22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

14 Hikâyenizi unutmayın Robert McKee senaryo yazarlığı konusunda dünyanın en ünlü ismi . Öğrencilerinin 18 Oscar’ı, 109 Emmy’si var. Dünyanın hikâyesiz kaldığından yakınıyor, üslubun içeriğin önüne geçmesinden. Amerika ve Avrupa sinemasını insandan uzak, Asya sinemasını ise yakın buluyor. Eğer bir Türk sinemasından söz edilecekse, McKee’ye göre bunun örneği Eşkıya... Volkan ARAN obert McKee dünyanın en ünlü ve popüler senaryo yazarlığı hocalarından. Pek çok film yapımcısı, çalışanları için zorunlu tuttuğu derslerinde Ezop masallarından Casablanca’ya kadar (en beğendiği film) analizlere yer veriyor, senaryo yapısını anlatıyor. İstanbul’da verdiği üç günlük seminerin daha önceki mezunları 18 Oscar, 109 Emmy ödülü kazandı. McKee’nin ünlü kitabı Story, bu ay içinde Plato yayınlarından çıkacak. Kendisiyle filmler ve senaryo öğretisi üzerine konuştuk. Kariyerinize tiyatroda başlamış ve yönetmen olarak önemli başarılar katemezsiniz. Hikâye içerik olarak pek çok nedenden ötürü can çekişiyor. Yazarlar esastan çok üslupla ilgili, çünkü üslubunuz sayesinde ödüller alıp tanınıyorsunuz. İki tip kötü film vardır, ilkinde özel efektler hikâyenin boşluğunu doldurmaya çalışır, ikincisi insani içerik açısından boştur, durağan görüntüler, ustalıkla resmedilmiş dekoratif fotoğraflar, dalıp giden, tefekkürdeki insanlar... Hikâyenin bugünkü sorunu güzelliğin fiziğine takılmaktır. Bunu değerlerle, günümüzün kültürüyle ilişkilendiriyorsunuz sanırım. Evet, bugünün postmodern kültürüdür, asıl sorun. Farkında olmadan C röportaj DEFNE GÖLGESİ TURGAY FİŞEKÇİ 22 HAZİRAN 2007 CUMA Mizah ve Edebiyat dan biri de mizahın ortaya çıkış koşullarına ilişkindi. Aziz Nesin, Nasrettin Hoca’dan günümüze mizahın parladığı dönemlerle toplumsal koşullar arasında ilginç bağlar kurduktan sonra sözünü şöyle bağladı: “Mizah, halkın iktidarı ellerinde bulunduranlara karşı bir yıkma, devirme isteğinden doğar. Halk kendi gücüyle yıkamadığı iktidarlara karşı mizahı kullanarak muhalefet etmiştir. Hangi yönetici hakkında fıkralar uyduruluyorsa bilin ki halk ondan kurtulmak istemektedir.” Aziz Nesin, mizah ya da onun deyişiyle gülmece üstüne görüşlerini Cumhuriyet Dönemi Türk Mizahı adlı antolojisine yazdığı önsözde ayrıntılarıyla açıklamıştır. Bu önsözde gülmenin düşünsel kökenlerinden başlayıp gülme çevresinde nasıl bir edebiyatın oluştuğu uzun uzun anlatıldıktan sonra Hüseyin Rahmi Gürpınar’dan günümüz yazarlarına dek mizah edebiyatından örnekler sergilenir. Rıfat Ilgaz’ın değindiği bir konu ise mizahın güldürmek yanında ağlatan özelliğinin de olduğu. Don Kişot’tan Gogol’ün, Çehov’un yapıtlarına dek büyük edebiyat ürünlerinde görülen bu özellik gülmekle ağlamanın birbirinin karşıtı olmaktan çok tamamlayıcısı olduğunu gösteriyor. Günümüz edebiyatında Tahsin Yücel, böylesi bir acı güldürünün çok başarılı örneklerini veriyor. Günümüzde “mizah” dergisi adıyla yayımlananların çoğunda görülen kaba güldürü anlayışını ise edebiyat sayabilmek güç. Çınar Yayınları’nın yayımladığı “Edebiyatımızda Mizah” adlı DVD’yi izlerken mizah üstüne düşünmenin yanı sıra artık aramızda olmayan iki büyük yazarımızın kişiliklerine, mücadele dolu yaşamlarına ve tükenmeyen mizahlarına da bir kez daha özlem ve hayranlık duydum. Arkalarında bıraktıkları yapıtların yaşıyor, insanlarımıza onların gücünü taşıyor olmaları ise, bir başka sevinç kaynağı. R Fotoğraf: Uğur Demir bayılıyor. Seyirciyle iletişim kuruyorlar. Belki bir gün onlar da saçma sapan şeyler yapabilir. EŞKIYA, UZAK, İKLİMLER... Türk sinemacılardan izledikleriniz var mı? Son dönemde uluslararası ün kazanan pek çok genç sinemacı var. Nuri Bilge Ceylan, Fatih Akın, Zeki Demirkubuz. Siz sinemacıların isimlerine takılıyorsunuz, bense filmleri isimleriyle bilirim. Yönetmenleriyle değil. Bu saydıklarınızdan biri Eşkıya’nın yönetmeni olabilir mi? Nuri Bilge Ceylan sanırım Uzak ve İklimler’in yönetmeni. İkisini de izledim. Minimalizm örnekleri olarak iyi olduklarını düşünüyorum. Belli bir noktaya kadar tatmin edici, ama başka filmlerin taklidi gibi geliyor, örneğin İran filmi “Kirazın Tadı”nı anımsatıyor. Varoluşsal bir kriz ve modern yaşamın banalliğinin eleştirisi. Bir kadının peşinden gitmek, yerine koyacak şeyler aramak, pornografik film seyretmeler, mekanik bir yaşantı... Bu filmleri elli yıldır fazlasıyla gördük. Fransızlardan, Japon Ozu’dan, Fransa’dan Robert Bresson’dan, Danimarka’dan Carl Dreyer’den, Amerikalı Jim Jarmusch’tan. Nuri Bilge Ceylan’ın filmlerinin arkasında büyük bir yetenek olduğunu da biliyorum, ama bu Batı’daki bir insan mı, yoksa film Türkiye’de mi geçiyor, nasıl bir hayatı ifade ediyor? Bir şeyi anlatmaktansa eleştirmenler tarafından iyi algılanmayı daha fazla önemsediğinden şüphe duyuyorum. Benim bir izleyici olarak beklediğim bu kültürde insan olmanın nasıl bir şey olduğunu bana vermesi. Sinemaya her gittiğimde “Tanrım lütfen bu film bana hayatın bilmediğim bir tarafını anlatsın” derim, “Beni bilmediğim bir kültüre alıp götürsün”. Bu antropolojik bir hazdır. Eğer bu bir Türk filmiyse, “Uzak” neden bana Frankfurt’ta ya da Almanya’da, Marsilya’da olabilirmiş gibi gözüküyor. Fotoğrafçı ve kuzeni, bir Batı şehrinde bir araya gelmiş de olabilirdi. Bu beklentiniz üçüncü dünya ülkesi diye nitelenen ülkelerin sinemalarına yönelik mi yoksa bir Batı ülkesinden de bunu bekliyor musunuz? Siz İngiliz edebiyatı mezunusunuz, Frederic Jameson’ın “tüm üçüncü dünya ülkeleri romanları ulusal alegoridir” savını biliyorsunuz mutlaka, kastettiğiniz böyle bir sınıflama mı? Hayır Jameson çoğu tespitinde olduğu gibi bunda da hatalıydı. Bence üçüncü dünya ülkeleri romanlarının çoğu Batı romanlarının ucuz taklidi, kendi ülkelerinin kültürüne yönelik bir alegori olarak değil, Batı’nın kendi kültürlerinin bir alegorisiymiş gibi algılamasını amaçlayan “2046” filminden... kibar alegoriler. Booker ödülünü arzularlar. Bu ahlaki bir sorun. Oysa seyirci iki şey istiyor, bilmedikleri bir dünyaya girmek ve bu dünyada kendilerini keşfetmek, insanı keşfetmek. Uzak ve İklimler bir ölçüde veriyor bunu, ama örneğin İklimler’deki akademisyen dünyanın her yerindeki akademisyenle yer değiştirebilir. Daha derine inmeliyiz. Eşkiya’yı da bu yüzden mi sevdiniz? Bayıldım, çok zevk aldım. Türk stili bir mafyaydı. Gangster hikâyesini, eski dönem bir gangster sayesinde, 35 yılını hapishanede geçirmenin verdiği bir evhamlı hal içinde karşımıza çıkardı. İşte bahsettiğim antropolojik haz bu. Şener Şen tek kelimeyle harikaydı, Gönül Yarası’nda da öyleydi, ona âşık oldum. Diğer aktör de harikaydı, zaten Türk filmlerinde oyunculuklar genellikle çok iyi oluyor. Türkiye’den bir senaristin Hollywood’a senaryo göndermesi mümkün müdür? Tabii, neden olmasın. Bunun için süper bir İngilizce de şart değil. Hollywood’daki pek çok sinemacı İngilizce bilmiyor, ama sinematografiye hâkimler. Asyalı, Meksikalı çok önemli sinemacılar var. Hollywood şuna bakar: Bu işi yapabilecek misin? Yapabiliyorsan tüm dünya sana açıktır. Tabii bir senaristin senaryosunu bir ajansa göndermesi ve o ajansın senaryoyu beğenip yazarı temsil etmesi gerekir. Bu arada sizin de Brian Cox’un canlandırdığı bir karakter olarak yer aldığınız Adaptation filmini izledim. Filmin son bölümü size de biraz sorunlu gelmedi mi? Bu film bir şaka üzerine kurulu. Üçüncü sahnede problemi olan tek kişi siz değilsiniz. Şakayı kaçırdıysanız o bölüm anlamsız gelecektir. Birinci ve ikinci perdeleri Charlie yazdı. Üçüncü bölümü ise, benim kitabımı okuyan, derslerime giren Donald yazdı. Bu yüzden üslup değişti, film bir Hollywood stiline kavuştu. ınar Yayınları, yayıncılık uğraşını basılı kitabın dışına taşıyan CD ve DVD’ler yayımlamış. Bunlardan biri tarihsel bir belge niteliğinde. Mizahın iki büyük ustası Aziz Nesin’le Rıfat Ilgaz’ın konuşmacı olarak katıldıkları, İlhan Selçuk’un yönettiği 16 Mart 1986 günü gerçekleştirilmiş bir toplantının sesli görüntülü kayıtları. Tartışılan konu: “Edebiyatımızda Mizah”. Elbet yirmi yıl öncesinin olanaklarıyla çekilmiş bu filmin görüntü ve ses kalitesinin yeterli olduğunu söyleyebilmek güç. Ancak katılanların tarihsel kişilikleri bu görüntülerin eşsiz bir değer kazanmasını sağlıyor. Hıncahınç dolu bir salonda iki saat boyunca mizahın tanımından edebiyat içindeki yerine, toplumsal işlevinden alt katmanlarına dek türlü sorunlar, içine kişisel anılar da eklenerek tartışılıyor. Doğum tarihleri Cumhuriyet öncesine uzanan iki önemli yazarımızın çağdaş tarihimizin bütün gelişmeleri içinde yaşamış olmaları, bunları aktarırken kişisel deneyimlerle tarihsel akış içinde kurdukları bağlar çok önemli gözlemleri de birlikte getiriyor. Rıfat Ilgaz için “zoraki mizahçı” diyebiliriz. Çünkü 1940’larda Orhan Veli’yle eş tutulabilecek çok parlak bir başlangıç yapmıştı şiire. Ancak aynı dönemde Nâzım Hikmet’i haksız yere hapiste tutan anlayış Rıfat Ilgaz’ın da şair olarak var olmasına izin vermedi. Baskılar, kitap toplatmalar, yargılamalar, hapisler derken Rıfat Ilgaz adını bile kullanamaz duruma düştü. Takma adlarla, mizah yazarı olarak var olabildi. Aziz Nesin farklı. O, daha başlangıçtan, her şeyiyle mizah yazarı olarak ortaya çıktı. Öyle yaşadı, yazdı. Yazdıklarının edebiyat sayılıp sayılmaması yolundaki tartışmalar nedeniyle üzüntüler çekti. Ancak tavırlarıyla öylesine güçlü bir kişilik oluşturdu ki, çağdaş tarihimizde yazdıklarını da aşan çok önemli ve örnek bir aydın oldu. Toplantıda konuşulan konular Ç turgay@fisekci.com Festivale halkın sevgisi, coşkusu hiç eksilmedi. Bu coşku sinemacı konukların Adanalıları karanfiller, konfetiler, bayraklarla selamladığı Sevgi Korteji’nde yoğunlukla duyumsandı. Altın Koza coşkusu Aslı SELÇUK Başlangıç tarihi 1914’ten 1948’e dek 34 yıl süresince Türk sinemasında film şenlikleri, festivalleri gerçekleştirilmedi. Sinema biletinde vergi indirimi yaparak film üretimini artıran Yerli Film Yapanlar Cemiyeti 1948’de ilk “Yerli Film Müsabakası”nı düzenledi. Bu yarışmayı Türk Film Festivali (1953), Gazeteciler Cemiyeti Türk Film Festivali (1959), Yerli Filmler Yarışması (1961), Antalya Film Festivali (1964) izledi. Yeşilçam’da 231 filmin çekildiği 1969’da Türkiye’nin önemli şenliklerinden biri olacak 1. Altın Koza Film Festivali yapıldı. Başta sanat festivali olan Antalya’ya sonradan sinemanın eklenmesine karşın Adana’nın doğrudan film şenliği düzenleme ayrıcalığı oldu. Bir zamanlar işletme açısından İstanbul’dan sonra en güçlü bölge olan Adana neredeyse her mahallesindeki yazlık sinemalarıyla ünlüydü, ayrıca Adanalı işletmeciler filmlerin ilk gösterimlerini burada yapıp halkın ilgisine göre dağıtım olurunu verirlerdi. Adana Sinema Kulübü’nün kurucusu öğretmen Ziya Darendeli’nin öncülüğünde Sinema Kulübü, Adana Belediyesi, Devlet Film Arşivi’nin gerçekleştirdiği etkinlik günümüzde yazın, müzik festivallerini, bienalleri de bünyesine katarak daha da yaygınlaştı. İlk yılında Adana halkının benimsediği şenlik 1969’dan 73’e dek kesintisiz, 74’ten 92’ye, 97’den 2005’e dek kesintilerle yapıldı. Tüm bu aralıklara karşın etkinliğe halkın sevgisi, coşkusu eksilmedi. Bu coşku sinemacı konukların Adanalıları karanfiller, konfetiler, bayraklarla selamladığı Sevgi Korteji’nde yoğunlukla duyumsandı. Geçen yıl Dondurmam Gaymak’ı seçen halk jürisi bu yıl da yine yakın tarihimizde yaşanan acılara hem hüzünlü hem de sıcak, duygulu yaklaşan bir filmi Beynelminel’i seçti. Etkinlik, “Geleceğimizi Tüketiyoruz Çocuklarımızı Koruyalım” duyurusuyla 4 bin 500 öğrenciyi sinemaya götürdü, 24 okuldaki gösterimlerde 15 binden fazla öğrenci film izledi. Temasını Çocuk Hakları olarak belirleyen festival, Adana’dan Türkiye ve dünyaya barışdayanışma çağrısı yaptı. Mithat Alam Film Merkezi’nce Cenneti Beklerken filmi sesli betimleme yöntemiyle görme engelli öğrencilere sunuldu. Filmi ayrıca tutukevindeki yurttaşlarımız da izledi. Hülya Koçyiğit, Usta Oyuncu Ödülü’nü, ustalık yürek, çaba, istek, kararlılık demektir, mesleğini gerçekten sevmek, insana saygı duymaktır diyerek aldı. Onur ödüllü Selma Güneri daha çok çalışıp üreteceğini, Erden Kıral’sa yaşamının sinema olduğunu; çileli, zorlu ama kutsal bir iş seçtiğini vurguladı. Gülsen Tuncer’in Sinemada Oyunculuk, Işıl Özgentürk’ün Kısa Film atölyelerine ilgi yoğundu. 14. yaşında Altın Koza, Ödüllü Akdeniz Filmleri, Dünya Sineması, Dünya Sineması: Vizyon Dışı seçkileriyle uluslararası boyut kazandı. On beş ayrı bölümde toplam 164 film 8 salonda ücretsiz gösterildi, izleyici sayısı 45 bini geçti.14. Altın Koza canlı, aynı zamanda düşündürücü programıyla başarıyla sonuçlandı. “Aşk Zamanı” filminden... zanmışken 30’lu yaşların sonunda film endüstrisine geçmenizin nedeni neydi? New York’ta yaşayan birisi olarak fark ettim ki tiyatro bir müze haline gelmişti, geçmişi tekrar edip duruyordu ve kaliteli çok az oyun yazılıyordu. En orijinal işler sinemada yapılıyordu ve film stüdyolarında büyümüş bir genç olarak sinema beni cezbetti. Tiyatronun müze haline gelişi genel bir saptama mı yoksa o dönemki Amerika için mi geçerli? Yoo, her yerde durum böyle. Tabii ki bu, günün birinde tiyatronun tekrar patlama yapmayacağı anlamına gelmez, ama tiyatronun düşüşü evrensel bir durum. Kitabınızda hikâyenin de düşüş içinde olduğunu söylüyorsunuz. Üstelik “din, felsefe ve bilimden sonra sanat insanlığın tek esin kaynağı olarak kalmasına rağmen”. Bu düşüş hangi anlamda ve nedeni ne? Hikâyenin yapısı değil, içeriği düşüşte. Ben biçimi, yani öğretilebilir olanı öğretiyorum, ama içeriği öğre herkes bundan etkilendi. Bu bir sathilik, duyarsızlık ve görecelik kültürü. Derinlemesine tamamıyla insan olan bir sanat biçimi nerede? Bugün insan içeriğini ifade etmeye çabalayan tek kültür Asya kültürü ve en iyi filmleri de onlar, özellikle Koreliler yapıyor. İnsan doğasının ve ilişkilerinin derinlerine nüfuz etmeye çabalıyorlar, filmlerde derinlik var. Örnek verebilir misiniz? Son üç yılda benim gördüğüm en iyi film “Spring, Summer, Fall, Winter and Spring”. Büyüleyici bir filmdi. “2046”, “In The Mood For Love/Aşk Zamanı” da öyle. Jang Cheonho gibi ustaları ve pek çoklarını sayabiliriz Asya’dan. Kitabınıza bakınca daha çok Hollywood’dan örnek vereceğinizi düşünmüştüm. Hollywood’dan da beğendiklerim var, ama genelleme yaparsak Amerika’da finansal başarı Avrupa’da da eleştirmen beğenisi saplantısı güçlü. Asya’da bu ikisi de yok. Filmleri hakkında düşünüyorlar ve kitleler filme Şener Şen “Eşkıya”da.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear