23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

14 İşadamlarının köye dönüş harekâtı Ayşe YILDIRIM Ali Akkaş, Sıvas’ın Zara ilçesine bağlı Bolucan Köyü’nden çıkalı tam 35 yıl olmuş. İstanbul’a ayak bastığında 12 yaşındaymış. Komilikle başladığı iş yaşamında bugün Atina ve Brezilya’da şubeler açan Köşebaşı Kebap Restoran zincirinin kurucu ortaklığına kadar yükselmiş. Ama bu başarısı “birşeyler yapmak” konusunda durdurmamış onu. Bir buçuk yıl önce 15 yakın arkadaşı ve hemşehrisiyle birlikte köylerini ziyaret etmek için yola çıkmışlar. Gördükleri manzara içlerini burkmuş. “Köyler boşalmış, tükenmiş durumda. Bazı köyler bir haneye kadar düşmüş. Benim köyüm Bolucan’da bugün 8 ev, 18 nüfus yaşıyor” diyor Akkaş. 15 arkadaş kendi aralarında bir karar almışlar. Köyde ev yaptırıp, emeklilik günlerini, en azından yaz aylarını orada geçireceklermiş. Bu sırada ÇEKÜL Vakfı Başkanı Prof. Dr. Metin Sözen’le tanışmışlar. Köylerinden ve yapmak istedikleri evlerden bahsedince Sözen karşı çıkmış: “Metin bey bize ‘Yanlış yapıyorsunuz, siz oraya villa yapıp yazın tatile gideceksiniz. Öyle yapmayın gelin bu köydeki evlerin dokusunu bozmadan birşeyler yapalım. Biz size proje çizelim’ dedi. Metin beyin önerisini dinledik, bize köy evleri projesi çizdiler. Evler yapılmaya başlanınca çevre köylerden de talep gelmeye başladı. Bunun üzerine ÇEKÜL, bütün köyler birbirine benzemesin diye her köy için ayrı bir proje çizmeye başladı. Bu arada vakıfla görüşmelerimiz sürerken başka öneriler gündeme geldi. Bunun sonucunda bir ‘Kırsal Kalkınma Projesi’ diye birşey başlatalım dedik.” C söyleşi ESİNTİLER ZEYNEP ORAL ep o kahrolası duygu gelip içime yerleşiyor, boğazımda düğüm olup soluk almamı engelliyor: Boşuna bu yazılanlar, çizilenler, boşuna bu iğneyle kuyu kazmalar, boşuna bu mücadeleler, bu azimler, bu çabalar, değişen bir şey yok duygusu... Soğuk Savaş yıllarında da böyleydi, bugün de... Düzeni tedirgin edecek, iktidarın hoşuna gitmeyen, ezberini bozan düşünceleri açığa vurdun mu, artık “düşmansın”, “vatan haini”sin, hedefsin! Sokak ortasında ya da bir ormanın karanlığında birkaç kurşun, emniyet sorgusunda “pencereden düşüp ölme”, bir garaja tıkılıp dövülerek öldürülme... Önceden karar verilmiştir “suçlu” olduğuna, tehlikeli olduğuna, tehdit oluşturduğuna... Sonrası ayrıntıdır, artık linç mi olur, sürgün mü... 2 MART 2007 CUMA Sabahattin Ali 100 yaşında nop cezaevleri, orada geçirdiği süreler, insan malzemesi kadar halk şiiri geleneği açısından da çok zengindir! Ancak içinde karşı çıkışı barındıran, “isyanı” büyüten, aşkı, emeği, yurt toprağını, doğasını yücelten, insani ve vicdani bir düzeni savunan, toplumsal bir “demokrasi” özleyen yazarın yaşamını kavramak için birkaç ay önce “Sabahattin Ali’nin Romanı” altbaşlığıyla yayımlanan Hıfzı Topuz’un “Başın Öne Eğilmesin” romanı okunmalı. Bir fotoğrafı, Türkiye fotoğrafını tanımak için de mutlak ve mutlak okunmalı. (İyi ki Hıfzı Topuz var! İyi ki Hıfzı Topuz var!) 1948’de çıplak bedeni Kırklareli’nin Sazara Köyü yakınlarında bulunduğunda, öldürülüşünden iki ay sonra bulunduğunda, Soğuk Savaş yıllarıdır... Amerika’da “Truman Doktrini”, “Marshall Kanunu” ve bunları izleyen cadı kazanı, “komünist avı”... ABD kararlıdır: Dünyanın neresinde olursa olsun sosyalist düşünce ezilecek, yok edilecektir. “Komünist avı” Türkiye’de her tür sol düşünceye saldırı, imha girişimleri ve faşizmin palazlanmasına yol açacaktır. Sabahattin Ali’nin Komünist Parti’yle hiçbir ilişkisi yoktu. O yalnızca özgür bir ortamda çalışmak, öykülerini, romanlarını yazmak istiyordu. SOLA KARŞI STRATEJİ Hıfzı Topuz’un şu saptaması önemli: “Sabahattin Ali bizde yeni emperyalizmin ilk kurbanı olmuştur. Bu cinayeti daha sonraki yıllarda bağımsızlığı, laik ve demokratik düzeni savunan Atatürkçülerin öldürülmesi izlemiştir. Doğan Öz, Bedrettin Cömert, Abdi İpekçi, Cavit Orhan Tütengil, Ümit Kaftancıoğlu, Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Turan Dursun, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı cinayetleri hep aynı zincirin halkalarıdır. Sabahattin Ali olayı tek başına ele alınamaz. Bu cinayet, sola karşı tezgâhlanan bir stratejinin ilk ürünüdür.” Bu strateji bugün de devam ediyor... 301. maddeyi tartıştığımız bugünlerde de devam ediyor... Yıllardır Sabahattin Ali cinayetinin aydınlanması için haykıranların sesleri, hep derinliklerde, karanlıkta boğuldu. CHP milletvekili Mustafa Gazalcı’nın TBMM Başkanlığı’na sunduğu soru önergesi ve önerileri yok sayıldı. Bugün hâlâ Sabahattin Ali’nin, Emniyet’teki sorgulamada işkenceden, dayaktan mı öldürüldüğü, yoksa Bulgaristan sınırına ulaşmaya çalışırken mi vurulduğu bile belli değil. Tetikçinin “Milli Emniyet”le ilişkisi, orada görevli olup olmadığı belli değil... Ama belli ve kesin olan, cinayetin “vatan sevgisiyle” işlendiği, “vatana hizmet” adına işlendiği... Sabahattin Ali 100 yaşında... “Türkiye bir hukuk devletidir” düşünü, düşüncesini içlerinde hâlâ barındıran var mı? Eğer varsa, bu cinayetin peşine düşmek her birinin, her birimizin görevi. Cinayetin üzerinden neredeyse 60 yıl geçti. Artık hiçbir belgenin gizliliği, “devlet sırrı” özelliği kalmamış olsa gerek... Ve asla geç değil... Sis perdesinin aralanması, karanlığın aralanması, bundan sonraki karanlıkları yırtmaya yönelik bir adım olabilir... www.zeynep@zeyneporal.com H YAŞAMIN BAHARINDA 25 Şubat 1907, Sabahattin Ali’nin doğduğu gün. Kısacık yaşamına, 41 yıllık ömrüne sayısız öykü, roman, şiir, deneme, eleştiri, makale, çeviri, eğitmenlik, dergi yayıncılığı sığdıran; ülkesini seven; ezilenden, sömürülenden yana tavır alan, haksızlıklara karşı çıkan, daha güzel, daha özgür, daha eşitlikçi bir dünya ve ülke düşü kuran Sabahattin Ali yüz yaşında... Nâzım Hikmet’e göre Türk edebiyatının ilk devrimci gerçekçi hikâyecisiydi. Üzerine birçok inceleme yazmış eleştirmenler, edebiyat kuramcıları onun “Öncü” niteliğini vurgularken, kendinden önceki yazarlardan aldığı mirası gelecek kuşaklara aktarırken özellikle öykücülüğümüzde çıtayı nasıl yükselttiğini belirtirler. Sabahattin Ali, yazmak için yaşar; yaşadıklarını yakından tanıdığı, bildiği Anadolu gerçekleri, Anadolu insanının gerçekleriyle bütünler. Bu malzemeyi kendi düş gücüyle harmanlar, eşsiz bir ustalıkla yeniden kurgular ve en yalın, en dolambaçsız ve sahici bir dille bize aktarır. “Toplumsal gerçekçi” nitelemesi, bence onun öykülerini, hele hele “Kuyucaklı Yusuf” romanını tanımlamakta yetersiz kalır. Gerçeklik, düş gücü ve kurgu, bunları kendi düşünceleri ve gözlemleriyle iç içe yoğurması, yalnız toplumsal ve sınıfsal gerçeği ortaya koymaz, insanın özünü, bireyin gerçekliğini, insanı insan yapan değerleri de bilincimize yerleştirir. Onun ele aldığı insanlar, ezilen, sömürülen, hakkı yenen Anadolu insanıdır, köylü ve işçi sınıfıdır. Yaşamının baharında, 41 yaşında, hunharca katledilmesi, her şey bir yana, Türk edebiyatı için de en büyük kayıplardan biridir. (Şu birkaç tümceyi yazarken sık sık kitaplığıma gidip 60’lı yıllarda Varlık Yayınları’ndan çıkmış, Tahir Alangu’nun geniş kapsamlı önsözü ve avuç içi boyutlarıyla içimi ısıtan Sabahattin Ali Tüm Eserleri dizisini okşayıp duruyorum... Onların hemen yanı başında, kitaplığıma yeni eklenen Hıfzı Topuz’un Remzi Kitabevi’nden çıkan “Başın Öne Eğilmesin”i.) Sabahattin Ali’yi en iyi tanımanın yolu, hümanist düşüncesini, yazma tutkusunu öğrenmenin yolu, onun kitaplarını okumaktan geçer. Bugün dillerden düşmeyen şarkılara, türkülere dönüşen, çoğu kez “anonim” sayılan, öyle bilinen şiirlerin de yazarıdır o. (“Leylim Ley”den “Dağlar”a, “Aldırma Gönül Aldırma”ya, daha niceleri...) Konya ve Si TOPRAK ANALİZ EDİLİYOR.. Bunun üzerine vakıf, köyü araştırmaya başlamış. Hava, su, toprak analizleri yapılmış. Bu topraklarda en iyi hangi meyve, sebze yetişir, nasıl bir tarım ve hayvancılık yapılır, hepsinin raporları çıkarılmış. Proje bir köy ile başlamış ama çevre köylerden de talep gelince üç köye çıkarılmış şimdi 67 köye çıkarılması gündemde. Ali Akkaş, en fazla iki yıl içersinde sonuçlanması planlanan projelerini anlatıyor: “Amacımız köyleri yeniden yaşatmak. Tersine göçü teşvik etmek. Çekül Vakfı’nın raporları doğrultusunda her köyde uygun tarım, hayvancılık, arıcılık yapılacak. Üretilen doğal gıdalar dışarıya satılacak. Her köyden bir sorumlu seçildi. Vakıf bu sorumluları aşılamadan, üretime kadar her konuda eğitiyor. Bu arkadaşlar da köydeki insanları eğitecekler ve proje bitene kadar vakıf ile köylüler arasında dialoğu sağlayacaklar. İlk etapta Nisan ayında bin beşyüz tane meyve ağacı dikilecek köylere. Ceviz, badem, ahududu... hangi köyün toprağı neye uygunsa ona göre belirlenecek. Önümüzdeki yıl daha da genişleyecek kampanya ve on binlere ulaşacak dikilecek ağaç sayısı.” Sokak hayvanlarını yaşatalım kkaş’ın bir başka projesi de sokak hayvanları için. Ortağı olduğu Köşebaşı restoranlardan çıkan artık yemekleri en azından barınaklarda yaşayan hayvanlara ulaştırmak istiyor Akkaş. Bunun için de belediyelerle görüşmeye başlamış. Pilot bölge olarak Beşiktaş’ı seçtiklerini söyleyen Akkaş, “Eğer uzlaşabilirsek her hafta bizim restoranlarda çıkan artık yemekleri toplayıp, barınaklara göndereceğiz. Başarılı olursak ondan sonra bir kampanya haline getirmeyi planlıyoruz. Şişli ve Kadıköy belediyeleriyle de görüşüp yaygınlaştırmak istiyoruz” diyor. Sokaklarda binlerce hayvanın açlıktan öldüğünü ve kimsenin bundan haberi olmadığını vurgulayan Akkaş, birilerinin onlar için de harekete geçmesi gerektiğini anlatıyor. Hedefi büyük Akkaş’ın, ilk adımın ardından turizm otel lokantacılık derneği aracılığıyla tüm restoranlara yaymayı düşünüyor kampanyayı. “Öncelikle barınaklardaki sıkıntıları tespit etmemiz lazım. Belki restoranlardan çıkan yemekleri başka yerlere satıp oradan gelen gelirlerle ilaç ve temizlik malzemeleri sağlanabilir. Ama bunun için o yemeklerin toplanıp saklanabileceği soğuk hava depoları lazım. Bunun için araç ve veteriner kontrolünde pişirme üniteleri oluşturulması gerekli.” A YETER Kİ KÖY YAŞASIN Amaç köyü ve köylüleri kalkındırmak olduğu için şirketleşmeye kadar gideceklerini söylüyor Akkaş. Zarar ya da kar eden bir şirket. Köyde yaşayan insanların ürettiğini satacak, köylülerin de ortağı olduğu, başında profesyonel yöneticilerin olduğu şirketi bu yıl kurmayı planlıyorlar. Proje henüz başlangıç aşamasında ama yankısı büyük olmuş. İhracat yapan bazı firmalar arasında “sizin ürettiklerinizi biz satalım” diyenler çıkmış. Bazı işadamları bir ailenin ürettiği bütün malzemeleri almak için gönüllü olmuş. “Birkaç işadamı var şimdilik ama arayışlarımız sürüyor. Böylece üretimin satış garantisini de vermiş olacağız” diyor Akkaş. Bazı restoranlarla anlaşma ya da bir toptan satış projesinin de gündemlerinde olduğunu anlatıyor. Bölgeden de büyük destek ve ilgi gördüklerini ifade ediyor Akkaş: “Yerel yöneticiler projeye çok sıkcak baktılar. Elbette eksiklerimiz var. Ama önce başarılı olmak istiyoruz. Ondan sonra yerel yönetimden ve devletten de isteklerimiz olacak.” Akkaş, köyünü terketmiş Bolucanlılara “Köyünüze dönün, bakın sizin için ağaçlar dikiyoruz, yol yapıyoruz, evler hazırlıyoruz. Size ne iş yapacağınızı söylüyoruz. Dikmeniz gereken ağaçları, yetiştirmeniz gereken hayvanları veriyoruz. Kiminiz meyvecilik, kiminiz hayvancılık yapacaksınız. Korkmayın sizi öylece bırakmayacağız, hep yanınızda olacağız. Hem biz, hem de ÇEKÜL. Yeter ki gelin köyümüzü yaşatalım” diyor. Bolucan’ın örnek köy olacağını söyleyen Akkaş, başarılı olması halinde Türkiye için yeni bir kalkınma modeli yaratılacağını vurguluyor. “Köye dönüşü cazip hale getireceğiz” diyen Akkaş’ın kendi hayali de bu. Bulaşıkçılıktan patronluğa İ lkokul diplomasını alır almaz İstanbul’a ‘kaçan’ Ali Akkaş, önce babasıyla birlikte çalışmış. Yük taşımış, hamallık yapmış. Havalar soğuyunca sokaklardan kurtulmak için bir lokantada bulaşıkçılığa başlamış ardından komilik derken, İstanbul’un hemen tüm kaliteli restoranlarında çalışmaya devam etmiş. Arada mesleği dışında işler de yapmış, piyano tamirciliği, odacılık gibi... 1995 yılında henüz 38 yaşındayken emekli olunca sıra kendi işini kurmaya gelmiş. Ve Köşebaşı’nın kurucu ortakları arasında yer almış. 12 yılda hızlı bir büyüme gerçekleştirmişler. Bugün 14 şubeleri olan bir zincir yaratmışlar. 2006’da Atina’da açtıkları Köşebaşı Yunan medyasında da geniş yer ve övgü almış. Bu yıl Mart ayında Brezilya’da bir şube açılacak. 5 yıl içersinde de 10 şubeye çıkartılacak. Bir çok ülkeden franchsing için teklif aldıklarını söylüyor Akkaş. İngiltere, Fransa, Almanya, ABD, İran, Dubai, Irak, Suudi Arabistan, İsrail istekliler arasında. eçen haftaki yazımı, bu sütunu solda birlik konusunda okurların görüşüne açacağımı bildirerek tamamlamıştım. Elektronik posta ve faks yolu ile beklediğimden daha çok yanıt aldım. Tek tek dikkatle okuduğum bu mesajlardan bu yazı içinde şimdilik ilk birkaç tanesini elden geldiğince özetleyerek yansıtmaya çalışacağım. Adını kaydetmemiş olduğumu üzülerek fark ettiğim bir okurum (kendisinden bunun için özür diliyorum), solda birleşmenin “hasretle beklenen” bir oluşum olduğunu, fakat bugünkü Seçim Kanunu partiler arasında seçim ittifakını yasakladığı için bunun ancak iki yolla mümkün olabileceğini yazıyor. Bu yollardan her ikisi de bir partinin, büyük olasılıkla da CHP’nin “şemsiyesi altında” bir araya gelmektir… Birinci seçenek, öteki partilerin kendilerini feshetmeleri, adaylarının CHP listesinden girip seçildikten sonra partilerini yeniden kurmaları… Sayın Baykal’ın “hülle” diye adlandırdığını anımsadığım bu seçeneğin gerçekleşmesi mesaj sahibi okuruma da pek olası görünmüyor. İkinci seçenek, şemsiyesi altında seçime girilecek partinin dışındaki sosyal demokrat ve sol partilerden toplumca tanınmış kimselerin partilerinden istifa edip bağımsız adaylar olarak (bu durumda CHP listesinden) seçime girmeleri. Okurum, bu seçeneğe de “Şemsiye sahibi parti elemanları sıcak bakar mı” diye soruyor ve başka ne yapılabilir sorusuyla mesajını noktalıyor. G CUMARTESİ YAZILARI ATAOL BEHRAMOĞLU Bir başka okurum, Mustafa Karataş, bir emekçi. Sosyal Demokrat partiler arasındaki parçalanmalardan, gidiş geliş trafiğinden başı dönmüş. Yine de bugün için “tek adres” CHP’dir diyor ve bu parti nasıl “çekim merkezi” yapılabilir diye sorarak kendi sorusunu yanıtlıyor. Sayın Karataş’a göre bunun yolu, ekonomi, sosyal demokrasi ve ulusalcılık alanlarında toplumca tanınmış kimselerin, bu konuların uzmanlarının CHP listelerinden Meclis’e girmelerinin sağlanması… Sayın Karataş örnekler de veriyor. Buna göre, sözgelimi, CHP kurmaylarının yanı sıra ekonomi alanından Erdinç Yeldan, Hurşit Güneş vb, sosyal demokrasi alanından Ercan Karakaş, Seyfi Okyar vb. “ulusalcı”lardan Mümtaz Soysal, Erol Manisalı, Zekeriya Temizel vb. daha birçok tanınmış uzman CHP listelerinden Meclis’e girmelidir… Ankara’dan yazan 24 yaşındaki üniversite öğrencisi Kâmil Alantor’un mektubundan bir bölümü aynen alıyorum: “Sayın Ecevit’in cenazesinde müthiş bir kalabalık vardı. Ben Ankarayı hiç böyle görmemiştim. Baykal için de bence fırsat anı buydu. Ani bir kararla bütün olumsuzluk Okurdan Solda Birlik Mesajları… lara rağmen risk alıp; DSP ile partiyi birleştirirdim. Sonra da o kürsüye Zeki Sezer’le birlikte çıkardım. İliklere işleyen bir konuşmayla da aşılmayacak engel kalmazdı. O günkü sinerji bir çığ gibi büyürdü. Şimdi de biz çok farklı şeylerden bahsediyor olurduk. Şimdi tek yol, benim de sempati duyduğum, herkesin burun kıvırdığı o küçük sol partileri birleştirip (tabiî ki düzgün; demokratik ve halkçı bir programla) Sayın Baykal’ı mecbur bırakmak. Maalesef başka çare ve kaybedecek hiçbir şeyimiz yok. Bu ülke bunları hak etmiyor.” Yine bir üniversite öğrencisi, Elbistan’dan yazan İlker Yıldırım partiler arasında bir ittifakın ancak iki turlu seçim sistemlerinde oluşabileceğini, yüzde10 barajı nedeniyle de bugün için oy verilmesi gereken partinin CHP olması gerektiğini söylemekle birlikte bu partiyi tam anlamıyla bir eleştiri bombardımanına tutuyor. Özetle: Gündemi AKP değil CHP oluşturmalıdır. Ulusal ve yerel olarak iki program oluşturulmalı, ulusal sorunların yanı sıra en küçük yerleşim birimlerine kadar ülkenin sorunlarının bir çizelgesi çıkarılarak somut çözüm yolları önerilmelidir. CHP kad roları göz doldurmalı, en çok izlenen TV kanallarına ve programlara (spor programları da içinde olmak üzere) sürekli olarak tanıtıcı reklamlar verilmelidir… İstanbul’dan yazan Zeynel Kip, “tek çıkış yolu”nu, tek çözümü, yıpranmış isimlerin bir araya gelmesi için boşuna harcanan çabada değil, aydınların önderliğinde bir “sol manifesto” düzenlenmesinde görüyor. Bu “manifesto”da, öncelikle kuramsal olarak solun ne olduğu tanımlanmalı, sağın yol açtığı yıkımlar sergilenmelidir. “Bu hareketin çıkış yeri, zemini ve çatısı”nın CHP olduğunu düşünen Sayın Kip sözlerini şöyle sürdürüyor: “ bugünkü parti yönetimi buna engel olabilir, ama bunu halka anlatabilirsek inanıyorum ki bu yönetim boyun eğecektir. İşte o zaman solda birleşme umudu da doğar…” ??? Yukarıda özetlemeye çalıştığım (ve ön elemesiz, sadece geliş sırasına göre ayırdığım) elektronik mektuplarda ileri sürülen düşünceler bunlar. Her birinde tartışılacak yönler bulunduğu kuşkusuz. Fakat bence asıl önemlisi, hepsindeki ortak noktaları görmektir. Bu mektuplarda CHP hem adres olarak gösterilmekte, hem ağır biçimde eleştirilmektedir. Hepsinde ortak olan bir başka yön, solda birlikteliğin, şu ya da bu yöntemle, fakat mutlaka başarılması gereken yaşamsal önemde bir olgu olarak altının çizilmesidir. Solda birliktelik konusunda gelen ve gelebilecek mektupları, mesajları özetleyerek yansıtmayı sürdüreceğim… ‘5 Vakit’e ödül li filmine verildi. Eser 15 yaşında aile içi bir tecavüz nedeniyle hamile kalan PARİS “13. Vesoul genç bir kızın İran topluUluslararası Asya Filmlemundaki olağanüstü serüri Festivali”nin büyük venini işlemiş. ödülü “Cyclo d’Or”un bu Batı dünyası ve Franyılki sahibi “Out of Sight / sa’nın en önemli Asya Gözden Irak” başlıklı filEserleri Müzesi’nin Film miyle İsrailli genç yönetjürisi “Guimet Müzesi” men Daniel Syrkin (36) olödülünü, ‘görüntü ve ses du. Moskova doğumlu Reha Erdem arasındaki istisnai uyum Syrkin ilk uzun metrajlı filbaşarısı’ gerekçesiyle Reha minde, bilinmeyen bir neErdem’in “5 Vakit” isimli denle intihar eden yakın filmine verdi. çocukluk arkadaşının davranışını araşFestival süresince 30’u Fransa’da ilk tıran kör bir genç kadını anlatıyor. kez gösterilen 70 filmi 23 bin kişi izleJüri Büyük ödülüyse yine bir tabu di. Vesoul’de ödül kazanan tüm filmkarşıtı esere, İranlı kadın yönetmen, ler 1416 Mart tarihlerinde Paris Uluyazar ve senaryocu Mona Zandhi sal Asya Sanatları Guimet Müzesi’nde Haghighi’nin “On a Friday Afternogösterilecek. on / Bir Cuma Öğleden Sonrası” isimUğur HÜKÜM ataolb?cumhuriyet.com.tr
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear