25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

6 ‘Laiklik ve din araçtır’ ERDOĞAN: ORDU BANA BAĞLI Başbakan Erdoğan, Genelkurmay Başkanlığı’nın 27 Nisan’da yaptığı açıklamanın sorulması üzerine “ordunun kendisine bağlı olduğu’’ yanıtını verdi. Erdoğan, “Ordu, başbakana bağlıdır, demokrasiye inanıyorsak, burayı tespit etmemiz lazım. Anayasamızı demokratik, laik, sosyal hukuk devletini önemli buluyoruz. Taviz vermeyiz. Ordumuz bu güvenceyi sağlamakla yükümlüdür” dedi. yapılamaz’’ dedi. Kendisinin laiklik anlayışının sorulması üzerine Erdoğan, “Laik bir devleti savunma anlamında ben laikim, İslamın karşısına koyduğunuz anlamda değilim. Kişi laik olmaz, devlet laik olur. Bir kişi laik devleti savunma anlamında laikim diyorsa o da eyvallah, ama bunu İslam karşıtı olarak getirdiğinizde yanlışa düşersiniz. Laiklik din değildir. İslam dindir. İslam ve laikliği aynı terazide tartamayız. Demokrasi, laiklik, dinler bir araçtır. İnsan mutluluğu için’’ dedi. İNDIİRİLMİŞ KITALAR’ ÇARKI Cumhuriyet mitinglerine de atıfta bulunan Erdoğan, Ankara’daki mitingi değerlendirirken “bindirilmiş kıtalar’’ söylemini değiştirerek “Fransa’daki kitlesel gösteriler olduğunda kimse kaç tane Fransa olduğu sorusunu sormuyor. Ancak bizde taşkınlık ve şiddete yönelmeden miting yapılınca ‘iki Türkiye var’ diyorlar. Bunu kabul etmek mümkün değil. Türkiye demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir. Öyle de kalacaktır. Mitinglerin ortak paydası budur. Mitinglere bakılınca siyasi muhalefet sorunu, boşluğu olduğu sonucu çıkarılabilir. Ama kimse Türkiye’de kamplaşma yaşandığını düşünmemeli’’ diye konuştu. ÜRESİ DOLMUŞ CUMHURBAŞKANI... Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine ilişkin anayasa değişiklik paketinin çok kısa sürede TBMM’den geçerken seçim barajına ilişkin hiçbir girişim yapılmamasının sorulması üzerine Erdoğan, kaçamak yanıtlar verdi. Erdoğan, “Yüzde 10 barajını benim iktidarım koymadı. 1987’den bu yana, bu baraja muhalif olanlar nerdeydi? Tek partili dönemler ülkemizin lehine de oldu.... Şu anda süresi dolmuş bir cumhurbaşkanı ile Türkiye idare ediliyor. Buna hoşgörüyle bakıyorsunuz, milletin seçeceği cumhurbaşkanına olumsuz bakıyorsunuz. Oksijen çadırından milleti kurtarmamız lazım’’ diye konuştu. Erdoğan, TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın “Dindar bir cumhurbaşkanı seçeceğiz’’ yönündeki sözlerini de görmezden gelerek bazılarının “Biz söylemiyoruz ama istediğimiz cumhurbaşkanı profili şu olacak’’ dediğini belirtti. C haberler SÖZDEN YAZIYA GÜRAY ÖZ 25 MAYIS 2007 CUMA Küreselleşmenin Diyalektiği Marksist, Marksizme yakın, ona eleştirel bakan, onu geliştirme çabası içindeki düşünürleri ele alıyor. Onlardan birisi olarak, onlarla hesaplaşıyor. Bunu da günümüzden, günümüzün bilgisinden yola çıkarak yapıyor. Onun, gelecek ve geleceği kurma çabasında olanlar için ölçütü insandır. Taner Timur bize insanı, ‘kutsal devlet’in, ‘toplumsal yapıların’ ya da ‘kolektivist planların’ bir parçası, büyük bir makinenin bir vidası olarak görmeye devam etmemeyi öneriyor. ??? Küreselleşmeyi anlamaya gelince. Yenebilmek için anlamak esastır. Yine eski bilgelere başvurmak, onlarda göremediklerimizi görmeye çalışmak, karşılaştığımız durumun diyalektik bilgisi ile durumu değiştirebileceğimizi bilmek zorunludur. Manifesto’da kapitalizmin gelişimini şöyle anlattılar: “Ulusların ve bölgelerin birbirlerinden kopuklukları ve kendi kendine yeterlilikleri ortadan kalkıyor ve bunun yerine evrensel ilişkiler ve toplumların karşılıklı bağımlılıkları olgusu gelişiyor. Ve maddi üretimde olan şey aynen kültürel üretimde de cereyan ediyor. Bir ulusun entelektüel ürünleri tüm ulusların ortak mülkiyeti oluyor. Ulusal dar görüşlülükler ve dışlamalar gitgide olanaksızlaşıyor. Ulusal ve yerel edebiyatların çeşitliliğinden evrensel bir edebiyat doğuyor.” Karşı karşıya olduğumuz düşmanın, o günlerden bugüne uzanan uzgörülü tanımı böyledir. Onun içinde taşıdığı çelişki, ancak eylemli bir itirazla sonuç verebilir. Onun karmaşık yapısı belki de en iyi bizim ülkemizde, ülkemizden görülüyor. Güçlüdür, ama zayıflığı içinde taşıyor. Onun zayıf yanı… Uzun süre görmezden geldiğimiz insanın kendisidir. ??? Yazı bitti. Sevgili Alpaslan’ın ölüm haberi geldi. Direncin üst katlarındaki arkadaşımı, insanı yitirdim. Çok üzgünüm. guray.oz@cumhuriyet.com.tr S Berivan TAPAN Sibel BAHÇETEPE İSTANBUL “Demokrasi, laiklik ve dinin” amaç değil “insan mutluluğu’’ için araç olduğunu söyleyen Başbakan Tayyip Erdoğan, laiklik anlayışını, “Laik bir devleti savunma anlamında ben laikim, İslamın karşısına koyduğunuz anlamda değilim; kişi laik olamaz, devlet laik olur’’ diye tanımladı. Cumhuriyet mitinglerini de değerlendiren Erdoğan, “Fransa’daki kitlesel gösteriler olduğunda kimse kaç tane Fransa olduğu sorusunu sormuyor. Ancak bizde demokratik olgunluk içinde taşkınlık ve şiddete yönelmeden bir miting yapılınca ‘iki Türkiye var’ diyorlar. Bunu kabul etmek mümkün değil” dedi. Hilton Oteli’nde gerçekleştirilen Uluslararası Basın Enstitüsü Dünya Kongresi ve 56. Genel Kurul Toplantısı’nın kapanış oturumunda konuşan Erdoğan, Türk ve yabancı gazetecilerin sorularını da yanıtladı. Demokrasi, laiklik ve din gibi ortak değerler üzerinden siyaset yapılamayacağını söyleyen Erdoğan, “Laiklik, yaşam biçimlerimiz için güvencedir. Din üzerinden siyaset yapılamayacağı gibi laiklik üzerinden de ‘B Atatürk’ü Humeyni ile bir tuttu Fırat KOZOK ANKARA Cumhuriyet mitinglerini, “35 slogan ezberleyip meydana çıkıp ulusalcılıktan ve milliyetçilikten söz etmek kesinlikle samimi değil” sözleriyle eleştiren Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in, “Türkiye’de Değişim, Demokrasi ve Aydınlar” adlı kitabı, gerçek zihniyetini ortaya koyuyor. “İngiltere’de Churchillcilik yok, Türkiye’de Atatürkçülük var” diyen Çelik, kitabında askeri darbelerin kaynağının Atatürkçülük olduğunu savunuyor. Çelik, Ufuk Kitapları’ndan çıkan ve ilk baskısı Eylül 2002’de yapılan kitabında, çeşitli yerlerde yayımlanmış makalelerine yer veriyor. Çelik, makalelerinde şu görüşleri dile getiriyor: Amerika’da Washingtoncılık, İngiltere’de Churchillcilik, Fransa’da De Gaullecülük, Hindistan’da Gandicilik ve Pakistan’da Cinnahcılık diye bir şey yoktur, ancak Türkiye’de üstelik resmi ideoloji haline getirilmiş Atatürkçülük ‘Atatürk bir asker ve devlet adamı idi. O, ne bir filozof ne de bir müçtehit idi. Onun altı okta topladığı prensiplerin hiçbiri kendi icadı değildi. Kaldı ki, “altı ok” artık onu kendine amblem yapmış partilerin mensuplarınca bile tartışılır olmuştur.’ diye bir şey vardır. c Atatürk bir asker ve devlet adamı idi. O, ne bir filozof ne de bir müçtehit idi. Onun altı okta topladığı prensiplerin hiçbiri kendi icadı değildi. Kaldı ki, “altı ok” artık onu kendine amblem yapmış partilerin mensuplarınca bile tartışılır olmuştur. Çizginin üstünde olan her devlet başkanının kendinden sonra bir “cılık” bıraktığını veya birilerinin onlar adına birer icat ettiğini bir an düşünelim. Bu işin sonu nereye varır? Bütün dünyada, milli lider olarak kabul edilmiş kimselerin değil, bizimki gibi binlerce, yüz binlerce büstüne, belki onlarcasına bile rastlanmaz. Çocukluğumda dümeni kırık, pusulasız, sisten yararlanarak İngiliz zırhlılarını atlatacak kadar da becerikli olan Bandırma Vapuru’nda, kaptanla baş başa soğuktan titreyen bir Mustafa Kemal düşünürdüm. Çünkü bana böyle anlatılmıştı. Gemideki diğer kurmay heyetinin varlığından bile söz edilmemişti. Kimsenin küçümseme gibi bir küçüklüğü gösteremeyeceği, bitmiş tükenmiş bir milletin şahlanışı olan Milli Mücadele’de “Atatürk yedi düveli denize döktü” diye körpe beyinlere telkinde bulunursanız ve günün birinde işgalcilere karşı vatanperverlik örnekleri veren Şahin’ler, Sütçü İmam’lar takdir edilmekle beraber İngilizlerin, Fransızların ve İtalyanların hiç de öyle ordularla, silah zoruyla çıkarılmadıkları öğrenildiği zaman, tarih kitaplarında anlatılan Milli Mücadele şaibe altına girmez mi? Atatürk’ü her türlü beşerüstü vasıftan arındırarak anlamak ve anlatmak zorundayız. Onu sevapları ve günahlarıyla, her türlü art niyet ve karalamanın dışında ele almak aklın gereğidir. Atatürkçü Düşünce Derneği Kadıköy Şubesi, Cumhuriyet Bayramı (2000) dolayısıyla 24 saat kesintisiz Nutuk okuttu. Sabah gazetesi yazarı Can Ataklı, Topkapı Sarayı Mukaddes Emanetler Dairesi’nde Yavuz Sultan Selim’den beri kesintisiz Kuranıkerim okunmasına bir çeşit nazire olarak yapılan bu faaliyeti kınayan yazılar yazdı. Ataklı haklı olarak, “Nutuk Kuran değil, Atatürkçülük de din değildir” dedi. Atatürk büstlerinin önünde esas duruşa geçip saygı duruşunda bulunurken, özel defterlere yazdığımız yazılarda neredeyse onun ruhaniyetinden istimdat ederken bizim yaptığımızın adı nedir allah aşkına? Halk ne yaparsa cehaletinin gereğidir, ama biz ne yaparsak aynı hikmettir, öyle mi? TATÜRKÇÜLÜK ASKERİ DARBELERİN İLHAM KAYNAĞI’ Dünyanın hiçbir yerinde ülkesini kurtarmış bir liderin öldükten sonra kanunla korumaya muhtaç hale getirildiği görülmemiştir. Hele son yıllarda Atatürkçülük as ‘A keri darbelerin ilham kaynağı ve ideolojisi olunca büsbütün fikri ve kültürel zeminden uzaklaşıp dogmatik ve ideolojik bir mecraya sürüklenmiştir. Hatta Türkiye’nin itilmek istendiği laikantilaik kamplaşmasında muharrik güç olarak Atatürkçülüğün kullanılması tesadüfi değildir. Türkiye’de iyi saatte olsunları çağırmayı düşünen insanların her defasında Atatürkçülüğü çıkış noktası yapmaları da düşündürücüdür. Atatürk’ü sevmek için geçmişi ayaklar altına almak zorunda olmadığımız gibi bu ülkede yaşayan herkesi ille de Atatürk’ü sevmek zorunda bırakmak gibi bir mecburiyetimiz de yoktur. Zorladığımız zaman o insanları takıyyeci ve ikiyüzlü yaparız. Tahran’da lokantasına kocaman bir Humeyni posteri asan Azeri Türkü’ne “Bunu buraya asmanız mecburi midir, siz Humeyni’yi sevdiğiniz için mi astınız” sorusunu sorduğumda, sağa sola bakıp kimsenin duymadığından emin olduktan sonra hafif bir sesle: “Ağa! Mecburi değil, men Humeyni’yi hiç sevmirem, ama bizim menfeetimiz için eyi olar” cevabını verdi. 1990’lı yıllardan itibaren komünizm korkunç olmaktan çıktı. Korku mönümüze yeni bir şey ilave edildi: İslami fundamentalizm. Bunun bizdeki adı, 200 yıldan beri “irtica” idi. Bu sefer irticadan, sarıktan, sakaldan, cüppeden, takkeden, başörtüsünden korkmaya başladık. Genç kızlarımızın sadece başlarını kapattıkları için eğitim haklarından mahrum edilmeleriyse kendi başına bir dramdır. Çok partili hayata geçişimiz, İsmet Paşa’nın isteyerek, iradesiyle kabul ettiği bir şey değil; istemeden katlandığı bir sonuçtu. NATO’ya girmemiz gerekiyordu ve bunun için ülkede göstermelik de olsa demokratik bir görünüm olması kaçınılmazdı. üyük, belalı bir kuşatma altında yaşadığımızın farkına varamazsak, çektiğimiz sıkıntıları, umut ışıklarını görür gibi olduğumuz ufkun anlamını hissedemeyeceğiz. Finans dünyasının acımasız egemenliğinde gelişen küreselleşmeyi, kendi yıkıntılarımızın altında kavramaya, bir çıkış yolu bulmaya mecburuz. Bin bir emekle yaratılmış dünyamızın derin ve tamir edilmez kusurları nedeniyle, düşmanın sıkı ateşi altında yıkıldığını biliyoruz artık. Bilmediğimiz ya da anlamakta uzun süre güçlük çektiğimiz kusurlarımızın temelinde yatan, “insan” faktörünü anlamaktaki güçsüzlüğümüzdür. Değerli Taner Timur’un son kitabında (Marksizm, İnsan ve Toplum Yordam Kitap) ele aldığı konuya eğilmek, giriş bölümünde sorduğu soruya, işe yaramaz jargonlardan kurtularak yanıt vermek durumundayız artık. Taner Timur’un sorusu şöyle: “Şimdi hangi noktadayız? Dünya nereye doğru koşuyor? Çeyrek yüzyıllık ‘küreselleşme’ tecrübesinden sonra, Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla sonuçlanan hesaplaşmada kazançlı çıkan tarafın ‘insan’ faktörü olduğunu söyleyebilir miyiz?” ??? Tam tersini söyleyebiliriz. İnsan kaybetti. Ama yeniden kazanmak zorundadır. Kapitalizm, kendi çaresizliğinin bir üst noktasında, finans egemenliği evresinde, insanoğluna zulmetmekle meşguldür. Determinizme hiç geçit vermeden, onun ‘kaçınılmaz’ yıkılışını beklemeden, ‘küreselleşme’yi anlamaya, çözmeye çalışarak yol alacağımızdan hiç kuşku duymuyorum. Tüm dünyayı kasıp kavuran, yoksulla zengin arasındaki uçurumu derinleştiren, bağnazlıkları katlayan, yine Taner Timur’un söylediği gibi, iktisat kuramını ‘teknisyenliğe’ dönüştüren küreselleşme, insanı da işte bu anlamsız kaos içinde ortadan sildi. İnsanı yeniden bulmak insanların işidir. ??? Taner Timur, çalışmasında B TÜBİTAK skandal yuvası dunun pil bloklarında arıza oluştu. Haber Merkezi Cumhurbaşkanı SSTL ile konu hakkında görüşüldü. Ahmet Necdet Sezer’in, Türkiye BiAncak TÜBİTAK, SSTL’in önerdiği limsel ve Teknik Araştırma Kurumu müdahaleyi yapmadı ve uydu işlevsiz (TÜBİTAK) Başkanlığı’na atanmasıkaldı. TÜBİTAK’in gizlediği başarını onaylamadığı Prof. Dr. Nüket Yesızlık ise CHP’nin soru önergesiyle tiş’in döneminde kurumun “bilimortaya çıktı. den” tamamen uzaklaştığı, her geçen gün daha da belirginleşiyor. Başta afet ASAT SKANDALI yönetimi olmak üzere tarım, çevre, ormancılık ve haritacılık gibi alanlarda bilgi toplamak ve teknoloji transBİLSAT’ın ardından, bu kez de feri için 13.3 milyon dolar harcanarak RASAT adlı uydu projesinin yaşama uzaya gönderilen BİLSAT1 kısa sügeçirileceği duyuruldu. TÜBİTAKre sonra bozuldu. Fırlatılma tarihi süBİLTEN Müdür Vekili Uğur Leloğrekli olarak ertelenen ve “Tamamı lu, uydunun yapımında Türk mühendis ve tekbütünüyle Türk mühennisyenlerince tasarlandislerin yer alacağını bedı” şeklinde kamuoyulirtti. Ancak kısa bir süna duyurulan re sonra RASAT’ın yapı“RASAT” adlı uydumında kullanılacak gönun ise yerli üretim olrüntüleme sistemlerini madığı biliniyor. ihale eden TÜBİTAK, 1 TÜBİTAKBİLTEN milyon 326 bin Avro’luk (Bilgi Teknolojileri ve teklifi yapan Güney KoElektronik Araştırma reli Satrec Inivatiative Enstitüsü) tarafından firmasıyla sözleşme im2001 yılında uzaya bir Prof. Dr. Nüket Yetiş. zaladı. RASAT’ın tüuydu gönderilmesi promüyle Türk tasarımı oljesi hayata geçirildi. Uydu 13.3 milduğunu iddia eden Yetiş, RASAT için yon dolara mal oldu. Yapımına yeni patent almadı, patentleri SSTL’e 2001’de başlanan uydunun üç eksenait parçalardan oluştu. Yani RAde kontrollü olarak 5 yıl, 10 yıl da ayaSAT’ın Türk tasarımı değil BİLkucuna bakar durumda toplam 15 yıl SAT’ın türevi olduğu ortaya çıktı. Bakullanım ömrü olması planlanmıştı. sına gösterilen fotoğrafların da RAAncak uydu fırlatıldığı andan itibaren SAT’a değil BİLSAT’a ait olduğu besiyahbeyaz görüntü alınamadı. lirlendi. Renkli fotoğraflar çeken multispektBİLSAT’ın yapımı için Türk müral kameralarda sorun vardı. Görünhendislerden ekip oluşturulmasına tünün ölçeği ve konumuna ilişkin sağkarşın uydu tamamen SSTL tarafınlıklı bilgi edinilemiyordu. Ayrıca yıldan gerçekleştirildi. Eğitim için İndız kamerası ve yazılımlarının hiç kulgiltere’ye gönderilen 7 mühendisin lanılamadığı anlaşılıyordu. 4’ü, 4 teknikerin ise 3’ü projede hiç Son olarak 2006 Ocak ayında uyçalışmadılar. R peyce oluyor. Bir televizyon programında sohbet eden dört meslektaşım bir ara sözü, Kadıköy’ün şimdi Altıyol meydancığında duran boğasına getirerek “asıl yeri olan (şimdiki adıyla) Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nın önüne taşınmasını” istediler. Boğanın Kadıköy’e dönmesine de tanıklık etmiş kıdemli bir Kadıköylü olarak doğrusu yadırgadım. Ama haksız da değillerdi. Çünkü İstanbul’un kayıtlara geçmiş hafızası ne yazık ki yoktu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi de bu hafızaya önemli bir katkı yapmamıştı. Boğa hakkında internet sitesinde hiçbir bilgi yer almıyordu. Oysa Kadıköy, ilçe belediye başkanlıkları oluşturulmadan önce İstanbul Belediyesi’nin ilçe müdürlüklerinden biriydi. ??? Önce kendi tanıklığımı özetleyeyim. Balıkesir, Adapazarı, Geyve, İzmit süreçlerinden ilkokula başlama yaşına gelince İstanbul’a dönmüş ve Göztepe’nin Çiftehavuzlar kesimindeki Cemal Paşa’nın köşküne kiracı olmuştuk. 1943’ün Kadıköyü’nden aklımda kalanların başında Çiftehavuzlar’dan Bağdat Caddesi’ne inen yolun bitimindeki havagazı lambası ve elinde ucu çakmaklı değneğiyle havagazı lambasını yakan görevli E GEÇMİŞTEN GELECEĞE ORHAN ERİNÇ geliyor. İkinci sırada da Kadıköy’deki boğa heykeli. Şimdi Adalar’a ve Beşiktaş’a sefer yapan vapurların yanaştığı eski iskeleden çıkınca sol tarafta bir benzin istasyonu, yanındaki yeşil alanda boğa heykeli, arkasında da umumi tuvalet vardı. Boğa heykelinin nasıl olup da Spor ve Sergi Sarayı’nın önüne taşındığını hatırlamıyorum. Yeniden Kadıköy’e dönmesinin başlangıcına ise Cumhuriyet gazetesi vilayetbelediye muhabiri olarak tanıklık ettim. Vali Niyazi Akı’nın haftalık toplantısında Caferağa Mahallesi Muhtarı’nın isteği, boğanın Kadıköy’e getirilmesi oldu. Haberini de yazdım ve heykel 1969 yılında Kadıköy’e döndü. İskelenin karşısındaki Kadıköy Belediye Şube Müdürlüğü’nün önündeki alana yerleştirildi. Sonra görevlilerin aklına, Kadıköy’de hiç Atatürk büstü bulunmadığı geldi. Boğa heykeli Altıyol’a taşınıp yerine de Atatürk büstü konuldu. İstanbul’u Dolaşan Bir Garip Boğa... ??? Gelelim boğanın serencamına. Boğa heykelinin 18271901 yıllarında yaşayan, çoğunlukla da hayvan heykelleri yapan Isidore Jules Bouheuvre tarafından yapıldığı biliniyor. 1889’da Paris Uluslararası Sergisi’nde altın madalya almış. 1848’de ilk heykelini yapmış. Fransa Adalet Sarayı’nın önüne konulan iki taş yontusu aslan heykeli de onunmuş. Paris sergisinin 1865’teki açılışına da bir çift boğa heykeli ile katılmış. Heykeller o kadar beğenilmiş ki küçükleri 350 dolara alıcı bulmuş. Hemen ekleyelim ki Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen de heykelin kopyalarını yapıp dostlarına hediye etmiş. Bundan sonrası bir hayli karışık. Çünkü bilgiler birbirini tutmuyor. Kadıköy Belediyesi’nin internet sitesinde, Birinci Dünya Savaşı sırasında heykele Almanlar tarafından ganimet olarak el konulduğu ve 1917 yılında Alman İmparatoru II. Wilhelm ta rafından Enver Paşa’ya hediye edildiği bilgisi var. Türkiye’ye getirildikten sonra nerelerde olduğu bilinmiyor. Buradaki bilgiye göre de heykel 1969’da Kadıköy’e getirilmiş sanılıyor. ??? Sanat tarihçileri konuya heykeltıraşının yaşamöyküsünden bakıyor. Heykelin Abdülaziz (saltanatı 18611876) tarafından ısmarlanarak yaptırıldığını söylüyorlar. Yurtdışına çıkan ilk Osmanlı padişahı olan Abdülaziz’in Paris Sergisi’ne katılmak üzere III. Napoleon tarafından davet edildiği ve 21 Haziran 1867 günü yola çıkıp 7 Ağustos 1867’de döndüğü biliniyor. Bouheuvre’ün kayıtlarında da Abdülaziz ile VII. Edward’ın ısmarladığı heykellere ait bilgiler var. Heykelin geldiğinde Yıldız Sarayı’na konulduğu sanılıyor, ama Osmanlı dönemine ilişkin belgelerde hiçbir bilgi yok. Uzun sözün kısası, hem belediyecilik hem de sanat açısından karanlık bir dönem var. Kadıköylüler, bir yandan heykeli kaptırmama, öte yandan da karanlıkta kalan dönemi aydınlatma görevi sizlere düşüyor. Ben bu kadarını başarabildim. Not: Ressam, sanat tarihçisi ve gazeteci arkadaşım Gürol Sözen’e teşekkür ederim. oerinc?cumhuriyet.com.tr
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear