22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

16 Usta yorumcumuz, yorulmak bilmeden üretmeyi sürdürüyor C kültür 27 TEMMUZ 2007 CUMA LONDRA’DAN MUSTAFA K. ERDEMOL bile “bu kadar beklemiyorduk” diyor seçim soAKP nuçları için. Öngörüsüzlüklerinden değildir herhalde şaşkınlıkları. Seçim öncesi estirilen havaya AKP’lilerin de inanmış olduklarını gösterir bu. Söyleyeceğimi en başından söyleyeyim de, durup dururken AKP’li sanılmayayım. Seçim öncesi son yazımda, şansım olsaydı oyumu asla AKP için kullanmayacağımı, kime/kimlere oy atacağımı belirtmiş de olsam, birileri yine de AKP’ye yamayabilir beni. Umurumda olmaz elbette ama, hem ideolojik hem de yaşam tarzı açısından karşısında olduğum bir partiyle aramda bağ kurulmasından da haz etmem. Seçimlerden çıkardığım kimi sonuçlar var elbette. İlki, AKP’ye karşı muhalefetin, bu parti karşısında daha da fazla sağcılaşarak yapılamayacağının anlaşılmış olmasıdır. İkincisi de, Türkiye’de öyle ileri sürüldüğü gibi, bir “yükselen milliyetçi dalga”nın olmadığıdır. Özellikle CHP ile Perinçek takımının başını çektikleri ulusalcı muhalefetin, ırkçılığa varan söylemleri, aşırı milliyetçi tutumları olumsuz rol oynamıştır. Bu kesimler, AKP iktidarının uluslararası sermaye ile girdiği son derece zarar verici ilişkileri kamuya anlatmak yerine, sadece, bu parti seçmeninin dini tercihlerinin yansıtıldığı sembollere yüklenmekle, o kesimlerin “inanç alanlarına müdahale” eden odaklar görünümüne büründüler. AKP iktidarının Cumhuriyet değerlerinin aşındırılması konusunda küçümsenmeyecek adımlar attığı bir gerçekse de, tüm muhalefetin, asker destekli kılık kıyafet itirazına dönüştürülmesi, antidemokratik yasaların savunulması, AKP’yi, hiç de öyle olmadığı halde “demokratik” bir merkez haline getirdi çoğunluğun gözünde. ??? Türk siyaset sosyolojisinin çöktüğü bir seçim olmuştur 22 Temmuz seçimleri. Seçimlerde AKP’nin ezici üstünlüğünde muhalefetin “oynak” bir yapıda oluşunun da göz ardı edilmemesi gerekir. Vural Savaş gibi bir “militan laik”, 28 Şubat müdahalesiyle iktidardan uzaklaştırılmasını savunduğu Erbakan’ı, AKP karşıtı “milli cephe” içerisinde değerlendirebilmiştir. Aynı şey Perinçek için de geçerlidir. İktidarı sırasında “İslam Dinarı”, “İslam Ortak Pazarı”, “İslam Milletleri Birliği” gibi dahiyane projeler (!) dile getiren Erbakan’ın, “milli”liğini Savaş ya da Perinçek’lerden başka gören olmamış demek ki. AKP karşıtlığında Erbakan’a bile muhtaç olunması, Erbakan’la birlikte, antisemitik mesajlar verilmesi, uluslararası sermaye ile girdikleri ilişkilerin ne kadar zararlı olabileceğinin anlatılması yerine, Erdoğan ile Gül’ün, Yahudi kökenli olduklarını, sanki ayıp ya da günahmış gibi, ileri süren odakların refe Gökgöl, 70 yaşına ‘merhaba’ dedi İmdat ULUSOY BREMEN Oyunculuk ve şiir yorumculuğu, artık onun hobileri... Binlerce şiir dizesine ses verdi, Brecht’ten Orhan Veli’ye kadar... Kendi deyişiyle, birçok filmdeki “hoca” ve “sünnetçi” rollerinin aranan oyuncusu... Okuma akşamlarında daha ilk sözcükte ortamın havasını değiştiriveren bir ses... Tutkulu bir Sait Faik hayranı... Nâzım Hikmet şiirlerinin usta yorumcusu Demir Gökgöl, artık 70 yaşında... HamburgAltona’da Sabahattin Ali’nin 100’üncü doğum yıldönümü nedeniyle “Werkstatt 3” diye bilinen kültür ve sanat merkezinde bir okuma akşamı var. “Türkiye Kitaplığı” projesine bağlı olarak İsviçre’deki Unionsverlag tarafından Almanca yayımlanan Sabahattin Ali’nin “İçimizdeki Şeytan” kitabı tanıtılacak. Çevirmen Sabine Adatepe ile Demir Gökgöl’ün sunacakları bu programın başlamasına biraz zaman var. Ses düzeni kontrolü ve Şilili gitarist Gilberto Torres ile birlikte son hazırlıkları yapıyor Demir Gökgöl. Sanırsınız bu onun ilk okuma akşamı. Yüzlerce edebiyat akşamına katılan o değil sanki. Bir telaş, bir heyecan, sınava girecek bir öğrenci gibi heyecan dolu… DEMİR GÖKGÖL Evet, ben hep böyleyim. Benim için her okumam sanki ilk okumam gibi geliyor. Herşey düzenli ve mükemmel, kusursuz olsun istiyorum. Bir de bu tatlı heyecan, bunu yaşamam gerek. Bu iş anlayışı ve disiplini tiyatroda sahnesinde de böyle, okuma günlerinde de... Bildiğin gibi yüzlerce okumam oldu, ama her okuma günü sanki bu benim ilk okuma günümmüş gibi bir heyecan duyarım. Bu galiba işime karşı duyduğum saygıdan ve severek yapmamdan. Onsuz olmuyor, bu gerekli... CUMHURİYET Bir liman kenti İstanbul’dan bir başka liman kenti Hamburg’a uzanan bu yaşamın oldukça uzun ve ilginç bir öyküsü olsa gerek... 15 Temmuz 1937 İstanbul doğumluyum. Viyana’da tiyatro oyunculuğu öğrenimi gördüm. Doktora çalışmamı yarıda bırakıp tekrar Türkiye’ye döndüm. TRT İstanbul Radyosu’ndan başka birçok tiyatro sahnesinde çalıştım. 1968 yılında üç aylık burs alarak Payel Yayınları’nın sahibiyle birlikte film çekimi için Almanya’ya geldim. Bir AlmanFransız ortaklığı olan Hamburg Airbus uçak fabrikasında tercüman (AlmancaFransızcaTürkçe) ve teknik ressam olarak iş bulunca film çekme maceram orada bitti ve Almanya’ya göç maceram başlamış oldu. Artık bir büyük işyerinde işçisiniz, ama sanatla, şiirle de yavaş yavaş ilişki arıyorsunuzdur mutlaka... 1976 yılında Deniz Kavukçuoğlu ile tanıştım. “Adam Gibi Adam“ kitabında da söz eder. Sazlı ve sözlü ilk şiir dinletimi yaptım o yıl ve böylece şiir okuma hikayem başladı. Daha sonraları, daha çok piyano ve caz müziği eşliğinde yaklaşık 10 yıl Schiller, Goethe başta olmak üzere yerli ve yabancı birçok şairden şiirler okuma uğraşını sürdürdüm. Neruda’dan Brecht’e kadar daha birçok dünya şairini şiirleriyle seslendirdim... Şiir uğraşının yanı sıra bir de caz serüveniniz var... Caz sevdasına, ta küçük yaşlarda tutuldum. Bizim eve gelip gidenler hep yüksek tahsilli, entelektüel insanlardı, daha 1314 yaşlarımda radyodan caz saatini dinlerdim. Daha sonra Hamburg’ta yaşarken ise “Circle” adıyla bir caz kulübü kurdum, uluslararası caz sahnelerinin birçok büyük ustasını davet Sağcılaşarak AKP’yle Mücadele Edilmez rans alınmaları, dini de etnisiteyi de kullanma konusunda, muhalefetin AKP’den farklı olmadığını gösterdi. Ergün Poyraz adlı bir zatın yazdığı, Erdoğan ile Gül’ün soylarında soplarında “Yahudi” izinin arandığı kitaplar ulusalcı çevrelere hararetle önerilerek, toplumun bilinçaltında yatan Yahudi karşıtlığı sayesinde AKP karşıtı cephe yaratılacağı yanılgısına düşüldü. Tüm bunların, ulusalcılarınkiyle olabilir ama, özellikle solun prensipleriyle uyuşan tutumlar olduğunu kimse ileri süremez, sürmemeli. AKP’ye seçimi kazandıranın sadece muhalefetin bu tutumudur da denemez tabii. AB’yi, yoksulluğu ortadan kaldıran bir proje gibi sunan kesimlerin, bu projenin yaşama geçiricisi olarak AKP’yi, varoşlarda umut haline getirdiği herhalde göz ardı edilemez. Bir AB ülkesi olma durumunda, önlerinde hiçbir engel kalmayacağına inanan Türk sermaye kesimin de oyunu AKP’ye vermesinde bu anlamda şaşıracak bir şey yoktur. Çok katılımlı Cumhuriyet Mitingleri’nden “toplumsal proje” çıkmadığına da tanık olduk. Laikliğin militarizmle eşleştirilmesi, tümüyle sol olan bu kavramı, neredeyse bir askeri deyim haline getirmiştir. Laikliğin sadece türbana karşı olmak olmadığını anlatma konusunda milliyetçi/ulusal kesimler gayret göstermemişlerdir. Nihayet, toplumun sorunlarına, toplumun yanından değil, ciddi derecede sağcılaşarak karşısından bakmak, emeksermaye çelişkisini, yaşam tarzları arasındaki çelişkiymiş gibi göstermek, çoğunluğun “yaşam tarzı”nı, politikasının merkezine koyan AKP’yi güçlendirmiştir. Cumhuriyet değerlerinin emek cephesinden savunulmaması, kılık kıyafeti yüzünden kendisini mağdur hissedeni, hangi kesimlerin temsilcisi olduğuna karar verememiş olan ama sermaye çıkarlarının yanında saf tutan AKP’ye itmiştir. CHP vb türü “sol”, üzerinde AKP karşıtı politika geliştireceği zemini, karşıtlarıyla aynılaşarak (örneğin MHP’lileşerek) ortadan kaldırmıştır. Benim açımdan AKP’ye karşı mücadele, bu partinin siyasi anlamda ABD’ci, ekonomik anlamda AB’ci olduğuna vurgu yaparak verilmeliydi, verilmelidir. Bunun yerine ülkeyi İslamlaştıracağı teziyle hareket edilmiştir. Başka kesimler değil ama sosyalistler, eğer gelişimi önünde engel olacaksa, sermayenin, bu “İslamlaşmaya” dur diyeceğini bilirler. Sermaye, önünde engel her barikatı, bu şeriat da olsa, aşar. TÜSİAD Başkanı’nın AKP iktidarından korkuya kapılmaması buna delildir. Solu sol yapan emek değerlerini hesaba katmadan, laiklik de savunulmaz, ülke de. Yaşlanmayı unutan adam Bremen’de bir lisede gençlerle birlikte Nâzım’ın 44’üncü ölüm yıldönümünde anma toplantısına, hiçbir karşılık almadan trene atlayıp eşi Jutta ile birlikte geldi Demir Gökgöl. Okuma programımın sonuna doğru, Nâzım’ın “Kocalmağa Alışıyorum” şiirini o kadar içten okuyordu ki, izleyen öğrenciler bir an şiiri yazanın Nâzım değil de kendisi olduğunu düşündüler. “Kocalmağa alışıyorum, dünyanın er zor zanaatına” diyerek başlıyor şiiri okumaya ve aynı duygularla da sonlandırıyor yine: “Kıskanıyorum öylelerini, kocaldıklarının farkında bile değiller, öylesine başlarından aşkın işleri” İşte öylesine başından aşkın işleri ve hayalleri var hâlâ... Kendisi sakin ve sessiz, ama sesi bir çınar ağacı gibi güçlü Demir Gökgöl’ün. Zaten onunla karşılaşan kimsenin de aklına gelmiyor, kaç yaşında olduğu... Öylesine enerjik ve öylesine dinamik ki hayatın içinde... Bir dakikasını bile boşa geçirmeden, dolu dolu yaşayarak... “Ağaçlara dallara / Yeşillere allara / Nice nice yıllara...” dizeleriyle 70 yaşına “merhaba” diyen Demir Gökgöl’ün de 15 Temmuz’daki doğum gününü kutluyoruz. Sağlık ve mutluluklar dileyerek, ilerde daha nice okuma akşamları ve edebiyat toplantılarında buluşmak üzere kendisinden ayrılıyoruz. edip konserler düzenledim. Tabii para kazanmak da vardı işin içinde. Ama sonunda iflas ettim ve çok sevdiğim bir uğraş olan bu işi bıraktım. FİLM İLGİ GÖRMEDİ Şiir okuma, caz derken beyaz perdede gördük sizi... Benim filmle tanışmam ve izleyicinin de beni tanıması Tevfik Başer’in 1985 yılında çektiği “40 Metrekare Almanya” filmiyle oldu. Ondan sonra Almanya’da çekilen filmlerde nerede bir “hoca” veya “sünnetçi” rolü varsa artık bu roller için aranan biri oldum. Onlarca televizyon ve sinema filminde rol aldım. 1992 yılında İranlı yönetmen Mansour Gadharka’nın yönettiği, Renan Demirkan’ın da yer aldığı “Auge um Auge” (Göze Göz) filminde oynadım. Bu film Berlin Film Festivali’ne katıldı. Fakat izleyiciden gereken ilgiyi görmedi. Oysa Mölln olayından çok önceleri, üçüncü dünya ülkelerinden kaçıp sığınmacı olarak Almanya’ya gelen ve kaldıkları sığınmacı yurdunda ateşe verilen sığınmacıların yaşamını anlatan güzel bir filmdi. Film ilgi görmedi, ama ne yazık ki bu senaryo gerçek yaşamda tekrarlandı. Ve Fatih Akın’ın “Duvara Karşı” filmindeki rolünüzle daha da tanındı nız... Beni elbette çok sevindiren bir olaydı bu. Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ödülü almakla kalmadı bu film, daha birçok ödüle layık görüldü. Gelecek vaat eden çok değerli bir yönetmen olan Fatih Akın’la tanışmama çok sevindim ve ayrıca Sibel Kekilli, Birol Ünel gibi çok yetenekli oyuncularla çalıştım ve onları yakından tanıdım. Severek oynayabileceğiniz roller var mı acaba kalbinizin bir köşesinde? Yaşımdan dolayı oynayabileceğim roller sınırlı, ama akıllarda kalabilecek bir karakteri oynamak isterdim, örneğin bir Mevlana’yı veya Einstein gibi bir dehayı... Tiyatro öğrenimiyle başlamak, sinema filmlerinde yer almak, sinema sanatı... Asıl öğrenimim tiyatro oyunculuğu üzerine, evet, bu alanda İstanbul’da birçok oyunda oynadım, senaryo çalışması yaptım, kendim oyunlar sahneye koydum. Örneğin Türkiye İşçi Partisi’nin 60’lı yıllardaki seçim çalışmalarını desteklemek için birçok oyunu sahneye koyup oynadık. Fakat sinema, içinde birçok sanatı barındıran bir sanat olduğu için insanları daha çok etkileyebilen ve yönlendirebilen bir işlevi var. Hele televizyonun günlük yaşama girmesiyle evlerimize kadar girdi sinema sanatı. Almanya’da özellikle Türkiye kökenli yeni birçok yönetmenin ortaya çıkması çok sevindirici. Şiir, öykü okumaları, roman tanıtmalarıyla geçen edebiyat akşamlarının yanı sıra... Nâzım’ın şiirlerinden oluşan iki albüm çıkardım, “Yaşamaya Dair” ve bir de Fuat Saka ile birlikte çıkardığımız “Arhavili İsmail”. Bunların maddi yanını değil manevi yanını düşündüm elbette. izleyenlerin takdir dolu sözleri mutlu ediyor beni her defasında ve bu iki albüm bana birçok yeni dost kazandırdı, benim en büyük kazancım da bu oldu. İstanbul doğduğunuz kent, özlemini duyuyor musunuz hâlâ? Evet, İstanbul benim kentim; gençliğim, 50’li yıllar hep orada geçti. Ama İstanbul artık o eski İstanbul değil. Çok değişti, bozulmaya başladı. Ben ayrılıp Viyana’ya gittiğimde nüfusu bir milyon bile değildi. Ortalıkta balık yerine lahmacun kokuyor artık. Mavi, yeşil olan ne varsa hepsi sararmaya, bozulmaya başladı. Kirlenen sadece bunlar değil elbette. Ruhi Su’nun tanımıyla “pis yöneticilerin ucuz ve basit çıkarlarının” kurbanı oldu bu dünya kenti. Sait Faik’in ve onun insanlarının İstanbul’u değil artık bu kent. ‘SAİT FAİK HAYRANIYIM’ Sait Faik’in adını söylerken de, duyduğunda da bir başka oluyor, çok heyecanlanıyorsunuz. “Sinağrıt Baba”, “Ermeni Balıkçı ile Topal Martı” her zaman en severek okuduğunuz öyküleri Sait Faik’in… Evet, ben bir Sait Faik hayranıyım. Ben Ermeni ve Rumlarla beraber büyüdüm İstanbul’da. Ermeni balıkçısı, Rum gemicisiyle, küçük insanlarıyla İstanbul’u bu kadar güzel ve etkileyici anlatan bir başka yazar yok gibi geliyor bana. Sait Faik ve bir de caz, yakamı bırakmadılar hiç… Yaşıtlarınız kahvelerde pişpirikle ya da televizyon izlemekle vakit öldürürken, sizin öyle bir lüksünüz yok. Zamanla adeta yarışırcasına bir okumadan ötekine koşturuyorsunuz. Bir trenden inip ötekine yetişmeye çalışmanız insanın aklına onun en çok sevdiği Şair Baba’nın “Giderayak” şiirindeki dizelerini getiriyor ister istemez... İyi müzisyenler ve şairlerle okuma akşamlarına devam etmek istiyorum. Almanları ve bizim insanlarımızı bir araya getirip güzel ve ortak edebiyat toplantıları yapmak en büyük dileğim. Özellikle bizim ünlü şairlerimizi Alman izleyici ve edebiyat meraklılarına tanıtmak istiyorum. Örneğin Orhan Veli, Nâzım Hikmet, Melih Cevdet, Turgut Uyar, İlhan Berk vb... Bir defasında Polonyalı şairlerin tanıtıldığı bir okuma yaptık. Bu Polonya Günü’nde Polonya Başkonsolosu da vardı. Türkiye’de yaşayıp ölen Polonyalı şair Adam Mickiewicz’in Almancaya çevrilmiş çok güzel şiirlerini okuduğumda hayran kaldı. İstanbul’da müzesi var bu şairin. Daha sonra Polonya’nın İstanbul Başkonsolosluğunda resepsiyon verildi ve davet edildim, orada da bu şairin şiirlerini okudum. Çok güzel bir olay bu. Şiir, müzik... Bunlar halkları yaklaştırıyor birbirine, politikacıların bozup yıktıklarını bunlarla tekrar düzeltmeye çalışıyoruz. “Dünyada tüm sanatçılar, yazarlar, şairler kardeştir” diyorum ben. En büyük hayalimi sorarsan, Apendos’ta, dünyanın dört bir yanından şairlerin, müzisyenlerin, ressamların katıldığı büyük bir organizasyonda yer almak. Özellikle birbirine düşman edilen halkları (Ermeni, Rum, Kürt, Filistinli, Arap vb.) temsilen gelecek solistlerle büyük bir orkestra eşliğinde bir dinleti sunmak. Eski kültür bakanlarından Fikri Sağlar bu öneriye oldukça sıcak bakmıştı, fakat onun da siyasi ömrü yetmedi bu projeye. Attila İlhan “Derdi olmayan hiçbir şey olmaz, hele şair hiç olamaz” derdi. Dertsiz insan olmaz, işte benim derdim de bu. kemalerdemol@yahoo.co.uk Köktendincilik kıskacı Zehra İPŞİROĞLU Hans Neuenfels’in Berlin’de sahnelediği Mozart’ın ‘Idomeneo’ operası, İslam köktendincilerini kışkırtacak korkusuyla programdan kaldırılarak büyük tartışmalara ve tepkilere yol açmıştı. Köktendinciliğin ve dogmatizmin her türüne karşı bir duruş sergileyen Neuenfels, Köln Schauspielhaus’da sahnelediği Lorca’nın ‘Bernarda Alba’nın Evi’ oyunuyla bu kez de Hıristiyan köktendinciliğini mercek altına alıyor. Din kisvesi altında bastırılmış cinsellikle gündeme gelen otoriter ve faşist yapılanmayı bir aile modeli çerçevesinde irdeliyor bu oyun. Bernarda Alba, kocasının ölümünden sonra ailede yas ilan ederek evde tam bir terör havası estiriyor. Oyun başladığında, neşeli bir müzikle renk renk giysiler içinde dans eden kızları, bir anda kara giysilerle yas havasına bürünerek din adına kurgulanan bu karabasanın bir parçasına dönüşüyorlar. Bernarda Alba’nın, kocasının portresini İsa’nın resmiyle değiştirmesi ve kocasıyla paylaştığı yatağı baltayla parçalamasıyla başlayan karabasan sahneleri ağır ağır ilerliyor. Zaman durmuş gibidir. Kızların annelerinin denetiminde dinsel ezgiler söyledikleri törensel sahneleri, bu boğucu dünyadan bir çıkış aradıkları erotik düşleri izliyor. Eteklerini havalandırıp dantelli iç çamaşırlarını gösteren Amelia ya da kendini hayalindeki erkeğe kaptırarak ikide birde kız kardeşlerine asılan Magdalena, bitmeyen karabasan oyununun parçaları gibi. Lorca’nın oyununda hiçbir zaman sahneye çıkmayan, Bernarda’nın büyük kızının nişanlısı Pepe, oyundaki tüm kadınların düşlerinin odaklaştığı tek erkek; sahnede görünmüyor, ama varlığı her an duyumsanıyor. Oyunun sonuna doğru bu hayali erkekte odaklaşan düşler, tüyler ürpertici saldırganlık sahnelerine dönüşüyor. Herkesin herkese karşı olduğu bu boğucu reka Ömer Yaprakkıran bet ortamı içinde, iki kız kardeşin horoz dövüşünü andıran kavgası, oyunun doruk noktasını oluşturuyor. Fanatizmi, katılığı ve donuk maskemsi yüzüyle bir buz küpünü andıran Bernarda (Elisabeth Trissenar) oyun boyunca çarmıhtaki İsa’yı oradan oraya taşır, kanayan yaralarına dokunup dualar okur, sonunda da dikenli tacı kendi başına geçirir. Duvarda İsa’nın gövdesinin kanlı parçaları asılıdır. Bernarda’nın İsa’yla bütünleşerek kendini kurban olarak sahnelemesi güç ve iktidar oyununun vazgeçilmez bir parçası gibidir. Her sözüyle, her davranışıyla tipik bir diktatördür Bernarda. Çarmıhtaki İsa adına kızlarını, evlilik dışı çocuk dünyaya getiren bir kadını taşlayarak öldürmeye kışkırtması, fanatik duruşunun doruğunu oluşturuyor. Din adına bastırılan yaşamın, gençliğin, cinselliğin insanları giderek deforme etmesi, dahası insanlıktan çıkarması bu oyunun ana izleği. Biraz uzun soluklu da olsa, dinsel bağnazlıkla hesaplaşan çok çarpıcı ve düşündürücü bir oyun. Neuenfels’in sahne yorumunun belki de en ilginç yanı izleyiciyi kolaylıkla tavlayacak her tür biçimsel etkiden özenle uzak durması. Yoğun bir dramaturgi çalışmasıyla (dramaturg: Heike Frank) kotarılmış olan bu sahne yorumu, metni ciddiye alan çok titiz bir çalışmanın ürünü.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear