Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
5 OCAK 2007 CUMA ekonomi PARİS’TEN UĞUR HÜKÜM ayramların bayramı Noel ve onu bir hafta arayla izleyen Yılbaşı, yeryüzünde her geçen yıl artan bir tutkuyla kutlanan bir çılgınlık, bir şenlik olarak kök salmaya devam ediyor. Bu bayramların ilk bakışta İsa Peygamberin doğumuna veya Aziz Nikola’ya dayanması, Hıristiyan/Batı aleminin geleneklerinden sayılması elbette ki başta İslamcılar olmak üzere dünyada ne kadar bağnaz, tutucu dinci ve milliyetçi çevre varsa hepsini bir biçimde gocunduruyor. Ilımlı ılımsız, göbek bağlarını ABD’li ağababalarından kesemeyen bir kesim, örneğin Noel’i reddedip, “modernlik” adına Yılbaşı’nı “kutlan’able” adetlere yerleştirmeğe çalışıyor. Veya ilkel taklitten öteye geçemeyen, sözüm ona “Kutlu Doğum Haftaları” türetip, İslam’ın yalın özüyle hiçbir biçimde bağdaşmayan yapay töreler, törenler yaratıyor. Halbuki Türkiye dışında yaşayan Türklerin, Türkiye kökenli Fransız, Alman, Belçikalı, Hollandalı ve benzerlerinin sorunları artık farklı. Onlar olsa olsa “Noel ve Kurban Bayramı’nı nasıl bağdaştırırım, çoluk çocuğuma ikisini nasıl anlatırım”ı cevaplamaya destek arıyor. Onlar artık sorularını, ayrılmaz parçası oldukları yeni toplumlarının, “Babayurtları”nın sorumlu bireyleri gibi soruyor, sorma gereğini hissediyorlar. Bu bayramlar fütursuzca tüketimin kendi başına bir amaç olduğu bir çılgınlık maratonu mudur, yoksa ibadet saflığında yaşanması gereken bir aile, yakın, çevre, toplumsal dayanışma şenliği mi? ??? Buralar yılın son günlerinde yaklaşık 2 haftalık bir tatil, ışıl ışıl bir cümbüş havasına girer. Sokaklara taşan, çoğu zaman afili gösterişiyle dışa da vuran bir hareketlilik yaşamımızı işgal eder. Çoğunluğu kamuya ait ama kısmen de olsa büyük özel sektör kuruluşlarında rölantide, hatta yer yer tümüyle duran bir faaliyet(sizlik) gözlenir. Ancak küçük esnaf, ticari mağazalar, malum dev alışveriş merkezleri yılın hiçbir döneminde görülmemiş bir hararetle çalışırlar tabii ki. Her ne kadar “tüketim tavuğu” altın yumurtalarını esas itibariyle Noel’den hemen önceki hafta yumurtlasa da, tüketim çılgınlığı 2431 Aralık arasındaki haftada da yıllık ortalamanın üstünde bir ateşle sürer. Ülke bu günlerde kabuğuna, içine çekilir adeta. O hafta işime gitmek için sabahları sokağa çıktığımda, her seferinde ağustos tatilinden daha sakin, daha tenha bir Paris’le karşılaştım desem yeridir. Birbirine koşut, ilginç bir içe, aileye dönüş ve dışa, çevreye, topluma yeniden bakış olgusu yaşanmaktadır. Bu arayış sürecini herkes kendine yontmaya çalışmaktadır. Aslında çoğu alışkanlık ve töresel boyutlarını insanlık tarihinin pagan, putperest hatta daha da ilkel dönemlerinden devralan bu tarz kutlamaların tamamen dini hassasiyetli oluştuğu bilinen bir gerçektir. Günlerin uzamaya başlaması veya Hazreti İsa’nın doğumuna atfedilen törenlerin zaman içersinde neye dönüştüğü, nasıl kutlandığı değil midir önemli olan? İsa’nın dünyaya geldiği ahıra verilen “kreş” adının, dünyanın dört bir köşesinde sosyal bir işlev üstlenmiş, çalışan ve faal ebeveynleri destekleyen, anaokul öncesi çok küçük yaşta çocuklara bakan “bebek yurtları” yuvalarına takılmış olmasının kaçık fanatikler hariç kimseyi rahatsız ettiğini sanmıyorum. Sinsi ve/veya samimi tersi arayışlara karşın Noel, Yılbaşı bayramlarının günümüz gelişkin toplumlarında ağırlıklı olarak, laik geleneğe sahip aile ve yardımlaşma bayramlarına dönüşmesi yine teslim edilen bilimsel bir gerçek. ??? Her yıl sonu gerçekleşen kamuoyu yoklamaları veya daha geniş zaman dilimlerine yayılan bilimsel nitelikli araştırmalar yeni eğilim ve davranış tarzlarının, sosyal alışkanlıkların köklüce değişmekte olduğunu kanıtlıyor. Örneğin, her iki Fransız’dan biri (yüzde 49) Noel’i tamamen bir “aile” ve “dayanışma” bayramı görüyor. Yüzde 21’i daha da ileri giderek, bu bayramın tümüyle “çocuk”lara ait olduğunu savunuyor. CSA araştırma merkezinin çalışmasına göre yüzde 16’lık ciddi bir radikal azınlık da Noel’i “ticari” olay olarak nitelemekten kaçınmıyor. Noel’in “dini” bir bayram oluşuna ise ancak yüzde 14’lük bir kesim inanıyor. Rakamları bilemediğimizden diğer gelişmiş (!) toplumlarla karşılaştıramadığımız bu eğilim Fransız Katolik kilisesinin, akademik kurumların ve Ulusal İstatistik Enstitüsü INSEE’nin düzenli, derinlemesine, geniş çaplı sürdürdüğü diğer saptamalarla da çakışıyor. Le Figaro gazetesinde özetlenen bazı veriler gerçekten çok öğ Türkiye’de yüzde 6.4 olan oran, AB’ye yeni üye olan çoğu ülkede daha yüksek seviyede Cari açık yeni Avrupalıların da derdi AB’nin yeni üyeleri arasındaki Letonya, cari açığının milli gelire oranı yüzde 11.1 ile en yüksek ülke. Estonya, Macaristan, Litvanya ve Slovakya, cari açığı Türkiye’den yüksek ülkeler arasında yer alıyor. ANKARA (AA) Türkiye ekonomisinin “yumuşak karnı” olan ödemeler dengesi açığı, Avrupa Birliği’ne yeni dahil olan ülkelerin de en ciddi sorunu olmaya başladı. Türkiye’nin AB üyelik sürecinde ekonomi cephesindeki en önemli risklerden görülen cari açık, AB’ye yeni üye olan ülkelerin de en ciddi sorunu olmasına karşın, üyelik süreçlerini etkilemedi. AB’ye yeni üye ve aday ülkelerde cari açığın gayri safi yurt içi hasılaya (GSYİH) oranı, Türkiye’den yüksek oranda bulunuyor. Uluslararası Ödemeler Bankası’nın (BISBank For International Settlements) 2005 verilerinden derlediği bilgilere göre, bu oran Estonya, Macaristan, Litvanya ve Slovakya’da da Türkiye’den yüksek. Türkiye’nin cari açığının GSYİH’ye oranı, 2005’te yüzde 6.4 olarak gerçekleşti. Aynı yıl Estonya’nın cari açığının GSYİH’ye oranı yüzde 9.9 olurken, Macaristan’ın 8.4, Litvanya’nın 7.4, Slovakya’nın 6.6 oldu. AB’ye yeni üye diğer ülkelere bakıldığında cari açığı Türkiye’den düşük olan ülkeler arasında Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Slovenya bulunuyor. Bu oran, Polonya’da yüzde 3.2, Çek Cumhuriyeti’nde 2.9 ve Slovenya’da 1.6. 2007’de üyeliği öngörülen Romanya ve Bulgaristan’a bakıldığında da bu oranın Bulgaristan’da yüzde 9, Romanya’da yüzde 7.9 olarak gerçekleştiği görülüyor. Tüketim Çılgınlığı mı, Dayanışma Şenliği mi? retici. Fazla değil 1972’de Fransızların yüzde 87’si kendini Katolik addedermiş. 2006’da bu oran yüzde 65’e düşmüş. Kaldı ki, Katolik olduğunu söylemekle, onu yaşamak arasında da ciddi bir fark var. Örneğin, yine 1972’de kilisede pazar ayinine katılan Fransız oranı güç bela yüzde 20’ye ulaşırken bugün bu sayı yüzde 4,5’a düşmüş. Daha yakınlardan bir başka ölçüt, vaftiz edilen çocuklara ilişkin. 1990’da ailelerin yüzde 60.2’si bu şartı yerine getirirken, 2004’te yani 24 senede bu oran yüzde 44’e inmiş. Hıristiyan dünyasında ‘Katolik kilisesinin kızı’ diye bilinen Fransa’da yine son çeyrek asırda kilisede kıyılan sembolik nikahların oranı yarıdan üçte bire düşmüş. Toplumun dinin ağırlığından arınması sürecinde çok ilginç başka veri de papazların sayısındaki değişim. Hatırlatmakta yarar olabilir, Fransız laikliğinde dinin devletten ayrılması, kilisenin kendi başının çaresine bakması anlamına da gelir. Yani papazlar rızklarını kendi cemaatlarından, müminlerinden çıkartmak zorundadırlar. Cemaat 1990’da 25 bin papazı yaşatırken, 2005’te kilise ücretli papaz sayısı ancak 17 bin 500’ü bulabiliyor. Eeee, onların da “kara altın”, petrol dolarlarıyla beslenen velinimetleri olsaydı durum farklı olabilirdi… ??? Bir de bu bayramların ekonomik gerçekliği var ki, yeri gelmişken yüzde 16’nın dayanağını, “ticari” bayramı vurgulamadan geçmeyelim. Zira içinde yaşadığımız toplumların en ciddi zaaflarından, zayıf halkalarından biri diyebileceğimiz “tüketim çılgınlığı”nın en sert ve açık gözlemlendiği dönem, maalesef bu dönem. Belki derinleşen ekonomik zorluklar, belki artan eleştirel tavırlar, Fransa’da son 4 yılda tüketim eğrilerinde, masraflarda düzenli bir azalma yaşandığını ortaya koyuyor. Buna rağmen 2006’da yani geçtiğimiz 10 günde, sıradan bir Fransız Noel ve Yılbaşı kutlamaları etrafında ortalama 548 avro harcama yaptı. Hediyeler, yiyecek içecek, eğlence, lokanta vs dahil bu rakamın 2002’de 800 avronun üstünde olduğu da eklenirse sanırız tablo daha açıklık kazanır. Çocuklara alınan oyuncakların, hediyelerin ortalama maliyetiyse bu yıl çocuk başına 214 avro olmuş. AB ortalaması 178 avro olduğuna göre, Fransız bebeler daha şanslı. Demek ki, ülkenin yüzde 21’nin Noel’i “çocukların bayramı” olarak görmesi bir tesadüf değil. Satılan oyuncak yüzde 44.3’ünü Toys“R”us oyuncak tekelleri, yüzde 42.9’nun da Carrefour, Auchan gibi hipermarketler kanalıyla olması, ayrı bir anlamlı… ??? Son yıllarda Noel ve Yılbaşı vesilesiyle yükselen bir başka özellik de, toplumun yoksulluk ve dışlanmışlık sınırlarında yaşayan 6 milyon insana yönelik yardım ve dayanışma eylemlerinin düzenlenmesi. Şubeleriyle sayıları yüzlerle ölçülen uzman dernekler, STK’lar yalnızca kamuoyunun dikkatini çekmek, uyarmak veya protesto eylemleri yapmakla yetinmiyorlar. Kolları sıvayan binlerce kişilik, onbinlerce militan, yüzbinlerce gönüllü insan, aşevleri ve yiyecekgiyecek merkezlerinden, konut ve gezici sağlık örgütleri kurmaya, kaçak göçmen aileler ve çocuklarına arka çıkıp insan haklarını savunmaktan, Noel ve Yılbaşı’nda yoksullara hediyeler ve eğlence geceleri düzenlemeye kadar varan somut mücadeleye giriştiler. Her iki Fransız’dan biri, hiçbir dönemde görülmemiş bir endişeyle hayatta en korktukları şeyin işsiz kalıp, sokağa düşmek olduğunu ifade ediyor. Örneğin, “Don Kişot’un Çocukları” isimli dernek, Parisli evsiz barksızlar için St. Martin Kanalı boyuna kurduğu kırmızı renkli 250 çadır kentle bir anda gündemin baş maddesi oluveriyor. Cumhurbaşkanı, hükümet acil önlemler almak, cumhurbaşkanı adayları söz vermekte yarışmaya başlıyorlar. Katoliklerden komünistlere her kesim, genç, yaşlı, orta halli, zengin, taşralı, kentli her çevre, kendini bir biçimde yaşananlardan sorumlu hissedip, örgütlü bir yaklaşımla katkıda bulunmak zorunda kalıyor. Yaşadıklarımız, duyduklarımız bir moda mı, bir medya oyunu mu, bilmiyoruz. Yaklaşan seçimlere daha bilinçli bir seçmen kitlesinin katılacağından kimsesinin kuşkusu yok. Fakat köklü çözümleri getirecek irade iktidar olabilecek mi? Umutlar zayıf. Ancak evrensel dayanışmacılığın teorisyeni Auguste Comte’un (1798–1857) dediği gibi, “Sevgi ve şefkatle harekete geçebilir, ama hareketi başarmak için iyi düşünmek gerekir.” Kurucu, kalıcı, yarını öngören düşünmek… ugur.hukum@gmail.com C 9 B Zeynep ŞAHİN Avrupa’nın asgari ücreti Türkiye’yi 7’ye katlıyor ANKARA Asgari ücretlinin alım gücünün arttığını savunan hükümete ve Türkiye’de asgari ücretin yüksek olduğunu söyleyen AB yetkililerine karşın, bir Türk işçisi Avrupalı pek çok mesai arkadaşından oldukça düşük ücret alıyor. Türkiye’de halen uygulanan asgari ücret 203 Avro’ya denk gelirken, 2007 yılında bu oran 215 Avro’ya çıkacak. Yunanistan’da 668 Avro’luk asgari ücret uygulanıyor. İrlanda’daki asgari ücret ise Türkiye’dekinin 7 katı. Asgari ücretlinin açlık sınırının da altında kalan maaşı, yapılması gereken zorunlu harcamalara dahi yetmezken Türkiye’nin asgari ücrette komşularının yanı sıra dünyanın birçok ülkesinden de geri kaldığı görülüyor. Halen uygulanan 380 YTL’lik asgari ücret 203 Avro’ya karşılık gelerek pek çok ülkenin gerisinde kalıyor. Asgari ücret, Yunanistan’da 668 Avro olarak uygulanırken ABD’li bir işçinin aylık kazancı 753 dolar oluyor. Türkiye’deki asgari ücretin yüksek olduğunu savunan kimi AB yetkililerine karşın, birliğe üye pek çok ülkede asgari ücretin 1503 Avro’ya kadar çıkması dikkat çekiyor. Topluluk, yabancılarla ortaklık fırsatlarını da değerlendiriyor Eczacıbaşı hedef büyüttü İSTANBUL (AA) Eczacıbaşı Topluluğu Üst Yöneticisi (CEO) Erdal Karamercan, önümüzdeki 3 yılda 450 milyon dolar civarında yatırım gerçekleştirmeyi planladıklarını söyledi. Topluluk ihracatının yüzde 12’lik büyümeyle yaklaşık 480 milyon dolar civarında geçekleştiğine işaret eden Karamercan, böylelikle son 4 yılda dolar bazında cironun yüzde 100, ihracatın da yüzde 110 arttığını belirtti. Karamercan, İlaç Grubu’nun, topluluk ortalaması düzeyinde bir ciro büyümesi gerçekleştirdiğini ve bu yıl ilaç ihracatında dolar bazında yüzde 50’yi aşan bir büyüme kaydettiklerini aktararak 2007 yılında gerekli onayın alınmasıyla ABD pazarına ilaç satışlarına başlayacaklarını aktardı. Yapı Grubu’nun faaliyetleri konusunda ise Karamercan, 2006 yılı ihracat tutarı 380 milyon dolara ulaşan grubun, dünyanın en eski ve bilinen markası olan Villeroy & Boch’un karo seramik kuruluşuna ortak olma çalışmalarının son aşamasına geldiğini kaydetti. Karamercan, 20062009 dönemini oluşturan 4 yıllık süreçte yaklaşık 615 milyon dolarlık yatırım gerçekleştirilmesinin planlandığını dile getirdi. Yurtdışı açılımların daha da ivme kazanarak sürdürüleceğine işaret eden Karamercan, özellikle ilaç konusunda Avrupa pazarına yönelik ihracatın toplam satışlar içindeki payının artırılmasını hedeflediklerini kaydetti. Karamercan, Tüketim Ürünleri Grubu’nda 3 yılda yaklaşık 170 milyon dolarlık yatırım planlandığını, temizlik kâğıtları üretim kapasitesinin ise yılda 100 bin tondan 160 bin tona çıkarılması yönündeki proje çalışmalarının kısa sürede tamamlanacağını aktardı. Topluluk olarak 15 yılı aşkın süredir yabancı ortaklarla uyum içinde çalıştıklarını dile getiren Karamercan, “Topluluk olarak, yabancı ortağın sermaye dışında teknoloji, yeni pazar olanakları ve benzeri katkılar getirebiliyor olması gibi koşullar uygun olduğu takdirde yabancı ortakla çalışmayı her zaman benimsemişizdir ve önümüzdeki dönemlerde de bu tür işbirlikleri söz konusu olabilir” dedi. ğer yeni yıla petrol zengini bir ülke liderinin idam sehpasındaki resmiyle girdiyseniz... Emperyal güçlerin diktatör eylediği, ideolojik ve etnik temizlik yaptırdığı bu adamın gün gelip de ülke petrolünü kendini diktatör edenlere kullandırmadığı için ambargolara, işgale uğradığını ve sonunda asıldığını biliyorsanız.. Hele hele, diktatörlerin ulusun kaynaklarını paylaşmaya kalkan emperyal güçlere karşı çıkanları cezalandırmak için getirildiğini iki darbenin rahlei tedrisinden geçerek öğrenmişseniz… 2007’de petrole dayalı paylaşımın din, mezhep, etnik çatışmalarla besleneceği, ulusların uluslara kırdırılacağı bir yıl olacağının da farkında olmalısınız!.. Eğer yeni yıla komşunuz Irak’ta, Lübnan’da, Filistin’de hatta Afganistan’daki bombaların yarattığı vahşet karşısında baka kalan insan fotoğraflarıyla girmişseniz ki girdiniz… Yeni yılı ister Paris, ister İstanbul ya da Münih’te karşılamış olun petrolün tüm insani değerleri yok etmeye devam ettiği bir yıl olacağını da biliyor olmalısınız! ??? Yine de dün bir geceliğine de olsa Ortadoğu’da yaşanan katliamı.. Lübnan ve Afganistan’daki askerlerimizi ve neden oralarda olduğumuzu unuttuk!.. Yeni yıl hazırlıklarının coşkusuyla: • 4 kişilik ailenin dengeli ve sağlıklı beslenebilmesi için aylık zorunlu gıda harca E GÖZ UCUYLA TÜRKEL MİNİBAŞ 2007 Kuklacıların Yılı mı Olacak? geldin yeni yıl” şarkılarıyla inledi. Cep telefonu ve internet hatları “Yeni yılın mutluluk, sağlık, barış getirmesi…” diye başlayan dileklerle kasa kırdı. Ne var ki, bugün Ocak’ın ilk günü. Külkedisinin arabası çoktan balkabağına dönüştü. Zira, 2006’nın son çeyreğine ait veriler 2007 için iyimser olmayı zorlaştırıyor. TÜİK’in verilerine göre yılın ilk 9 ayında: • GSYİH yüzde 7.4’ten 5.6’ya geriledi. Yani, ekonomi büyümesine büyüdü ama hızını yavaşlattı. • Tüketici fyatları 2005’in Kasımı’na göre 2.2 oranında, üretici fiyatları ise 11.6’dan 1.6’ya yükseldi. artm … arttı… • İthalattaki artış ihracattaki artışın üstünde seyrettiğinden cari açık kontrol altına alınamadı.. sürekli büyüdü. Dış ticaret açığı 52.6 milyon dolar’a çıkarken ihracatın ithalatı karşılama oranı da yüzde 60.6’ya geriledi. • Her ne kadar ihracat Kasım’da yeni bir rekor kırarak 8 milyar doların üstüne çıkarak OcakKasım arasında yüzde 15.6 masının bir yılda yüzde 13.31 arttığını; yani geçen yılki yüzde 5.65 oranının iki katından fazla gıda masrafı yapmak zorunda olduklarını; • Son bir yılda açlık sınırının 72.28 YTL, yoksulluk sınırının ise 235.45 YTL arttığını; dolayısıyla açlık sınırının 615 YTL.’ye, yoksulluk sınırının da 2 bin 4 YTL.’ye yükseldiğini; • Maliyetleri düşürmek için Çin’e, Hindistan’a taşınan tekstil ve konfeksiyon firmalarında çalışanların işsizler ordusuna katıldığını; • Dev maden şirketlerinin Ege’nin, Karadeniz’in topraklarını hallaç pamuğu gibi attığını; • Sosyal Sigortalar ve Genel Sigorta Kanunu’nun yürürlük tarihinin 1 Temmuz 2007’ye ertelendiğinden aile bütçemizdeki tedavi ve ilaç masraflarının artacağını; ise aklımızın ucuna bile getirmedik. Çünkü dün bayramın ilk günü, akşamı da yeni yıldı! Dün akşam lokantalar, kahveler “Hoş artarak 76.6 milyar doları bulduysa da… İthalat yüzde 19.2 artarak 125.3 milyar dolara ulaştığından dış ticaret açığı 11 ayda yüzde 25.4 artarak 48.7 milyar dolara ulaştı. İhracatın ithalatı karşılama oranı da yüzde 63’ten yüzde 61.1’e geriledi. • Cari işlemler açığındaki yüzde 67.1 artınca açığın 33 milyar dolarla GSMH’nin yüzde 8.2’ye yükselmesi doğal karşılandı. • Dış borçlarda özel kesimin payı arttı. ??? … ve Türkiye bu tablo ile 2007’de iki seçime hazırlanmakta. Cumhurbaşkanı ve iktidar partisinin belirleneceği bu iki seçim sadece çağdaş, laik Türkiye’nin geleceğini belirlemeyecek! Petrol üzerine yürütülen kavgada Türkiye’ye biçilen aktif rolü kabullenecekleri de belirleyecek. Kısacası 2007, küresel güçlerin çıkarlarıyla bütünleşenler için altın bir yıl olacak. Tabii ki, bu çıkarlar için iktidara getirildiklerini ve 2007’nin yılbaşına hangi fotoğrafla girdiklerini unutmadıkları sürece! Bu kadar sözden sonra barış içinde geçecek bir yıl dilemem olanaksız, ama!.. Aklın sevgiyle bütünleştiği, insanın insana dönük tüm vahşet ve şiddet eylemlerine karşı örgütlü mücadelenin arttığı… Dahası, kuklacıların kuklalarının yılı olmamasını dileyebilirim. Akıl ve sevgi yakanızdan hiç eksik olmasın. turkmini@superonline.com www.turkelminibas.net