemelerde davalann bakılmast uzayabilmektedir. Ama basın davalannın uzamasının asıl nedeni bu değildir; asıl neden, bu mahkemelerin sayıs'.nın çok az olmasıdır. Yasakoyucu, basın davalannın çabuk sonuçlanmasını amaçlamışken, uygulamada basın davalannın elinde işlerin takılmasından şikâyet edilmiştir. Bunun nedeni, basın davalannın öteki mahkemelerden alınıp bir tek toplu basın mahkemesinde toplannieu t oluşmuştur. Bütün sulh ceza, asliye ceza mahkemeleri yetkisiz kılmınca, toplu da olsa, bir tek asliye ceza mahkemesinin işlerin altında ezildiği görülmüştür. Bu durumda, özel mahkeme yerine genel mahkemelerin yetkisini kabul etmek bir çare olarak belirmektedir. Bu çare de, basın davalannın cezasına göre, bazı işlerin sulh ceza mahkemelerinde, bazı işlerin asliye ceza mahkemelerinde görülmesinin kabulü durumunda gerçekleşebilir. Tasarı, böyle yapmamış, sulh ceza mahkemelerini tamamen yetkisiz kılmış, asliye ceza mahkemelerini devreye sokmuştur. Bizcfi, genel kurallar ile yetinmeli, sulhlük işlerin de sulh ceza mahkemeleri tarafından muhakemesine razı olunmalı idi; o vakit basın dosyaları çok hakim elinde bölünür ve işlerin hızlı sonuçlanması da daha kolay gerçekleşirdi. Vaktiyle, sulh ceza hakimlerinin bir kısmının bağımsızlığı güvence altına alınmamış olduğu için böyle bir ayırım yapılmıştı; bugün bağımsızlığın bütün hakimler bakımından güvence altına alınması açısından bir ayırım bulunmamaktadır. Tasarı, geçici maddesinde "bu kanunla kaldınlan toplu basın mahkemelerinde görülmekte olan davalar sonuçlandırılıncaya kadar bu mahkemelerin görev ve yetkileri devam eder" hükmüne yer vermiştir. Muhakeme hukukunda ilke, yeni kanunun eski işlerde de uygulanmasıdır. Elinde bir kaç dosya vardır diye hem de toplu bir mahkemeyi o işe bakmaya mecbur tutmak, bu ilke ile bağdaşmaz. Madem ki, yeni kanun onları kaldırmıştır, işlere yeni mahkemelerde bakılmaya devam edilmelidir. Nedeni, kamu düzenidir. Yarın, hiç beklenmeyen bir durum nedeniyle evvelce görüldüğü mahkemeye işin dönmesi durumu ile karşılaşılabilir. Bu yüzden "geçici madde" hükmü yerinde değildir. biçimlerde "şeker hastalığı" ortaya çıkıyor. "Şeker hastalığı" kolay tanınır değil mi? Akla gelirse "evet." Ama, hastalık her zaman "ben şeker hastalığıyım" diye ortaya çıkmaz ki. Çok değişik belirtiler olur. Bazen ağır belirtiler, bazen de çok hafif belirtiler olur. Şeker hastalığının belirtileri çeşitli organlarda görülebilir. Akla gelmezse, hele belirtiler de hafifse hiç de dikkatli çekmez. Bilmek gerekir, dikkat etmek gerekir. Nelere dikkat etmeli? Şeker hastalığının artık klasikleşmiş üçlüsü "çok idrara çıkma, çok su içme, çok yemek yeme"dir. Bu üç "çok" dikkat çekmelidir. Ama, hepsi bu değil. Çocuklar gece idrara çıkılere bağh olabilir. Şimdı, bu belirtileri olanlar "eyvah, bende şeker hastalığı varmış" dememelidir. Bu beliTtiler, sadece bizde bir kuşku uyandırmalıdır. Yapılacak iş, bir hekime başvurmaktır. Gerisi hekimin işidir. Peki, hekim şeker hastalığını nasıl anlayacaktır? Hekim, şeker hastalığını çeşitli yollarla anlar. Hastanın yapısı, ailede şeker hastası olup olmadığı, hastadaki belirtilerin durumu anlışılır. Sonra, kanda şeker miktarı, idrarda şeker bulunup bulunmadığı araştırılır. Diğer laboratuar incelemeleri, diğer örganların durumunun incelenmesiyle tanı konur. "Şeker hastalığı" nda kalıtımın önemli bir rolü vardır. Bu F Büyüyen kentierin insanları karşı karşıya bımktığı "hareketsizUk" şeker hastalığı olasıhğını artırıyor.Hastalıkta "kahtımın" önemli bir rolü vardır. Eğer ailede şeker hastası varsa, biraz daha dikkatli olmak gerekir. Ailesinde şeker hastası olan, mutlaka bu hastalığa yakalanmaz. yorsa, Kadınlar iri çocuk (tosuncuk) doğuruyorsa, Kadınlarda cinsel organ kaşıntıları varsa, İştah normal ya da artmış olduğu halde zayıflama oluyorsa, Nedeni bilinmeyen el, ayak uyuşmaları varsa, Nedensiz bir yorgunluk oluyor, sürüp gidiyorsa, Ciltte çıbanlar çıkıyor, yaralar geç iyileşiyorsa, Ağızda kuruma oluyorsa, Görme bozukluklan ortaya çıkmışsa, şeker hastahğından kuşku duyulmalıdır. BUtün bu belirtiler bir arada olmayabüir. Her belirti de "şeker hastahğY'ndan başka nedenrolün ne olduğu konusunda çok araştırma yapılmıştır. Eğer ailede şeker hastalığı varsa, anada, babada şekeı hastalığı varsa, biraz daha dikkatli olmak gerekir. Şeker hastalığında kalıtım kadar çevre koşullannın da önemi vardır. Eğer, çevre koşullarına dikkat edilirse, kahtımın etkisinin önemini azaltmak olasıdır. Ailesinde şeker hastası olan, mutlaka "şeker hastalığf'na yakalanmaz. Bunu bilmek gerekir. Şeker hastalığının çevre koşulları nelerdir? Bunlann başında "şişmanlık" gelir. Şişmanlık, "şeker hastalığı" olasıhğını arttırır. Şeker hastalığı olasıhğı, normal ağır lıkta olanlara göre; Vücut ağırlığı <o 10'dan fazV la olanlarda 1.5 katı, Vücut ağırlığı % 20'den fazla olanlarda 3.2 katı, Vücut ağırlığı °Jo 25'den fazla olanlarda 8.3 katı. Çevre koşullannın bir diğeri "az hareket etme"dir. Özellikle, büyüyen kentlerin insanları karşı karşıya bıraktığı "hareketsizlik", şeker hastalığı olasıhğını arttırmaktadır. Çevreden gelen bir diğer olumsuz etken de "stress'Merdir. Çeşitli gerginlikler, sıkıntüar, şeker hastalığı için etken olurlar. Kan şekeri "normalse" "şeker hastalığı" kuşkusıı kalkar değil mi? Kan şekerinin "normal bulunması" şeker hastalığı olmaması için yeterli değildir. Tek bir kan şekeri örneğinin "yüksek" olması da, şeker hastalığı tanısı için yeterli değildir. Kan şekerinin "normal" bulunduğu, ama, şeker hastahğı kuşkusu taşıyan olaylarda "glikoz yükleme testi" yapılır. Karar, bir çok bulgunun kesişmesiyle •'erilecektir. "Şeker hastalığı" tehlikeü bir hastalık, değil mi? Önceleri, gerçekten tehlikeli bir ha&tahktı. Şimdi değil. Ancak, "şeker hastalığının" "tehlikeli" olmaması için şu koşullar gerekli: Hastalığın tanısında geç kalınmaması, Hastalığın tedavisinin sürekli olduğunun bilinmesi, Tedavi önerilerine çok uygun hareket edilmesi, Çevre koşullannın ortadan kaldırılması. "Şeker hastalığı" damarları etkileyen bir hastalıktır. Kalbi besleyen kroner damarlar, beyin damarları, göz damarları, böbrek damarları, çeşitli organ damarları "denetimsiz" şeker hastalığında bozulur. Çevre sinirleri bozulur. Cinsel sorunlar çıkar. Kadınlarda düşükler olur. BAYI1VDIRUK BAKANLIĞI YAPI İŞLERt GENEL MÜDÜRLÜĞÜ'NDEN PROJE YAR1ŞMAS1 Nevşehir Hükümet Konağı binası mimari projelerinin elde edilmesi işi Bayındırlık Bakanhğı Yapı tşleri Genel Müdurlüğu tarafından "Muhendislik ve Mimarlık Proje Yanşma Yönetmeli|i" kurallan içinde serbest, ulusal ve tek kademeli olarak yanşmaya çıkart\lmıştır. Bu yanşmaya Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği üyeleri ka tılabilir.' YAR1ŞMA JİJRİSt DANIŞMA JÜRİ ÜYELERİ: BAŞSOY Ahmet ÇÂLL1 tlhan ANDAÇ Gülay ŞATIROĞLU Oktay KÖKAN Faik ASLİ JİJRİ İJYELERİ: KAFTANCI Güngör TUNA Mahmut TÜMER Ünal BORAN Eren SÜMER Sadık : Nevşehir Valisi : Adalet Bakanhğı Musteşar Yardımcısı : Yapı Işleri Genel Müdürlüğü Mimari Proje Dairesi Başkam : Maliye Bakanhğı Milli Emlak Genel Müduru : İUer Idaresi Genel Müdürlüğü Iller Dairesi Baskanı Y. Mimar Y.Müh. Mimar Y. Mimar Y.Mimar Y.İnş.Müh. (İ.T.Ü.) (İ.T.Ü.) (D.G.S.A.) (D.G.S.A.) (K.T.Ü.) (O.D.T.Ü.) (E.Ü.M.M.Y.C (A.D.M.M.A.; (A.D.M.M.A. O.) (A.D.M.A.) (A.D.M.M.A. O.) VEFAT ve TEŞEKKUR Sevgili Ablamız YEM SANAYİl TÜRK A.Ş. GENEL MÜDÜRLÜĞÜNDEN (POLtPROPİLON ÇUVAL SATIN ALINACAKTIR.) 1 10.000.000 adet polipropilen çuval kapalı teklif alma suretiyle satın alınacaktır. 2 Söz konusu işin geçici teminat ihaleye iştirak edecek firmalann teklif edecekleri fiyatın %3'ü tutarı kadardır. 3 Bu işe ait şartname, Eskişehir yolu 8. km. Beytepe girişi kat l'de Ticaret Müdürlüğü'nden temin edilir. 4 Teklifler en geç 29.7.1983 günü saat 15'e kadar Genel Müdürlüğümüz Ticaret Müdürlüğüne teslim edüecektir. 5 Postadaki vaki gecikmeler kabul edilmez. 6 Kuruluşumuz 2490 sayılı kanuna tabi olmayıp ihaleyi yapıp yapmamakta veya dilediğine vermekte serbestir. Basın: 21296 SAMÎDVIE ONUR'u 11.7.1983'de kaybettik. Acımızı paylaşan dostlarımıza teşekkür ederiz. SENİH, İLHAN, FÜSUN ONUR MENKULÜN AÇIK ARTIRMA İLANI T.C. KARTAL 2. İCRA DAİRESİ 1982/4494 Bir borçtan dolayı hacizli ve aşağıda cins, miktar ve mıymetleri yazılı mallar satışa çıkanlmıştır. Birinci artırma 25/7/1983 günü saat 9.30 ila 9.45'de Maltepe, Dragos ÇayiTİar'da yapılacak ve o günü kıymetlerinin % 75'ine istekli bulunmadığı takdirde 26/7/198Î günü aynı yer ve saatte 2. artırma yapılarak en çok fiyat verene satılacağı ve satış şartnamenin icva dosyasından görülebileceği, fazla bilgi almak isteyenlerin yukarıda yazılı dosya numarasıyla icra memurhığuna başvurmaları rica olunur. "Mevkiinde Vinleks San. Tic. A.Ş. ve Standart Plastik San. ve Tic. A.Ş. adresinde." Muhammen Kıymeti Adedi Cinsi (Mahiyeti ve önemli nilelikleri) Lira Krş. 350.000.000.00 1 Komple Norveç beleer menşel rievvedson Pilastik Indüstri firmasının patentli indıisiri tlekre yer karosu ve lofo imar makinası ve buna ilaveten 150 kilnvatlık skoda jenaratör 2 adet elternatörler standart 1 adet 5 tonluk demay marka vinç vs. komple yer karasu makinalan... Basın 7808 ÇAY KyRUMU GENEL MÜDÜRLÜĞÜ'NDEN ELEKTRİK MALZEMESİ SATINALINACAKTIR 1 Kurumumuz ihtiyacı muhtelif cins 5549 adeî fluoresan armatür teklif alma usulü ile salinalınacaktir. 2 Bu işe ait şartnameler ve malzeme ihtiyaç listesi: a) Çay Kurumu Genel Mudurlüğü Satınalma Müdürlüğü/RİZ.E, b) tstanbul Çay Paketleme Fabrikası Müdurlüğu Arnavutköy Kuruçeşme /İSTANBUL, c) Ankara Çay Paketleme Fabrikası Müdürlüğü Çiftlik/ANKARA adreslerinden ucretsiz temin edilebitir 3 thaleye katılmak isteyen firmaların şartname esasları dahilinde hazırlıyacaklan ttklif mektuplarmı en geç 27.7.1983 çarşamba günü saat 17.30'a kadar Çay Kurumu Genel Muduvlüğu Satınalma Mudürluğü/RIZE adresine iadelitaahhutlü olarak göndermeleri veya belirülen tarihe kadar elden vermeleri gerekmektedir. 4 Postada meydana gelen gecikmeler ve telgrafla yapılacak muracaatlar kabul edilmez. 5 Kurumumuz 2490 sayılı yasaya tabi olmayıp, ihaleyi yapıp yapmamakta, bolerek yapmakta, kalem kalem yapmakta veya dilediğine yapmakta serbesttir. Basın: 20493 YEDEK JÜRİ ÜYELERİ: YATMAN Affan Y.Mimar TORUN Tansu Mimar LATİFAOĞLU Ercan İnş.Y.Müh. RAPORTÖRLER: AKCENGİZ Halide AKSOY Neval BALL1 Mükremin ÖDULLER: 1. ÖDULE NET 2. ÖDÜLE NET 3. ÖDÜLE NET Mimar Mimar Mimar İLAN MURATLI SULH HUKUK HÂKİMLİĞİNDEN Murathtnanlı Köyünden Hayrullah lşık Vekili Av. Ziya Esen tarafından davalılar HÜSNÜ IŞIK FİKRİYE K1L1Ç MENŞURA KAYNAR AYŞE 1Ş1K hakkında açılan tzalei Şuyu davasının yapılan duruşma sırasında davalılardan AYŞE lŞlK'a tebligat yapılamamış, tüm aramalara rağmen bulunamamış, ve adresi de tesbit edilemediğinden tebligatm ilanen yapılmasına karar verilmiştir. Bu sebeple adı geçenin duruşma günü olan 20.7.1983 tarihinde saat 9.45'te Murath Sulh Hukuk Mahkemesinde gelip dava hususunda beyanlarım bildirmesi dava basi| muhakeme usulüne tabi olduğundan HUMK.'nun 507/A maddesi gereğince Mahkemeye ibraz etmek istediği delillerini duruşma günü veya duruşma günunden önce Mahkemeye bildirmesi duruşmaya gelmediği, mazeret bildirmediği veya kendisini temsil ettirmediği takdirde HUMK.'nun 510 maddesi gereğince gıyabında duruşmaya devamla bir karar verileceği hususu ilanen tebliğ olunur. 4.7.1983 Basın: 7871 625.000, TL. 525.000, TL. 425.000, TL. 5 adet mansiyon herbirine net 225.000, TL ödenecektir. Ayrıca jüri tarafından satın almaya değer projeter tespit ec taktirde satın alınmak üzere juri emrinde 103.000, TL bulum maktadır. Yer görme zorunluluğu vardır. Yer görme mü U.7.19837.10.1983 Cuma günune kadardır. Proje teslim tarihi: 10.10.1983 Pazartesi günudur. Yanşma şartnamesi ve eklerini almak için şahsen veya pc Bayındırlık Bakanhğı Merkez Saymanlık Müdürlüğüne 100C yatırıldığını gösteren ve yarışmacınm adım ihtiva eden mak Bayındırlık Bakanhğı Yapı Işleri Genel Müdürluğü yanşma törlüğune muracaat edilecektir. Basın: 21094
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle