Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
8 sodalı DOĞU ANADOLU Bir denizdir Van gölü Van gölünü sadece Türkiye haritasının sağ ucunda mavi bir çizim olarak gördünüzse onu hep bir göl olarak bilirsiniz. Ancak sahilde otururken güneşin alçalıp suyun üzerinden batmasını izlerken yöre halkının neden “deniz” dediğini daha iyi anlıyorsunuz. ‘ ’ Yazı ve fotoğraf Haldun Aydıngün ir ara pek çok kişiye Doğu Anadolu’ya yapılacak bir yolculuk, kahramanlığın son sınırında bir işmiş gibi gelebiliyordu. Bazı romantik insanlar ise insanın peri masallarını kıskandıracak kadar ilginç ve güzel bir ortama girmesi olarak tanımlıyorlardı. Ancak her iki yaklaşım da gerçeği yansıtmıyordu. Van gölü çevresi ve Doğu Beyazıt’a yaptığımız bu gezimizi anlatabilmek için aklıma gelen en yakın benzetme dağcı Mallory’nin 1920’li yıllarda Everest’e neden gittiği sorulduğunda verdiği yanıt: “Çünkü o orada!” Biz de yaz tatilimizin bir haftasını sırf Doğu Anadolu “orada” olduğu için yapmaya karar vermiştik. Yörede görevli bulunan dostlarımızı aradık ve bol sıcak davetli, az planlı bir şekilde uçağa bindik. Uçaktan çıkıp küçük terminal binasına girince bir dizi kokuyu birden hissettik. 1.5 saat önce kalktığımız İstanbul’da B kilere hiç benzemiyorlardı. Sanırım bin 700 metre irtifada olmamızın, çevredeki değişik bitkilerin, gölün sağladığı nem oranının, sağdan soldan gelen kaçak benzinleri kullanan araçların yarattıkları ortak bir duygu gibiydi. Harika değildi, rahatsız da etmiyordu. Tek faydası yoğun bir şekilde “şimdi artık farklı bir yerdesiniz” mesajını veriyor olmasıydı. Çevredeki insanların göz temaslarını görmek de ilginç geliyordu. Her yörede insanlar hem yakınlarına hem de tanımadıkları kişilere farklı alışkanlıklarla bakarlar. İnsanların bakışlarını takip ediyordum. Hem görevliler hem de tesadüfen orada bulunanlar çekingen ile dostane arasında davranıyorlardı. Bunu da aklımdaki gezi arşivlerinin bir yerlerine not ettim. İki gece sonra “deniz”e bakan hoş bir apartman dairesinde Ankara’dan tanıdığımız dostlarımızla sohbet ediyorduk. Van gölünü sadece Türkiye haritasının sağ ucunda mavi bir çizim olarak gördünüz ise onu hep bir göl olarak bilirsiniz. An cak burada sahilde otururken güneşin alçalıp suyun üzerinden batmasını izledikten sonra yöre halkı gibi “deniz” demek daha mantıklı geliyor. Dostlarımız Van 100. Yıl Üniversitesi’nde üst düzey öğretim üyeleri. Onlarla konuşurken yöre insanlarıyla, üniversiteye gelen öğrencilerle ve genelde ülkenin bu köşesindeki yaşamla ilgili çok hoş bilgiler alıyoruz. Bundan 25 yıl önce, memleketin her yerine üniversiteler açılmasına nasıl da itirazlar ettiğimiz aklıma geliyor. Yanılmışız. Çok iyi ve çok faydalı bir iş yapılmış. Her konu bir yana, kapkara ortamlarda yaşamların iyice köreldiği yerlere üniversite öğrencileri çiçekler gibi yayılmışlar, renk katmışlar ve sadece orada olmaları sayesinde bizim yüzyılda değişmez dediğimiz alışkanlıkları ters yüz edivermişler. Ahlat yolu Birkaç gün sonra Van’ın içinde yapacaklarımızı bitirdiğimizden tanıdıklar aracılığıyla tuttuğumuz arabaya atlayıp Van’dan çıktık. Son yıllarda sık sık araba tutuyorum, bu herhalde en sefiliydi. Aracın “kasko”sunun olup olmadığını sorduğumda zaten ruhsatının da olmadığını öğrenmiş ve dostlarımın “bişey olmaz”larıyla rahatlamıştım. Gerçi sonunda onlar haklı çıktı ama bir daha aynı hatayı yapar mıyım bilemiyorum. İlk günkü yol programımıza göre Erçiş ve Adilcevaz’ı geçip dünyanın en büyük Selçuklu mezarlığının bulunduğu Ahlat’ın yolunu tuttuk. Buraya en son 1983 yılında gelmiş ve tertemiz bir kamyoncu otelinde yatmıştım. Sözcük oyunu yapmıyorum, hayatımda bu kadar fakir ve fakat temizlikten hiç