Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
16 onika M n e m r i v Alman çe göre, Türk yazını Carbe’ye ‘özel’ Osman ÇUTSAY FRANKFURT – Çağdaş Türk yazınından çevirileri ve tanıtıcı yazılarıyla Alman okuruna yeni bin alan açan çevirmenyazar Monika Carbe, Türkiye’yi öğrenmek isteyenlere, önce Türk romanlarını öneriyor. Kendisinin de Türk yazını sayesinde yeni bir dünyayla tanıştığını söyleyen Monika Carbe, Avrupalı okurun aslında Türk yazınının çağdaş ürünlerine açık olduğu, ancak sonuç almak için biraz daha zaman gerektiği görüşünde. Özellikle Orhan Pamuk’un Nobel Ödülü almasıyla birlikte Türk yazınına yönelik uluslararası ilginin arttığını belirten Monika Carbe, Uluslararası Frankfurt Kitap Fuarı’nın 2008 yılındaki konuğunun Türkiye ve Türk yazını olduğunu hatırlatarak, bu ilginin önümüzdeki dönemde daha da büyüyeceğini belirtiyor. Türk yazınının kurgu ve işleyiş biçimi olarak alışılmış Batı yazınından önemli farklar içerdiğini belirten Monika Carbe’ye göre, bu bir dezavantaj değil, tersine, başlı başına bir şans. Çalışmalarını Frankfurt’ta sürdüren Alman yazar ve çevirmen, Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı. CUMHURİYET Türk edebiyatı, Almanya’da da, genelde Batı’da olduğu gibi, pek bilinmiyor. Sizce bu ilgisizlik nereden kaynaklanıyor? MONİKA CARBE Bu düşük ilgi neye bağlı gerçekten? Birçok faktör var. Bunlar bir araya geliyor. Burada örneğin mükemmel çeviriler beklentisi var. Sadece Yaşar Kemal, Nedim Gürsel ve Orhan Pamuk çevirilerini, bir de “Türkische Bibliothek” (www.turkischebibliothek.de) bünyesindeki ilk dokuz kitabın çevirisi üzerine düşünsek bile yeter; bu tür çevirilere artık sahibiz. Orhan Pamuk 2006 Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldığından bu yana “Benim Adım Kırmızı” kitabının Almancasını okumak olağan bir gündem maddesidir artık. Ya da yine onun denemelerinden oluşan “Blick aus meinem Fenster” kitabı. Bir süre önce “İstanbul” kitabı yayımlanmıştı. Şimdilerde bavuluna bu kitaptan koymaksızın kimse Türkiye’ye gitmiyor. Ayrıca sayısız gezi el kitabı var, bunların hepsi birlikte yıldan yıla değişen dönemlerle Türk yazarlarını öneriyor. Evet belli dönemler var, daha önce de vardı. 70’ler 80’lerde bu ülkede Nâzım Hikmet’e yönelik büyük bir coşku gözleniyordu. Bu coşku küçük yayınevlerinin Alman pazarından kaybolmasıyla birlikte hızla geriledi. Gezmek, eğitiyor. Türkiye’ye yapılan geziler de bu ülkenin edebiyatına yönelik ilgiye katkıda bulunuyor. Ayrıca, Almanya’da kiliseler ve sendikalar, Türk işçilerinin Almanya’ya gelişiyle ilgili anlaşmanın imzalandığı 1961’den itiba C kültür 5 EKİM 2007 CUMA Yeni bir dünya mayı ve desteklemeyi 1980’lerin sonundan beri sürdürüyorum. Tabii “destekleme” deyince, bu yazarları sık sık okumalara davet etmeyi veya kitapları üzerine yazılar yazmayı anlıyorum. CUMHURİYET Sizce Türk edebiyat ile Alman edebiyatı arasında ne gibi çarpıcı farklar veya benzerlikler var? Sizi çeken ve hatta çeviriye de iten, bu farklar mı, yoksa benzerlikler veya akrabalıklar mı oldu? CARBE Evet, arada farklar var. Ama çekiciliği de orada. İngiliz, Fransız, İskandinav edebiyatı olsun, Almanca edebiyat olsun, Amerikan veya Güney Amerika edebiyatı olsun: Bizler, ucu ucuna kurulmuş, sağlam, kısa anlatılara alışkınız, romandan bir gerilim yayı kurmasını bekleriz. İşte tam da bu, Türk edebiyatında bazen biraz başka türlü işler. Sık sık çağrışımlarla anlatılır ve ayrıntılarıyla betimlenir, hatta bazı şeyler istenildiği gibi tam belli bir noktaya da getirilmez. Yolun kendisi çok sık amaç halini alır. Bir başka şey: Örneğin Nedim Gürsel, tam olarak betimlemeyi sever. Bu, neredeyse mistik bir bileşenlik hakkı tanınabilecek belli bir noktada ısrarlı olmak anlamına geliyor. Veya: Bir olayı bin bir çeşitlemesiyle yinelemekten zevk almak. Bu bana, Türk edebiyatını okumadan ve çevirmeden önce hiç tanımadığım yeni ve geniş bir alan gibi görünüyor. Türk romanları, şiirleri ve diğer türleriyle okumaya başlayan Alman okurları, anlatmanın ve yazıyla aktarmanın bu başka türden karakterine alışıncaya kadar, belki belli bir eşiği aşmak zorundalar. Eğer insan sabırla kendini metinlere bırakmaya hazırsa, işte tam da o zaman, çekicilik kendini ortaya sürüyor. Ama, tüm Türk yazarlarda olan bir şey var: Tarihsel romanların o büyüleyici kutu içinde kutu ilkesi. Belki ilgilenen herkese Nedim Gürsel’in “Boğazkesen” romanıyla başlamaları önerilmelidir. Ya da Yaşar Kemal’in büyük şehir romanı “Deniz Küstü”. Veya Mario Levi’nin “İstanbul Bir Masaldı” kitabı. Yaklaşık 800 sayfalık bu roman, bir tür İbranca (Jiddisch) tınıları da içeren bir Türkçe ile geride kalmış on yılları betimliyor. Sonuçta, romanlar üzerinden Türkiye’deki yaşam hakkında, günlük olaylarla ilgili gazete haberleriyle olduğundan çok daha fazla şey öğrenmek mümkün. Almancanın önde gelen yayınevlerinden Union Verlag bünyesindeki 2005’te başlayıp 2010’a kadar sürecek olan 20 yapıtlık “Türk Kitaplığı” dizisi 20’inci yüzyıl Türk yazınıyla ilgili bir üst bakış kazanmak için inanılmaz bir fırsat sunmaktadır. Burada bir panorama söz konusudur. Okunması zorunlu kitaplar değil, keyifli ve rahat kitaplar bunlar. LONDRA’DAN MUSTAFA K. ERDEMOL At Kişilikli Hayvandır oluşturmadaki etkisini öğrenmek zamanınızı aldı bir hayli. Sadece binek hayvanı değil, sahibine arkadaş, dost da olmuştur at. Atın, ölen sahibiyle birlikte gömüldüğü de bilinmez değil. Tamam, abartılı bir sevgidir bu ama, mezarında atıyla beraber yatmak isteyenlerin varlığı açısından bilinmesi gerekir bunun. Bush’la aynı mezarda yatmak isteyen birileri var mıdır, kuşkuluyum. Bush’un fotoğraflarına resmi dairlerde rastlanır sadece, ama at totem kabul edilip, tapınılan bir simge bile olmuştur kimi Türk kavimlerinde. Diyelim ki, Bush’un berberinden alınan bir parça saç, her şeyi toplamayı koleksiyon yapmak sananların ilgisini çekebilir ama herhalde atın kuyruğu kadar bile değerli değildir. Bizim “tuğ” adını verdiğimiz bir bayrak çeşidi vardır, bilirsiniz. At kuyruğundan yapılmıştır ki, bu bayrağa saygıda kusur etmezlerdi eski Türkler. Bush attan korkmakta haklıdır elbette. Bush’u korkutan bu hayvanın asilliğidir. Bush’un çiftliğinde, en çok öküzleriyle zaman geçirdiğini okuduğumda, “eski bir inanışa göre insanlar hayvanların bazı huylarını kaparlar, umarım Bush da o öküzlerden bir şeyler kapmıştır” diye yazmıştım. Malum, insanın en iyi yardımcılarından biri de öküzdür. Ama, yapıp ettikleri hâlâ sürdüğüne göre dileğim gerçekleşmemiş belli ki. Bush da bir gün her canlı gibi ölecek. Mezar taşına da herhalde bir şeyler yazacaklardır. Ne yazılacağını az çok tahmin edebilirim de ne yazılmayacağının garantisini verebilirim. Bush’un mezar taşına asla Baba Kuruş’unkine yazılan yazılmayacak. Baba Kuruş, 19211945 yılları arasında yaşamış bir atın adıdır. Damızlık bir attı bu. Türkiye’de Arap atının türetilmesinde çok katkısı olduğu için ölünce adına bir anıt mezar yaptılar. Gidin, Karacabey harasına bir bakın, duruyordur orada herhalde. Mezar taşında şu yazılıdır: “Haramızda çalıştığı 11 yıl içinde kendisinden 141 tay alınmış, Arap atçılığımızın kuruluşunda önemli rol oynamıştır.” İnsanın yapıp ettiklerini bir iki kelimeyle de olsa mezar taşına eklemek vefa açısından iyi bir gelenektir. “Burada yatan bunu yapmıştır” anlamında bir tür bilgilendirmedir de. Mezar taşında hakkı teslim edilen Baba Kuruş soy sürdürdüğü için övülmektedir. Irak’ta soy tüketen Bush’un mezar taşına ne yazılacağını varın siz hesap edin. Bana sorsalar ne yazılacağını söylerdim. Hem de nasıl söylerdim. kemalerdemol@yahoo.co.uk Monika Carbe, aralarında Türkçenin de olduğu yabancı yazınların Almancada daha etkili tanıtımı için sık sık toplantılara katılıyor, konuşmalar yapıyor. (Fotoğraf: Kurt Werner Saenger.) ren Türk yazınını en azından başlangıçta desteklemeyi görev saydılar. Kim bilir, belki de Federal Alman seçkinlerinin ve kendisini bu seçkinlerden sayanların Türk yazınına ilişkin korkuları bu zamanlardan kaynaklanıyordur. CUMHURİYET Alman edebiyatı, sizce, Türk edebiyatını kabul etmeye hazır mı? Ya da, daha geniş bir bakışla şöyle soralım: Bugünkü Türk edebiyatı, Alman veya diğer Batı edebiyatlarına girmeye hazır mı? Neden? CARBE Evet, her halükarda hazır. Unutulmaması gereken bir şey var: Aras Ören, Zafer Şenocak, Emine Sevgi Özdamar, Zehra Çırak ve Feridun Zaimoğlu gibi yazarlar, Aras Ören hariç, Almanca yazmakta ve yapıtlarını da iyi yayınevlerinde yayımlamaktadır. Bu yazarların metinleri Federal Alman edebiyatının ayrılmaz bir parçası olmuş durumda. Bugün artık, edebiyat eleştirmenleri veya tanınmış Alman yazarlar, örneğin HansChristoph Buch, Türk yazarlarıyla okuma gezilerine katılıyorsa, bu “babaca bir koruma” tavrı falan değildir. Georg Klein örneğin, bugün “Sis ve Gece” yazarı Ahmet Ümit ile okuma akşamına katılıyor. Bu birçok örnekten sadece biri. Avrupa tarafı, Alman, Avusturya İsviçre tarafı, hepsi, Türk edebiyatını alımlamaya hazır. Ama bunun için zamana gerek var, çok zamana. Öykünülmesi gereken bir örnek: Bugünlerde Viyana’nın tanınmış edebiyat dergisi “Wespennest”in yeni sayısı, Türk edebiyatıyla ilgili özel bir bölümle birlikte yayımlandı. Hazırlayan Börte Sagaster. Bu dergide Ahmet Ümit, Hasan Ali Toptaş, Sema Kaygusuz ve –şu sıralarda sahnenin star ismi– Elif Şafak da yer alıyor. Böyle iyi edebiyat dergileri, 2008’e bakarak, çıkardıkları sayılara düzenli bir biçimde Türk yazarların metinlerini alırlarsa, zaman içinde dünyanın diğer yazınlar karşısında da bir denge kurulması mümkün olacaktır., CUMHURİYET Orhan Pamuk ve Aziz Nesin, birbirine birçok açıdan taban tabana zıt iyi yazardır. Ancak ikisi de İstanbulludur. Aziz Nesin’in İstanbul kitabı (Böyle Gelmiş Böyle Gitmez III / „ ...so geht’s nicht weiter“) yıllar önce yayımlanmasına rağmen Almancada hemen hemen hiç ilgi görmedi, Orhan Pamuk’un İstanbul’u ise büyük ilgiyle karşılandı ve hatta haftalarca “Bestseller” listelerinde yer aldı. Bu iki yazar ve anlattıkları İstanbullar üzerine neler düşünüyorsunuz? CARBE Ben “Böyle Gelmiş Böyle Gitmez” (“...so geht’s nicht weiter”) ile Türkçeyi öğrendim. Aziz Nesin’in otobiyografisi eğer bu ülkede hak ettiği ilgiyle karşılanmamışsa, bunu, kitabın Almancaya iyi çevrilmesine rağmen küçük, pek tanınmamış bir yayınevinde yayımlanmasıyla açıklayabilirim. Büyük, ülke çapında dağıtımı yapılan gazeteler, zamanında iyi ses çıkarsalardı, “...so geht’s nicht weiter” büyük bir başarı kazanırdı. CUMHURİYET Son dönemde Türkçe kökenli ama doğrudan doğruya Almanca yazan yazarların sayısı ve başarıları artıyor. Bu gelişme dikkat çekici boyutlara ulaştı. Siz, bu yeni kuşak hakkında neler düşünüyorsunuz CARBE Evet, yukarıda da söyledim. Bu ülkede yaşayan yazarları oku 10. Uluslararası 1001 Belgesel Film Festivali 37 Ekim’de İstanbul’da yapılacak Dünyadan belgeseller Kültür Servisi Belgesel Sinemacılar Birliği’nin (BSB) Beyoğlu Belediyesi’nin desteğiyle düzenlediği Uluslararası 1001 Belgesel Film Festivali 3 Ekim’de başladı.Beyoğlu’nda sanatçı, yönetmen ve festival görevlilerinin yürüyüşüyle başlayan etkinlik, 7 Ekim’e dek sürecek. İtalyan Kültür Merkezi, Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi ve Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nin de aralarında bulunduğu salonlarda 85 film gösterilecek. Bu yıl onuncusu düzenlendiği için kısaca “10.1001” adı verilen festivalin geçmiş yıllardan en önemli farkı, sokak etkinlikleri. Festival bu yıl, Gazeteci Erol Dernek Sokak ve İstiklal Caddesi’ni kesen diğer zellikle alıp okumazdım ama Bush’la ilgili bir bilgiye rastlayınca keyifli olacağını düşündüğüm için bir an önce yayımlanmasını bekliyorum, sabırsızlıkla hem de. Meksika’nın eski Cumhurbaşkanı Vincente Fox, yakında yayınlanacağı söylenen anı kitabında Bush’tan söz ederken, birçok ayrıntının yanı sıra ABD Başkanı’nın atlardan çok korktuğunu da belirtmiş. Atı seven, bir ara vakit buldukça binmiş de olan birisi olarak, Bush’u korkutan ata olan hayranlığım iyice arttı, ne yalan söyleyeyim. İnsanlığa Bush’tan çok daha yararlı olduğunu söylemeye gerek yok elbette. Kumanda ettiği süper gücün bu mağrur, kendini beğenmiş, cengaver Başkumandanı’nı, hayvanların en güzeli olan atın korkutmuş oluşu hoştur. Çoğunluğun sevdiği atta korkulacak bir şeyler görmeyi de ancak Bush becerebilirdi zaten. At tabii ki korkulacak hayvan değil ama hazzetmediğini sırtından atmasıyla pek bir meşhurdur. Recep Tayyip Erdoğan’ın böyle bir deneyimi olmuştu, bilirsiniz. ??? Bozkır kültüründe atın önemi büyüktür. Türk yaşama kültüründe de öylesine önemlidir ki, kimi Türk topluluklarının mülkiyetlerini bile atlarının rengine göre belirledikleri söylenir. Eski filmlerde örneğin İngilizlerin atlarının bileklerindeki kılları kesmediklerini gördüğümü hatırlarım. Neden böyle yaptıklarından haberim yok. Türklerin de, özellikle, atın kuyruğuna nedense pek bir önem verdiklerini bilirim ama. At kuyruğunu bağlama geleneğinin de sadece Türklere ait olduğunu yazar kimi kaynaklar. Bu kadar önem verilen bir adet olmasaydı, Alparslan’ın, Malazgirt Meydan Savaşı’nda atının kuyruğunu bağlamış oluşu, tarih kitaplarına girmezdi. Bush yarın ölüp gittiğinde hakkında bu kadar ayrıntı yazılacak mı, diye merak ettiğimden belirtiyorum bunları. Tarih, başta Irak olmak üzere birçok felaketin sorumlusu olarak elbette kaydedecek Bush’u ama, üzerinden düşmenin olanaksız olduğu belirtilen Ginger adlı aletin üzerinden düşen tek insan oluşu, kapatılması unutulmuş mikrofondan küfür edişi, boğazına kaçan fındık yüzünden ölümden dönüşü gibi “ayrıntılar”ın kaleme alınışı, sakarlığına örnek diye yazılacak kuşkusuz. Renkleriyle bile kimi Türk kavimlerine ad veren atın becerisi, Bush’un sakarlığından daha fazla yer tutar insanlık tarihinde. Amerikan dar kafalılığı, atı, Hollywood aracılığıyla elbette, kovboyların binek hayvanı gibi gösterdi bize. Atın medeniyet Ö Pazar Günü Pripyat’ta Bir sokaklarda yönetmenleri sanatseverlerle buluşturacak. “Hatırlamak” olarak belirlenen izleğin gerekçesi ise şöyle açıklanıyor: “Günümüzde, teknoloji çağı ve küreselleşmenin yan etkilerinden biri olarak; gerek toplumsal hafızanın gerekse bireysel hafızanın giderek zayıfladığı göz ardı edilemeyecek bir gerçektir. Bugünü anlamanın, geleceği tasarlamanın bir yolu olarak hatırlamak; bunun kabul edilen en anlamlı ve etkin aracı da belgesel sinemadır.” Festival kapsamında çeşitli müzik topluluklarının vereceği mini konserlerin yanı sıra sokak sergileri, uluslararası belgeselciler konferansı, 10. Yıl BSB fotoğraf sergisi ile bu yıl ölen doğa ve sualtı belgeselcisi Haluk Cecan’ın adını taşıyan bir sergi düzenleniyor. (www.bsb.org.tr 1001festival@bsb.org.tr www.bsb.org.tr) Kağıt Bebekler Kültür Servisi Mimarlar Odası’nın düzenlediği 1. İstanbul Uluslararası Mimarlık ve Kent Filmleri Festivali başladı. Festivalin amacı ülkemizde mimarlık belgesel ve canlandırma filmleri üretilmesini yüreklendirmek ve desteklemek. Ayrıca, Türkiye’de ve tüm dünyada üretilmiş nitelikli mimarlık filmlerinin ULUSLARARASI FESTİVAL 7 EKİM’DE BİTİYOR Mimarlık ve kent filmleri İstanbul’da... gösterilmesini sağlamak; dünyanın her köşesinden konuyla ilgili mimarların, yönetmen ve uzmanların etkinlik kapsamında İstanbul’da buluşmalarına ortam hazırlamakda amaçlanıyor. Akatlar Mustafa Kemal Merkezi’nde Dünya Mimarlık Günü daveti ve festival açılış töreniyle başlayan festival izlencesinde; Ulusal Belgesel ve Canlandırma Film Yarışması ve Uluslararası Belgesel ve Canlandırma Film Yarışması ile 6 Ekim’e kadar her gün 3 seans film gösterimi yer alıyor. Festival 7 Ekim’de İTÜ Taşkışla Kampusu’ndaki ödül töreniyle sona erecek. Gerek film gösterimleri, gerekse festival kapsamındaki söyleşi ve tartışma oturumları ücretsiz ve herkese açık. (www.archfilmfest.org) Vancouver Film Festivali’nde 3 Türk filmi Kültür Servisi Kanada’da düzenlenen “26. Vancouver Uluslararası Film Festivali”nde 3 Türk filmi gösterilecek. 50 ülkeden 300’den fazla filmin katıldığı festival 12 Ekim’e kadar sürecek. Festivale katılacak filmlerden ilki, Fatih Akın’ın, Almanya’nın Oscar’a adayı, Cannes’da “En İyi Senaryo” ve “Özel Ekümenik Jüri Ödülü”nü alan filmi “Yaşamın Kıyısında”. Zülfü Livaneli’nin romanından uyarlanan, Abdullah Oğuz’un yönettiği, bu yılki “Altın Küre Ödülleri”nin aday adayı filmi “Mutluluk” ile Reha Erdem’in 25. İstanbul Uluslararası Film Festivali’nde “En İyi Türk Filmi” ödülünü alan filmi “Beş Vakit” festivalde gösterilecek diğer iki Türk filmi.