22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

2 AÇI C olaylar ve görüşler 22 HAZİRAN 2007 CUMA MÜMTAZ SOYSAL Bütünleme AZİRAN sınavlar ayı olduğuna göre, iç politikadaki durumu öğrenci diliyle anlatmak daha doğru olur: AKP iki dersten bütünlemeye kalmıştır: Demokrasi ve hukuk. Aksi gibi, yine öğrenci diliyle, bunlar “baba dersler”dir. Çünkü ikisi de anayasanın temel ilkeleri sayılır: “Demokratik devlet” ve “hukuk devleti”. Demokrasiyi çok basit bir kurala indirgemişlerdi: “Öbür partilerden daha çok oy alan, ülkeyi yönetir.” Meclis’teki sandalyelerin üçte ikisini kazanmış olmak mıydı acaba başlarını döndüren? Aldıkları oy oranının, kayıtlı seçmenlerden dörtte birinin katılmadığı bir seçimde üçte bir olduğunu unutarak. Bilmeliydiler ki, yüksek barajlı bir d’Hondt sisteminin bir cilvesiydi bu. Böyle bir sonuca yaslanarak “Ulusal egemenlik biziz” iddiasıyla ortalığa çıkmak kadar yanlış bir şey olmazdı. Oysa, onlar bu yanlışı sürdürüp cumhurbaşkanı seçmeye, seçemeyince de “derhal seçim” kuralına yan çizmeye kalkıştılar. Hukuk devleti ilkesiyle de neredeyse ilk kez tanışır gibiydiler. Onlara göre, parlamentoda ezici çoğunluğa sahip olmak, “kayıtsız şartsız” yetki kullanmak demekti. “Kayıtsız şartsız” deyiminin ulusal egemenliğe özgü olduğunu ve kendilerinin tek başlarına “ulus” sayılamayacağını düşünmüyorlardı. Yakın tarihi biraz bilseler Menderes’in de aynı yanlışa kurban gittiğini düşünürlerdi belki. Düşünmek şöyle dursun, oyçokluğunun verdiği esriklikle, “demokrasi” dedikleri iktidar gücünü arkalarına alıp hukuka saldırmaya başladılar. Yargı kararlarının bağlayıcılığı onlar için yazılmamıştı sanki. Yargıçlara saygı da öyle. Yüksek yargı mercilerine ve oralarda adalet dağıtmaya çalışanlara hücum etmeyi demokrasinin gereği saymaktaydılar. Politika derslerinin en kritik noktasını, yani demokratik devlet ve hukuk devleti ilkelerinin birbirini tamamladığını özümsemiş değillerdi. Ne yazık ki, bütünlemeye kalmanın anlamını ve gereğini de anlamamışlar. Bütünlemeye kalan, her şeyden önce o konulardaki kendi zayıflığını kabul etmek ve o dersleri çalışmak zorunda değil midir? Oysa onlar, hiçbir şey olmamış gibi, demokrasi ve hukuk konularında bildiklerini okumaya, daha doğrusu bilmediklerini tekrarlamaya devam ediyorlar. Başbakan’ın miting konuşmalarında ve yandaşlarının yazıp çizdiklerinde hiçbir itiraf, hiçbir pişmanlık, hiçbir “ders almışlık” yok. Demokrasi ve hukuk konularında söyledikleri, tembel çocukların eve gelip “Hoca bana garaz!” deyişlerinden pek farklı değil. Onlara göre, devlet başkanı da, yüksek yargıçlar da, ordu da, kısacası herkes onlara garaz. Şöyle bir durup “Niçin acaba?” diye kendi kendilerine sormazlarsa, sınıfta kalabilirler. Atatürk’ün Musul, Süleymaniye ve Kerkük’le İlgili Bir Mektubu irinci Dünya Savaşı sonunda, İngiliz hükümeti memurları tarafından işgal altında bulunan Musul, Süleymaniye ve Kerkük’te yapılan bir nüfus sayımına göre (1919); Musul’da 104.000 Kürt, 35.000 Türk, 28.000 Arap, 18.000 Yezidî, 31.000 Gayrimüslim; Süleymaniye’de 62.830 Kürt, 32.960 Türk, 7.210 Arap; Kerkük’te 97.000 Kürt, 79.000 Türk, 8.000 Arap yaşamaktadır. (İngiliz Devlet Arşivi Dışişleri Bakanlığı Siyasî Belgeler Sınıfı 371 ve Dr. Salâhi R. Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1986) Kerkük Türklerinin tanınmış folklor uzmanı ve yazarı Ata Terzibaşı, Gazi Mustafa Kemal’in 1 Ağustos 1341 (1925) tarihli Musul, Süleymaniye ve Kerkük’le ilgili bir mektubunu Dr. Fethi Tevetoğlu’na göndermiştir. (Bk. Hayat Tarih Mecmuası, İstanbul, 1972) Bu önemli tarihsel belge, sağ üst köşesinde Gazi Mustafa Kemal’in resmi ve altında “Cumhuriyet Reisi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri” yazılı, sol üst köşesinde Türk sancağı ve arması basılı bir kâğıt üzerinde kaleme alınmış, “Mücahidi Muhterem Sâdâddan Seyyid Muhammed ve Akrabalarına” başlığıyla yazılmış bir mektuptur. Kaynaklara göre, Seyyid Muhammed Cabbârî, üç kola ayrılmış Cabbârî Türk aşiretinin başkanıdır. Cabbârî aşiretinin bir kolu Suriye’de yaşamaktadır ve Araplaşmışlardır. İkinci kolu Cabbârî köylerinde yaşayanlardır ki, bunlar Türklük özelliklerini yitirmiş, Kürtleşmiş bulunmakla birlikte Türklere sevgi ve bağlılık duymaktadırlar. Cabbârî aşiretinin üçüncü koluysa Kerkük merkezinde oturmakta ve Türklük özelliklerini korumaktadırlar. Bunların arasından ünlü ozanlar ve bilginler çıkmıştır. Kerkük’ün çok tanınmış ozanı Örfî, Cabbârî aşiretindendir. Kurtuluş Savaşı yıllarında aşiretin başkanı Seyyid Muhammed Cabbârî idi. O zamanlar Acemî Paşa’yla birlikte Musul davası için çalışan PENCERE 150 Yıl Önce 150 Yıl Sonra.. ktay Akbal pazar günkü yazısında Victor Hugo’nun 1849 yılında Fransız Meclisi’ndeki konuşmasından bölümleri yayımladı. Zamanın Eğitim Bakanı gerici Falloux, laik eğitimi önleyici bir yasa tasarısını meclise getirmişti... Milletvekili Hugo, 150 yıl önce, bu tasarıya karşı çıktı; anımsamak için büyük romancının kimi tümcelerine bir kez daha göz atmakta yarar var. ? Hugo diyor ki: “ Ben öğretimde özgürlük istiyorum. Devletin denetimi altında olmalı bu özgürlük ve devlet de laik, bütünüyle laik, özellikle laik olmalıdır. Yani ben bu denetleme kurulunun ne yükseğine ne de alt kuruluna rahiplerin (papazların) girmesini istiyorum.” Sözünü şöyle sürdürüyor Hugo: “ Hangi eldir bu yasa tasarısını tutan el?.. Baylar bu el din partisinin elidir.” ? Evet bundan yüz elli yıl önce Fransa’da din partisi vardı, 1789’da patlayan devrim altmış yıl sonra bile laik eğitim üzerine mecliste tartışılıyordu... Victor Hugo, 1849’da meclis kürsüsünden ne istiyordu?.. Türkçesiyle ‘Öğretim Birliği Devrimi’, Osmanlıcasıyla ‘Tevhidi Tedrisat Kanunu’, daha başka deyişle devlet denetiminde laik (akılcı, bilimsel) eğitim istiyordu... Bütün bu öykü artık Fransa için tarihtir... Türkiye içinse günceldir... ? Bizde bugün kavga, imam okullarının, daha başka deyişle din okullarının temel öğretim kurullarından sayılıp sayılmaması üzerinedir... Din okulundan çıkan öğrenci üniversiteye gidecek mi?.. Giderse ne olur?.. Başbakan Erdoğan olur ve Harp Okulu’ndan çıkan Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt ile çatışmaya sürüklenir... ABD emperyalizmini de arkasına alarak laik Türkiye Cumhuriyeti’ni ‘Ilımlı İslam Devleti’ yapmaya çalışır... Sorunumuz budur!.. 150 yıl önce Fransa’nın sorunu da Hugo’nun mecliste dile getirdiği gibi “din partisi” idi. ? Avrupa’nın ‘Aydınlanma tarihi’ni öğrenmeden, bilmeden, Türkiye’nin bugün içine düştüğü politika tartışmasına ve çatışmasına akıl erdirmek olanaksızdır... Olayı salt askersivil çelişkisine indirgemek yüzeysel, anlamsız, derinliksiz, toplumsal ve tarihsel gerçekliğinden soyutlanmış bir akıl güdüklüğünün dışavurumudur... Bugün 1.5 milyar nüfuslu İslam coğrafyasındaki 52 devlet içinde tek laik Cumhuriyet Türkiye’dir... Laik Cumhuriyetimizin değerini bilelim... ? 21’inci yüzyılda yaşıyoruz, bizdeki dinci Saadet Partisi amacını açıkça ortaya koyuyor; takıyyeci AKP daha uzun vadeli bir planlamayı öngörüyor... Saadet Partisi antiamerikan... AKP Amerikancı... AKP, Saadet Partisi’nden çok daha tehlikeli, kurnaz ve gayri milli... H B Nurer UĞURLU Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı bu konuşmadan beş yıl sonra yazmış olduğu bu mektupta da Gazi Mustafa Kemal, Musul, Süleymaniye ve Kerkük’ün Türk vatanının bir parçası olduğu inancını ve yakın bir gelecekte anayurda katılacağı umudunu korumakta ve tekrarlamaktadır. Bu önemli mektubu, tarihsel bir belge olarak hiçbir yorum ve değerlendirme yapmadan uzak ve yakın çağrışımlarını da bugün için göz önüne almadan, olduğu gibi okurlarımıza aktarmayı bir görev saydım. Ancak bilinmektedir ki, Türkiye, tarihten gelen bir haklılık ve duyarlıkla, Kerkük’ün siyasal ve toplumsal yapısını temelinden değiştirecek bir olaya ya da duruma ilgisiz ve uzak kalamaz. Seyyid Muhammed Cabbârî, Musul’un Türk yönetiminde kalmasına büyük çaba harcamıştır. Burada okurlarımıza sunacağımız tarihsel belge, konuyla ilgili olarak Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal tarafından Seyyid Muhammed Cabbârî’ye yazılmış bir mektuptur. Aslı Kerkük’te Cabbârî ailesinde bulunan bu tarihsel belgenin fotokopileri Kerküklü Türklerin elinde, Atatürk’ün saygın bir anısı olarak taşınmakta ve saklanmaktadır. Mustafa Kemal, “Türk milletini teşkil eden Müslüman unsurlar” konusunda 1 Mayıs 1336 (1920) tarihinde Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı bir konuşmada da ulusal sınırlarımızı çizerken Musul, Süleymaniye ve Kerkük üzerindeki düşüncelerini çok açık olarak şöyle belirtmiştir: “Efendiler, meselenin bir daha tekerrür etmemesi ricasiyle bir iki noktayı arzetmek isterim: Burada maksut olan ve Meclisi âliyi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, yalnız Çerkez değildir, yalnız Kürt değildir, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden mürekkep anasırı İslâmiyedir, samimî bir mecmuadır. Binaenaleyh heyeti âliyenin temsil ettiği, hukukunu, hayatını, şeref ve şanını kurtarmak için azmettiğimiz emeller, yalnız unsuru İslâma münhasır değildir. Anasırı İslâmiyeden mürekkep bir kütleye aittir. Bunun böyle olduğunu hepimiz biliriz. Hep kabul ettiğimiz esaslardan birisi ve belki birincisi olan, hudut meselesi tâyin ve tesbit edilirken, hududu millîmiz İskenderun’un cenubundan geçer, şarka doğru uzanarak Musul’u, Süleymaniye’yi, Kerkük’ü ihtiva eder. İşte hududu millîmiz budur dedik! Halbuki Kerkük şimalinde Türk olduğu gibi Kürt de vardır. Biz onları tefrik etmedik.” (Bk. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, I.cilt, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1961) Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı bu konuşmadan beş yıl sonra yazmış olduğu bu mektupta da Gazi Mustafa Kemal, Musul, Süleymaniye ve Kerkük’ün Türk vatanının bir parçası olduğu inancını ve yakın bir gelecekte anayurda katılacağı umudunu korumakta ve tekrarlamaktadır. Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal’in Cabbârî aşireti başkanı Seyyid Muhammed Cabbârî’ye yazdığı bu tarihsel mektup şöyledir: “Mücahidi Muhterem Sâdâddan Seyyid Muhammed ve akrabalarına, Memleketin bir cüz’i lâyenfekki olan Musul’un ahalisinin karîben halâs bulacağına itikad ve itimad olunarak öteden beri devam eden mücâhedatınızda berkarar olmanızı selâmet ve saadeti âtiyeniz namına hammiyeti malumenize terk eylerim. Türkiye Hükümetinin şefakatını ve Musul’un hükümetimize aidiyeti hasebiyle âtii karibden asla ve kat’ı ümmid etmeyerek zulümlere karşı yüksek bir cidal ile münevver bir istikbâl te’min olunması din kardeşlerimizin huzur ve saadeti içün kıymetdardır. Halâs günleri karîbdir. Şemsi istihlâsın tuluuna (kurtuluş güneşinin doğmasına) saburâne müterakkib bulunulmasını hatırlatır, Cenâbı Vâcibülvücud’dan cümleye muvaffakiyetler temenni eylerim. 1 Ağustos 341 Mustafa Kemal” Bu önemli mektubu, tarihsel bir belge olarak hiçbir yorum ve değerlendirme yapmadan uzak ve yakın çağrışımlarını da bugün için göz önüne almadan, olduğu gibi okurlarımıza aktarmayı bir görev saydım. Ancak bilinmektedir ki, Türkiye, tarihten gelen bir haklılık ve duyarlıkla, Kerkük’ün siyasal ve toplumsal yapısını temelinden değiştirecek bir olaya ya da duruma ilgisiz ve uzak kalamaz. Kuzey Irak Kürt Yönetimi lideri Mesud Barzani’nin, Avrupa Parlamentosu’nun davetlisi olarak Brüksel’de yaptığı bir konuşmada (8 Mayıs 2007) Kerkük’ün bütünüyle bir Kürt şehri olduğunu söylemesi tarihsel gelişmeler ve olaylar bakımından, özellikle Irak’ın ABD tarafından işgalinden sonra, gerçekten çok düşündürücü ve dayatmacı öznel bir değerlerdirmedir. Bu gerçeği gözden uzak tutmak Barzani ve onun gibi düşünenler için tarihsel bir yanılgı, giderek büyük bir hatadır. hetiyatrosu?mynet.com O HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN mumtazsoysal@gmail.com Liberalizm Gerçek Dinozorluk iberalizmin kökü aydınlanmaya uzanır. Hatta liberalizm Batı’da aydınlanmanın ideolojisidir denilebilir. Halbuki yerli ve yabancı liberaller Türkiye’yi karanlığa sürükleyecek sözde “ılımlı” İslamcılığa destek vermeye devam ediyorlar. İslamcılıkla yol arkadaşlığı aydınlanmanın mirasına sadık bir liberalizme hiç yakışmıyor. Ne var ki, radikal İslamın meydan okuması modern Avrupa’nın kendi köklerini, liberal kimliğini sorgulamasına, dincilikle uzlaşı arayışları içine girmesine yol açtı. Peki Türkiye’deki liberallerin tutumunu nasıl açıklamalı? Avrupa’daki gibi bir “kimlik krizi’’nden söz edilebilir mi? İlk önce toplumdan bir kopukluk söz konusu. Geçenlerde İsveç Parlamentosu’nda düzenlenen Türkiye konulu bir panelde konuşmacı olarak beraber oturduğum, kendisini “liberal” olarak tanımlayan Zaman gazetesinden Şahin Alpay, Türkiye’nin yaşadığı Kemalist devrim süreci hakkında “Hiç beklemiyordum, çok şasırdım, çok üzüldüm” derken medyadaki genel yaklaşımı özetliyordu. AKP’ye bel bağlayan liberallerin şaşkınlığının bir benzeri iki sene önce Avrupa’da yaşandı. Avrupa Birliği’ni daha az ulusal bir yapıya kavuşturacak anayasa taslağının birliğin önder ülkesi Fransa’da ve Hollanda’da halkoylamalarında reddedilmesi Avrupalı “aydınlar” için şok olmuştu. Halkların “tam bağımsızlığı” yeğlemesi, aynı günümüz Türkiye’sinde olduğu gibi, “aydın”, li L Halil KARAVELİ Ulusal bağımsızlığı Türkiye için fazla gören liberal geleneğin laiklik konusunda da tavizkâr olması doğal; çünkü laiklik ve ulusallık bir bütündür. Çağdaş olabilmek için ümmet toplumundan çıkıp, uluslaşmak gerekirken, ulus kalabilmenin de şartı laikliktir. Ulusallığa değer vermeyen küreselleşmeci bir liberal yaklaşımın ulusal kimliği taşıyan laikliği savunması da beklenmemeli. beral çevrelere çok aykırı gelmişti. O günden beri Avrupa’da ulus devlet karşıtlığı eskisi kadar rağbet görmüyor. AB anayasası tekrar gündemde; fakat amaç ulus devleti kaldırmak değil; AB’nin güçlü üyelerini genişlemiş bir birlik içinde daha da güçlü kılmak. Türkiye’deki liberaller, Avrupa’yı örnek göstererek, tam bağımsızlık istemine “Çağdışı” diyemezler. Olsa, olsa “Güçsüz olan uluslar, güçlü ulusların egemenliğine boyun eğmek zorundadırlar” diyebilirler. Söyledikleri de aslında budur. Bu da ilk defa söylenmiyor Türkiye’de. Liberalizmin çekiciliği, “yeni” olanı temsil eder görünmesinden kaynaklanıyor. Kemalizmin “gericilik”, Atatürkçü olmanın “dinozorluk’’la eşanlamlı görülebildiği bir Türkiye’de liberalizm, özellikle gençlere yeni bir uygarlık aşaması olarak pazarlandı. Halbuki ortada “yeni” bir şey yok. Tam tersine, “dinozor” tanımı en çok liberallere yakışıyor. Avrupa’da liberalizm yozlaşmışken, Türkiye’deki kopyası köhne geleneklerine bağlı. Osmanlı liberalizmi gibi onun Cumhuriyet uzantıları hiçbir zaman tam bağımsızlığı sindiremedi; hep ümitlerini dış güçlere bağlayageldi. Atatürk’ün Nutuk’ta anımsattığı gibi, Türkiye’nin tam bağımsız olamayacağı düşüncesinin çok uzun bir geçmişi var: “Türkiye, işte, bu yoldaki galat fikirlere.. galat zihniyetlere sahip olanlar yüzünden, her asır, her gün, her saat biraz daha tedenni, biraz daha sükut etmiştir.” Bağımsızlık ve laiklik konularında Türk liberalizmi doğuştan sakat. Birinci Meclis’te, Atatürk’ün sözleriyle, “ordu ile, muharebe ile, inat ile bu işin içinden çıkılmaz tarzındaki, membaı hariçte bulunan nesayihe tebaiyet ile” Kurtuluş Savaşı’na devam edilmesindeki mantık sorgulanmış, sonra bu muhalefetin başını çeken Rauf Orbay’ın temsil ettiği “liberal” zihniyet Cumhuriyet’e de karşı çıkarak dincilerle el ele vermiştir; veya en Gazeteciyazar azından onlara kapıyı açmıştır. Ulusal bağımsızlığı Türkiye için fazla gören liberal geleneğin laiklik konusunda da tavizkâr olması doğal; çünkü laiklik ve ulusallık bir bütündür. Çağdaş olabilmek için ümmet toplumundan çıkıp, uluslaşmak gerekirken, ulus kalabilmenin de şartı laikliktir. Ulusallığa değer vermeyen küreselleşmeci bir liberal yaklaşımın ulusal kimliği taşıyan laikliği savunması da beklenmemeli. “Türkiye’yi böyle sakim yollarda inkıraz ve izmihlâl (yıkılma ve yok olma) vâdisine sevk edenlerin elinden kurtarmak lâzımdır” diyor Atatürk Nutuk’ta. Bir ulusu yıkmak için kalenin içerden fethedilmesi gerektiğini bizden daha iyi bilen düşmanların asırlardır bunun için çalıştığını ve çalışmaya devam ettiğini söylüyor, günümüzün Sorosculuğunu anlatırcasına. Yapılması gereken, “Türkiye’nin re’si tefekkürünü (düşünen kafalarını), büsbütün yeni bir imanla techiz etmek.. Bütün millete ceyyit bir mâneviyat (taptaze bir manevi güç) vermek..” Cumhuriyet mitingleri bu manevi gücün varlığını gözler önüne serdi. Bundan sonra bu gücün Türkiye’yi hep düşüp kalkmaktan kurtaracak, uzun erimli bir stratejik vizyona dönüştürülmesi gerekiyor. Ülkenin, medyadan, üniversite dünyasına, yepyeni bir inançla donatılmış düşün damarlarına kavuşturulması, “kalenin geri alınması” için şart. CUMHURİYET 02 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear