25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

27 TEMMUZ 2007 CUMA kitap A S I Z P E R T A V S I Z P E R V KULE CANBAZI SUNAY AKIN C 15 Güneş Işığı Kazanacak!.. Enis BATUR ‘Osmanlılar ve Ölüm’e dair irçok yazımda Türkiye'nin “yabancı”larından söz etme fırsatım oldu. O sözcüğü tırnak içinde kullanıyorsam, düpedüz ironidendir: Robert Dankoff ya da Walter Feldmann, BacquéGrammond ya da Tietze, bizim kültürümüzü ortalama insanımızdan katbekat iyi tanıyan, üzerinde derinlemesine incelemeler yürüten insanlar. Onların arasına Gilles Veinstein'ı da katmak gerekir: Beş yıl kadar önce beni Ecole Pratique'teki seminerinde ağırlama inceliği gösterdiğinde tanıştığım bu çokkültürlü tarihçinin kolektif bir çalışması, İlber Ortaylı'nın önsüzü ve Elâ Gültekin'in çevirisiyle İletişim tarafından yayımlandı: Osmanlılar ve Ölüm, ikisi Türk on dört araştırmacının çalışmalarını buluşturuyor. Konu başlığı, dalınan kuyunun dipsizliğini hemen gösteriyor. Ölüm, tuhaf gelebilir ilk anda, bir kültür sorunu elbette: Uygarlıktan uygarlığa, çağdan çağa anahtarları değişen zihniyetler yoğuruyor “doğal son”u. Tarihçiler, antropolog ve etnologlar, nicedir kazı alanındalar: Philippe Ariès, Norbert Elias ya da Sedat Veyis Örnek, ilk akla gelen örnekler. Yan ama dolaysız konu başlıkları unutulmamalı bu bağlamda: Mezarlıklara yönelen, mezar taşlarını okuyan Ekrem Işın, Stefanos Yerasimos, Necdet İşli, Edhem Eldem son yıllarda gözümüzü açan işlerin altındaki kimi imzalar. Osmanlılar ve Ölüm, yay gibi açılan, gerilen bir bütünlük. Yas, ağıt, mezar taşı, defin âdetleri, kelle uçurmalar türü izleklerin içinden geçip Cumhuriyet dönemine dayanıyor: Bu son bölümde, Michel Bozdemir'in “Chopin ve Müezzin” çalışmasını dikkatle, şu günlerde, okumakta yarar var. Kitaptaki bağımsız parçalardan biri, Thierry Zarcone'un, Türk Nakşibendilerini kuşatan “Tasavvufta Ölüm Deneyimi ve Ölüme Hazırlanma”. Zarcone, çok olmadı, Bektaşiler etrafında yaptığı soluklu bir araştırmayı okura sunmuştu: İslam'da Sır ve Gizli Cemiyetler (Alkım, 2005, Ali Berktay çevirisi). Bir başyapıttı bu ve Veinstein'ın derlemesindeki metin ile daha da yakıcı bir boyut kazanıyordu perspektifi. Gizemciliğin örtülü katmanlarına ışık tutan böylesi araştırmalar, derin Türkiye'de neden cehaletin inceliğe ağır bastığını göstermeleri bakımından ayrı bir önem taşıyor. Neredeyse “polar” niteliği öne çıkan iki incelemeyi ayrı bir şehvetle okuduğumu be B lirtmeliyim. İlki, ölüm kültürümüz hakkındaki başka çalışmalarından da tanıdığımız Nicolas Vatin ile Gilles Veinstein'ın imeceyle kotardıkları “II. Mehmed'in Ölümü (1481)”. Fatih'in ölümü Yahya Kemal'i de, onun üzerinden (ve elbette diklenerek) Ece Ayhan'ı da kurcalamış konulardandır; 'spekülatif' değerlendirmeleri (Babinger'i ve ötesini) hiç saymıyorum. Burada, adım adım sökülüyor olay. Tursun Beg'in satırlarından tıbbi verilere açılan bir yelpazede, ölüme isyan eden bir sultanın kişisel dramatürjisi işe koşuluyor sanki. Sürükleyici bir serüven romanı. Öbür inceleme, Matei Cazacu imzasını taşıyor: “Rezilane Ölüm Kelle Uçurma ve başların İstanbul'da Sergilenmesi (1519. yüzyıl)”. Bu kez bir korku filminin kucağında, alacakaranlık kuşağının tam merkezindeyiz. Bir bölüğü ilk kez okur karşısına çıkarılan metinler eşliğinde, panoramadan pek çok örnek irdeleniyor incelemede. Konuyu bir başka cephesiyle, Ahmet Yaşar Ocak'ın “Türk Folklorunda Kesik Baş” çalışmasından tanımıştık. Cazacu, menkıbeden tarihsel olguya geçişi sağlıyor. Dehşet verici bir Suç ve Ceza versiyonu bu. Ne yazık ki, şiddetin bir kültürcü olduğunu kabul etmek durumundayız. Foucault'nun yapıtını bir başka kutba yerleştirip karşılaştırmadan edemiyor insan. Osmanlılar ve Ölüm, Edhem Eldem'in hazırlayıp gerçekleştirdiği sergiyle birlikte düşünüldüğünde, önümüzde, doğrudan doğruya Hayat'a ait bir saha açıyor. Bugün nasıl öldüğümüzü düşünecek olursak dün nasıl ölündüğüne dikkat kesilmek anlamsız değil pek. ağaralarda yaşadık ilk önce. Evler yaptık sonra kendimize duvarlardan. Uygar olmaya başladıkça kentlerin etrafına da duvar ördük. Irmakların akışını ışık elde edeceğiz diye duvarlarla engellerken, düşünceleriyle dünyamızı aydınlatmak isteyen nice insanı zindanlara kapattık. Görünen duvarları yıkmak kolay. Peki ya görünmeyen, insanın kafasının içindeki duvarlar!.. Irkçılığı yok edebilir miyiz?.. Hem de bir şiir, resim, şarkı ya da tiyatro oyunuyla?.. Drakula’nın evinde göğsüne kazık çakmak kadar zor mu geliyor size bu soruların yanıtları?.. Öyleyse “Müezzinin Ezan Sesi” adlı şiirden birkaç dize okuyalım: Temmuzun huzur ve sukun dolu akşamında, iner bir karanlık her yana; Ve hemen bir ses yükselir semaya: İslam âlemini ibadete davet eden müezzinin sesidir o, Ak bir minarenin tepesinden seslenir, ilahi bir aşk havasıyla dopdolu. Şair, kendi kederi için müezzinin de gözyaşı döküp ağlamasından dolayı, içini bir ferahlığın kapladığını söyler şiirin sonunda. Müezzinin ezan sesine olan hayranlığını dile getiren şair Ermeni asıllı Armen Dorian’dır!.. M üzere koşuşturan yaklaşık üç yüz bin sperm arasında birinci gelmekten başka ne yaptık?.. İkinci Dünya Savaşı sırasında ABD, cepheye göndereceği askerler arasında siyah/beyaz ayrımı yapmazken, kara tenli insanlardan orduya kan bağışı kabul etmiyordu. Yine sömürgecilerin bu paylaşım kavgasında Coca Cola “savaşta öncelikli mal” ilan edilip, Avrupa’ya gönderilen her Amerikan askerinin sırt çantasına koyuluyordu. Sırtında yalnızca meşrubat şişesini değil, sömürgeci, işgalci politikaları da taşıyan askerlerin çoğu, şişelerin yapılan ticari anlaşmayla savaştıkları Naziler tarafından doldurulduğunu öğrenemeden öldüler! HEPİMİZ ROBINSON’UZ Herhangi bir etnik grup adının sonuna “istan” sözcüğünü eklemekle emperyalizme karşı gelinemez. Çünkü sömürgeci devletler, aralarından kaldırdıkları fiziki ve ekonomik sınırları dünya halklarına dayatıyorlar. Unutulmamalıdır ki, kapitalizm hiçbir şeyi çöpe atmaz: Başkasına satar!.. Silah ve uyuşturucu sermayesinin ayakta kalabilmesi için sınırlar ve sınıflarla bölünmüş insanlara ihtiyaç vardır. O zaman halkları birbirine düşman edebilir, binlerce insan birbirini kırarken, banka hesabınızı çoğaltabilirsiniz!.. İngiliz yazar Daniel Defoe, ıssız bir adaya düşen Robinson’u şöyle konuşturur: “Bu sırada bulduğum geminin marangoz sandığı benim için bir hazine değerindeydi.” Bir marangoz sandığının içinde emek araç ve gereçleri vardır. İnsanlığın gerçek hazinesi emektir. Öyle bir hazine ki, iktidara geldiğinde barış iki savaş arası olmaktan çıkacak, insanlık tarihinde bir çağ olarak hüküm sürecektir. Altınlar, yakutlar ve elmaslarla dolu bir sandığın hiçbir hükmü yoktur ıssız bir adada. Orada gerçek hazine emek araçlarıdır. Robinson adasında yalnızdır. Bu doğaldır, çünkü adanın ıssız olması doğanın getirdiği bir koşuldur. Ama, günümüzde dayatılan değerlere sıkı sıkıya sarılı insanların oluşturduğu bir kentte yaşayanlardır, asıl yalnız olanlar… Milyonlarca insanın doldurduğu kentte herkes birer Robinson’dur aslında. Burada, marangoz sandığının değil, mücevher dolu sandığın hükmü geçer. Oysa, bir altını değerli yapan güneş ışığıdır. IRKÇILIĞI DURDURMANIN YOLU... Drakula’nın göğsüne kazık çakmak mı?.. Hayır!.. Sanatçı bunu yapmaz. O, Drakula’nın evinde sıkı sıkıya kapatılmış siyah perdelere doğru koşar… Perdeleri açar ve içeri giren ışık demetleri kan emici yaratığı yok eder. Irkçılık da kan içerek beslenir. Onu durdurmanın yolu, sevgiyi, kardeşliği, eşitliği gözler önüne seren sanat eserlerini yaşama kazandırmak, kaybolup gitmelerine seyirci kalmamaktır. Armen Dorian’ın yıllar önce yazdığı şiir bu gerçeğin bir örneğidir yalnızca. İnsan iki kültür değerini ilk elden alır. Bunlar etnik özelliği ve dinsel inancıdır. İkisi de kültürel anlamda güzeldir bunların. Paskalya çöreği vardır, ramazan pidesi vardır… Şarkıları, halı desenleri, mimarisi vardır… Ama, ilk elden alınan bu iki değer üzerine siyaset yapmak da ilkellikten başka bir şey değildir. Dünyanın başka bir yerinde, başka bir milletten olabilir, başka bir dili konuşabilir, çok daha başka türlü tapınabilirdik. Bulunduğumuz etnik ve dinsel değerleri kazanmak için ana rahmini döllemek Stefanos Yerasimos Edhem Eldem Küresel Isınma Atlası/ Frédéric Denhez/ Çeviren: Özgür Adadağ/ NTV Yayınları/ 82 s. NTV Yayınları gündemi meşgul eden ve hayatı saran sorunların ele alındığı yeni bir Atlas dizisini okurlara sunuyor. Fransız Çevre Mühendisi Frédéric Denhez tarafından yazılan, Özgür Adadağ tarafından çevirilen “Küresel Isınma Atlası”, küresel ısınmayla birlikte olabilecek tüm değişiklikleri haritalar, grafikler ve resimlerle anlatıyor. Kitabın Türkçe baskısı için önsöz yazan İklimbilimci Prof. Dr. Miktad Kadıoğlu, 21. yüzyılda Türkiye'yi bekleyen riskleri anlatıyor. Kış aylarında yağış miktarı yazdan daha hızlı azalırken, sıcaklıklardaki artış yazdan daha düşük olacak. 2100'e doğru özellikle yaşlılar, hastalar ve çocuklar üzerinde sağlık sorunları açısından olumsuz sonuçlar meydana gelecek. Daha az karlanan dağlar ve daha fazla Akdeniz manzarasının görüleceğini söyleyen Kadıoğlu, “2100'e gelindiğinde, Türkiye'de yıllık ortalama sıcaklık artışı gezegen ölçeğinde öngörülen ortalama değerde gerçekleşecek olmasına rağmen, Türkiye üç deniz arasındaki coğrafi konumu ile 'tanrılar tarafından kutsanmış' ülke olmaya devam edecek” diyor. Bizans Altınları/ David Gibbins/ Çeviren: Pınar Öcal/Altın Kitaplar/ 352 s. İstanbul'da bir keşif dalışı yapan arkeolog Jack Howard, Haçlı Seferleri sırasında kaybolan Yahudilerin inanç sembolü, som altın menora kutsal şamdan dahil ünlü hazinelerin bazılarını ortaya çıkaracağını umar. Ancak Howard bu dalışlar sıra sini ortaya koyuyor. Yazarın deyişiyle sonunda 'ihanet edecek kimseyi bulamayınca kendi kendisine ihanet edecek' kadar yoldan çıkan Fouché, siyaset ile insanlık arasındaki çatışmayı böylece belki de tüm zamanlar için kişiliğinde somutlaştırır. Batılılaşma Yolunda/ İlber Ortaylı/ Merkez Kitaplar/ 244 s. sında bambaşka bir şey keşfeder. Bu arada, İngiltere'de bir kişi bir kilisenin tozlu kütüphanesinde uzun süredir unutulmuş bir dünya haritası bulur. Bu iki keşif, bilinen tarihin akışını değiştirebilecek kadar önemlidir... Ateşler İçindeydi Germencik/ Feyza Zaim/ Türkiye İş Bankası Kültür Yay./ 200 s. “Ateşler İçindeydi Germencik”, işgalden Milli Mücadele'ye uzanan sürecin tanıklıklarından doğan bir roman. Gelecekte yazar olacağını bilmeyen bir torun, ilkgençliğinde anneannesine, ona yarenlik etmek niyetiyle ve biraz da ısrarla, anılarını anlattırır. Roman ilerledikçe o sarsıcı dönem Galip Hoca kimliğiyle Anadolu'da Milli Mücadele hazırlıklarına girişen Celal Bayar'ı, Mustafa Kemal'in emriyle ve büyük bir gizlilik içinde evlerinde misafir ettikleri o bir aylık süreci bütün yaşanmışlığıyla gözler önüne sarılmaya başlar... Irak İşgalinin Perde Arkası/ Rupe/ Çevirenler: Buket Dabancalı, Alaz Pesen/ Yordam Kitap/ 160 s. Bu kitapta, ABD’nin Irak’a, Ortadoğu’ya, giderek bütün dünyaya yönelik hâkimiyet saldırısının arka planı, bu saldırganlığın temel nedenleri ve dinamikleri anlatılıyor. Kitabı hazırlayan araştırma grubu, tarihsel bağlamı ve uluslararası konjonktürü içinde, sadece ABD’nin dünya hâkimiyetine yönelik emperyalist planlarını açığa çıkarmakla kalmıyor, Irak’ın işgaline giden sürecin çok boyutlu bir tablosunu resmediyor. Kitapta, Amerikan saldırganlığının bu ülkeye özgü ekonomik/politik dinamiklerinden kapitalizme özgü yapısal nedenlerine; emperyalistler arası güç ilişkilerinden sömürgeci güdülerin sonuçlarına; uygulamaya konulan yöntemlerden uluslararası tepkilere, pek çok unsur dengeli bir bütünsellikle ele alınıyor. Joseph Fouché/ Stefan Zweig/ Can Yayınları/ 246 s. “Joseph Fouché” Fransız devriminin başlangıcından I. Napolyon döneminin sonuna kadarki dönemi kapsıyor. Napolyon'un, "Yaşamım boyunca tanıdığım en kusursuz aşağılık dönek" diye nitelediği Joseph Fouché, bütün bu dönem boyunca sergilediği siyasal tutumuyla, Machiavelli'nin “Hükümdar” adlı yapıtında sergilediği siyasetçi tipinin somut bir örneğini oluşturur. Fouché'nin kişiliğinde Avrupa tarihinin önemli bir döneminin de çözümlemesini yapan Stefan Zweig, bu yapıtıyla kendilerini bütünüyle siyasete adayanların, sonunda geleneksel ahlak ve insan değerlerinden ne denli uzaklaştıklarının, erdem kavramından nasıl yoksun kaldıklarının somut bir belgeİlber Ortaylı’nın, “Batılılaşma Yolunda” adlı yapıtı, Osmanlı kurum ve cemaatlerinin modernleşme çabalarını irdeleyen çalışmalarını bir araya getirerek, bir Osmanlı tablosu resmediyor. 19 Mart 1877’de Osmanlı başkentinde, ülkenin dört yanından gelen bir heyet toplanıyordu. Arabistan vilayetlerinden gelen çeşitli din ve mezhepteki temsilcilerin yanında, Anadolu ve Rumeli’den gelen Türk, Rum, Bulgar ve Arnavut temsilciler, ilk Osmanlı Parlamentosu’nu oluşturuyordu. Meşrutiyet rejimi, içeride olduğu kadar, dışarıda da şaşkınlık ve sorular yaratmıştı.Nasıl oluyordu da, aydınlanma devrinden beri Avrupa siyasal düşününde despotik yönetimin modeli sayılan bir toplum, anayasal rejime geçiyordu? Toplu Oyunlar/ JeanPaul Sartre/ İthaki Yayınları/ Çeviren: Işık M. Noyan/ İthaki Yay./ 726 s. Sartre “Toplu Oyunlar”da, insanlığın evrensel sorunlarını ele alırken, temel duygulardan yola çıkarak insanın varoluşunu anlamaya çalışıyor: Kadınerkek ilişkileri, aşk, intikam, öldürme güdüsü, ırkçılık ve savaş... Sartre oyunlarında Antik Yunan’a kadar gidip, insanı anlamaya çabalamış. Kitapta Sartre’ın 6 oyunu yer alıyor. Dünyayı ‘büyücüler’ sardı arry Potter serisinin yedinci ve son kitabı “Harry Potter ve Ölümcül Takdis”, tüm dünyada okurlarıyla buluştu. Harry Potter hayranları kitapçıların önünde uzun kuyruklar oluşturdu. “Harry Potter ve Ölümcül Takdis”in yayımlanma tarihi ilk kitabın yayımlanmasının 10`uncu yıldönümüne denk geliyor. Tüm dünyada 325 milyon kopya satılan, 64 dile çevrilen ve beş sinema filmi çekilen Harry Potter serisinin bu sefer ne kadar satılacağı ise büyük bir merak konusu. Büyücüler dünyasının yaratıcısı yazar J. K. Rowling de böylece Harry Potter’ın sırrını artık gizlemek zorunda kalmayacağı için çok rahat. Kitap için Türk okuyucularının sonbaharı beklemesi gerekiyor. H
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear