Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
5 EKİM 2007 CUMA söyleşi MHP Milletvekili Mithat Melen, AKP’nin bir grup akademisyene hazırlattığı taslağı eleştirdi C R T R E 11 ‘Anayasa dayatması’ SÖYLEŞİ LEYLA TAVŞANOĞLU MHP İstanbul Milletvekili ve TürkiyeAB Karma Parlamento Komisyonu üyesi Prof. Dr. Mithat Melen’le konuşuyoruz. Esas olarak konumuz yangından mal kaçırır gibi hazırlanan yeni anayasa taslağı ve anayasa tartışmalarının nedense hep türbana odaklanmış oluşu. Melen, bundan amacın 21 Ekim’de yapılacak referandumda olacaklardan dikkatleri kaçırmak için türbanla gündemin değiştirilmek istendiğini söylüyor. Melen, anayasada ekonomik konuların bulunmasının şart olmadığını, ancak Türkiye’de bir ekonomi hukukunun mutlaka oluşturulması gerektiğinin altını çiziyor. AKP hükümetinin sıcak parave, ithalata dayalı ekonomik politikasının günün birinde iflas edeceğini tahmin ediyor. AB’yle ilişkilerin çözümsüzlüğünde ise yine hükümeti sorumlu tutarak AKP liderliğini her şeyi bilir ya da bilmez bir biçimde bilenlere de danışmaya yanaşmadan kendi başına yapmak istemekle eleştiriyor. Yeni anayasa taslağı Türkiye’de başka sorun kalmamış gibi türbana özgürlük ve laiklik üzerinde odaklanmış görünüyor. Taslağa baktım. Ekonominin adı yok. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? MELEN Bu anayasa taslağının sadece AKP’nin birkaç tane kurmayı ya da AKP’ye yakın birkaç öğretim üyesinin toparlanıp kapalı kapılar ardında hazırlanmış olması bence gündem değiştirmekle ilgili. Türkiye’nin önünde daha o kadar önemli sorunlar var ki. Evet, laiklik çok önemli. Ama anayasanın her şeyden önce tüm Türk halkıyla, sivil toplum örgütleriyle, siyasi partileriyle ve öbür baskı gruplarıyla tartışılması gerekir. Bunu yapmadan, gündem değiştirir gibi, birdenbire üçbeş kişi kendi aklına eseni yapar hale geldi. Bu Türk toplumuna dayatma gibi bir şey. Yeni ekonomik paket ve Türkiye’nin önündeki engelleri kaldırmak için mutlaka anayasaya madde koymaya gerek yok. Ancak bazı şeyler var ki bundan önceki kanun koyucu çok önem vermiş. Örneğin Kesin Hesap Kanunu, mevcut anayasada yer almasına rağmen Türkiye kendi Kesin Hesap Kanunları’nı doğru dürüst denetleyemedi. Hatta açık veren bütçeler denetlenirken bile kimse bunun farkında olmadı. Asıl olarak ekonominin önünü açmak için hukukun önünü açmak gerekir. Altyapısı, hukuku olmayan bir ekonomiyle kamuyu düzenleyemezsiniz. Neden? Bakın, anayasada ekonomi hukukuyla ilgili bir yapılanma yok. İşgücü kalitesinin yükseltilmesi ve beceri düzeyini artırmak için eğitim gerekiyor. Eğitim için de anayasada ciddi atıflarda bulunmak lazımdır. Ayrıca finansmana erişim sorunu da var. Bunun gerek borç verenler gerekse de borç alanlar açısından yeniden düzenlenmesi lazımdır. Yeni taslakta ekonomiyle ilgili kısımlar ihmal edilmiş görünüyor. Eğer anayasadan bazı önemli hükümleri çıkarıyorsanız bunlarla ilgili mutlaka kanuni düzenleme yapmalısınız. Bir de anayasa metni çok daha kısa olmalıdır. Planlama başlıklı madde mevcut anayasada olmasına rağmen şimdi hazırlanan anayasa taslağından çıkarılmış. Sizce bunun mantığı nedir? Bundan önceki kanun koyucu bütün bunları düşünmüş. Çünkü, bazıları eksik olabilir, ama bu ekonomik maddeleri anayasaya koymuş ki önemi anlaşılsın, diye… Bugün kaç kişi Kesin Hesap Kanunu’nu biliyor? Bütçe planlamayla kaç kişi uğraşıyor? Ya da kaç kişi bunu ay nen uygulamış? Dolayısıyla bütün bunları anayasaya koyarak önemini artırmaya çalışmışlar. Bazı iddialara göre bu konuların anayasaya konulmaması gerekmiş. O zaman bunlarla ilgili yasaları çıkartmak zorundasınız. NGLOSAKSON HUKUKUNDA ANAYASA YOK Örneğin eski Merkez Bankası başkanlarından Gazi Erçel, ‘Anayasada ekonomiyle ilgili hüküm olmamalı’ diyor… Anglosakson hukukunda anayasada böyle maddeler yok. Daha başka bir açıdan bakarsanız Anglosakson hukukunda anayasa yok. İngiltere’de teamüller ve içtihatlar ön planda olduğu için buna gerek duyulmamış. Ama ben o kadar hafife indirgemiyorum. Çünkü kim ne derse desin Türkiye’nin önündeki en önemli sorunlardan birisi ekonomidir. Birçok ayrıntıya inmeyebilirsiniz. Ama ekonomiyle ilgili maddeleri yeni baştan düzenlemek lazımdır. Yine taslağa baktığımız zaman ‘Ka A ‘ Yeni ekonomik paket ve Türkiye’nin önündeki engelleri kaldırmak için mutlaka anayasaya madde koymaya gerek yok. ’ atacaklar. Diyelim ki sonuç evet çıktı. O zaman ne olacak? Çünkü referandumda sorulacak soruda “11. Cumhurbaşkanı” diye bir ibare var. 11. Cumhurbaşkanı şu anda Çankaya’da değil mi? Sanki bu anayasa tartışmaları 21 Ekim’de olacaklardan dikkatleri uzaklaştırmak amacını taşıyor gibi geliyor. Hiç kimse ekonomiden konuşmuyor, diyorsunuz ama AKP hükümetinin insanları borçlandırma politikasını nasıl karşılıyorsunuz? AKP, kendileri için çok akıllıca, ama ülke ekonomisini çok ciddi tehlikeye atar biçimde bir sosyal piyasa ekonomisi uyguluyor. Bir taraftan liberal piyasa ekonomisi diye yola çıktılar. Ama bir taraftan da çeşitli kesimlere çeşitli açılardan para dağıttılar. Üstelik buna yasal kılıflar da uydurdular. Bu politika şu açılardan çok tehlikeli: Birincisi, artık bütçe buna tahammül edemiyor. Bütçe devamlı açık veriyor; sürekli borçlanılıyor. İkincisi de insanlar devletten kaynak almaya bu kadar alışınca üretmemeye başlıyorlar. Daha çok tüketiyorlar. Türkiye inanılmaz biçimde bir borçlular ül ağzımızda yaşıyoruz. Günün birinde bir yerde bir çatlama olursa bizim ekonomi duvara toslar. EKONOMİK BAĞIMLILIK En son ABD’deki ‘mortgage’ krizi patlak verince bizim borsa dibe vurup dolar ve Avro fırladı. O zaman bu ne biçim bir ekonomik istikrar? Ekonominin yüzde 50’si dolarizasyona dönükse ve bankalarınızın yüzde 41’i yabancı sermayenin elindeyse Türk Lirası’nın geçerliliği ikinci planda kalıyor. Türk Lirası’nın geçerliliği ikinci planda kalırsa Merkez Bankası’nın elindeki Para politikalarıyla ilgili faiz haddi, reeskont, açık piyasa işlemleri gibi araçları kullanma olanağı kalmıyor. Esas ekonomik bağımlılık oradan başlıyor. Bugün ABD’de Federal Reserve aksırsa Türkiye grip olur duruma geldi. Ben bunu salt bağımsızlık ya da bağnazlık anlamında söylemiyorum. Bugün bütün AB ülkeleri ekonomik bağımsızlıklarını, ekonomi üzerindeki parasal ya da diğer araçları hiç kimseye teslim etmek istemezler. Bu genç nüfusun istihdam edilmesi gerekiyor. Bunları istihdam etmemiz için de onları istihdam edecek biçimde eğitmek zorundayız. Eğitim, derken “Kamu reformu yapacağız” diyorlar. Kamuda da aynı şey. Oysa 2001’de başlayan makro ekonomik önlemler sürerken ya da mali disiplini sürdürürken ve enflasyonu aşağı çekerken ikinci nesil ekonomik önlemleri alıp ekonomiyi yeni baştan düzenlemekte yarar var. Bu IMF’yle olur, IMF’siz olur, AB’yle olur, AB’siz olur. Bunları yapmak lazım. Beş yıl hükümet bunlarla uğraşmadı. Ama bundan sonraki beş yıl uğraşmak istemese bile bunlar önüne gelecek. Türkiye’nin 21. yüzyılda bunları yapmadan ayakta kalması, rekabet edebilmesi mümkün değil. Türkiye inanılmaz bir rekabet ortamında kıskaç altında. Bir taraftan AB, bir taraftan Uzak Doğu, bir taraftan ABD’nin amansız rekabetine karşı daha çok üretmeliyiz. İnsan kaynaklarının daha fazla geliştirilmesi lazım. Türkiye’nin önünün açılması için yasal engellerin hızla kaldırılması gerekiyor. Siz TBMM’nin AB Karma Parla P O Prof. Dr. MİTHAT MELEN Ankara, 1947 doğumlu. Ortaöğrenimini Ankara TED Koleji, yükseköğrenimini Ankara İktisadi Ticari İlimler Akademisi’nde (AİTİA) yaptı. Eski Savunma Maliye bakanlarından ve başbakanlardan Ferit Melen’in oğlu. 1973’te Brüksel’de NATO Sekretaryası’nda uluslararası memur olarak çalışmaya başladı. Brüksel Üniversitesi’nde “Bütünleşmenin Ekonomik Yönü” konulu lisansüstü çalışmasını yaptı. Brüksel’de Türkiye’nin maliye ataşesi olarak çalıştı. Daha sonra Maliye Müşavirliği’ne yükseldi. Hazine Müsteşarlığı adına uluslararası ikili ilişkileri yürüttü. Hazine’de uzun yıllar görev yaptı. Doktorasını İÜ İktisat Fakültesi’nde “AET’nin Ekonomik Yapısı ve Türkiye” teziyle aldı. 1996’dan beri İÜ İktisat Fakültesi İktisat Teorisi profesörü. 1991’de Hazine Müsteşar Müşavirliği görevinden istifa ederek ANAP’tan genel seçimlere katıldı ama kazanamadı. Dünya Bankası, başka uluslararası ve Türk kuruluşlarına danışmanlık yaptı. 2002 genel seçimlerinde MHP’den İstanbul milletvekili seçildi. Türkiye AB Karma Parlamento Komisyonu üyesi. kesi haline geldi. Eskiden devletin borcu yüksekti. Şimdi kamunun borcu azaldı. Özel sektörün borcu yükseldi. Önümde kesin rakam yok ama bazı iddialara göre kredi kartı toplam borçları 50 milyar dolara dayandı. 50 milyar dolar olmasın da 25 milyar dolar olsun. Çok ciddi bir durum. ALKTAN MEVDUAT TOPLAMAK Sadece kredi kartı borcu mu? Bankalar açıkça ihtiyaç kredisi, tüketici kredisi, otomobil kredisi, konut kredisi veriyoruz, diye ilan ediyorlar. İnsanlar da sanki geriye ödemeyeceklermiş gibi boyuna kredi alıyor. Bunun sonu nereye varır? Bireysel bankacılık önemli bir şey. Sonuçta bankanın görevi halktan mevduat toplayıp yine o parayı halka satmak. Ama sistem öyle çalışmıyor. Sistem halkı borçlandırma üzerine kurulmuş. Yurtdışından borç alıyorsunuz. Çünkü yurtdışında daha ucuz. Bunun “carry trade” dediğimiz çok ciddi yansımaları var. Hatta gazetelerden öğreniyoruz. Japon ev kadınlarının bizim borsada 15 milyar doları var. Durum çok tehlikeli ve kırılgan. Türkiye’de 8090 milyar dolar sıcak paradan söz ediliyor. Her gün yüreğimiz mento Komisyon üyeliğine seçildiniz. 2004’ten beri AB’yle ilişkiler dondurulmuş gibi gözüküyor. Oysa AKP 2002’de hükümete geldiği zaman AB’yle ilişkileri hızlandırmakta pek istekli görünüyordu. Acaba şimdi ilişkiler neden rölantiye alındı? Bunun nereden tıkandığını da kimse araştırmak istemiyor. Demin konuştuğumuz, anayasanın türban gibi konuların dışında da önemli noktaları olduğu gibi bu da öyle. Ben size söyleyeyim. AB’yle ilişkiler yine ekonomik nedenlerle tıkandı. Yok Kopenhag Kriterleri, yok Maastricht Kriterleri diye lafta konuşmak kolay. İş belirli reformları yapmaya gelince herkes zorlanıyor. Karşı taraf da aynı durumda. AB’nin en önemli derdi Fransa ve Almanya gibi iki lokomotif ekonominin teklemesi. Bu lokomotif artık bu kadar çok sayıda vagonu çekemiyor. AB üyelerinin sayısı 27’ye çıktı. Alman ve Fransız ekonomilerinde geçmiş yıllara kıyasla biraz olsun bir düzelme olsa da bir zorlama dönemine girildi. Ortada çok çeşitli çok birlikli bir Avrupa var. Olay ekonomik birlik diye başladı siyasi birliği gitti. O zaman da ekonomik sistem zorlanmaya başladı. AB 50 yılı geride bıraktı ama değişim, reformlar yapılmazsa bir elli yıl daha ayakta kalamayabilir. Kaldı ki Avrupa içinde bunu açıkça görenler var. ‘ Anglosakson hukukunda anayasada böyle maddeler yok. Daha başka bir açıdan bakarsanız Anglosakson hukukunda anayasa yok. ’ ‘ Bireysel bankacılık önemli bir şey. Sonuçta bankanın görevi halktan mevduat toplayıp yine o parayı halka satmak. ’ mu İktisadi Teşebbüslerinin (KİT) Denetimi’ başlıklı 165. madde yeni hazırlanan taslaktan çıkarılmış. Bu nasıl iş? Daha başka konular da var. Yerel yönetimlerle ilgili madde… Bütün bunları anayasanın dışına atmanız yetmiyor. Bunları ne yapacağınız önemli. Bugün Türkiye’de KİT’leri yok sayamazsınız. Anayasadan çıkarıyorsanız yerine neyi koyacaksınız? Oturup bunları tartışmak lazım. Son beş yıldır ne AB’yle ne de Türkiye içinde hiç kimse ekonomiyi tartışmak istemiyor. İşlerin çok iyi gittiği görüntüsü veriliyor. Sanki bütün meseleler çözülmüş. Türkiye’de sanki yurtdışındaki uluslararası bir finans kuruluşunun temsilcisi gibi bir yapılanma oluştu. O kuruluşun temsilcisi buraya gelip bakan oluyor… Çünkü düzen yüksek faizdüşük kur üzerine kurulmuş. Ama hep söylediğimiz ikinci nesil ekonomi için temel reformlarla hiç kimse uğraşmıyor. Bu anayasa tartışmalarını sadece türban konusuna çekerek başka sorunlardan dikkatler uzaklaştırılmak mı isteniyor, sizce? Bu anayasayı alelacele yapıp bazı gerçekleri gizleme çabası da var gibi görünüyor. Örneğin, 21 Ekim’de insanlarımız sandık başına gidecek ve cumhurbaşkanını halk seçsin mi seçmesin mi diye oy H Aksi halde ekonomiyi yönetemezler. İngiltere’nin, İskandinav ülkelerinin bir kısmının Avro’ya geçmemesinin altında bu neden yatıyor. Dert sadece, bağımsızlık elden gidiyor, değil. Parasal araçlar üzerinde etkiniz azalırsa yönetimde de etkiniz azalır. Merkez Bankası ve Hazine’nin yetkilerini kolaylıkla teslim etmemek gerekir. Bir de Türkiye’de ekonomik model ithalat ikameli büyüme üzerine oturdu. Bu nasıl olabilir? Hayır, ithalat ikameli değil tamamıyla ithalata dayalı bir model. Dolar kuru çok düşük olduğu için her şeyi ithal ediyor ve hiçbir şekilde üretim yapmıyorsunuz. Faizler de çok yüksek olduğu için zaten üretim yapmak da gereksiz görülüyor. Her gün, “İhracat arttı,” diye bayram ediyoruz. Ama ihracat ithalat arttığı için artıyor. Yani, bir yerde ticarete dayalı bir ekonomi. Ben ticaret kötüdür demiyorum. Malınız varsa tabii ki satarsınız. Ama katma değer eklemiyorsunuz. Teknolojisi yüksek mal ve hizmet üretmiyorsunuz. Türkiye artık üretmiyor. Sıkıntı burada. Bu sıkıntıyla istihdam dostu olamayız. Zaten, ikinci nesil ekonomik önlemler, derken bunları kastediyorum. Yeni ekonomik politikaların istihdama dayalı olması lazım. Türkiye’nin nüfusu çok genç. Brüksel lokomotifi zorlanıyor AB’nin sosyal piyasa ekonomisi sonunda iflas mı eder? Avrupa, Pasifik ve Atlantik kutupları arasında sıkışmış durumda. Bir de AB birkaç kategoride ya da birkaç viteste ilerleyen ülkelerden kurulu. Polonya’yı ele alalım. Bugün Polonya’yı İspanya ya da İngiltere’yle kıyaslamak mümkün mü? İşler çok ağır. Bu nedenle de lokomotif zorlanıyor. Son Nobel Ekonomi Ödülü’nü alan Prof. Mundell AB’yle “sosyal piyasa ekonomisi” diye alay ediyor. Gerçekten serbest piyasa ekonomisi diye başlayıp işi sosyal piyasa ekonomisine döndürdüler. Sosyal piyasa ekonomisiyle serbest piyasa ekonomisini çalıştırmanız mümkün değildir. Ekonomiyi devamlı devlet müdahaleleri, devamlı sübvansiyonlarla götürüyorlar. AB bütçesinin neredeyse üçte ikisi sübvansiyonlara ayrılmıştır. Bu durumda olan bir birliğe Türkiye girecek. “Bu kriterlere uyacaksınız” diyorlar. Uymaya çalışıyoruz ama olmuyor. Aklı başında bir Avrupalı Türkiye gibi dinamik, birçok modern ekonomik yapılanmayı kendi kendine yapmaya çalışan bir ülkeyi bünyesine alması gerekirken Sarkozy, Angela Merkel gibi liderler çıkıp, “hayır” diyorlar. Bir de hem AB hem Türkiye olarak stratejik düşünme zamanı ayırıp karşılıklı düşünmemiz lazım. Bugün yaptığımız 1963 Ankara Antlaşması’ndan beri aynı şeyleri sürdürmek. Ama bundan sonra çok daha radikal biçimde olaya bakmalıyız. Baş müzakereciliği Ali Babacan atanmıştı. Açık konuşalım. Babacan’ın bilgi birikimi, formasyonu ve mesleki formasyonu baş müzakerecilik için yeterli mi? Burada kişiler değil, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bu işlere hazır olup olmaması önemli. Bence esas sorun şu: Türkiye bütün kurumlarıyla, şimdiye kadar geçen zaman içinde bütün yapılanmasıyla böyle bir müzakere ya da entegrasyon sürecine bir türlü kendini hazırlayamadı. Bütün sorun orada. Onun için herkesi bir araya toplayıp eğitmek lazım. Eğitmekten de korkmamalıyız. Otuz beş ana konuda çok ciddi takımlar yetiştirmeniz lazım. Gerçek sorun insanları yetiştirmek, eğitmek ve bir yerlere kanalize edebilmek. Çeşitli kesimlerden insanları yetiştirip bu işe hep birlikte sarılmamız gerekiyor, dediniz. Ama en ufak bir eleştiride Başbakan kalkıyor, ‘Herkes kendi işine baksın’ diyor. Yani Başbakan bu konuların bizlerin de işi olduğunun farkında değil mi? Tabii ki bizim işimiz. Rektörler de “Bu da bizim işimiz” diye cevap verdiler. Demokrasilerde herkes katılımcı olmalıdır. Herkesin fikrini söylemesine gösterilen tahammülsüzlüğü de çözemiyorum. Acaba bu tahammülsüzlük bilgi eksikliğinden mi kaynaklanıyor? Bilgi eksikliği dışında bu durum olaya çok dar bakmakla ilgili. Oysa dünyanın her ülkesinde çok önemli konularda herkesten yararlanılır. Yanlış yapılmaması için en muhalif ağızlar bile dinlenir. Belki demokratik ya da bilimsel kültür budur. Her şeyi ben bilir, yaparım, mantığı yerine hiçbir şeyi bilmeyip en iyisini yapmaya karar vermek. O arada dinlediğiniz insanlardan hoşlanmayabilirsiniz. Belirli mevkilere gelmiş insanlarda kişisel hırslar, zaaflar, kızgınlıklar, kompleksler olmamalı. Orada ülkenin ya da bulunduğunuz kurumun çıkarları söz konusudur. ‘ Avrupa, Pasifik ve Atlantik kutupları arasında sıkışmış durumda. Bir de AB birkaç kategoride ya da birkaç viteste ilerleyen ülkelerden kurulu. ’