25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

20 TEMMUZ 2007 CUMA ekonomi PARİS’TEN UĞUR HÜKÜM TGS’nin ekonomik analizine göre Türkiye’deki resmi işsiz 2.6, gerçek işsiz ise 5.6 milyon kişi AKP işsize çare olamadı Ekonomi Servisi Türkiye GazetecileriSendikası’nın (TGS) araştırmasında gerçek işsiz sayısının 5.6 milyonu bulduğu ve nüfusun beşte birinin işsiz olduğu vurgulandı. Ekonominin bugün itibarıyla borçtan ve işsizlikten ibaret olduğu vurgulanan araştırmada, 20022007 döneminde ne kalkınmanın yaratıldığı ne da halka adil davranıldığı belirtildi. TGS tarafından yapılan ekonomik analize göre, işsizlik rakamları gerçekleri yansıtmaktan hayli uzak bulunuyor. 20022007 döneminde resmi işsiz sayısının 98 bin artışla her ne kadar 2 milyon 562 bine çıktığı belirtilse de artık iş bulma ümidi olmadığı için iş aramayan ama iş bulursa çalışmaya hazır, yani aslında resmen işsiz 2 milyon 318 bin kişi ile yılın 34 ayı çalışan, diğer aylarında işsiz gezen 720 bin mevsimlik çalışanın da işsiz sayılması gerekiyor; bu durumda ise işsiz sayısı 5.6 milyona çıkıyor. Analize göre işçinin, memurun, emeklinin ve köylünün geliri artmak bir yana yerinde sayarken Uluslararası Para Fonu (IMF) ile uygulanan program gereğince maaşlar enflasyona karşı korunurken ama reel olarak da artmazken, vergi yükü yine kayıtlı mükellefin ve özellikle maaşlarından doğrudan vergi alınan ücretlinin üzerine yıkıldı. TGS, analizde şu tespitlere yer verdi: Kamunun borcu, 20022007 döneminde 86.9 milyar dolar artışla 170.6 milyar dolardan 257.5 milyar dolara yükseldi. 2002’de 1.5 milyar dolar olan cari açığın bu yıl sonunda 20 kattan fazla bir artışla 30.4 milyar dolara çıkacağı hesaplanıyor. Bu rakam, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin bir rekoru olarak kabul ediliyor. 20022007 döneminde dış ticaret açığı 54 milyar doları aşacak. 20022007 döneminde toplam dış borçlar 83.3 milyar dolar yükselerek 130.1 milyar dolardan 213.4 milyar dolara çıktı. 20022007 döneminde özellikle özel sektör dış borçlarındaki artış vahim denecek boyutlarda. Çünkü 2002 sonunda 44.5 milyar dolar olan özel sektör borçları bu yılın mart ayında 126.4 milyar dolara ulaştı. 184.5 milyar dolardan 410.7 milyar dolara çıkan milli gelirin 128.1 milyar doları, YTL’nin değer artışından kaynaklandı. 1998 fiyatlarıyla milli gelir 282.6 milyar doları ancak buluyor. Kişi başına milli gelirde reel olarak 5.559 dolara çıkmayacak ve 1998 fiyatlarıyla 3.825 dolarda kalacak. Mahpushanelere ‘Sarko’ Doğruyor ne dönüştüren Sarkozy “asgari tutarlılık” adına “kolektif af” ilkesinden vazgeçtiğini açıkladı. 14 Temmuz geleneklerine kendince son veren başkan, kelleye göre “tek tek kişisel af”lar olabileceğini söyledi. Karar, bu günü belirli bir umutla bekleyen tutuklular kadar hapishane idarelerinin de canını sıkmıştı. Ayrıca, hükümetin parlak isimlerinden CezayirFas kökenli Adalet Bakanı, Rachida Dati’nin de ay sonunda Senato’ya, sonbaharda da Millet Meclisi’ne sunacağı “Hapishaneler ve Tutukluluk Koşulları” yasa tasarısının tam olarak ne getireceği de bilinmiyordu. Basına yansıyan genel başlıklara bakılırsa, yasa tasarısı cezai uygulamalar ve tutukluluk koşullarında değişimler, tutukluların hak ve sorumluluklarında yeni tanımlar içeriyor. Muhalefet köklü ve kalıcı hiç bir çözüm içermediğini iddia ettikleri projenin yalnızca baskı yöntemlerini geliştireceğini savunuyor... ??? Günlük Le Monde gazetesinde yayınlanan bir makaleye göre Fransa’daki toplam 190 tutukevinden 142’si kapasitesinin çok üstünde doluymuş. Bunlardan, örneğin Türk mahkum veya henüz mahkemeleri tamamlanmamış zanlıların yoğun yaşadığı Paris hapishanelerinden 1660 yataklı Fresnes’de 2400, 600 kişilik Villepinte’teyse 860 kişi bulunuyormuş. Geçtiğimiz 9 Nisan’da Paris cezaevlerinin yaşama koşullarını protesto etmek amacıyla açlık grevine başlayacağını duyuran Türklerin soluğunu nasıl kestiler bilemiyoruz, fakat bu eylemciler arasında kendilerini “siyasi” tutuklu niteleyen çok kişinin olduğu kesin. Yazdıkları mektuplarda, “Türkiyeli politik tutsakların tutukluluk sürelerinin çok basit gerekçelerle uzatıldığını” anlatıyorlardı. Her durumda, son yıllarda cezaevi koşulları konusunda Avrupa Konseyi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından sıkça mahkum edilen Fransa’nın, Sarkozy’nin iktidara geliş sürecinde kullandığı “otoriter yöntem” ve “baskıcı vaatleri” doğrultusunda atacağı adımların topluma maliyetinin yüksek olacağına kesin gözüyle bakılıyor. Gardiyan sendikaları, yargıç ve avukatların meslek örgütleri derhal ciddi önlemler alınmazsa, hapishanelerin yakın gelecekte büyük patlamalara gebe olduğu uyarısında bulunuyorlar. Geçtiğimiz pazar günü (15 Temmuz) Nice yakınlarındaki Grasse hapishanesinden helikopterle kaçan ünlü gangsterlerden Pascal Payet örneği, aslında salt baskıyı arttırarak cezaevi koşullarında güvenlik ve huzur sağlanamayacağını kanıtlıyor. 2001’de yine helikopterle kaçırılan 44 yaşındaki mahkum, Fransa’nın en sıkı korunan suçlularından biri olarak biliniyordu. 6 ayda bir hapishanesi değiştirilen Payet 5 dakika içinde tereyağından kıl çeker gibi tüymeyi başardı. Ne kişisel hücre, ne yakın takip firarı engelleyemedi. Bakalım Payet, güneşin doğuşunu hapishanenin dışında kaç zaman izleyecek? Bilinen gerçek içerde kalanların, büyük halk ozanı Neşet Ertaş’ın enfes türküsü “Hapishanelere Güneş Doğmuyor”u daha epey bir süre söyleyeceği, zira şimdilerde bütün mahpushanelere doğan sadece “Sarko”... ugur.hukum@gmail.com C 9 “Acı dolu bizim adımız, ıstırap oldu soyadımız, bizler de birer insanız... Fransa oldu ikinci vatanımız, cezaevi oldu neden mekanımız, bizler de elbet canız... Bir gün düze çıkacak yolumuz, çiçekler açacak dalımız, bizler de sevenlerimize kavuşacağız.” (E.H.Y. 28 Mart 2007) Yukarda gördüğünüz dizeler Paris ve yakınlarındaki hapishanelerinde bulunan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bize yazdığı mektuplardan alınmıştır. Bu mektuplar, Paris ve çevresinde yaşayanlara yönelik 17 senedir haftada 2x2=4 saat yayın yapan Radio Soleil Türkçe Programları’nda okunmuş olduğu için rahatlıkla okurla paylaşabiliyoruz. Radyoya yazanların hepsi tutukluluk koşullarından şikayetçi, özellikle de kalabalıktan. Dolayısıyla bu yılki 14 Temmuz Ulusal Bayramı vesilesiyle Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin yapacağı geleneksel konuşma her zamankinden daha büyük bir ilgi heyecanla bekleniyordu. Özellikle tutuklular ve yakınları için. Niçin mi diyeceksiniz ? ??? 14 Temmuz 1789’da dönemin “çulsuz ve donsuz” (!) halkının destek ve gücüyle mutlakıyetçi krallığa öldürücü bir darbe indiren Fransız burjuvazisi, 14 Temmuz 1790’dan itibaren bu tarihi bir ulusal öğe olarak geleneklere yazdı ve Federasyon Bayramı adıyla kutlamaya başladı. Zorbalığın simgesi Bastille kalemahpushanesinin yerle bir edilmesi ortak belleklerden hiç silinmedi. Fransızlar her ne kadar 14 Temmuz’un Ulusal Bayram olarak kabul edilmesi için 1880’i beklemişlerse de, bu kutlama başından beri bilinçaltına kazılı, “her tutukluluk da bir haksızlık yatabileceği” duygu, kuşku ve tepkesini (refleks) yaşatmaya devam etti. 14 Temmuz günü o tarihlerden sonra her türde iktidarlar için bir bağışlama, af fırsatı da yarattı. 19’uncu yüzyıl sonunun “tehlikeli yığınları”, 20’nci yüzyılın “işçi sınıfı” gibi, egemen sınıfların sürekli baskı öznesi olan emekçi kitleler, örgütleri, militan veya sempatizanları belli bir oranda bu vesileyle ya hapse düşmekten kurtuluyor, ya da kısa bir tutukluk ertesinde özgürlüklerine kavuşuyorlardı. Ancak 1900’ların ikinci yarısı ve 21’inci yüzyıl yeni olguları doğurdu. Hapishaneler dolmakla kalmayıp, taşıyordu. 5’inci Cumhuriyet (1958) ile beraber 14 Temmuz afları yalnızca toplumsal tepkiye nispi bir sübap görevini üstlenmiyor, aynı zamanda cezaevlerindeki aşırı dengesizlikten doğan ekonomik baskıya da kısmi, yüzeysel ama somut bir yanıt veriyordu. ??? 1 Haziran itibariyle bilinen resmi verilere göre, Fransa hapishanelerinde “ağırlanan” 60 bin 800 tutuklu için sadece 50 bin 500 yer mevcut. Tutuklu sayısının yıl sonunda 60 bin 403’e, 2017’de de 80 bine yükseleceği öngörülüyor. Cezaevleri kapasiteleriyle ilgili öngörülerse “talebi” karşılamaktan çok uzak gözüküyor. İşte her yıl 14 Temmuz etrafındaki cumhurbaşkanlığı bağışlamasına dönüşen kolektif af, mahpushanelerde 3500 ile 5000 arası bir boşalma, hafifleme getiriyordu. Ancak, “baskı”yı seçim vaatleri arasında da önemli bir kalem hatta çalışma yöntemi Özelleştirmeler geri alınsın Makine Mühendisleri ülke, kamu ve toplum çıkarlarını esas alan bir kamulaştırma programı başlatılmasını istedi. Ekonomi Servisi Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Makina Mühendisleri Odası, genel seçim öncesi hukuksuzlukların arttığını ve araç muayene istasyonları hizmetinin özelleştirilmesinde yargı sürecinin baypas edilmek istendiğini vurguladı. TMMOB Makina Mühendisleri Odası, “PETKİM ve Türk Telekom dahil özelleştirmeleri yargı sürecinde olan bütün işletmeler kamu tarafından geri alınmalı, istisnasız bütün özelleştirmeler durdurulmalı; ülke, kamu ve toplum çıkarlarını esas alan bir kamulaştırma programı başlatılmalıdır” açıklamasını yaptı. TMMOB Makina Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz, Araç Muayene İstasyonları hizmetinin özelleştirme ihalesini kazanan Tüvtürk’ün, hizmetin devir sözleşmesini imzalamak üzere Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nca (ÖİB) davet edildiğini anımsattı. Araç muayene istasyonları hizmetinin anayasal bir kamu hizmeti olduğunu ve konuya ilişkin çok sayıda dava açıldığını dile getiren Koramaz, “Özelleştirme sürecinde tesis edilen tüm işlemler yargı aşa TMSF, Sagra’yı satıyor Ekonomi Servisi Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF), “Sagra Gıda Üretim Pazarlama Sanayi ve Ticaret AŞ’’nin ticari ve iktisadi bütünlüğünün satışı için ihale açtı. TMSF’nin Resmi Gazete’de yayımlanan duyurusuna göre TMSF, Sagra’dan haczedilen mal, hak ve varlıklar ile bu varlıkların feri veya mütemmim cüzü niteliğindeki sözleşmeler ve bu sözleşmelerden doğan ancak başlı başına iktisadi değeri olmayan varlıkları satacak. Sagra Ticari ve İktisadi Bütünlüğü’nün muhammen bedeli, 39 milyon ABD Doları olarak belirlendi. İhale 25 Eylül 2007 tarihinde, saat 11.00’de kapalı zarf ve açık artırma usullerinin birlikte uygulanması suretiyle gerçekleştirilecek ve kurulun onayı ile sonuçlandırılacak. Geçtiğimiz günlerde ücretlerini alamayan Sagra çalışanları iş bırakma eylemi gerçekleştirmişti. masındayken ve henüz kesinleşmiş herhangi bir yargı kararı da mevcut değilken, ülkenin gündeminin seçimlerle meşgul olmasını fırsat bilerek yangından mal kaçırırcasına devir sözleşmesi imzalanarak hizmet devredil mek istenmektedir” dedi. Özelleştirme mağduru olan 4/C çalışanları, hükümeti ve Türkİş’i protesto etmek amacıyla yapacakları açlık grevini seçim sonrasına erteledi. Yapılacak açlık grevinin farklı gruplar tarafından yan lış yönlere çekilmemesi için seçim sonrasına ertelendiğini kaydeden 657/4C Mağdurları Komisyonu Başkanı İsmail Hakkı Doğan, “Seçimlerde bizim işimizi çözeceğini açıklayan muhalefet partileri destekleyeceğiz” dedi. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) 2007 Nisan döneminde Türkiye genelinde resmi işsiz sayısı, önceki yılın aynı dönemine göre 14 bin kişi artarak 2 milyon 450 bin kişi olarak belirlendi. İş aramayıp çalışmaya hazır olan 1 milyon 906 bin kişiyle birlikte, toplam işsiz sayısı 4 milyon 356 bin kişiye çıktı. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) üçer aylık dönemler itibarıyla her ay açıkladığı Hanehalkı İşgücü Anketi’nin “MartNisanMayıs 2007’’ dönemini kapsayan Nisan 2007 sonuçlarına göre, resmi işsizlik oranı yüzde 9.9 olurken çalışmaya hazır olanlar da dikkate alındığında bu oran yüzde 16.1’e çıktı. Bu döneme ilişkin veriler özetle şöyle: İstihdam edilenlerin sayısı 2006’nın aynı dönemine kıyasla 466 bin kişi ar İşsiz ordusu 4.4 milyon tarak 22 milyon 638 bin kişiye yükseldi. Tarım sektöründe çalışanların sayısı 20 bin azalırken, tarım dışı sektörlerde çalışan sayısı 486 bin arttı. İstihdam edilenlerin yüzde 26.7’si tarım, yüzde 19.5’i sanayi, yüzde 5.5’i inşaat, yüzde 48.3’ü ise hizmetler sektöründe. Tarım dışı işsizlik oranı, geçen yılın aynı dönemine göre 0.1 puanlık düşüşle yüzde 12.4 olarak gerçekleşti. Mevcut işsizlerin yüzde 10.5’ini (258 bin kişi) de, bu dönemde işten ayrılanlar oluşturdu. İşsizlerin 73.9’u erkeklerden oluşurken işsizlerin yüzde 58.6’sı lise altı eğitimli durumda. Bunların yüzde 31.7’si bir yıl ve daha uzun süredir iş ararken, iş arama yöntemi sıklıkla (yüzde 31.5) “eşdost’’ vasıtasıyla oluyor. İşsizlerin yüzde 82.9’u daha önce bir işte çalışmış durumda. Bunların ise yüzde 47.3’ü hizmetler, yüzde 24.1’i sanayi, yüzde 18.4’ü inşaat ve yüzde 10.2’si ise tarım sektöründen geliyor. İstihdam edilenlerin yüzde 60.4’ü lise altı eğitimli. Yüzde 57.8’i ücretli, maaşlı ve yevmiyeli, yüzde 28.2’si kendi hesabına ve işveren, yüzde 14’ü ücretsiz aile işçisi, yüzde 2.7’sinin de ek bir işi var. İşgücü dışında olanların yüzde 37.6’sı daha önce bir işte çalışırken bunların yüzde 35.8’i tarım, yüzde 23.1’i sanayi, yüzde 5.8’i inşaat ve yüzde 35.3’ü ise hizmetler sektöründen. Son dönemde 10 milyon 234 bin kişinin yüzde 30.5’i emeklilik, yüzde 10.5’i mevsim gereği, yüzde 17.9’u sağlık nedeniyle, yüzde 9.9’u evlilik, yüzde 4.8’i işten çıkarılma/işyerinin kapanması, yüzde 4.9’u işinden memnun olmama ve yüzde 21.5’i diğer nedenlerle en son çalıştıkları işten ayrıldı. Buna göre 491 bin kişi işten çıkarılma nedeniyle işsiz kaldı. 1 milyon 231 bin kişi, işe yeni başlamış veya iş değiştirmiş olarak kayıtlara geçerken bunların toplam istihdam içindeki oranı ise yüzde 5.4 oldu. ek yol serbest piyasa diyorsunuz. Her türlü planlamaya, bir kamu yararı gerekçesiyle sınırlanmaya da karşısınız. Her şeyin özelleştirilmesini istiyorsunuz. Ülke ekonomisinin, ülke güvenliğinin, halkın günlük yaşamının istikrarı için stratejik öneme sahip telekomünikasyonun, enerji sektörlerindeki kamu mallarının, bu ülkede yaşamayan, bu ülke halkına herhangi bir tarihsel, siyasi, kültürel, duygusal bağı olmayan sermaye gruplarına satılmasında bir sakınca görmüyorsunuz. Ülke ekonomisinin, günlük yaşamın kan dolaşım sistemi, bankaların yabancılaşması da doğal. Serbestleştirilmiş ithalatın tarım sektörünü yıkmasına, temel gıda tedarikinin giderek daha çok dışa, dolayısıyla döviz girdisine bağlı olmasına yol açtınız. İhracatın içinde, ithalat oranının, büyümeye devam etmesine aldırmıyorsunuz. Tüketimi körüklemek için krediye yaslandınız. Özel sektörün dış borçları tırmandıkça tırmandı. “Sıcak para” mali sektörü, inşaat piyasasını kaynama noktasına getirdi. Borsa yabancı sermayenin fiili denetimine girdi… Bu iklimin rehavetinden yararlanarak toplumsal dokuya siyasal İslamın nüfuz etmesine, kendinde rejim değişikliğine yönelecek gücü görmesine “demokrasi” gereği bir itirazınız yok… Peki siz hiç mi dünyada esmeye başlayan rüzgârları izlemiyorsunuz? Bu rüzgârlar fırtınaya dönüşürken ülkeyi nasıl yönetecek, insanların karnını nasıl doyuracaksınız. Enerji, gıda, finans sektörlerinde kriz eğilimleri kesişiyor. Gelişmiş ülkelerde T GLOBAL POLİTİKÜLTÜR ERGİN YILDIZOĞLU Seçimlere Giderken Tatsız Sorular… di teknolojisini, güçler dengesini, ekonomisini ve toplumsal özelliklerini yaratan petrol çağının sonuna geliyor” diyerek bitiriyor. ReesMogg’un rafineri kapasitesi yetersizliğine değinmemiş. Halbuki, örneğin bu yüzden, ham petrol satıp, işlenmiş ürün almak zorunda kalan petrol zengini İran, benzin kıtlığı çekebiliyor. Türkiye petrol zengini değil, gaz da yok ama rafinerileri, petrol dağıtım ağları var. Bunlar önümüzdeki dönemde yaşamsal öneme sahip olacak. Üstelik döviz girdisi, bölgesel jeopolitik güvenlik için de gerekli. Ama siz hepsini başka ülkelerin şirketlerine sattınız. Şimdi bu sektörde önceliklerinizi nasıl saptayacak, uygulayacaksınız? Belki fark etmediniz ama geçen ay içinde, tahıl fiyatlarındaki ani sıçrama herkesi korkuttu. Bir taraftan küresel ısınmanın, yoğun tarımın, su stokları üzerindeki etkisi, diğer taraftan denetimsiz ithalatın, piyasa baskısının tahribatı ve piyasaların üreticiyi biyoyakıta yönlendirme etkisi, nihayet Çin ve Hindistan’dan gelen güçlü talep artışı, küresel gıda fiyatlarını, dolayısıyla yöneticiler serbest piyasa modelini giderek daha çok sorguluyor, ulusal, hatta yerel çıkar kaygıları öne çıkarıyor. Farkında mısınız? Yıllardır tekrarlıyoruz, ama siz boş verin. Boş verin ama, eğer, kapitalizmin en eski gazetelerinden muhafazakâr The Times’ın emektar yorumcusu William ReesMogg bile yazmaya başladıysa, bence gözlerinizi dört açın. Farkında mısınız? Petrolün varili 2003 yılında 29 dolardı. 2005’te 54.5’e, geçen ay da 77.50 dolara yükseldi, 80’i zorlayacak diyorlar. ReesMogg, Uluslararası Enerji Ajansı’nın gelecek 10 yılda arz artışının sınırlı, talebin güçlü kalacağını gösteren korkutucu projeksiyonlarının önemini vurguladıktan sonra, uyarıyor: “Durum siyasi sorun olmaktan siyasi hesaplaşma aşamasına, oradan da mutlak jeolojik yetersizlik sorununa dönüşüyor. Petrol tedariki toplamı sıfır olan oyuna dönüşüyor. Kimi ülkeler varsıl kimleri yoksul olacak.” Bu muhafazakâr, temkinli gazetenin emektar yazarı, yorumunu “Dünya, ken gıda ithalatı maliyetlerini arttırıyor. Köylüden kurtulduk diye seviniyordunuz, peki şimdi, yaşanmaz hale gelmeye başlayan kentler bir yana, eğer yeterli dövizi bulamazsanız halkınızı nasıl besleyeceksiniz? Küresel likidite bolluğunda, değirmenin suyu nereden gelecek demeden, net yüzde 20’ye varan faizler verip bakracınızı doldurdunuz; ülkede borçla tüketim cenneti, borsada ballı kâr, düşük enflasyonla kâğıttan şatolar kurdunuz. Şimdi, uluslararası kredi piyasası daralmaya başlarken sermaye hareketleri bir yön değiştirirse ne yapacaksınız? Sıcak paranın kaçanını nasıl tutacak, kalana ne taviz vereceksiniz? Daha başka ne satacaksınız. Yoksa TL yine tepetaklak olacak, enflasyon tavana vuracak ve biz yine, yüzde bilmem kaç yoksullaşacak mıyız? Amerikalılar, Fransızlar, AB stratejik kaynaklarına sahip çıkmaya, yabancılardan korumaya başlarken enerji, gıda, hatta su sektörlerinde tedarikin serbest piyasa yoluyla sağlanabileceğine güven hızla buhar olurken, siz ne tedbir almayı düşünüyorsunuz? Serbest piyasada paranız yetmediğinde ne olacak? Hiç düşündünüz mü? Yoksa o zaman gelince, siyasal İslamın ideolojik, yeni polis yasasının fiili sopasına mı güveniyorsunuz? Son bir soru da sizi destekleyen ABD ve AB çevrelerine... Türkiye’de ABD’ye olumlu bakanların oranı yüzde 3040 aralığından yüzde 910 aralığına, bu son “reformcu”, “Batı yanlısı”, “ılımlı Müslüman” hükümet döneminde düştü. Farkında mısınız? ‘O bir Süper Türk’ Ekonomi Servisi Alman Der Spiegel dergisi, Berlin’de Başbakanlık’ta düzenlenen 2. Uyum Zirvesi’ne katılan Türk işadamı Kemal Şahin’i, “Süper Türk’’ olarak tanıttı. “Yüzünde muhteşem bir tebessüm taşıyor. O bir çeşit Süper Türk” denilen yazıda, Almanya’da mühendislik eğitimi gören Şahin’in, yine de bu ülkede çalışmasına izin verilmediği, bunun üzerine küçük bir dükkân açtığı, daha sonra 16 ülkede şubeleri bulunan toplam 12 bin çalışanlı dev bir holding haline geldiği hatırlatıldı.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear