Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
22 HAZİRAN 2007 CUMA ekonomi PARİS’TEN UĞUR HÜKÜM irinci Nicolas Hazretleri fırtınalı bir nüfuz ve iktidar savaşından sonra geçtiğimiz 6 Mayıs’ta Fransa tahtına kurulmuştu. Politik rüzgarların rengi Fransız asilleri ve sağcılarının rengi “Sarko mavisi” olarak esti, püfürdedi... Yakın Fransa tarihinde siyaset yaşamının yelkenlerini, General Charles De Gaulle kadar dolduran ilk “tek” kişilik olduğu yazıldı, çizildi, “ölçüldü.” “Muasır müneccimler”, pardon, kamuoyu uzmanları, Haşmetmeab’ın nefesinden doğacak “Mavi” kasırgaların Fransız Millet Meclisi’ni silip süpüreceği kehanetinde bulundular. Yaşamı “mucizevi kopuş”larla (!) açıklayan bu “ulema”ya biz dahi kandık. “Adam, son kalan ‘kırmızı balıklar’ımızı da kurutacak!” diye yakındık. Meğerse 35 yıldır tanıdığımızı sandığımız Fransızları çok küçümsermişiz. Halbuki 10 Haziran günü 10 Fransız seçmeninden 4’ü asgari yurttaşlık görevini dahi yerine getirmemiş ve sandıktan çıkan iradenin barometre ibresiyse yüksek şiddette “Mavi” göstermişti. Birinci tur akşamı, son sandıklar kapandıktan 4 dakika sonra, saat 20.04’te televizyonun birinci kanalında çakan bir kıvılcım adeta gidişatı değiştirdi. Sağ ve sol kampın ağır topları ilk eğilim ve sonuçları yorumlamak üzere canlı yayına davetliydiler. Eski sosyalist başbakanlardan Laurent Fabius, yeni hükümetin 3 numarası Maliye ve Ekonomi Bakanı JeanLouis Borloo’ya ısrarlı bir soru yöneltti: “Bütçe açığı, işsizlikle mücadele gibi sosyal ve ekonomik sorunları çözebilmek için KDV’yi 5 puan yükseltecek yeni bir ‘Sosyal KDV’ ihdas edileceği duyumu aldık. Bunu yalanlayabilir misiniz?” Borloo göreli bir dürüstlükle “söylentiyi” yalanlayamayınca, Fabius bastırdı: “Ağırlıklı olarak tüketim ürünlerine, demirbaş giderlere koyacağınız bu yeni vergiyle yine ücretli ve dargelirliyi vuracaksınız.” Borloo ıkındı, sıkındı, kıvrandı, sıkışmıştı. Televizyon platosunda seçim sonuçları yorumlarının ötesinde, bir anda tatlı tatlı bir isyan ‘meltemi’ kımıldamaya başlamıştı. Kıpırdayan “pembe” bile olsa kasırganın kofluğunu sorgulamaya yetecekti... ??? Sonra yoğun tartışmalı bir hafta yaşandı. Müneccimlerin kehanetleri pek değişmiyordu. 17’sindeki ikinci tur seçimlerden Sarkozy’nin partisi, bir önceki dönemin iktidar hareketi UMP (Halkçı Hareket için Birlik) galip çıktı. Ancak sonuçlar beklenen “Mavi Kasırga”ya dönüşmekten çok uzaktı. Yüzde 59,99 oranıyla 5. Cumhuriyet tarihinin en düşük katılım rekoru tekrarlanırken, sol oylarını beklenmedik boyutta yükseltti. Pazar akşamı sandıkların yüzde 50,4’ünü alan sol, 2 tur toplam ortalamasında yüzde 41, sağ ise yüzde 47 oranında “başarı” kazanıyordu. İki tur arasında kamuoyu yoklamaları 2002 meclisinde 149 milletvekili olan Sosyalist Partisi (SP) ve yakın müttefiklerine 60 ila 185 kişilik bir şans tanırken, önceki dönemde 359 koltuğa sahip UMP ve ittifakçılarına da 380 ila 500’ün üstünde bir pay öngörüyordu. Sandık iradesi değişmişti. Sağ kuşkusuz kazanmıştı, fakat sol yenilmemişti. Sağ beklenenin altındaki asgariyi başarmış, fakat müneccimlerin kehaneti “kasırga zafer”i gerçekleştirememişti. 577 milletvekilliğinden 346’sını alan UMP ve müttefikleri yalnızca bir önceki dönemden daha az milletvekili çıkartmakla kalmıyor, Paris’te geriliyor, Oyak Grubu’na ait bankanın tamamının Hollandalı ING Bank’a satılması konusunda anlaşmaya varıldı Oyakbank da yabancılara gitti Yabancıların satın aldığı Türk bankalarına bir yenisi daha ekleniyor. Hollanda merkezli ING Bank’ın Oyakbank’ı 2.6 milyar dolara satın almasının ardından bankacılık sektöründeki yabancı payı da yüzde 40’ı aşacak. Ekonomi Servisi Oyak Grubu, Hollanda merkezli ING Grubu ile Oyakbank’ın satışı konusunda anlaştı. Oyakbank’tan yapılan açıklamaya göre yapılan anlaşma uyarınca Oyakbank’ın tamamı, ING Bank’a nakden 2 milyar 673 milyon dolara satılacak. Satış süreci, tarafların BDDK’den ve diğer ilgili mercilerden gerekli resmi onayları almasından sonra gerçekleştirilecek. Bankanın adı, satış işlemlerinin tamamlanmasından sonra en geç bir yıl içinde değiştirilecek. Türkiye’ye girmek için zamanın “mükemmel” olduğunu belirten ING CEO’su Michel Tilmant, Financial Times gazetesine yaptığı açıklamada, Oyakbank’ın yıllık pazarlama harcamalarının 5 milyon Avro’dan, 20 milyon Avro’ya çıkarılacağını, bilgi teknolojisine 2540 milyon Avro tutarında yatırım yapacaklarını anlattı. Tilmant, bankanın piyasadaki payını kısa bir süre içerisinde yüzde 3’ten yüzde 5’e genişleteceğini, şube sayısının 360’tan 400 veya 450’e çıkarılacağını belirtti. ‘Mavi’ Kasırga, ‘Pembe’ Meltem Bordeaux gibi İkinci Dünya Savaşı’ndan beri hep sahibi oldukları bir “kaleyi” de yitiriyorlardı. Üstelik kaybeden, geçici François Fillon hükümetinin iki numarası, Bordeaux Belediye başkanı, Chirac’ın eski başbakanlarından Alain Juppe’ydi. (Juppe seçim sonuçlarını öğrenir öğrenmez bakanlık görevinden istifa ettiğini açıkladı.) Bordeaux’dan ilk kez seçilen bir sosyalist milletvekili Michele Delaunay’nin kadın olması daha da anlamlıydı. SP ve müttefikleri öngörülenin epeyce üstünde, 205 koltuk kazanırken, Haziran ayı başında yok olacağına neredeyse kesin gözüyle bakılan Fransız Komünist Partisi, biri bağımsız, diğeri parti içi muhalefeti temsil eden 2 kişi dahil 18 milletvekili çıkartabiliyordu. Solun ayrılmaz parçası Yeşillerin de kazandığı 4 koltukla Meclis bünyesinde birleşmeye karar veren Komünistler böylelikle “asgari 20 vekil” barajını aşıp, Meclis’te çeşitli avantaj ve ayrıcalıklar sağlayan bir Meclis grubuna da kavuşabilecekler. Seçimlerin büyük mağlubu, Cumhurbaşkanlığı yarışmasında aldığı yüzde 18’le sürpriz yaratan François Bayrou ve kurucusu olduğu merkez eğilimli Demokrat Hareket’ti (MoDem). Eski UDF yeni MoDem 2002 dağılımındaki 29’a karşın bu kez sadece 3 milletvekili çıkartabiliyordu. Aşırı sağ hiç milletvekilliği alamazken, “bölgeci” etiketiyle tanınan bir bağımsız milletvekili de Millet Meclisi’ne giriyordu. Fransız meclisi 2007’e de göçmen kökenli bir vekil bile barındırmaktan acizdi... Bu seçimin siyaset hayatına en olumlu katkısıysa Millet Meclisi’ne seçilen kadın milletvekili sayısının 76’dan 107’ye yükselmesiydi. 577 koltuktan 61’i sol (49’u sosyalist) 46’sı sağ (45 UMP) toplam 107 kadının eline geçti. Üstelik 48 (30’u sosyalist) tanesini ilk defa vekil seçiliyorlardı. ??? Siyaset bilimciler ve uzman gözlemciler sağın ‘nispi’ başarısızlığı veya solun ‘kısmi” başarısı niteliyebileceğimiz sonuçları iki temel eksende açıklıyorlar. 1) Solun, “Bütün iktidarın ezici bir çoğunlukla Sarkozy, UMP ve yandaşlarının eline geçmesi demokrasi ve Fransa’nın yakın geleceği açısından tehlikelidir. Bu tuzağa düşmeyelim...” uyarı ve çağrısı Fransız kamuoyuna mal olmuştur. Bir kısım Fransız bu nedenle ya hiç, ya da sağa oy vermemiş veya solu desteklemiştir. 2) Birinci tur seçimlerin ardından, “Hükümetin Sosyal Giderleri karşılamak, bütçe açığı ve işsizliğin önlenmesi amacıyla KDV’ye (TVA) 5 puanlık bir ‘Sosyal’ sıfatlı artış ekleyebileceği olasılığının” ortaya atılması ve hükümetin bunu yalanlayamaması UMP’ye yakınlık duyanları bile ürküttü. Karşı olanları seferber etti. Laurent Fabius’ın televizyondaki küçücük bir siyasi çıkışının ardından başlayan tartışma beklenmedik oranda etkili olmuştur. Fransızlar gidişata o kadar da Fransız değildiler. “Dikkat, dikkat!” diye de uyarıyorlardı, hani yani... “Mavi kasırga” bekleyenler, şimdilik “pembe meltem” biçti. Bugün Fransa üzerinde esen “Mavi poyrazlara karşı, hemen yarın “pembe lodoslar” veya “kızıl fırtınalar” doğar mı bilemiyoruz? Ancak bütün kirlenmeler ve altüstlüklere rağmen bu sularda hala “kırmızı balıklar” yaşıyor... ugur.hukum@gmail.com C 9 Yabancı payı yüzde 42’ye ulaştı ürk bankacılık sektöründe yabancı sermaT yenin payı artıyor. Merkez Bankası ve BDDK verilerine göre, hisse devir süreci Nisan 2007 sonu itibarıyla tamamlanmış bankalar da dahil edildiğinde sektördeki yabancı payı yüzde 22.4. Borsada işlem gören bankaların halka açık kısımlarının yabancılara ait olan bölümü de dikkate alındığında sektördeki toplam yabancı payı yüzde 38.8’e çıkıyor. Oyakbank’ın yüzde 100 hissesinin Hollandalı ING Grubu’na satılmasıyla sektörün yüzde 3’ü daha yabancılara geçmiş olacak. Yabancı payı da yüzde 41.8’e ulaşacak. B ING’nin Türkiye’ye güveni tam! yakbank’ın satışı için geçen yıl Morgan O Stanley’e yetki verilmiş ve aradan geçen zaman içinde Banca Intesa, Texas Pacific Gro Bank of Boston’un şubesiydi Oyakbank’ın tarihi, 1984’te Bank of Boston’un İstanbul Şubesi’nin kurulmasıyla başladı. Bank of Boston, 1990’da The First National Bank of Boston adını alarak Oyak, Alarko ve Cerrahoğlu’yla beraber 4 ortaklı bir Türk Bankası olarak faaliyetini sürdürdü. 1991’de bankanın adı Türk Boston Bank olarak değişti ve 1994’te Oyak diğer bütün hisseleri alarak bankanın tek sahibi oldu. 10 Mayıs 1996’da Türk Boston Bank AŞ’nin ismi değiştirilerek Oyakbank AŞ oldu. Oyakbank’ın yüzde 100 sahibi olan Oyak Grubu, 1994’te İrlanda’da Oyak European Finance Plc ve 1996’da Almanya’da Oyak Anker Bank GmbH’ı satın aldı. 2001’de Sümerbank AŞ’yi de satın alan bankanın 362 şubesi ve 5 bin 581 çalışanı bulunuyor. up, Dexia, Credit Agricole, Standat Bank, Societe Generale ve Calyon Bank gibi dünya finans devleri banka ile ilgilenmişlerdi. Oyakbank ile anlaşmaya varan ve “Türkiye’ye güvenimiz tam” mesajını veren ING Bank, mayıs ayında yatırımcılarına yönelik hazırladığı raporda Türkiye’deki “darbe” olasılığına dikkat çekmişti. ING Bank’a göre, eğer seçimlerde AKP parlamentoda üçte ikilik çoğunluğu sağlar ve Abdullah Gül’ü cumhurbaşkanı olarak seçerse, Türkiye’de yüzde 5 ihtimalle darbe olacaktı. Gül’ün halkoyuyla cumhurbaşkanı seçilmesi durumunda, AKP de parlamentoda çoğunluğu sağlarsa darbe olasılığı yüzde 10’a yükseliyordu. Paranın rotası Çin ve Hindistan’dan kayıyor. Daha çok kazanmak isteyen Türkiye gibi ülkelere yöneliyor Ucuz ülkelere hücum! İngiliz The Sunday Times gazetesi, Çin ve Hindistan’ın piyasaların tüm ilgisini kendi üzerlerinde topladığını, ancak “akıllı para”nın, Türkiye gibi ülkelere yöneldiğine dikkat çekti. Ekonomi Servisi Dünya ekonomisinde Çin ve Hindistan gibi piyasaların tüm dikkatleri üzerlerine çekmelerine karşın “akıllı para”nın Türkiye ve Vietnam gibi “yükselen yıldızlar”a doğru kaydığı bildirildi. İngiliz The Sunday Times gazetesi, “Yükselenler, Çin’e Meydan Okuyor” derken ABD’li yatırım bankası Goldman Sachs’ın, “Gelecek 11’ler” listesini hazırladığı, bunların arasında Türkiye’nin de bulunduğunu yazdı. The Sunday Times gazetesinde Philip Scott imzasıyla yayımlanan haberde, “Yatırımcılar daha yüksek kazançlar sağlamak için Mısır, Türkiye ve Meksika gibi açıkgöz ülkelere kayıyor” yorumu yapıldı. Yatırımcıların, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu “Gelecek 11’ler” listesine hücum ettiğini yazan gazete, “Yabancılar Türkiye’deki ucuz varlıkları kapıyor” yorumunu yaptı. Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’in İngilizce isimlerinin ilk harflerinden oluşan “Bric” ülkeleri gruplandırmasının yaratıcısı olan ABD’li yatırım bankası Goldman Sachs’ın, “Gelecek 11’ler” listesini oluşturduğuna dikkat çeken gazete, söz konusu listedeki ülkelerin Bangladeş, Mısır, Endonezya, İran, Güney Kore, Meksika, Nijerya, Pakistan, Filipinler, Türkiye ve Vietnam olduğunu yazdı. Bu ülkelerdeki ekonomik büyümenin son üç yıldaki ortalamasının yüzde 5.9’u bul duğuna dikkat çeken gazete şöyle devam etti: “Yatırım bankası, Meksika, Kore ve daha düşük bir derecede Türkiye ve Vietnam’ın, önümüzdeki 30 yılda, şu anda Çin ve Hindistan kadar önemli olma potansiyelleri olduğunu düşünüyor. Örneğin, Meksika ekonomisi, 2035 yılına kadar Fransa’yı geride bırakabilir.” İngiltere’nin en büyük fon yönetim şirketi Fidelity’nin, Mısır ve Türkiye’de yatırım yapan bir fon kurduğuna dikkat çeken gazete, Türkiye’nin günlük bazda iş yapan yerel yatırımcıların hâkimiyetinde olduğu için “en uçucu” yükselen piyasalardan biri olduğunun altını çizdi. Türkiye’nin gelecek 5 yılda ortalama olarak yüzde 4.6 büyümesinin beklendiğini kaydeden gazete, “Çokuluslu şirketler, ucuz varlıkları kapıyorlar” dedi. Gazete, bunun örneği olarak ABD’li GE Capital’ın, Garanti Bankası’nın yüzde 25’ini satın alması ve İngiliz sigorta şirketi Aviva’nın da Sabancı ile kurduğu ortaklığı gösterdi. eçim atmosferine giren Türkiye’de sapla saman birbirine karışmaya başladı. Seçim süreci, ülkenin sorunlarına çözüm sunmak yerine, övünerek ya da yapılanları yererek sürdürülüyor. Bu tür söylemlerden bıkmış olan seçmen ise seçime ilgisini hızla kaybediyor. İktidar partisi; seçmeni, “Geçmişe mi dönmek istiyorsunuz” diye korkutarak, güncel durumu kendi başarısı olarak gösterip bununla övünerek etkilemeye çalışıyor. Muhalefet partileri ise mevcut durumun hiç de övünülecek bir durum olmadığını söylüyorlar, ama rakamlarla ortaya konan bazı savları çürütmekte de oldukça zorlanıyorlar. Çürütmekte en fazla zorlanılan sav ise kişi başına ulusal gelirin dolar bazında, AKP iktidarı döneminde, yüzde yüze yakın bir oranda artmış olduğu savı. Bu sava göre 2002 yılında 2598 dolar olan kişi başına ulusal gelir, 2006 yılı sonunda 5340 dolara yükselerek yüzde 100’den fazla arttı. Bu sav doğru mu? Bu sava, ay sonunu getirmekte eskisine göre çok daha zorlanan çalışanlar ile.. bırakın gelirindeki artmayı, dört yıl öncesine göre çok daha yoksullaşan köylünün ne yanıt vereceği belli. Ama ortalıkta da rakamlar var. O zaman soruyu farklı şekilde sormak gerek; dolar bazında ölçülen ulusal gelir S NOT DEFTERİ ZEKERİYA TEMİZEL deki artış bireylerin zenginleştiğini gösteren doğru bir ölçü müdür? ??? AKP döneminde ekonomik değerler, “uzunluğu her gün değişen metre” gibi, sürekli değişen ölçülerle ölçülmeye başladı. Dolar bazında ulusal gelir ölçüsü de bunlardan biri. Bu ölçü, reel döviz kurundaki değişikliklere göre ölçtüğünüz şeyi “çok” ya da “az” gösterebilir. Reel dolar kuru artıp Türk Lirası değer kaybettiğinde dolar bazında ulusal gelir azalır, reel dolar kuru düşüp TL aşırı değerlenme eğilimine girdiği zaman da ulusal gelir artar. Amerikan Merkez Bankası’nın kararlarına göre ulusal geliriniz artıyor ya da azalıyorsa bunu ekonominin artı hanesine yazarak övünmek olanaksızdır. Olayı daha da somutlaştırarak anlatmaya çalışalım. Türkiye’de reel kur düzeyinin yıllık ortalamaları 1998, 1999 ve 2000 yıllarında arttı. Yani Türk Lirası dolar karşısında olması gerekenden daha değerliydi. Bu Gelirimiz Gerçekten Arttı mı? dönemdeki kur dikkate alındığında kişi başına ulusal gelir 3000 dolar düzeyinde seyretti. 2000 yılı ekonomik bunalımında ise reel döviz kuru düştü, kişi başına dolar bazında ulusal gelir 2123 dolara indi. 2002 yılından itibaren de reel dolar kuru yeniden yükselmeye başladı. 2002 yılından 2006 yılına kadar doların reel fiyatı yarı yarıya azaldı. Dolar kurundaki yarı yarıya azalma dolar bazında ölçülen ulusal gelirin artışına neden oldu. Kısacası dolar bazında kişi başına ulusal gelir artışı sadece büyümeden kaynaklanmadı. Büyük ölçüde doların reel fiyatındaki gerilemeden kaynaklandı. Yani bireylerin harcadıkları Türk Lirası reel gelirlerinde böyle bir artış olmadı. Bu durum övünülecek bir durum da olamaz. Çünkü dövizdeki bu ucuzlama ithalatı ucuzlatıp patlatarak, işsizliği arttırarak, ülkeyi gırtlağına kadar borca soktu. Demek ki, cari dolar kuru ile hesaplanan ulusal gelir büyüklüklerini nüfusa bölerek bireylerin reel geliri olarak göster mek doğru değildir, geliriniz arttı diye toplumu aldatmaktır. ??? Kaldı ki, ekonomik karar ve uygulamalar sonuçlarını hemen vermezler. Ekonomik kararların sonuçları bir süre sonra kendisini gösterir. Örneğin 1990’lı yılların başında uygulanan kamu açıkları ve dış borçlanmalar ile pompalanan ekonomik büyümenin sonuçları 90’lı yılların sonunda ekonomik kriz olarak ortaya çıkmış, krizin faturası o zamanki hükümete çıkarılarak “bedel” de o hükümete ödetilmiştir. Zamanın hükümeti bu kriz üzerine IMF tarafından önerilen yapısal uyum programlarını uygulamaya koymuş, Türkiye’nin, spekülatif sermaye girişlerinin tetiklediği, sürdürülmesi kuşkulu, işsizlik doğuran büyümesi böylece ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla orta dönemli çevrim, çıkış ve iniş evreleri ile bir bütün olan bu programın sorumluluğu başkasına yüklenip, başarısına sahip çıkılamaz. Ancak bu yaklaşım ekonomik bağımlılık yaratan bu programlara teslim olan hükümetlerin sorumluluklarını görmezlikten gelmek değildir. Türkiye ekonomisini büyük bir çöküntüye sürükleyen IMF istikrar programlarının amacı anlaşıldıkça; bu programı yürürlüğe koyanların da, uygulamasını sürdürerek sonuçlarıyla övünenlerin de sorumlulukları farklı olmayacaktır. www.istanbul.edu.tr/iktisat/emanisali Ticaret Bakanı Bo Xilai, Türk işadamlarını Çin’de yatırım yapmaya çağırdı. Çin somut işbirliği istiyor Ekonomi Servisi Çin Halk Cumhuriyeti Ticaret Bakanı Bo Xilai, Türkiye ile Çin arasında daha somut işbirliği istediklerini belirtti. TürkÇin İş Forumu’nda konuşan Bo, iki ülke arasında ticaret hacminin geçen yıl yüzde 50 oranında arttığını, yılın ilk 4 ayında ise yüzde 100 artış olduğunu vurguladı. İki ülke arasında işbirliğini 5 alanda teşvik etmeye çalışacaklarını dile getiren Bo, “Türkiye’den daha fazla mal almaya çalışacağız. Siz, neleri satabileceğinizin bir listesini yazın” dedi. Türkiye ile Çin’in ekonomik geleceğinin çok parlak olduğunu belirten Bo, iki ülke arasında 5 sene önce 1.4 milyar dolar olan ticaretin geçen sene 1.8 milyar dolara yükseldiğini, iki ülke arasındaki ticaretin yıllık yüzde 3040 artması durumunda 10 sene sonra Çin ile Türkiye arasındaki ticaret hacminin çok büyük olacağını vurguladı. Havacılık konusunda da Çin tarafı olarak Türkiye’ye olumlu cevap vereceklerini söyleyen Bo, uçuş sayısının arttırılması gerektiğini aktardı.