Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
18 MAYIS 2007 CUMA müzik YORUMLAR OSMAN ÇUTSAY Masallara inanmayın çocuklar Fikret Kızılok ve Bülent Ortaçgil’in çocuk şarkıları 20 yıl sonra yayımlandı... Bülent Ortaçgil ve 2001 yılında kaybettiğimiz Fikret Kızılok, Türkiye’de müziğin iki yaratıcı sesi. Kulaklarımızda yeni dünyalar açan iki müzisyenin 20 yıl öncesinden gelen şarkılarıyla buluştuk aniden. Ortaçgil ve Kızılok’un kaleminden çıkanlar, çocuklara farklı dünyalar açan şarkılar olabilir kuşkusuz. “İnanmayın çocuklar böylesine masallar/Gökte uçan halılar” diye başlayıp “Bir elin sesi yoksa iki elin sesi var” diye biten şarkılardan büyüklerin de alacağı pay var. Zaten 1987’de TRT’nin bir çocuk programı için sipariş edilen on iki şarkının toplandığı albüme “Büyükler İçin Çocuk Şarkıları” adı verilmiş. 2003’te “Gece Yalanları” albümü nedeniyle yaptığımız söyleşiden sonra çocuk şarkıları, Ortaçgil’le yeniden söyleşi için bahanemiz oldu. C Uşak Nefreti satanlar, 12 Eylül darbesi sayesinde özelleştirme ile camileştirmeyi el ele politikalar olarak uygulayanlar, kadını ortaçağa itmeyi moda olarak sunanlar, demokrasiden de, aydınlanma ve solculuk adına, her kazanımı insan aklından kazımayı anlayanlar bunlardır. Bir dönem sola bulaşmış olmaları kimseyi yanıltmasın. Bu modasever uşaklar her yerdedir ve bizim dilimizden çıkmaları bizi hiç şaşırtmaz. Ama... Ama, Türkiye, tıpkı Rusya gibi, dirençli ve toplumcu aydın damarıyla her zaman büyük sürprizlere açıktır. Galiba asıl bundan korkuyorlar. Onun için, solcularla Kemalistleri bir kenara ayırıyor ve sonra bunları faşist katillerle “aynı kazana” atarak pek demokratik bir görev yerine getiriyorlar. Türkiye solunun söylediklerinin her gün doğrulanması ve geniş halk kitlelerinin bu doğruların ardında yürüme olasılığını kabullenemiyorlar. Cahil oldukları ve utanma duyguları da dumura uğradığı için (malum, hiçbir uşak böyle bir duyguyla yaşayamaz, önce bu duyguları dağlanır) Venezuella’yı alkışlayanlara şimdilik bir şey diyemiyorlar. Darbeci Yarbay Chaves’in, şimdilerde bakanlıklar ve diplomatik temsilciliklerde bile subayları görevlendirmesini, yeni ve halkçı Bolivar Cumhuriyeti’ni görmezlikten gelebiliyorlar. Simon Bolivar’ı sineye çekerler. Ama Türkiye’yi kuran aydınlanma zihniyetini, utanmadan, faşizmle bir ve aynı şey sayabilirler; bunun propagandasını yaparlar. Murat Belge, Roni Margulies, Nilüfer Göle, Ali Akay ya da başkaları... Yüzlerce var. Ama ismin ne önemi var? Bunlar için demokrasi, bir ülkenin özelleştirmelerle haraç mezat satılması, halkının dinle uyuşturulması, bu yolla kazanılmış olan gerici mevzileri de gericilere bırakmak anlamına geliyor. Gericilik, iktidara sandıkla gelmişse, sandıkla gidinceye kadar insanlar itirazlarını sokağa dökmemeli, “zinde güçleri” falan da zinhar göreve çağırmamalıdır. Bunların zinde güçler deyince ne anladığını iyi biliyoruz. Bilmedikleri şey şu: Tarihin kaydettiği zinde güçlerin en büyüğü ve en etkilisi işçi sınıfı önderliğindeki emekçi halktır. Bu zinde güç, bütün diğer zinde güçleri önüne katar. Er ya da geç... Bir süre solun arasında dolanmış, şimdi her yerde sola saldıran, çünkü solda sadece diktatörlük, antidemokratiklik, baskıcılık, popülizm gören çağdaş bir “antikomünist” histeri karşısındayız. Antikomünizm ile antitürkizm birleşmiş bulunuyor. Güzel. Güzel bir noktaya geldik. Uşakların bizden nefret etmesi, doğru yerde olduğumuzu gösteriyor. Uşak, efendisinden değil, en çok uşaklaştığını yüzüne vuran eski yol arkadaşlarından nefret eder. cutsay@cumhuriyethafta.eu 7 KIZILOK’UN ARŞİVİ Fikret Kızılok’u kaybettikten sonra, oğlu Yağmur, babasının arşivinden çıkarıp bu şarkıları yayımlama çabasına girmiş. Kayıtlardaki yılların getirdiği tahribatı İhsan Apça gidermiş. 1987’den yapılan kayıtlara Erkan Oğur, Fahir Atakoğlu enstrümanlarıyla destek olurken İsmail Hakkı Demircioğlu “dev”i konuşarak katkıda bulunmuş. Ortaçgil ve Yağmur Kızılok, “Büyükler İçin Çocuk Şarkıları” albümünü müzik piyasasının bilinen şirketleri yerine Klik Müzik’ten kendi olanaklarıyla yayımlamayı tercih etmişler. Ortaçgil, bir demokratik kitle örgütü olan Halkevleri’nin dağıtımı üstlenmesini de önemsiyor. Kızılok’un daha önceden söylediği “Anlatabilsek” ve “Ama Babacığım”ı çocuk şarkısı olarak uyarlamış: “Biz aslında Çekirdek Sanatevi döneminde Fikret’le, ‘istim üzerindeydik’ denir ya, öyleydik. Kısa bir zamanda yazdık, arkadaşlarımızla birlikte kaydettik. TRT’nin çocuk programında bir kez yayımlandı. Çekirdek bittikten sonra Fikret’le kimin neresine, ne kadar bulaştığını hatırlamadığımız şarkılar öyle kaldı. Oğlu Yağmur’un önayak olmasıyla Fikret’i kaybettikten sonra yayımlamak ‘kısmet oldu’ diyelim.” (Fotoğraflar: VEDAT ARIK) Hatice TUNCER Çocuklar her türlü tehlikeye büyüklerden daha fazla açıklar. Sıfırdan algılıyorlar ve ne sunarsanız onu alabiliyorlar. Çocuklara çok fazla söylenmeyen şarkılar vermeyi düşündük.” 1974’te ilk albümü “Benimle Oynar mısın”ı kaydeden Ortaçgil, müziğe on yıl ara vererek büyük firmalarda kimya mühendisi olarak çalıştı. Ancak yaşamını müzik dışında sürdüremeyeceğini anlamıştı: “Ben sonuçta istediğim şarkıları yapmak için bir anlamda hayatımı değiştirdim ve yapıyorum. Bunu neye mal olursa olsun yapacaktım ve yaptım. Sırf onu yapabildiğim için de mutluyum zaten. Yani eğer bu şarkılarla yaşayamasaydım ruh hastası olurdum. O nedenle müzik piyasası, müzisyenler, dinleyiciler sürekli bir devinim halinde ve burada sabit olan şeylere ihtiyaç var. Mesela 20 yıl önce dediği lafın arkasında duranlara, ‘Müziğim, ben böyle yapıyorum, kim dinlerse dinler’ gibi sözler söyleyebilenlere ihtiyaç var.” ORTAK ÇALIŞMALAR Müzisyen arkadaşlarıyla birlikte konser veren ve albüm çıkaran Ortaçgil, “ortak çalışmayı bir medeniyet işi” olarak değerlendiriyor. Teoman’la birlikte 2004 yılında verdikleri ve geçen aylarda yayımlanan konser kayıtları, Ortaçgil’in birlikte üretim anlayışının bir sonucu. Bülent Ortaçgil, Zuhal Olcay’ın seslendirdiği iki “Başucu Şarkıları” albümünün müzik direktörlüğünü yaptığı gibi, Olcay’la çok sayıda konserde sahne aldı. Başucu Şarkıları projesi öyle sevildi ki Olcay ve Ortaçgil neredeyse ikili olarak anılmaya başladılar: “Sorun, Türk popüler müziğinde çeşitli ekollerden şarkılar olmamasıydı. Bu şarkılar Türkiye’de yapılmış en güzel şarkılar değil, bizim seçtiklerimizdi. Üçüncüsünü yapacak kadar benim bildiğim güzel şarkı yok.” DİNLEYİCİLERE PAYE... ülent Ortaçgil, kendisini pop müzik alanında görse de genellikle rock B müzik dinleyicileri tarafından takip edilir. Ortaçgil bu durumu “Benim tanıdığım rock müziği muhaliftir, dünyayı değiştirmek isteyen, itirazı olan bir müzik. Şimdi, belki rock formu kullanmıyorum ama diğer öğeler nedeniyle çok yabancı sayılmam” sözleriyle açıklıyor. Dinleyicileri Ortaçgil’i pop müzikten ayrı tuttukları gibi kendilerini de farklı bir konumda tutarlar: “Kız tavlamak için ben kullanılırım. İnsanlar beni dinlediklerini söyleyerek kendilerine bir paye verirler.” BOZBURUN’DA YENİLENME Uzun süredir, İstanbul’un keşmekeşinden uzakta, Marmaris’in Bozburun beldesinde yaşıyor. Kış aylarını çoğunlukla İstanbul’da geçirdiği bir düzen kurmuş: “Bozburun’a 1989’da gittim. Çok daha az çaldığım için benim garip bir müzikal hikâyem var aslında. Yani yaşlandıkça daha çok çalmaya başladım. Yaptığım ürünler azaldıkça daha fazla sahnede çalmaya başladım. 80’li yıllarda, yılda 510 konser vermiyordum bile. Şimdi 5060 konser veriyorum. Şimdi 78 ayımızı Bozburun’da geçiriyoruz. Müzik çalmak için, müzik piyasasına bir şekilde elimizin dokunması için İstanbul’da olmamız gerekiyor. İki yerde birden yaşıyoruz, gidip geliyoruz. Bir şeyler yazabilmek, düşünceleri boşaltmak için Bozburun bir yenilenme yeri. Yaşlandıkça artık bu büyük köykente dayanamıyoruz. Belli bir yaştan sonra daha sakin, daha yavaş dövüşen bir yer arıyorsunuz.” BÜYÜKLERİN SEÇENEĞİ Uzun süredir dinlememiş olsa da çocuklar için hazırladıkları şarkıların güzelliğini yıllardan beri Erkan Oğur’la, aile arasında hep dile getirirlermiş. Albüme “Büyükler İçin Çocuk Şarkıları” adını Ortaçgil vermiş: “Bunlar, biraz kaybedilmiş çocukluğun şarkıları. Aslında dinleyip seven büyüklerin çocuklara benimseteceği şarkılar. 10 yaşında çocuğun dinleyip de ‘İşte benim şarkım bu’ diyeceği şarkılar değil. O nedenle asıl hedef çocuklar olmasına rağmen bir ara hedef olarak büyükleri göstermek mümkün. Çünkü bu albümü, büyükler beğenirse satın alıp çocuklara dinletecek.” BAŞKA BAKIŞ Ortaçgil ve Kızılok, şarkılarında çocuklara sevgiyi, doğanın güzelliğini anlatmışlar, farklı bir dünya sunmuşlar: “Çocuklara soru sordurmak, onlara başka bir bakış göstermek istemiştik. S AMİMİ ŞARKILAR ? Şarkıları müzisyenler için de birer köşe taşı olan Ortaçgil, kendisini yalnızca “Ben şarkı yazarıyım” diye tanımlıyor: “Çok kişisel şeyler yazdım, ama bu kişisel şeyleri yazarken çok doğal ve samimi olduğum için pek çok insanla paylaştım. Müzisyenler beni her zaman sevdi, çünkü müzikal olarak bir espri taşıyan şarkılardı. Sözel olarak hepsi sağda solda duyulan şarkılardan farklıydılar. Kitleyi hareket ettirecek hiçbir şey yazamam mesela.” arihin hızlandığını burada, bu köşede çok sık dile getirdik. Bu, karanlığımızın çekildiği ve üzerimize aydınlık yağdığı anlamına gelmiyor. Ama artık ne olacağını kimsenin önceden kestiremeyeceği bir zamana girdiğimizi görüyoruz. Bu zaman, bir turnusol kağıdı gibi, bazı insanların gerçekte nerede bulunduklarını, gericiliğe, emperyalizme ne denli teşne olduklarını kendilerine de kanıtlıyor. Görmek istemedikleri yerlerde olduklarını itiraf etmek zorunda kalıyorlar. Şu sıralarda, en büyük nefretleri Türkiye Cumhuriyeti oldu. Bu halleriyle Türkiye solundan tamamen kopmuş bulunuyorlar. “1923 Projesi”, Ekim Devrimi sayesinde, onun yarattığı uluslararası konstelasyonu kullanabilecek yetenekteki kurucu babaların diplomatik zekası sonucu gerçekleştirildi. Bunu hiç önemsemiyorlar. Türkiye’nin bir “anomali” olduğu konusunda hemfikirler. Yazık. O nedenle, AKP’nin dümen suyunda, ona “sandık garantisi bile vermeye çalışan” bu kesim için, galiba dünyada emperyalizmin önerileri doğrultusunda kurulmuş her devletin tarihsel haklılığı var, sadece Türkiye’nin yok. Neden? Emperyalizmin ters yöndeki önerilerine rağmen kurulduğu ve şimdilerde içeriden işgal edildiği halde bile kendini sürdürebildiği için mi? Olabilir. Yurdunu sevmeyi, emekçi halkının mutluluğu için çalışmayı demode buluyorlar. En büyük tanrıları piyasadır. Yurtseverlik, emekçi halkını sevmek, bilime yaslanmak gibi değerlere dayanan ve Türkiye’nin ancak halkçıilerici bir iktidarın merkezi kalkınma planı doğrultusunda kurtarılabileceğini söyleyen solculara kin duyuyorlar. Trajik olan, kendilerini solcu sanmalarıdır. Geçmişte kabul ettikleri her şeyi, şimdi kusuyorlar. Bunların dedeleri Damat Ferit, babaları da Yeltsin ve Gorbaçov’dur. Batı’nın kustuğu uşaklar. Kusup yeniden yarattığı uşaklar. Şimdi her yerde karşımıza çıkıyorlar. Geçmişlerinde bir biçimde sola bulaştıkları için yaptıklarını solculuk olarak propaganda ediyorlar. Bunlara sadece Türkiye’nin insan malzemesi içinde rastlamıyoruz. Afganistan’da ilericiaydınlanmacı bir Afgan rejimi Batı’nın milyarları sayesinde şeriatçılar eliyle ve Sovyetler ile birlikte imha edilirken, onlar birer “demokrasi mücahidi” olarak oradaydılar. Irak’taki utanç hükümetinde Kürtler ve Irak Komünist Partisi adıyla görev aldılar. Yugoslavya bin parçaya ayrılırken çok önemli görevleri vardı. Yani dünya bin parçaya ayrılırken bu “tür”, hep görev başındaydı. ??? Bunlar her yerdedir. Türklerden veya Kürtlerden çıkması kimi şaşırtabilir? Ama galiba şu sıralarda en büyük düşmanları, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş ve yaşatmış olanlardır. Ülkeyi “babalar gibi” T BÜLENT DİKMENER Ç EKİRDEK SANATEVİ: “ Küçükkaya ve Dündar’a ödül İ’ ‘MÜZİK PİYASASI BİTT rtaçgil, “müzik piyasasının bitmiş durumda” nlar hak olduğunu söylerken “İnsa hak ve ar orl şıy ettiği gibi ya r” diye ettikleri müziği dinliyorla iyor: ed m sitemli bir ifadeyle deva ek lem din y “Herkes yeni bir şe lini de be n nu bu istiyor, ama yok. ödemeye razı hiç kimse bir a şk Dolayısıyla müzisyen ba a ne am , da un şey yapmak durum .” rum iyo em bil yapacak Haber Merkezi Cumhuriyet Gazetesi Yazıişleri Müdürü’yken kaybettiğimiz Bülent Dikmener’in anısına 28’incisi düzenlenen “Bülent Dikmener Ödülü” sonuçlandı. Bülent Dikmener Haber Ödülü’nü Uğur Dündar kazandı. Gazetemiz muhabiri Aykut Küçükkaya da Jüri Özel Ödülü’ne layık görüldü. Müfit Alacalı, Yalçın Bayer, Fikret Dağlıoğlu, Orhan Erinç, Yalçın Eryalçın, Doğan Katırcıoğlu, Ergin Konuksever, Turgay Olcayto, Deniz Som, Yılmaz Tunçkol ve Ulvi Yanardağ’dan oluşan seçici kurul, Uğur Dündar’ı “Dadı Ajansında İbretlik Sohbet” başlığıyla 2 Mayıs 2006’da Hürriyet gazetesinde yayımlanan haberiyle ödüle değer gördü. Aykut Küçükkaya, Cumhuriyet gazetesinde EkimAralık 2006 tarihleri arasında yayımlanan “Yimpaş Dosyası” seri haberleriyle “Jüri Özel Ödülü”nü aldı. Geçen aylarda kaybettiğimiz gazeteci Turhan Narler adına bu yıl ilk kez konulan “Yerel Gazetecilik Ödülü” ise Çanakkale’de yayımlanan Olay gazetesinde çevre sorunlarını işlediği haberiyle Mehmet Celen ve Çorlu’da yayımlanan Devrim gazetesinde, “Çorlu Park Evleri” başlıklı haberiyle Erdal Özcan arasında paylaştırıldı. Ödüller, 18 Mayıs Cuma günü Bülent Dikmener’in doğum yeri olan Çanakkale’de düzenlenecek bir dizi etkinlik çerçevesinde sahiplerine verilecek. 80’li yıllarda Türkiye’de ana mecra dışında müzik çalınması çok zordu. Fikret’in çok dâhice düşüncesiyle Çekirdek Sanatevi’nin esprisi şuydu: 2030 kişinin dinleyebildiği bir dinleti ortamı kaydediliyor ve dinlemeye gelen insanlara bu kayıtlar veriliyordu. Yani bilet parası o kasetlerdi aslında. Çekirdek’te çok geniş bir müzik panoramasından insanlar bir araya geldiler ve çaldılar. 3040 albüm yayımlandı o seanslarla ilgili. Erkan Oğur, Yeni Türkü, Ezginin Günlüğü, Grup Gündoğarken gibi daha sonra müzik piyasasında yer alan müzisyenler orada deneysel şeyler yaptılar. Şu anda Çekirdek Sanatevi gibi bir oluşum yürütülemez. Birincisi, artık kitlesel dışı müzik bulmak zor; ikincisi, o dönemler telif yasaları işlemediğinden kaset çıkarmak çok basitti. Şimdi ise bakanlık, bandrol, izin işleriyle dolu, çok uzun bir prosedürü var. Kötüleyerek söylemiyorum, bunlar müzisyenlerin yararına, ama pratik olarak Çekirdek’teki gibi çalışmaları engelleyen uygulamalar. O ”