23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

4 Marmara’daki depreme yönelik hazırlıklar BM yaz akademisinde Belkıs ÖNALPİŞMİŞLER C B haberler BİR BAKIMA SERVER TANİLLİ 22 HAZİRAN 2007 CUMA Fransa’da Felsefe Soruları Eski Yunan filozofu Aristoteles’in Nikomakhos’a Ahlak adlı eserinden, sorumluluk üstüne bir parça ile ilgili açıklama. Bilim bölümündeki öğrencilere de, şu üç sorudan biri sorulmuş: Arzu, gerçeklikle yetinebilir mi? El emeği ile fikrî emek arasındaki zıtlığın değeri nedir? İngiliz filozofu Hume’un Ahlak İlkeleri Üstüne Araştırma adlı eserinde, adalet üstüne bir parça ile ilgili açıklama. Ekonomi ve toplum bölümündeki öğrencilerden, şu sorulardan birinden yanıt beklenmiş: Önyargılardan, batıl itikatlardan kurtulmak mümkün mü? Çalışmakla kazandığımız nedir? Alman filozofu Nietzsche’nin İnsanca, Çok İnsanca adlı eserinden, anlak üstüne bir parça ile ilgili açıklama. Genel teknoloji bölümündeki öğrencilere şu sorulardan biri sorulmuş: Karşılıklı ilişkiler, barışın ilerlemesinde rol oynuyor mu? Yasalar aklın mı eseridirler? Fransız filozofu Gaston Bachelard’ın, bilimle görüşler arasındaki ilişkiler üstüne bir metninin yorumu. Dans tekniği ve müziği bölümündeki öğrencilere de şu sorulardan biri sorulmuş: Sanat, bizi gerçeklikten uzaklaştırır mı? Devletten vazgeçmek mümkün mü? Eski Yunan filozofu Epiktetos’un özgürlük üstüne bir metni ile ilgili üç soru. İşte, Fransa’da bu yılki bakaloryada felsefe soruları! ? Bizde, liseyi bitirirken, öğrencilerimize bu soruları sorduğumuzda, onları hazır bekler miyiz? Değilsek, neler öğretiliyor felsefe adına liselerimizde? Son bir değişiklik adına, liselerimizin süresi üç yerine dört yıla çıkartıldı yanılmıyorsak. Acaba kültür hesabına ne tür bir kazancımız olacak bu yolla? Liselerimizi ve felsefeyi kim ya da kimler kurtaracak? Sadece onları da değil, bütün eğitimimizi, bütün bir toplumu kurtaracak bir “gerçek demokrasi”yi bekliyoruz. Ne zaman kavuşacağız ona, siz sevgili okurlar? OCHUM Deprem tehdidi altındaki Marmara bölgesinde, halkın bu “muhtemel afet” ve sonuçlarına yönelik birçok gelişmenin farkına vardığı, ancak hazırlıklar konusunda hem kurumsal hem de bireysel bir boşluk yaşandığı saptandı. Genç araştırmacı Sıdıka TekeliYeşil’in İsviçre Tropikal Enstitüsü Halk Sağlığı ve Epidemioloji Bölümü ile Basel Üniversitesi Sosyal ve Koruyucu Tıp Enstitülerinde yapmakta olduğu doktora çalışmasının ana eksenini oluşturan, “beklenen Marmara depremi”nin bireysel ve kurumsal düzeydeki farkındalık ve önleyici hazırlıklarına ilişkin faktörel araştırması, ilginç sonuçlar verdi. Bu çalışma, Birleşmiş Milletler Yaz Akademisi’ne dünyada seçilen 20 projeden birisi oldu. Almanya’da yaşayan TekeliYeşil, İsviçre’de söz konusu enstitülerde, Prof. Dr. Tanner ve Prof. Dr. BraunFahlaender’in si dahilinde yaz akademisine katılacak olan proje, aslında benim doktora projem. Çalışmanın başlığı, “İstanbul’da yaşanabilecek bir deprem için, kişisel düzeyde zarar azaltıcı önlemler alma ve hazırlıklı olma sürecini etkileyen faktörler” şeklinde. Bu çalışma ile, İstanbul’da yaşayan bireylerin hazırlık düzeylerini, afete ilişkin farkındalıklarının düzeyini saptamak ve bu iki noktayı etkileyen faktörleri ortaya çıkarmak istiyoruz. Bence can alıcı noktası, bu iki noktayı etkileyen faktörler, çünkü bu konuya ilişkin hem ülkemizde hem de dünyada çok az çalışma var. Yani bu çalışmada bireylerin tutumlarını inceliyoruz. Bir ülkedeki afet hazırlığını iç içe geçmiş halkalar şeklinde düşünürsek, her ne kadar en geniş halkalar toplumsal ve kurumsal hazırlık olsa da, ortasında bireysel hazırlık var. Afet yönetimi bir bütün, yani toplumsal, kurumsal (devlet dahil) ve bireysel hazırlık bir arada olmadan tam bir hazırlıktan danışmanlığında, Marmara depremiyle ilgili çalışmalarını İstanbul’daki 1200 hane anketiyle sürdürüyor. TekeliYeşil, doktora tezinin Türkiye’deki hocaları Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Necati Dedeoğlu ve Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı’ndan Doç. Dr. Sibel Kalaca ile de sürekli bir iletişim içinde. Yoğun bir hareketlilik gerektiren bu çok yönlü uğraşın içindeki Sıdıka TekeliYeşil, sorularımızı yanıtladı. CUMHURİYET – BM’ye seçilen projenin temel öğeleri nelerdir? SIDIKA TEKELİYEŞİL İstanbul’da yürüttüğüm, Amsterdam’da ilk bölümünü sunduğum, temmuzda BM Üniversite söz etmemiz mümkün değil. Kurumların, devletin, toplumun alacağı tedbirlere de bireyler katılmazsa onlar da işe yaramaz. Afet öncesi hazırlığa ek olarak, afet sonrasında da bireyler çok önemli. Özellikle altın saatler dediğimiz ilk 72 saatte genelde bireyler tek başınadır ve durumla çoğunlukla kendisi baş etmek zorundadır. Tasarladığınız projenin Üçüncü Dünya ülkeleriyle ilgili bağını açabilir misiniz? Deprem, tayfun, toprak kayması, fırtına, sağanak yağış aslında birer doğa olayıdır. Birer afet değildir. Bu doğa olaylarının afete dönüşmesi için toplumların zayıf noktaları diyebileceğimiz ya da zarar görmeye açık noktaları diye ifade edebileceğimiz nokta larla bir araya gelmesi gerek. Bu noktaların en başında da yoksulluk, nüfus yoğunluğu (ki kısmen nüfus yoğunluğu da yoksulluktan kaynaklanmakta) ve emperyalizmin çevreyi yok sayan kâr hırsının çevrede yarattığı tahribat geliyor. Ayrıca yine yoksulluk ve eşitsizliklerden kaynaklanan eğitimsizliği ve riskli bölgelerde yerleşimi de doğa olaylarının birer afete dönüşmesine zemin hazırlayan sebepler arasında sayabiliriz. Yani kimsenin yaşamadığı bir çölde oluşan bir deprem bir afete dönüşmez, yüzyıllardır olan basit bir doğa olayıdır. Bugün dünya üzerindeki nüfusun çoğu şehirlerde yaşıyor. Şimdi Üçüncü Dünya ülkeleri veya “gelişmekte olan ülkeler”, ne derseniz deyin, 2000 yılı itibari ile dünyada 20 şehir 10 milyondan fazla nüfusa sahip ve bu kalabalık şehirlerin birçoğu da doğal afetler açısından riskli bölgelerde. Genellikle bu tür ülkelerde, örneğin Buenos Aires, Mexico, İstanbul, Bağdat, Tahran, Rio de Janerio, Jakarta, Bankok, Delhi gibi şehirlerin kimi ortak noktaları var. Bunlar, sürekli göç alan, artan konut ihtiyacından dolayı gecekondulaşmanın, her ülkede farklı isimler alarak, yani afetlere dayanıksız yapılaşmanın inanılmaz boyutlarda olduğu, iş bulma umudu ile gelinen ama işsizliğin ve yoksulluğun yaygın olduğu, kozmopolit, düzensiz, kendi kapasitesini afet olmadan da zaten aşan şehirler. Ama sadece bu ülkeler açısından değil yine bizim gibi deprem bekleyen Japonya’nın Tokyo, ABD’nin Los Angeles şehirleri gibi zengin ülkeler için de birçok ipucu barındıran bir çalışma. Doktoranızı neden bu konuda yaptınız? Türkiye nedeniyle mi? Ben Halk Sağlığı ve Epidemioloji alanında çalışıyorum, ilgi alanım ise halk sağlığı ve afet. Sağlık sistemlerinde afet yönetimi ve afet, yani teknik kısmı hariç, sonradan öğrenilebilecek bir bilim değil, insanın içinde olması gereken bir şey. Halk sağlığının temel prensibi ise koruyucu sağlıktır. Bu felsefe aslında biraz geç olarak afet yönetiminde de temel alınmaya başlandı. Yavaş yavaş afet sonrası müdahale yerine afet öncesi önleyici, zarar azaltıcı ve hazırlıklı olmaya yönelik eylemlere ağırlık verilmeye başlandı. Çalışmalarımı halk sağlığı ve epidemioloji alanında yapmamın tek nedeni var: Deprem. 1999 depremleri ve beklenen Marmara depremi. Hangi aşamadasınız, nasıl bir bulguyla karşılaştınız ? İlk aşamada İstanbul’un Beykoz ve Bakırköy ilçesinde yaşayan bireylerle odak grup görüşmeleri yapıldı, bu alanda uzman sosyal ve fen bilimlerinden bilim adamları, deprem konusunda toplum eğitimi programları uygulayan çeşitli kurum çalışanları, il ve ilçelerin konuyla ilgili yetkili kişileri ile derinlemesine mülakatlar yapıldı. Görüşmeler ve mülakatların değerlendirilmeleri Amsterdam’da uluslararası bir kongrede sunuldu. Şimdi ikinci aşama başlıyor, yine aynı ilçelerde 1200 kadar haneye anket uygulanacak. Daha sonra bu iki aşama birleştirilip bütünsel bir sonuca bağlanacak. Çalışmayı yaptığımız gruplar içinde, bazı sorunlar olmakla birlikte, umut verici düzeyde bir farkındalık var. Ama “Bu hazırlığa dönüşmüş mü?” diyecek olursanız, arada bir boşluk olduğunu görüyoruz. Bunun en önemli nedenleri, tahmin ettiğimiz üzere sosyoekonomik durum ve eğitim. Ama bu iki nokta da her şeyi açıklamaya yetmiyor. Grup tartışmaları ve uzman mülakatlarından çıkan sonuçlara göre bu açığı açıklamaya yardımcı olabilecek konulardan en önemlileri şöyle sıralanabilir: Bireysel düzeyde ya da mikro düzeyde alınabilecek önlemlerin etkisine inanmama, yapısal olmayan önlemlerin etkisine inanmama, güvenli yaşam kültürünün olmaması, depremin ani gelişen bir doğa olayı olması ve bizim ülkemiz için uzun sayılacak bir zaman dilimi içinde bekleniyor olması. Noktalardan en belirgin olanları ise sosyal etkileşim ve 1999 depreminin etkilerini doğrudan yaşanmış olması. Tabii ki 1999 depremleri burada ikili bir rol oynuyor. 1999 depremlerinden direkt etkilenmiş ya da dayanışma çalışmalarına bir şekilde katılmış kişilerde hazırlığa yönelik pozitif bir etki görülüyor. İnsanlarımız haklı olarak binalarına güvenmiyor. Başka ilginç bir nokta, dini tutumun genel yargının aksine belirleyici bir neden olmadığı, söz konusu olduğunda da çaresizlikle baş etme yöntemi olarak kullanıldığını gördük. Ama çalışmanın ilk bölümünden genel olarak çıkarılabilecek sonuç afet hazırlığının sadece bireyin kendisine bırakılmayacak kadar önemli olduğu ve bu yüzden bireysel hazırlığın toplumsal, kurumsal hazırlıklarla desteklenmesi ve programlara entegre edilmesi gerektiğidir. Almanya’da yaşayıp, İsviçre’de çalışma yapıp Türkiye’yi irdelemeye çalışmak nasıl bir duygu? Aslında dışarıdan birine anlatması bile zor bir durum. Sürekli bir koşuşturmayı ve hareketi gerektiriyor. Bu yüzden anne karnında uçmaya başlayan oğluma “Uçantürk” lakabını verdik. Bu arada onu da çalışma ekibinin içinde sayabilirim, yapılan her işin içinde bizzat vardı. Çalışma açısındansa, bir ölçüde çalışmada bağımsızlık söz konusu. Kilit kişi sizsiniz, ama bu biraz da ekstra iş yükü getiriyor. Yani hem olumlu hem de olumsuz yönleri var. eçtiğimiz pazartesi, Fransa’da, “olgunluk” denen lise bitirme sınavları başladı. İlk sınav da felsefe konusundaydı. O gün yaşanan heyecanı anlatmak da mümkün değil. Fransa’da, lise bitirme sınavları, sıradan bir yoklama değil, gençlerin “fikri rüşt”ünü ortaya koyan bir araştırmadır. Öyle olduğu için, o sınavlar, ayrı olarak “bakalorya” diye adlandırılır. Vaktiyle bizde de uygulandığında, “olgunluk” demiştik ki, yerinde bir adlandırma idi. Olgunluk sınavlarından geçen, bakaloryayı veren genç, “başöliye”dir, ki başlı başına bir unvandır ve büyük bir saygınlığı temsil eder. Fransa’da olgunluk sınavları da felsefeyle başlar. Niçin öyle? Çünkü felsefenin, insan zekâsının bulduğu bu en anlamlı uğraşın amacı, doğa, toplum ve insan, giderek evren üstüne tutarlı, sistemli ve bütünlüğüne bir görüşe varmak değil mi? Bir yerde dinden bağımsız yürütülen bu uğraş, “özgür aklın sorgulaması”na dayanır. Matematikten fiziğe, teknikten sanata, tarihten politikaya ve hukuka değin bütün bir bilgi birikimini yeniden ele alıp “eleştirici aklın süzgeç”inden geçirerek bir bütün içinde yoğurmak, eski Yunan’dan beri sürüyor; ve insansoyu akla saygısını yitirmedikçe de sürecek. Söz konusu uğraşa, çağımızda, “daha insanca bir düzen kurma”nın kaygısı da eklenmiştir. Böylece felsefe, çoğu kez sanıldığının tersine, bulutlarda dolaşan, soyut ve anlaşılmaz bir dille örülü esrarlı bir şey değil, daha güzel bir dünya yaratmayı amaç edinmiş somut, açık ve aydınlık bir aranıştır. İşte, bu niteliktir ki, felsefeyi, çoğu yerde olduğu gibi, Fransa’da da olgunluk sınavlarının başına geçirmiştir. ? Bu yıl, felsefe soruları, dört bölümde öğrencilere değişik biçimde sorulmuş. Edebiyat bölümündeki öğrencilerden yanıt beklenen sorular, aralarından birini seçme hakkını tanıyarak, şöyle: Bilince varmaların hepsi de kurtarıcı mıdır? Sanat eserleri, ötekiler gibi gerçeklikler midir? G Kaymalar tsunami yaratabilir İstanbul Haber Servisi Marmara Denizi’nin özellikle Çınarcık çukurluğunun kuzeyinde ve İzmit Körfezi’nin Marmara’ya açıldığı bölgelerdeki kıta yamaçlarının, olası bir depremde heyelanlar oluşturmaya müsait olduğu, bu kaymaların Marmara Denizi’nde tsunami olaylarına neden olabileceği belirtildi. Türk ve Fransız bilim insanlarınca Le’Atalante gemisi ile 12 Mayıs’ta Marmara Denizi’nde başlatılan ve Nautile denizaltısı ile deniz dibinde gerçekleştirilen incelemeler 12 Haziran’da sonra erdi. İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) ve Fransızların deniz araştırma merkezi IFREMER’e ait Le’Atalante araştırma gemisi ve Nautile denizaltısı ile Marmara Denizi dibinde yapılan araştırmalara ilişkin Anadolu Ajansı’na değerlendirme yapan İTÜ Maden Fakültesi Öğretim Üyesi ve Proje Araştırma Genel Koordinatörü Prof. Dr. Naci Görür, araştırmaların aktif faylar boyunca bazı akışkanların (su ve gaz) çıkışı olduğunu saptadığını kaydetti. Görür, “Gaz çıkışları, fayların aktivitesi bakımından önemli. Fayın aktif olduğunun da belirtisidir. Araştırmalar bu gazların derinden geldiğini gösterdi. Daha önce insansız denizaltı ile tespit etmiştik, şimdi görerek tespit ettik. O nedenle de dikkat edilmesi gerekiyor. Eğer bir yerde deprem olmuş ve bitmiş olsa belirli bir zaman sonra akışkan çıkışı duruyor. O nedenle bu akışkan çıkışlarının ciddiye alınması gerekiyor. İzlenmesi ve incelenmesi gerekiyor’’ diye konuştu. Akışkanların nitelik ve kökeninin araştırılması için örnek alındığını belirten Prof. Görür, akışkan çıkışlarının en iyi gözlendiği 3 istasyona ölçümler yapacak ve küçük depremleri belirleyecek sismografların (OBS) yerleştirildiğini de belirtti. ürkiye ABD ilişkilerinin boyutu nedir? Nerede başlar, nerede biter? Devletin çeşitli kurumlarıyla ABD kurumları arasında nasıl bir alışveriş yapılır? Bütün bunları bilmek ve bu karmaşık denklemi çözmek o kadar da kolay değil… Tabii bu konuyu en iyi bilen meslektaşlarımız Washington’da gazetecilik yapanlar. Ben de bu nedenle oralarda neler olup bittiğini anlayabilmek için Washington’da çalışan gazetecilerin yazdıklarını okuyorum. Yorumlarını izliyorum. Son günlerde Washington’da yapıldığı ve karanlık senaryoların tartışıldığı söylenen toplantıyı anlamaya çalışırken Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dan kısa bir açıklama geldi: “Deli saçmalamalarıyla uğraşmayın.’’ Demek ki, gazetelerin günlerdir manşetlerine taşınan ve bütün geleceğimizi ateşe atacak iddialar Başbakan’a göre deli saçmalamalarıymış. Benzer bir açıklamayı Dışişleri Bakanı Gül de yaptı. Gül şunları da sözlerine ekledi: “Gazetelerden okuduğumuz doğruysa Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları böyle deli saçması şeylere gereken tepkiyi koyup salonu terk etmeliydi” dedi. Erdoğan’ın ve Gül’ün değerlendirmeleri bana Şemdinli sonrası yapılan açıklamaları hatırlattı. Diyecek söz bulamadan yine de durumu anlamak üzere okuyup, sorunu çözmeye çalışıyorum. ??? Emekli Büyükelçi ve bir gazetenin kö T SIFIR NOKTASI ORAL ÇALIŞLAR Washington’da Türkiye Senaryoları… lantıya gerçekten katılmış mı? Neden katılmış ve oraya katılan yetkililerle ne konuşmuş? ??? Türkiye’nin ABD ile ilişkileri anlaşılmayacak kadar karmaşık boyutlar içeriyor. Ben şu son toplantıyı anlamak için biraz uğraşınca bu görüşüm daha da pekişti. İşler karışık. ABD’nin Türkiye’de geçmişteki askeri darbelerin arkasında olduğunu veya en azından olurunun bulunduğunu bildiğimize göre bu gelen haberlerin de bir orijinal tarafı yoktur diyebilir miyiz? ??? Cumhuriyet gazetesinin başyazısında yine Türkiye ABD ilişkisinde ilginç bir noktaya dikkat çekiliyordu: ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Marc Grossman seçim kampanyaları sırasında Amerikan karşıtlığını kullananların Washington’da hoş karşılanmayacağını söylemişti. Yani kendilerinin de seçimlerin bir ölçüde tarafı olduğu gerçeğine dikkat çekmişti. Irak’ın işgaliyle birlikte Türkiye’de halk şe yazarıyken MHP’den milletvekili adayı olan yorumcuyu dinliyorum: “Bunlar askeri zor durumda bırakmak için uydurulmuş bir senaryo olabilir. Askerin Kuzey Irak’a geçişinin önü kesilmek isteniyor. Bu amaçla böyle bir sahne düzenlenmiş olabilir” diyor. Hakkında suikast düzenleneceği iddia edilen emekli Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu’nun açıklamalarını okuyorum. Çok üzüldüğünü ve tepki gösterdiğini ifade ediyor. Onun yerinde kim olmak ister ki? ??? Gerçekten bu toplantıya iddia edildiği gibi generaller katılmış mı? Bu toplantıda bazı PKK’lilerin verilmesi gündeme gelmiş mi? Bu toplantılardan Türkiye’nin Washington Büyükelçiliği haberdar değil mi? Gündem daha önceden katılacak olanlara bildirilmiş mi? Bu senaryolar önceden bildirildiyse o zaman toplantıya katılan Türkler buna nasıl bir karşılık vermişler? Örneğin Talabani’nin oğlu da bu top arasındaki ABD aleyhtarlığının rekor düzeye ulaştığını biliyoruz. Tabii bu seçimlerde de halktaki bu tepkiyi bazı partiler oya dönüştürmek için kullanmayı düşünebilirler. İşte “stratejik müttefik” buna kızacağını ve “hoş karşılamayacağı”nı açık bir dille ifade ediyor. ??? Önümüzdeki günlerde İncirlik Üssü’nün kullanılmasına ilişkin protokolün yeniden uzatılıp uzatılmayacağına karar verilecek. Türkiye’yi yöneten güçler arasında, devletin üst kademeleri arasında bu konuda bir fikir ayrılığı bulunuyor mu? Şimdiye kadar kimsenin sesi çıkmadığına göre tepede bir uzlaşma olduğunu söyleyebilir miyiz? Seçime 40 günden az bir zaman kaldı. Henüz seçim tahminlerinin yapılması ortamına bile giremedik. Çünkü seçimi etkileyecek seçim dışı etkenler giderek artıyor. Senaryolar, suikastlar, pusular, mayınlar ortasında seçimlere gidiliyor. Kartlar yeniden karılıyor… ABD Türkiye ilişkileri bu seçimlerin bir önemli boyutu olarak gündemimizdeki yerini koruyor… Senaryosunu kendimizin yapabildiği bir siyaset ortamına ulaştığımızda, sanırım o zaman gerçekten demokratik bir seçim yapma olanağına da kavuşacağız… Almanya ‘göç yasası’nı kabul etti Dış Haberler Servisi Almanya’da hükümetin Göç Yasası’nda yaptığı değişiklikler tepkilere rağmen federal mecliste kabul edildi. Mecliste yapılan oylamada, hükümet entegrasyonun şart olduğunu ve değişikliklerin entegrasyonu kolaylaştıracağını savundu. Muhalefet, ise önerileri “entegrasyonu daha da zorlaştırdığı” gerekçesiyle reddetti. Sosyal Demokrat Partili Türk kökenli milletvekili Lale Akgün, ayrımcılık yapıldığı gerekçesiyle ret oyu kullandığını söyledi. Söz konusu değişikliklerle aile birleşimi kapsamında Almanya’ya gelecek yabancılara, önceden temel düzeyde Almanca öğrenmelerinin ve uyum kurslarına katılmalarının zorunlu hale gelmesi öngörülüyor. Ayrıca, Alman vatandaşlığına geçmek isteyen genç yabancılardan gelir beyannamesi isteniyor. Kabul edilen değişiklikler, yabancıların durumunu zorlaştıracağı gerekçesiyle çok sayıda Türk derneği tarafından yoğun şekilde eleştiriliyor. oralcalislar?cumhuriyet.com.tr
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear