23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

14 Bu yıl ikincisi düzenlenen Uluslararası İşçi Filmleri Festivali, “Yoksulluk, Direniş, Umut” ve “Anlattığın kendi hikâyendir” sloganlarıyla yola çıktı. Hikâyeler aynı, coğrafyalar farklıydı. Neoliberalizme karşı direniş öykülerini, işçi sınıfının yaşam koşullarını ve sorunlarını konu alan filmler, emeğin cephesinden sinema perdesine yansıdı. C Filmleriniz neyi anlatıyor? Tami Gold: Yeni filmim New York’taki polis terörü üzerine; üç annenin dramını anlatıyorum. Onlar değişim geçirdiler, çünkü polis saldırılarına kurbanlar vermiş, sessiz kalmayıp örgütlenmişlerdi. Normal, kendi halinde insanların bir anda nasıl aktivistlere dönüştüğünü gözlemlemek gerçekten heyecan vericiydi. Gerardo ve ben bir eğitim sendikasının üyesiyiz ve “Ülke, Yağmur ve Ateş: Oaxaca Raporu” filmini Meksika’dan ABD’ye döndüğümüzde, tanık olduklarımızı dünyaya duyurmak için yaptık. Öncelikle sana sormak istiyorum, Oaxaca’da olanları biliyor musun? Mayıs 2006’daki öğretmenler grevinden bahsediyoruz sanırım... Tami Gold: Evet, o. Gerardo ve ben bu grev süre röportaj YORUM ÖZTİN AKGÜÇ 18 MAYIS 2007 CUMA Dikkat lerinde kamuoyuna mal bildiriminde bulunurlar. Bu mal bildirimine en az ikinci dereceye kadar kan ve sıhri hısımlar da dahil edilir.” Seçim tarihi konusundaki tutum da iyi niyetten tümüyle yoksun. Önceleri erken seçim yok; seçim zamanında, 4 Kasım’da yapılacak diye açıklandı. Şimdi alelacele temmuza alınıyor. O zaman şu soruyu sormak hakkımız: “Temmuz 2007’de seçim yapacağına Nisan 2007’de seçim yapılsaydı da bu gerginlikler yaşanmasaydı. Üç ay için mi bu tür gerginlikleri yaşıyoruz ve yaşayacağız?” Temmuzda katılımın az olmasının AKP lehine olacağı art düşüncesiyle tüm bu düzenlemeler yapılıyor. AKP’nin önde gelen yandaşları maddi, manevi nimete gark oldu, iktidar döneminde bunu yitirmek istemiyorlar. Seçim kazanmak için etik olmayan girişimlerde bulunuyorlar. Kaygım seçim sırasında, sayımda, tutanağa geçirilişte, bindirilmiş kıtalarla seçimin güvenliğine, dürüstlüğüne gölge düşürecek bazı oyunların oynanması olasılığından. Bu nedenle kiminle konuşsam, uyarıyorum. Aman özellikle varoşlarda sandık emniyetinde, sayımda dikkatli davranmalı diye... Günümüzün sahte demokratları pek dile getirmiyorlar, ama 1957 seçimindeki olaylar unutulmamalı, benzer olaylar olabilir. Sandık emniyeti konusunda yalnız gözlemci olacak halka değil, sandık başkanlarına, yargıçlara büyük görev düşüyor. Seçime düşebilecek bir gölge, şaibe gerginliği alevlendirir. İki tanı, öngörü doğru çıkmıştır. Emperyal, yayılmacı dış güçler ve onların yerli işbirlikçileri, demokrasi maskesi altında AKP’yi desteklemektedirler. Herhalde kendilerine daha iyi hizmet edecek başka bir seçenek bulamadıklarından. İkincisi biçimsel demokrasinin, emperyal düzenin siyasal meşrulaştırma aracı olmasıdır; kimse refahın demokratikleşmesinden söz etmiyor. Belki seçim sırasında dağıtılacak erzak paketlerini, refahın demokratikleşmesi olarak görüyorlardır. Aman dikkat, miting yapmak değil, sandıkta sonuç almak önemlidir. Soldan sağa: Rahul Roy, Carl Bryant, Tami Gold, Gerardo Renique. Fotoğraf: Uğur Demir İşçisin, işçinin filmini yap... Ali Deniz USLU İşçi Filmleri Festivali ilk kez 1994 yılında San Francisco’da düzenlendi. O yıldan sonra her yıl 5 Temmuz’da başlayan ve bir ay süren kültür ve film festivali “Laborest” olarak anılıyor. Festival tarihinin özel bir anlamı var, San Francisco’da, 5 Temmuz 1934’te “Kanlı Perşembe” olarak anılan ve liman işçilerinin grevini destekleyen iki işçinin öldürüldüğü gün. Türkiye ise bu yıl Uluslararası İşçi Filmleri Festivali’nin ikincisini gerçekleştirdi. 17 Mayıs tarihlerinde 20 ülkeden 40 film üç şehirde eşzamanlı olarak gösterildi. Festivale katılan Hintli, Perulu ve Amerikalı yönetmenler de vardı. Biz de festivale “Güzel Şehir” filmiyle katılan Hintli yönetmeni Rahul Roy, “Ülke, Yağmur ve Ateş: Oaxaca Raporu” filminin yönetmeni Perulu Gerardo Renique, yardımcısı Amerikalı Tami Gold ve festivale konuşmacı olarak katılan Amerikalı bağımsız televizyon programı yapımcısı Carl Bryant ile işçi filmleri üzerine konuştuk. İşçi ve sınıf mücadelesini anlatan festivallerin misyonundan bahseder misiniz? Rahul Roy: İşçi sınıfı ve emeği, günümüzde iyice görünmez oldu. 1970'lerin ve bu günün medyasına baktığımızda işçi sınıfının ve emeğin hayaletleştiğini rahatlıkla görebiliriz. Medyanın küreselleşme yanlısı haber politikaları ve televizyondaki dünya, yoksul ve işçi sınıfı karşıtı bir hal aldı. Bir yandan da işçilerin hayatları ve emek gittikçe politikleşiyor. Onları beyazperdeye yansıtmak tarihi bir görev. Festivaller ise televizyonun dışında bırakılan farklı görüntülerin olduğunu insanlara hatırlatıyor. Biz de muhalif görüntüler yaratıp, dünyadaki yoksulların gündelik hayatını mümkün olduğunca çok izleyiciye ulaştırmak istiyoruz. Gerardo Renique: Toplumların bu tarz filmleri üretmesi, çoğaltması ve yayması için birlikte çalışmaları gerekli. Bunu “militan sinema” olarak değerlendirebilir miyiz? Tami Gold: Ana akım dışındaki her şey militan sinemadır. Bu diğer tüm alanlar için de böyledir. Rahul Roy: Bilgi teknolojisi sayesinde olup bitenleri, sansürsüz ve hızlı bir şekilde insanlara ulaştırmanın yolunu bulduk. Artık olanaklarımız sınırsız. Herkes film çekebilir ve dünyanın diğer ucuna ulaştırabilir, bu da militan sinemanın bireye inişi ve herkese ulaşması anlamına geliyor. Sinemada politikanın ve siyasetin bir sınırı var mı? Carl Bryant: Ortada bir üretim varsa o politiktir. Üreten açısından da, konusu açısından da onu izleyen açısından da. Tami Gold: Yani sinema özü gereği politiktir. Rahul Roy: Ben bu soruyu: “Sinema politik değişimin içinde mi olmalıdır?” diye algılamak istiyorum. Buna cevabım ise “Elbette, onun içinde olmalı, onu takip etmeli”! şerek esnekleşmesini ve taşeronlaşmasını konu alıyorum. Bu değişime maruz kalan farklı iki kuşatan ailelerin içine girip, değişim, küresel olgu ve başkalaşımı gözlemledim. İşsizlikleri, ekonomileri, hayata dair pek çok şeyi beraber yaşadık. Cinsler arası hiyerarşileri de bu düzlemde toparlamaya çalıştım. Bahsettiğim işçiler şehirden 25 km. uzakta belli yaşam alanlarında zor şartlarda yaşıyorlar. Bir gecede yaşam alanları buldozerlerle yıkılıp, dağıtılabiliyor. Yeni hayatlara başlamak zorunda kalıyorlar. Çözülme ve yeniden yerleşim, yeni bir hayat kurma benim filmlerimin asıl çıkış noktası. Latin Amerika'da genelde sol iktidarda. Sinemanın bu değişime, bu değişimin de sinemaya etkisini nasıl görüyorsunuz? Gerardo Renique: Sinema, Latin Amerika’daki toplumsal dönüşümün bir parçası, yapımcılar da oradaki her şeye tercüman oluyorlar. Çünkü herkes gibi baskıları yaşıyor, diktatörlüklere direniyorlar. Mesela Bolivya’da gerilla filmleri yapan çok spesifik bir grup var. 1970’li yıllarda Arjantinli yönetmen Fernando Solanas vardı, bir filminde “Filmi izleyenler, yalnızca izleyici olarak kaldıklarında haindirler” diyor ve filmini izleyen herkesin dışarı çıkıp bir otobüs yakmasını bekliyordu. Sanırım militan sinema bu olmalı. Latin Amerika’daki sol hareketinin mayasında da bunlar var. Tami Gold: Aslında bu Amerika’da bu 1930’lara dayanıyor. Amerikan Komünist Partisi’nin bu konuda önemli deneyimleri olmuştu. İşçiler örgütlenmek için 16 mm. filmleri ve araçları çok uzun süre kullanmışlardı. 1950’lilerde yapılmış “Dünyanın Tuzu” diye bir film var. Bu film McCarthy döneminde yasaklandı, müziği de yok edildi. Her şeye rağmen Amerika bile bu tarz örneklerle dolu. Filmler, film yapımcıları, yönetmenler kendi başlarına hiçbir şey ifade etmiyorlar. Bu açıdan film yapımcıları birer örgütleyici olarak düşünülebilir, onlar fırsat sunar, gerisi izleyiciye kalır… 1 Mayıs'ı Taksim’de biber gazı ile karşılamışsınız... Carl Bryant: Hayatımda pek çok mitinge aktivist olarak katıldım, ama buradaki bir başkaydı. Hem duygusal hem de fiziksel olarak sert bir gösteriydi. Eylemin en sert koşullarını gördüm, gazın da tadına bakmış oldum. Gerardo Renique: Carl’a hissettikleri konusunda yoldaşlık etmekle beraber bu 1 Mayıs Çin ve Pekin’de ilk defa bağımsız büyük gösterilerle kutlandı. Aynı şekilde göçmen işçiler ABD’nin dört bir yanında seslerini duyurmak için emek harcadılar. İşçiler artık politik gündemin merkezine yerleşmek istiyorlar, böyle bir talepleri var, demokratikleşme sürecinde de mücadelenin merkezinde olmayı arzuluyorlar. Rahul Roy: İşçi sınıfının eyleme gitmesi “hediye” değil, alınan bir şeydir, anlamlıdır. Aslında bunlar demokratik haklardır. İşte o yüzden sosyal demokrasinin tekrar gözden geçirilmesi gerekiyor. Bizler de böyle amacın ve uğraşın parçası olarak İstanbul’da olmaktan çok mutluyuz. Rahul Roy’un “Güzel Şehir” filmi de festivaldeydi. az sıcağında sıcak geçecek bir seçim bekliyor bizi. Seçime düşecek bir şüphe, şaibe, sıcağı aleve çevirebilir. İyi niyetten yoksun olduğunu her davranışı ile ortaya koyan bir AKP iktidarı var. Cumhurbaşkanlığı seçiminde birinci tur oylamada milletvekili pazarlıkları sürerken oylamada ayak sürümeler, ardından alelacele bir anayasa değişim önerisi, hatta yaz ortasında seçim ısrarı AKP’nin ne denli iyi niyetten yoksun olduğunu kanıtlayan son olaylar. Gerçekten anayasada ciddi bir değişiklik isteniyorsa, geçen en az 54 ayda bu gerçekleştirilebilirdi. En son milletvekili seçilme yaşı 25’e indirilirken, Cumhurbaşkanı’nı halkın seçmesine yönelik bir düzenleme de yapılabilirdi. Cumhurbaşkanlığı seçiminin 2007 nisan ya da mayıs ayında yapılacağı biliniyordu. Halk, bir sistem değişikliği olur mu olmaz mı, bu soruyu pek irdelemeden Cumhurbaşkanı’nı kendisi seçmek istiyor. Böylece bir halk avcılığı ile halka hoş gözükmeye çalışılıyor. Anayasa değişikliği seçime yetişmezse, dönüp halka, “Egemen güçler sizin Cumhurbaşkanı seçmenizi engellediler” yakınması ile siyasal rant elde etme peşinde AKP iktidarı. Bu konuda ciddi ve samimi olan, çok önce bu değişikliği TBMM’ye getirir, tartışmaya açar, değişikliği sağlardı. Milletvekili transferi, pazarı, ayartmalar, satılmışlığın, çıkarcılığın “demokrasi, görev yapıyoruz, ülkeye hizmet” alalaması ile sunulması, ne yazık ki ülkemiz demokrasisinin hatta insan saygınlığının yüz karası. Ne yazık ki bu yüz kızartıcı olaylar, hemen hemen her dönemde gözleniyor. Bir vatandaş olarak şöyle bir öneride bulunmak istiyorum: “Bir parti listesinden milletvekili seçilen kişi, partisinden istifa edip başka bir partiye geçemez, ancak bağımsız olarak görevini sürdürür; izleyen seçimde de başka bir partiden milletvekili adayı olarak gösterilemez.” Şeffaflıktan, saydamlıktan söz ediyoruz. Bu bağlamda şöyle bir öneride bulunabiliriz: “Milletvekilleri, göreve başladıklarında ve görevleri sona erdik Y “Oaxaca Raporu” festivalin açılış filmiydi. cinde oradaydık, yalnızdık. Acilen bu gerçekleri belgelemeliydik. Gerardo Renique: Bu film, Oaxaca’daki insanların sesi oldu. Çünkü onların seslerine medyada ve gazetelerde yer yoktu. Carl Bryant: Benim filmin burada gösterilmiyor, ama ben de ondan bahsetmek isterim. Filmim, geçen yıl Amerika’da postacılar sendikasının bir üyesinin yöneticisini öldürüp, intihar etmesini ve sonrasını konu alıyor. Zaten ben hep mektup taşıyıcıların hikâyelerini anlatıyorum. Rahul Roy: Filmim “Güzel Şehir”de şu anda Hindistan’da ve tüm dünyada görünen emeğin küreselle Küresel ısınma hasta ediyor Prof. Dr. Öztürk, enfeksiyon hastalıklarının artacağını belirtti ANKARA (ANKA) İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Mikrobiyoloji Kliniği’nden Prof. Dr. Recep Öztürk, küresel ısınmanın enfeksiyon hastalıklarını artıracağına işaret etti. Prof. Dr. Öztürk Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü Dergisi’nde yayımlanan “Küresel Isınma ve Enfeksiyon Hastalıkları” başlıklı makalesinde, tıptaki ilerlemelere rağmen hastalıkların büyük bir sorun olduğunu belirtti. Son 2030 yıl içinde yeni enfeksiyon hastalıklarının tanımlandığına değinilen makalede, yeniden önem kazanan bu hastalıkların dünyada pek çok ülkede artış gösterdiği bildirildi. Son yüzyılın insanlık adına en büyük gelişmelerinden biri olan antimikrobiklerin gelişigüzel kullanılmasının etkenlerde ciddi bir direnç oluşturduğu ve “Antibiyotik çağının sonuna mı geldik” sorusunu ciddi şekilde gündeme taşıdığı ifade edilen makalede, bu konuda da önlem alınması gerektiği kaydedildi. Ayrıca küresel ısınmanın tüm dünyada sıcaklığın sistematik bir biçimde artması anlamına geldiği belirtilerek “Küresel ısınma, insanlık için değişik felaketlere neden olma yanında, enfeksiyon hastalıkları sıklığı ve etkenlerini de etkileyecektir” denildi. esaplamadım ama AKP yönetiminin son üç yılındaki yazılarımın çoğunun siyasal içerikli olduğunu tahmin ediyorum. Bu yazıların birçoğu da bu partiyle ve lideriyle ilgilidir… Yirmili yaşlarımdan bu yana, demek ki kırk yıldır, içinde ve taraf olduğum Türkiye siyaset yaşamının hiçbir döneminde, şu son birkaç yılda olduğu ölçüde gerilip sıkılmadım. 1960’lı yıllarda, solcuların soluk alıp verişlerini dinlemekle övünen, dönemin içişleri bakanlarından bir Faruk Sükan vardı. O günlerin en çok sıkıntı veren kişisi oydu. Sonra CKMP, MHP, Türkeş sorunuyla karşılaştık… H CUMARTESİ YAZILARI ATAOL BEHRAMOĞLU lık, açıklık, belirlilik vardır. Yerler, saflar, taraflar bellidir. Fakat bu kez böyle olmadı… ??? Ben, yukarıda sıraladığım AKP öncesi siyasal dönemlerin hiçbirinde, Türkiye’nin parçalanacağı, dünya haritasından silineceği gibi bir duyguya kapılmadım… Cumhuriyetin değerleri hiçbir zaman, bu ölçüde bir kararlılık ve yaygınlıkla saldırıya uğramamış; tehditle, yıkımla, nefretle karşılaşmamıştı… Türkiye Cumhuriyeti hiçbir zaman Türklük alt kimliktir diyen bir başbakan görmemişti. Türkiye hiçbir zaman, IMF, AB gibi kuruluşların üçüncü beşinci sınıf memurlarının bu ölçüde hakaretlerine uğramamış; öz benliğini, kendine güvenini, onurunu hiçbir zaman bu kadar yitirmemiş, ayağa düşürmemişti… Siyaset hiçbir zaman bu kadar değersizleşmemiş, yozlaşmamış, basitleşmemiş, çirkefleşmemişti… Ve hiçbir zaman, kendi ülkesinin değerlerine bu kadar yabancılaşmış, onurunu bu kadar yitirmiş bir okuryazar takımı ortalığı Komadan Çıkarken bu ölçüde kaplamamıştı… ??? Evet… Yaşanan kâbusun uzunluğuyla karşılaştırılamayacak kadar kısa bir sürede bu kötü düş sanki sona eriyor… Komadan çıkıyor gibiyiz… Ebedi karamsar kimi dostların kuşkucu homurdanışlarını işitir gibi olsam da, ben komadan çıkmakta olduğumuza inanıyorum. İnanmaktan da öte, apaçık bir gerçeklik olarak görüyorum bunu… Saflar yeniden belirleniyor… Boğuntudan, kâbustan kurtulmuş olarak, uzun süredir ister istemez ihmal ettiğimiz ekonomiktoplumsal konulara, sorunlara şimdi yeniden, daha sıklıkla eğilmeliyiz… Solu, demokrasiyi, sosyal demokrasiyi yeniden tanımlamalı; AKP’nin toplumda yarattığı yıkıntıları da onaracak, toplumsal yaraları saracak yeni ekonomi politikaları üretmek, eğitimi hızla çağdaşlaştırmak için kolları sıvamalıyız… ABD, AB, IMF köleliğinden kurtulmuş, bağımsız, kimlikli, kişilikli bir dış politikanın Derken 12 Mart, Deniz’lerin katledilişi… Yurtdışında 4 yıl sürecek ilk sürgün yılları… 80 öncesinde siyasal cinayetler, provokasyonlar, geliyorum diyen 12 Eylül… Cezaevi dönemi ve yeniden (bu kez altı yıl sürecek) sürgün, gurbetçilik, Evren’le geçen kâbuslu yıllar… Evet, itiraf ediyorum… Bu dönemlerin hiçbirinde, cezaevi sürecinde bile, AKP iktidarından ve başkanından sıkıldığım ölçüde sıkıntı duymadım …. Çünkü zulmün bile bir mantığı vardır. Kötülükle mücadelenin kuralları vardır. Dostlar ve düşmanlar bellidir. Ölçüler yerli yerindedir. Anlamlar bozulmamıştır. Berrak yeniden oluşturulabilmesi için yapılması gerekenleri tartışmalıyız… Ve kendi adıma konuşacak olursam, “Cumartesi Yazıları”mda, şiire, sanata, edebiyata ve beni çokça ilgilendiren toplumbilimsel, felsefi konulara ya da sıradan günlük yaşama eskiden olduğu gibi, daha sıklıkla değinebilecek olmanın sevincini yaşıyorum… Komadan çıkıyoruz… Ülkenin önündeki çok ciddi sorunlar sürmekte olsa da AKP’ye karşı çok büyük bir başarı kazanılmıştır… Şimdi, AKP ve lideri ile günübirlik boğuşma zorunluluğundan ve kâbusundan büyük ölçüde kurtulmuş olarak, bu sorunları daha sağlıklı bir akılla, daha düzeyli, daha nitelikli tartışma olanağına sahibiz… Başta CHP yöneticileri olmak üzere siyasetçilerin de, yaşanan “stres”i büyük ölçüde geride bırakmış olarak, Tayyip’liArınç’lı AKP’nin konuşma düzeyinin üstüne yükselerek, üsluplarına çeki düzen vermelerini beklemek sanıyorum ki hakkımızdır… Bu arada, Tayyip Erdoğan hayranı, onun uçak ve sohbet arkadaşı, eski solcu, yeni liberal (ya da gizlemeye gerek görmeksizin açıkça sağcı) gazeteciyazar takımının, çok yakında iktidardan bir daha dönmemek üzere uzaklaşacak olan dostları konusunda bundan sonra neler yazacaklarını ise, ilgiyle ve belki ibretle izleyeceğiz… ataolb?cumhuriyet.com.tr
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear