25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

5 EKİM 2007 CUMA H A L K L A İ L İ Ş K İ L E R C İ ekonomi G Ö Z Ü Y L E PARİS’TEN C ‘Tek Tip Plaka’ yacak uygulama bir anlamda toplumda küçük bir devrim yaratacak. Ouest France gazetesinin geçtiğimiz hafta sonu yayınlanan pazar ekinde açıklanan bir kamuoyu araştırmasının sonuçlarına göre Fransızların yüzde 64’ü bu gelişmeden hiç memnun değil. Özellikle de kadınlar ve kırsal alanlarda yaşayanlar. Kadınların yüzde 67’i, taşralıların da yüzde 70’i karşı çıkıyorlar. Erkeklerin yüzde 61’i yeni tipten memnun kalmadıklarını söylerken, bu oran Parislilerde yüzde 51’e kadar düşüyor. Ama kim ne derse desin, hükümet 40 milyonu aşkın motorlu taşıtın kayıtlı olduğu bu alanda köklü bir değişiklik yapmakta kararlı. Her yıl yaklaşık 3 milyon yeni araç trafiğe girerken, 6 milyon araç da e1 değiştiriyormuş. 13 milyon yeni araba kağıdı düzenleyen resmi makamlar ellerinde 150 milyon dosya olduğunu ileri sürüyorlar. *** 5 yılda tamamlanması öngörülen bu değişim sürecinin 1 Ocak’ta başlayacak ilk aşamasında önce yeni arabalar ve tüm motorlu çifte tekerler “tek tip plaka” alacaklar. 1 Mart’tan itibaren satış veya taşınma nedeniyle değiştirilmesi gündeme gelen vasıtaların kimlik ve dolayısıyla plakaları değişecek. 1 Haziran’da başlayacak son aşamadaysa 1 Ağustos’tan önce geri kalan vasıtaların hepsi yeni plakalarına kavuşacaklar. Diplomatik, askeri, güvenlik gücü gibi çok özel kurumlar olmadığı sürece, sıradan vatandaşlara ait araçların ön ve arka plakaları sadece beyaz renkte olacak ve “AA123AA” modelini izleyecekler. AB standartlarına uygun olarak hazırlanacak plaka 7 karakterli olup, kronolojik sıralamayla dağıtılacak. Taşıt istediği kadar el ve yöre değiştirsin, yaşadığı veya Fransa dışına çıkmadığı sürece plakası değişikliğe uğramayacak. Yetkili makamlar özlem çekenlere, nereli olduklarını ille sergilemek isteyenler için kapıyı hafif aralık bırakmışlar. İsteyenler plakaların sağ yanındaki AB rumuzunun simetrisine, AB simgesini aşmayan boyutta yerel kimliklerini belirten bir işaret, logo veya yazı ekletebilecekler. Hadi yine bölge, kent şovenizmine gün doğdu… (*) http://www.interieur.gouv.fr/misill/sections/alaune/toutelactualite/demarchesadministratives/siv/view ugur.hukum@gmail.com 9 Müzayede kataloğu ve kuru incirler B ir müzayede kataloğunu inceliyordum. Yanımda çalışan Kastamonulu Rabia’ya bazı objeleri işaret ettim. “Yahu, sizin köyde böyle şeyler yok muydu” diye sordum. “Vardı efendim de biz onları kuru incire karşılık verdik” dedi. UĞUR HÜKÜM Eylül pazar günü Fransız İçişleri Bakanlığı internet sitesinden duyurulan bir habere göre 1 Ocak 2009’dan itibaren bütün motorlu araçlar için hayat boyu “tek tip plaka” uygulamasına başlanacak. Önlem, ülkede kayıtlı 36 milyonun üstünde motorlu taşıt sürücüsünü ilgilendiriyor. Bu uygulama AB bütünleşmesi sürecinde pratik olduğu kadar önemli bir adım da niteleniyor. Bakanlık, pratik amacı şöyle özetliyor: “Tüketicilerin resmi işlemlerini basitleştirmek. Vasıta kayıtlarını daha kolaylaştırmak. Yeni bir elektronik sistemi yürürlüğe koymak.” (*) ??? Bir otomobilin resmi adı hatta kimliğinin açık yüzü diyebileceğimiz plakaların doğuşu neredeyse otomobilin tarihi kadar eski. İlk plakalar atla çekilen arabalardan motorlu taşıtlara geçişin yaşandığı 19’uncu yüzyıl sonunda Avrupa’da görülüyor. Paris Valiliği (14 Ağustos) 1893’te yayınladığı bir genelgeyle bütün motorlu taşıt sahiplerini arabalarının sol kenarına, vasıtanın sahibinin adını, adresini ve izin numarasını açık bir biçimde içeren bir plaket koymaya çağırıyor. 1900 yılında Lyon’da halka açık bir parkın, “Parc de Tete d’Or” içinde dolaşan arabaların kaldırdığı toza şiddetle itiraz edilmesi üzerine park idaresi arabalara geçici plakalar vermeye başlıyor. Bu uygulama, 1901’de Fransa’nın tümünde başlatılacak uygulamaya örnek oluşturuyor. Ülke çapında bilinen ilk uygulamaysa Hollanda’da görülüyor. 1898’de ortaya çıkan plakaların üzerinde sade birer numara bulunuyormuş. Bir yılda 1’den 168’e ulaşılıyor. Hollanda (15 Ocak) 1906’da numaralama sistemini modernleştirmeye karar verdiğinde son numara 2065 rakamını taşıyormuş. Fakat örneğin, daha 1901 yılında ABD’nin New York eyaletinde başlayan ilk uygulamayla birlikte federal devlet her eyaletin kendi numarasına sahip olmasını öngörmüş. Sonraları her ülke kendine özgü birer plaka sistemi geliştirmiş. Örneğin Fransa, İngiltere, İtalya gibi ülkelerde her vasıtaya sahibinden bağımsız bir numara verilirken, ABD, Belçika, İsviçre ve benzerlerinde plaka numarası araba sahibinin adına özel verilir olmuş. Bazı sistemlerde taşıtın el veya yöre değiştirmesine göre de plaka numarası değiştirme zorunluluğu getirilmiş. ??? Fransa’da bugün kullanılan sistemin yaklaşık yarım yüzyıllık bir geçmişi var. l Ocak 2009’da başla B üyükbabamın Sarıyer’de satın aldığı Kocataş Yalısı’ndaki binbir anıyı ve ailenin yaşam hikâyesini kapsayan bir eser, geçenlerde elime geçti. Biraz karıştırdım, o yıllar gözümün önünden geçti ve bir kez daha anladım... Suçluyum... 30 BETÛL MARDİN Geçenlerde çıkmaya hazırlanırken kapı çaldı ve önümüzdeki haftalarda yapılacak bir müzayedenin kataloğu geldi. İnanılmaz derecede kalın, koleksiyoncuların hoşuna gidecek çeşitli sanat eserlerini kapsayan bu kitabı evden ayrılmadan bir güzel inceledim. Özellikle Türk ressamların eserleri fiyat bakımından tavana fırlamıştı, memnun oldum. Gümüşler, porselen ve Beykoz camları derken bir koltuğa çökmüşüm. Yanımda çalışan Kastamonulu Rabia’ya bazı objeleri işaret ettim. “Yahu, sizin köyde böyle şeyler yok muydu” diye sordum. “Vardı efendim de biz onları kuru incire karşılık verdik” dedi. “Kuru inciri hep çok severdik, hani canımızı isteseler vereceğiz!” Sonra anlattı, önce uzaktan atların sesi duyulurmuş. Hayvanların boynuna taktıkları boncuk ve çanlar yürüdükçe ses çıkarırlarmış. O tanımadıkları yolcular evlere girip etrafa bakınırlarmış. Ne kadar sahan, ibrik, maşrapa varsa tartarlar ve karşılığında kuru incir verirlermiş. Bazı sahanlar pirinç ve içleri yazılı, diğerleri kararmış gümüş. Rabia’ya göre “temizleyen yok” ama, en önemlisi kafa da yok. Bir zaman sonra o adamlar ellerinde parlak tencerelerle gelmeye başlamışlar.. “Bayıldık, ayna gibi yüzümüzü görebiliyoruz.” Alüminyum tencerelere karşılık bu kez kalaylanmış tencere, kap kacak Kocataş Yalısı ve bir itiraf “Eski bir yapıya özenle bak, onun üstüne titre; elinden geldiği kadar ve ne pahasına olursa olsun onu bakımsızlığın, yıkkınlığın etkilerinden koru. Bir tacın mücevherlerini sayar gibi onun taşlarını say! Kuşatılmış bir kentin kapısındaymışçasısı hakkında kuzenim merhum Yusuf Mardin’in yazmış olduğu “Kocataş Yalısı Anılarım” adlı kitabın önsözünde bulunuyor. Kalabalık ailesi yazları beraber olsun, böylece birbirine bağlı ve mutlu bir şekilde yaşasınlar diye, büyükbabamın Sarıyer’de satın aldığı yalıdaki binbir anıyı ve aile fertlerinin yaşam hikâyelerini kapsayan bu eser, geçenlerde elime geçti. Biraz karıştırdım, o yıllar gözümün önünden geçti ve bir kez daha anladım... Suçluyum... Hatta benim gibi ailemin tüm fertleri de suçlu. Bu böyle biline... Biz o yalıya gereken önemi vermedik, ona saygı göstermedik, tam anlamıyla göz kulak olmadık, bakamadık... Evet, bir bekçisi vardı, ama büyükbabamın çalışma odasının kapısını, bir gece kulübünün girişinde gördüğüme göre, ona güvenmenin hata olduğunu kabul etmeliydim veya etmeliydik. Yine bir tanıdığım, elini kolunu sallayarak boş yalıyı gezip yere saçılmış fotoğraflardan bir deste aldığını söylediğinde, kilitleri kontrol edip daha dikkatli olmanın çarelerine bakabilirdim. Ve nihayet, bir gece evsiz bir zavallının pişirdiği yemekten sıçrayan kıvılcımlarla yanan o görkemli yalının her alevinde benim de bir katre günahım yok muydu? Hepimiz suçluyuz, özür dilerim büyükbabacığım. Biliyorum, çok geç... lirlermiş. Evlerden yemekler gelirmiş. Dayanamadım, “Ayol, bunlar sizi kazıklıyor, siz hâlâ yedirip içiriyorsunuz” dedim. Rabia gözlerini açtı ve “Olmaz hanımcığım, onlar misafir” dedi. na ona bekçiler, gözeticiler koy; gevşeyip oynadığı zaman demir kemerlerle perçinleyip pekiştir; çökme tehlikesi karşısında payandalar dik; bunu şefkatle, saygıyla, sürekli olarak yap ki gelecek birçok kuşak onu görüp gölgesi altından yürüyüp geçsin!” Ruskin Yukarıdaki alıntı, ailemizin Sarıyer’deki yalıne varsa alıp götürmüşler. Biraz da kuru incir hediye... Susmuyor Rabia, coştu gidiyor: “Ben beş yaşındayım, çoraplarımızı istediler.” Nasıl yani? “Evde herkes, kadınerkek tiftik yününden çoraplar örerlerdi. Onları da istediler. Yetmedi, öbek öbek tiftik yünü de götürdüler. Kuru incir aldık ya... Ne yapıyorlardı bilmem. Aman bize ne!..” Bu garip tüccarlar, iş uzarsa köy odasına, yatıya misafir edi Rezervleri artırmanın maliyeti yüksek Murat KIŞLALI ANKARA IMF’nin isteğiyle AKP döneminde uygulamaya sokulan yüksek rezerv politikasının Türkiye’ye son 5 yıldaki tahmini maliyeti 14.3 milyar dolar civarında oldu. Bugün 71 milyar dolar civarında olan rezervlerin 120 milyar dolara çıkarılmasının yıllık maliyeti ise 3.1 milyar doları geçecek. Merkez Bankası verilerine göre, AKP’nin iktidara gelmesinden hemen önce, 1 Kasım 2002’de 25 milyar 573 milyon dolar olan Merkez Bankası’nın Türkiye’ye, IMF ile mevcut standby anlaşmasının sona ereceği 2008 Mayıs’ından sonra uygulaması önerilen “Merkez Bankası rezervlerinin yüksek tutulması” politikası, ülkede bir kriz çıkması halinde küresel yatırımcıların “sıcak” paralarını dolara çevirip rahatça kaçmalarını sağlayacak. brüt döviz rezervleri 14 Eylül 2007 itibarıyla 70 milyar 669 milyon dolara çıktı. Buna göre Merkez Bankası rezervleri AKP’nin yaklaşık 5 yıllık iktidarı boyunca 45 milyar 96 milyon dolar arttı. Türkiye, Eylül 2002Eylül 2007 döneminde yurtdışındaki bankalara döviz varlıklarını yıllık ortalama yüzde 3.13 oranındaki dolar faizinden yatırdı. Bu faiz ile hesaplandığında Merkez Bankası’nın rezerv artışından 5 yılda 3.5 milyar dolarlık faiz geliri elde ettiği ortaya çıkıyor. Buna karşın Hazine’nin son 5 yılda yaptığı TL bazlı ihalelerde ortaya çıkan yıllık ortalama faiz yüzde 22.77 oldu. Buna göre Türkiye’nin, rezerv artışı kadar borçlandığı varsayıldığında, 5 yıldaki ortalama borçlanma maliyeti, yani faiz gideri 17.8 milyar dolara ulaşıyor. Böylece rezervlerin IMF programı doğrultusunda artırılmasının, Türkiye’ye, 5 yıllık AKP iktidarındaki net toplam maliyeti 14.3 milyar dolar civarında gerçekleşti. Bu rakama 3.5 milyar dolarlık faiz gelirinin, 17.8 milyar dolarlık faiz giderinden çıkarılmasıyla ulaşıldı. Yabancının ekonomiye katkısı yok ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) DİSK tarafından yapılan araştırmada, doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının Türkiye ekonomisine yaptığı bir katkıdan söz etmenin oldukça güç olduğu belirtildi. Araştırmada, ülkeye, 2005 yılında Türkiye’deki sermaye stokunun yüzde 12’sinden büyük bir yabancı sermaye girişi olmasına karşın istihdamda ve işsizlikte herhangi bir değişme olmadığı kaydedildi. DİSKAR’ın yaptığı araştırmada, “Uluslararası sermayenin bu konuda ne istediği açıktır: Sermayenin hiçbir kontrole tabi tutulmadan ve vergiden muaf olarak rahatça hareket etmesi, ucuz emek gücü ve bastırılmış emek güçleridir’’ denildi. Araştırmada şu tespitlere yer verildi: “2005 yılında Türkiye’ye giren doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının miktarı 9.681 milyar dolardır. Fakat bunun neredeyse tamamı, devralma ve birleşme şeklinde gerçekleşmiştir. En önemli doğrudan yabancı sermaye yatırımları Türk Telekom, Yapı Kredi Bankası, Garanti Bankası, Türk Dış Ticaret Bankası ve Turkcell’in el değiştirmeleri olarak gerçekleşmiştir. Dikkat edilecek olursa, yabancı sermaye, sanayi işkollarına herhangi bir ilgi göstermemiştir. Gelen sermayenin teknolojik bir kapasite taşıdığı da oldukça şüphelidir.’’ “Mahalle baskısının” arkasında ne var? AKP’yi iktidara getirmek için Amerika’yla birlikte omuz verenler neden aniden korkuya kapıldılar? AKP’nin beş yıldır yürüttüğü uygulamaları, “demokratikleşme ve özgürleşme” olarak değerlendiren kimi basın çevreleri ve liberaller, neden dincilerden korkmaya başladılar? “Biraz şeriattan bir şey gelmez” diye düşünen bazı büyük sermaye çevreleri neden oyunbozanlık ediyorlar? Oysa Türkiye için ABD stratejistlerinin öngördüğü “ılımlı İslam devleti” modelini Avrupa Birliği ülkeleri de kabul edilebilir bulmaya başladılar. Öyleyse bu oyunbozanlık niye? Köprüyü, ya da nehri geçerken at değiştirilir mi? Ilımlı İslamı “bizim şeriatçılar” olarak planlayıp raporlarına, isimleri ve cisimleriyle işleyenler her türlü güvenceyi verdiler. Bazı büyük sermaye çevreleri, sahneye sürecekleri köktendinciler ve bazı bölücü liderlerle el sıkışmışlardı. Üstelik bu ön anlaşmalar çerçevesinde 5 yıl işleri birlikte görtürdüler. Özelleştirmeler ve devletin içinin birlikte boşaltılması... Kişiye özel kanunlar ve kapitülasyonlar... Dinci (ve İslamcı) kadrolaşmalar... Misyonerlik faaliyetlerine getirilen BIÇAK SIRTI EROL MANİSALI Mahallenin Namusundan Gocunanlar hat bırakılmayacaklarını anlamaya başladı. “Onlar türbanlarını takar, biz viskimizi yudumlarız, olur biter” diye düşünenler, yavaş yavaş yanıldıklarını görmeye başladılar. Tony Blair’in ricası üzerine Erdoğan’ın İngiliz viskisine uygulanan gümrük vergisini düşürmesi onları yanıltmıştı. Öyle ya; viski içmeyen Erdoğan, onlar bol bol viski içsin diye destek vermişti. Bunda da bir ‘takıyye’nin bulunduğunu geç de olsa gördüler!.. Erdoğan’ın derdi, İngilizin riacısını yerine getirmekti sadece!.. Yüksek tüketim sarhoşluğu içindeki oligarşi, kendi mahallesine çekilip saklanamayacaktı; çünkü Türkiye, şeriat düzeninin egemen olduğu bir tek mahalle durumuna dönüşecekti. Batıcı oligarşi, Batı’ya kaçmak zorunda kalacaktı. 3) Bir yanılma yaşadılar. Bush yönetiminin Batı’da gerçekleştirdiği “yeni ayrıcalıklar ve daha neler neler... Öyleyse 22 Temmuz seçimi sonrası başlayan korkunun ve oyunbozanlığın sebebi ne? Seçim sonrası Abdullah Gül’ün Köşk’e çakarılmasına bile destek vermediler mi? Onda da beraber çalıştılar. Peki ne oldu da birdenbire şeriatçı düzen korkusu, bu çevrelerde ortalığı sardı? “Bu yollarda beraber yürümüşlerdi” oysa... Başlayan korkunun gerisindekiler ne? 1) “Bu işin birazı olmaz; bunlar şeriat düzenini 35 yıl içinde tamamen yerleştirirlerse ne liberali; ne büyük sermayesi, ne Batıcı solcusu özgür kalır.” Yoksa biz, “demokrasi ve özgürlük getirdiğimizi sanarak”, faşist bir şeriatçı düzen mi oluşturuyoruz? İşte bu soruyu sormaya başladıkları için korkuya kapıldılar. 2) “Kendi mahallelerine” çekilip yüksek duvarlar arkasında tüketim sarhoşluğunu sürdüreceğini sanan oligarşi, ra muhafazakârlar koalisyonu”nun Türkiye’de, “papyonlusarıklı ititifakı” biçiminde uygulanacağını sandılar. Oysa ortak olan şeyleri sadece lüks otomobilleri ve Versace marka giysileriydi. İçindekiler tamamen ayrı dünyanın insanlarıydı. Her iki cephenin de Washington’a bağlı olmaları, yetmiyordu. Batı kapitalizminden önemli farkları vardı. Batı, “kapitalizmin kazanan tarafında”; bizim oligarşi ise, sömürülmekte olan bir ülkenin oligarşisini oluşturuyor; yani kaybeden tarafta. Batı’nın oligarşisi gibi, “sürdürülebilir bir oligarşi” değil. Papyonlusarıklı zoraki beraberliği daha şimdiden çatlamaya başladı. Hele işin içine bir de, “bölücülerin oligarşi içindeki ortaklıkları”nı da katarsak, Batı’dan olan farklar daha da keskinleşir. Şimdilik yürüyen şeriatçıbölücü ortaklığı, ileride ayrışmak zorunda kalacaktır. “Mahallenin baskısı” yanlış bir tanımlama, “Emperyalizmin kullandığı araçların baskısı” demek daha doğru. Kendini kimi zaman dinci faşizm, kimi zaman bölücü terör; bazen de sermayenin oluşturduğu oligarşi olarak gösteriyor. Türkiye bugün, üçünü de birlikte yaşamaktadır... www.istanbul.edu.tr/iktisat/ emanisali Zorlu’nun gülleri 2009’da açacak OSMANİYE/ADANA (AA) Zorlu Holding Enerji Grubu, ilk rüzgâr enerji yatırımını Osmaniye’nin iki ilçesine yapacak. Gelecek ay inşaat çalışmasına başlanacak 54 rüzgâr gülünden oluşan yatırımın, 300 milyon Avro harcamayla 2009 yılının başına kadar tamamlanacağı ve 135 MV gücünde olacağı bildirildi. Zorlu Enerji Grubu Genel Müdür Yardımcısı Gökmen Topuz, Zorlu Enerji Grubu İnsan Kaynakları ve Kurumsal İletişim Direktörü Tansel Varan ve Kurumsal İletişim Müdürü Şebnem Erverdi’nin de aralarında bulunduğu 6 kişilik heyet, Osmaniye’de rüzgâr enerjisi santralları kurma yolunda yürüttüğü çalışma kapsamında Osmaniye Belediye Başkanı Davut Çuhadar’ı ziyaret etti. Yaklaşık bir yıldan beri rüzgâr ölçümü yapılan etütlerde Hasanbeyli ve Bahçe ilçelerinde uygun rüzgâr potansiyelinin tespit edildiğini belirten ekip, altyapı ve proje çalışmalarını tamamlayarak, gerekli yasal izinlerin alındığını duyurdu. Gökmen Topuz, gelecek ay inşaat çalışmalarına başlanacağını, ilk etapta 2 ilçede 54 noktaya kurulacak rüzgâr güllerine ulaşımı sağlayacak yolların yapılacağını bildirdi.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear