Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
20 TEMMUZ 2007 CUMA tarihçe BRÜKSEL GÜNLÜĞÜ ELÇİN POYRAZLAR Çağla yaşanan trajik uyumsuzluk Erdoğan AYDIN Doğu toplumlarında kalkınamama, nesnel bir kader olmadığı gibi dış etken temelinde de aydınlatılamaz. Üstelik bu sorun, niye kalkınamadığımız sorusu kadar demokratik dinamiklerimiz niye zayıf kaldı sorusunun da yanıtını içinde taşımaktadır. C AB ve Güvercin Pisliği 13 S on birkaç haftadır belirginleştirmeye çalıştığım gibi merkezi despotik yapı, Osmanlının siyasalaskeri üstünlük sağlaması yanında, üretim ilişkilerini dondurarak geri kalışında da belirleyici olmuştur. Türkİslamcı yazında bu yapı, “aşiret aristokrasisi eğilimlerini bertaraf ederek dünya devleti kurabilme” nedeni olarak salt bir övünç vesilesi yapılagelmiştir. Oysa yerel yapılar ve ekonomik potansiyelleri ezen Osmanlı merkezi yapısı, halkı, beyliklerin baskılarından kurtarırken kendi otoritesinin daha ağır baskısı altına almıştır. Yani halk, sömürünün muhatabı olmaya devam ederken içte ve dıştaki hakimiyet savaşlarının aracı olarak da telef edilmiştir. Bu bağlamda savaşlar, tanrısal emirlerin yansıması olduğuna inanılan Osmanlı düzeninin (Nizamı Âlem) dünyaya egemen kılınmasının aracı olarak daha da kurumlaşmıştır. Dünün koşullarında da olumsuz bir işlev gören bu yapı, “Cihan Hâkimiyeti Mefkuresi” (ideali) olarak zihnimizde kutsandığı oranda, günümüzde de toplumsal kimliğimizi zehirleyen, bizi çağdaş değerlerle uyumsuzlaştıran, üretim ve hak eksenli bir bakış açısından uzaklaştıran bir işlev görmeye devam etmektedir. mutlak otoritesini sınırlıyordu. İkincisi vergi oranlarının âyanla müzakere içinde saptanacağı, vergi ve asker toplamada hanedanların hak ve durumlarının Sarayın keyfiyetine karşı güvenceye alınacağı belirtiliyordu. Merkezin ve onu temsilen valilerin keyfiliğine karşı ‘halkın temsili ve korunması’ hakkını âyana veriyordu. Hanedanların egemenlik alanları merkeze karşı güvenceye alınırken, kendilerine bağlı küçük âyanlar üzerindeki egemenlikleri ve tüm bunların babadan oğula geçiş garantisi tasdik ediliyordu. Gerçi İnalcık, “..hanedanların fiilen kurulmuş feodal durumlarına daimi hukuki bir mahiyet kazandıran” bu son şartların, “modern devlet anlayışına aykırı bir cereyanı temsil ettiğini” (age., s.347) düşünmektedir. Ancak bu noktada, eğer modern devleti merkeziyetçiliğe indirgemeyeceksek, o dönem Osmanlının, zaten modern devlet formuna uygun düşmediği gerçeğini de anımsamalıyız. Dahası Avrupa’da hukuk ve modernleşmenin, tam da kral ile senyörler arasındaki dengelenmeden ürediğini de... Ancak Senedi İttifak, iktidar çatışmasını bitirmeyecekti. Merkez eski ayrıcalıklarından İmparatorluğun hiçbir sorununu çözemeyecekti. Tam tersine iç savaşları ve çözülmeyi, dünyayla olan eşitsizliği ve bağımlılaşmayı arttıracaktı. Nitekim II. Mahmut’un, en kudretli âyan Tepedelenli Ali Paşa’ya karşı başlattığı saldırı başarıya ulaşacak, ama bu, Yunan isyanına, o da Mehmet Ali Paşa isyanına zemin hazırlayacak, onu 1838 Osmanlıİngiliz Serbest Ticaret Anlaşması izleyecekti. Özetle Sarayın uzlaşmaz otoritesini tahkim etme yönünde atılan her adım çözülmeyi daha da derinleştirecekti (Tıpkı Alman emperyalizmiyle ittifaktan faydalanarak eski egemenlik alanlarını tekrar ele geçirmek amacıyla başlattığı maceradan Sevr ile çıkmak zorunda kalınması gibi). SÜRECİ YENİDEN SORGULAMAK “Z. Gökalp Türkiye’de derebeylik devrinin, milletin hiç olmazsa bir kısmında Padişah’a karşı reaya ve kulluk hisleri yerine hürriyet ve asalet duygularını uyandırdığını ve bu zadeler devrinin halk hakimiyeti devrini hazırladığını iddia eder” diye yazan İnalcık, şöyle devam eder: “Mübalağalı görünmekle beraber, bu fikrin FEODALLERİN MERKEZLE BİLEK GÜREŞİ Osmanlının en müstesna padişahı Fatih’in derebeyleri tasfiyesiyle ezilen feodalleşme, Celali isyanları sonrasındaki 200 yılda giderek yeniden belirginleşecektir. İç savaşlar ve dış yenilgiler yanında ekonomik performans düşüklüğüne bağlı olarak Osmanlı Sarayı, 18. yüzyıl ortalarından itibaren eski mutlak otoritesini fiilen yitirirken mahalli otoriteler (âyan ve vazgeçmek istemiyor ve zayıf anında imzalamak hanedanlar) iyice güçlenip kurumlaşacaktı. Bu hakikat payı sakladığına şüphe yoktur. zorunda kaldığı bu anlaşmayı da gelişimin sonucunda yerel otoriteler, nihayet Gerçekten, II. Mahmut devrinde belli başlı hazmedemiyordu. 1808’de Saray’a Senedi İttifak anlaşmasını âyanlar ortadan kaldırıldığı zaman, II. Osmanlının kanun, misak, yemin tanımaz siyaset imzalatarak, kendilerine önemli avantajlar Mahmut’un mutlak ve merkezi otoritesine karşı geleneğinin güçsüzken ve savaş koşullarında sağlayacaktı. koyabilecek hiçbir kuvvet kalmamış ve tam bir kabul ettiği bu ilk “amme hukuku kaidesi”, II. Kuşkusuz yönetme tekelini elinden bırakmak istibdat devri gelmiştir”. (age., s.347) Mahmut’un kendini güçlü hissedeceği ilk istemeyen merkezi bürokrasinin, iktidar Bu bağlamda sürecin, halkın hak ve özgürlükleri fırsatta, 1815’te lağvedilecekti. Rusya ile savaşın paylaşımına razı olması kolay değildi. Nitekim bu konusunda aynı nitelikte olan her iki tarafın bitmesini takiben Saray, modern silahlarla özgülde anlaşma, diğer tüm nedenler yanında sömürücü ve gerici niyetlerinden bağımsız bir donatılmış ordusunu âyanın üzerine salacak, Rusya ile yapılan savaşın hanedan askerlerine soğukkanlılıkla çözümlenmesi gerek. Özetle “azil, mukataa çiftliklerinin müsaderesi, yaşamsal bir gereksinim yaratması ve Alemdar Senedi İttifak’ın, tarafgirlik baskısından İstanbul’a ikamet zorunluluğu, mukavemet Mustafa Paşa’nın özel etkisi ile, yani zoraki kurtularak, sonraki süreçte “imparatorluğun gösterdiklerinde te’dip ve idam etme suretiyle” kabul edilecektir. Dışarıda savaşlar sürerken, bir içtimaisiyasi yapısını değiştirecek bir hareketin onları tepeleyecekti. türlü tepelenemeyen ve denetlenemeyen temeli olabileceği” (age.) olasılığı boyutuyla Ancak devşirme bürokrasinin bu yönelimi, hanedanlarla yaşanan gerilimler yüzünden irdelenmeye ihtiyacı var. merkezi güçlendirmek şeklindeki kendi kast Osmanlı parçalanmanın eşiğine gelmişti. İşte İnalcık, “19. asırda nasıl ki Balkanlar’da çıkarlarının kısa vadeli çözümü dışında, buradan hareketle, “İmparatorluk içinde birliği Padişah’a tâbi Hıristiyan prenslikler meydana sağlamak, merkezin otoritesini iade etmek ve gelmişse, Anadolu’da da 14. asırda olduğu gibi yeni bir ordu yaratmak zaruretinin” karşılanması bir takım yerli beylikler kurulabilirdi. Fakat bu amacıyla, âyanla anlaşma yoluna gidilecekti durum, Anadolu’da Türk birliğinin zararına bir (Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu, s.344). gelişim olacağından, merkeziyetçi ve Güvensizlik nedeniyle İstanbul’a büyük mutlakiyetçi saltanatın bunu önleyen ordularla gelen âyan’ın, padişahın mutlak çabalarını bugün de olumlu bir hareket otoritesini hukuken sınırlayan Senedi olarak görmekteyiz” (age., s.348) 4 haftadır sürdürdüğüm irdelememi, Osmanlının İttifak’ı imzalatması, Osmanlı tarihinde demektedir. çağıyla yaşadığı trajik uyumsuzluğa ilişkin birkaç durum önemli bir kilometre taşıdır. Çoğu Burada ‘Türk birliği’ denilen şeyin, saptamasıyla bitiriyorum: devşirme kökenli de olsa, Celali devletin egemenlik alanının Osmanlı fetih eksenli merkezi yükseliş yaşarken Avrupa feodal isyanları sonrasında artık kapıkulu genişliğinden başka hiçbir yapının dönüşümü içinde Yeniçağa geçmektedir. Sonraki dönemde olmayan feodallerin, Senedi anlam taşımadığı, Türkmen Osmanlı feodal çözülme yaşarken Avrupa kendi feodalitesini aşarak sınai İttifak ile merkeze dayattıkları halkın özgürlükleri, refahı, bir merkezileşme yaşamaktadır. İmparatorluk çağının son zamandaş örnekleri koşullar, âdeta Çandarlı’nın aydınlanması ve egemenliği olan Roma, Bizans, Sasani, Abbasi ve Selçukludan ayrımla Osmanlı, o hal’liyle gömülen Osmanlı gibi öğeleri en küçük imparatorlukların belki de en gelişmişi, ama geç kalmış bir örneğiydi. aristokrasisinin tekrar anlamda içermediği Kıyaslamalı bir yaklaşımla, klasik Osmanlı düzeni, feodal süreçlere oranla ‘adil’ bir dirilmesiydi. özellikle anımsanmalı. Bu yapı olmasına rağmen, dünya bağlamı içinde, yaşanan gelişme hızını kaçıran ve ulaşılan Bu anlaşmayla Padişah, durumda, tarih boyunca aşamalarda hep geç kalan bir ‘talihsizliği’ yaşamaktadır. Bundan dolayı imparatorluğu, hukuken eşitler arası birinci ne çok cana ve dünya ölçeğinde ne denli heybetli olmuşsa, geç feodalizmi de o kadar zavallı olacaktır. konumuna indirgeniyor, despotizme neden İmparatorluğu heybetli olmuştur çünkü, diğer toplumlar üretimi artıran ve derinleştiren, düzenin yapısı ve iç olduğu bilinen otorite bilimi, sanatı, fikri farklılaşmayı mümkün kılan bir toplumsal ilişkiyi feodal parçalanmışlık dengeleri Avrupa’daki eksenli ‘birlikçilik’ içinde varederken, Osmanlı devasa bir savaş makinesi olarak onları ezip topraklarına el feodal yapılara sorgulanmalı. Üstelik koyabiliyordu. Buna karşılık onlar niteliksel bir gelişme sağlar ve giderek bu deve karşı esneklik benziyordu. Âyanın bu yaklaşım, Senedi ve egemenlik elde ederlerken, Osmanlı, dışarıda hareket kabiliyetini yitiren, içerde güvenli bir temsilcisi durumundaki İttifak’ın, ekonomi ve siyasa yaratamayan, üstelik toprağın altından kaymakta olduğunun bilincine Alemdar Mustafa Paşa kurumlaşabilmesi varamayan, hantal ve kof bir güce dönüşüyordu. döneminde imzalanan ve halinde, çağdaş bir Peki ama merkezi despotizm ile feodal beyliklerin sömürüsü arasında halk için üçüncü bir yol gerçekte Osmanlı cumhuriyet olamaz mıydı? Bu doğrultuda kolektivist veya halkçı çok fazla girişimin olduğunu biliyoruz. Devleti’nde “ilk kamu yöneliminde bize nasıl Abbasiler döneminde Karmati, Babek deneyimleri, Selçukluda Baba İshak, Osmanlıda Şeyh hukuku kaidesi” (Sıddık olanaklar sunacağını da Bedrettin, Şahkulu, Kalender Çelebi, (Anadolulu) Şah İsmail vb. ayaklanmalarla devam Sami Onar) sayılabilecek irdelemez. Oysa böylesi eden bu halk muhalefetinin alternatif bir düzen arayışı olduğunu biliyoruz. Ancak o günün olan Senedi İttifak, “büyük bir kurumsallaşma, hak nesnel koşullarında böyle bir düzen üretme şansı ne yazık ki yoktu. âyanın devlet iktidarını ve özgürlükler açısından Buna karşılık işaret ettiğimiz gibi bir başka gelişim olanağı mümkündü. Eğer Osmanlı kontrol altına alma” görece ileri, Osmanlı ve öncelleri, dış talan avantajı ve bunu kutsayan cihat motivasyonuyla merkezi anlaşmasıdır (H. İnalcık, age., coğrafyasında yaşanan milli despotik yapılar olarak kurumlaşamasaydı, tıpkı Avrupa gibi bu coğrafya da s.343). boğazlaşma mirasından giderek üretim eksenli bir dönüşüm yaşayacaktı. Özetle farklı bir yapılanma görece uzak, üstelik çok daha durumunda farklı bir gelişim çizgisi oluşacaktı. Aynı veya ayrı kimliklerden NLAŞMANIN İÇERİĞİ VE geniş sınırlara sahip çok toplulukların birbirleriyle savaşları devam edecekti kuşkusuz. Ama bu SONU kültürlü bir cumhuriyete de savaşlar, Avrupa’daki gibi gelişim çizgisini etkilemeyecekti. pekâlâ ortam oluşturabilirdi. Özetle Doğu toplumlarında kalkınamama, nesnel bir kader İnalcık’ın özlü çözümlemesinden Kaldı ki Alman birliğinin ancak olmadığı gibi dış etken ekseninde de aydınlatılamaz. öğrendiğimiz gibi, yapılan bu anlaşma, sınai temel üzerinde ve 1871’de Üstelik bu sorun, niye kalkınamadığımız sorusu düzenin yapısına dair bir dizi değişim sağlandığı ve bu çok geç birlikten kadar demokratik dinamiklerimiz niye zayıf getiriyordu: Öncelikle Sadrazamlık mevkiini dünyanın en gelişkin ülkelerinden birinin kaldı sorusunun da yanıtını içinde bağlayan ve onu âyanın talepleriyle de sınırlayan çıktığı anımsanırsa, ‘Türk birliği’ adına taşımaktadır. niteliğiyle, sadrazamı “padişahın mutlak vekili Osmanlı merkeziyetçi ve mutlakiyetçiliğine olmaktan çıkarıyor”, dolayısıyla padişahın da diyet borçlu olmadığımız da açıktır. ultanahmet’in incisi Ayasofya Camii’ni ev olarak kullanan güvercinler Avrupa Birliği’nden haberdar mıdır? Güvercinlerin genel kültür düzeyini bilemeyiz ancak AB, Ayasofya’nın çevresinde güvercinlerin hela alışkanlıklarını çok yakından izliyor. ??? 22 Temmuz seçimlerinden çıkacak sonucu nefesini tutarak bekleyen AB yetkililerinin Türkiye’nin turizm sektörüyle “içtenlikle” ilgilendiklerini görmek ne kadar da hoş. Avrupa Parlamentosu’ndan bir Yunan milletvekili tarafından gündeme getirilen Ayasofya’daki güvercin pislikleri “Bizans kültürünün en önemli anıtlarından birine zarar veriyormuş”. Hayvan dışkısına duyarlı bu Yunan milletvekilini kutlamak gerek. Herkes bilir ki AB’ye girmiş güvercinlerin hiçbiri Avrupa kentlerinde bulunan anıtlara, tarihi eserlere veya müze çatılarına dışkı bırakmazlar. Medeniyetin kuşu da midesiz olduğundan pislik yaratmaz. ??? AB Komisyonu Genişleme Komiseri Olli Rehn’e yazılı bir soru önergesi gönderen bu Yunan milletvekili güvercin dışkılarının Ayasofya’ya verdiği tahribatın giderilmesi için Türkiye’ye bir fon ayrılmasını da talep etmiş. Rehn ise Türkiye’nin katılım öncesi fonlarının “inşaat ve tefrişi” kapsamadığını dile getirerek ancak fonların kültürel miras bilincini yükseltmek için kullanılabileceğini ifade etmiş. ??? Komiser Rehn soru önergesine verdiği yanıtında “Kültürel miras bilincinin yükseltilmesi” için ayrılacak fonların araştırma, S inceleme, seminer ve diğer etkinliklere yönelik harcamalarda kullanılması önerisini getirmiş. AB’ye üye olmak isteyen ülkelerde yaşayan hayvanların buna benzer bir “bilinç yükseltme” programından geçtiği varsayılırsa, Ayasofya’daki güvercinlerin de “kültürel mirasın değerlerini anlama ve dışkı bırakmamaya” yönelik bir dizi eğitim seminerinden geçmesinden daha doğal ne olabilir? ??? Güvercin meselesi gündemdeyken Fransa’nın ulusal bayramı olan 14 Temmuz Bastille Günü’nde AB’nin diğer ülkelerinin silahlı kuvvetleri Paris’in sokaklarında yapılan geçit töreninde boy göstermiş. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin girişimiyle ülke tarihinde bir ilk olan bu gösteri Sarkozy’nin Avrupa’nın daha sıkı bir savunma politikası hatta AB ordusu fikrine ne kadar açık destek verdiğinin güçlü bir işareti. Aynı Sarkozy önümüzdeki günlerde yapılacak Avrupa Jandarma Gücü kuruluşunun toplantısına Türkiye’nin “gözlemci üye” olarak katılımına sıcak bakmayarak Ankara’yı dışlamanın yollarını arıyor. ??? Kendi güvercinlerini kültürel ve tarihi miras konusunda eğitmeye yoğunlaşacak bir Türkiye’nin Avrupa’nın en vahşi “politik hayvanı” Sarkozy’nin karıştırdığı haltları görecek hali mi var? Bırakın Avrupa Fransa önderliğinde güçlü bir AB ordusu oluşturadursun biz de Türk güvercinlerine dışkı semineri verelim. elcpoy?yahoo.fr SONUÇ Türkiye yakında çölleşecek Küresel ısınmayla ilgili senaryoda, Türkiye’de artması beklenen afetler “kuraklık”, “seller (şiddetli yağmur ve yıldırımlar)”, “deniz suyu seviyesinde yükselmeler”, “heyelanlar”, “kıyı selleri ve fırtına kabarmaları” şeklinde sıralanıyor. ANKARA (AA) İklim değişimlerinden kaynaklanan meteorolojik afetlerin, Afet Kanunu kapsamına alınması için çalışma yürütülüyor. Konuyla ilgili dünya ölçeğinde bir çalışma yapan Intergovermental Panel On Climate Change’in (IPCC) Türkiye senaryosuna göre iklim değişimleri Türkiye’yi şöyle vuracak: Yıllık ortalama sıcaklıklar 2.54 derece arası artacak. Ege ve Doğu Anadolu’daki artış 4 dereceyi bulacak. Türkiye’nin güneyi ciddi kuraklık tehdidiyle karşı karşıya olacak. Ege, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu’yu kapsayan bölgelerde kış yağışları yüzde 2050 arası azalacak. Kuzey bölgelerde sel riski artacak. Senaryoda, ayrıca küresel ısınma ile Türkiye’de artması beklenen afetler “kuraklık’’, “seller (şiddetli yağmur ve yıldırımlar)’’, “deniz suyu seviyesinde yükselmeler’’, “heyelanlar’’, “kıyı selleri ve fırtına kabarmaları’’ şeklinde sıralandı. İklim değişikliği konusunda İç Anadolu, Güneydoğu Anadolu, Ege ve Akdeniz bölgeleri de büyük risk altında. Afet İşleri Genel Müdürlüğü, konuya ilişkin mevzuatı güncellemek ve eylem planı oluşturmak amacıyla “İklim Değişimi Komisyonu’’ oluşturdu. Mevcut Afet Kanunu’nda Türkiye’deki afetler, “deprem, yangın, su baskını, yer kayması, kaya düşmesi, çığ ve benzeri afetler’’ şeklinde tanımlanıyor. Çalışmayla kapsama iklim değişimlerinden kaynaklanan meteorolojik afetler ve diğer afetlerin de alınması amaçlanıyor. Türkiye’nin yakın gelecekte “daha az yağışlı ve daha sıcak’’ bir iklime sahip olacağı öngörüsünden hareketle ilgili mevzuata öncelikle “Kuraklık’’ tanımı eklenecek ve mevcut afetlerin tanımı iklim değişikliklerinin etkisi çerçevesinde yenilenecek. A