23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

5 OCAK 2007 CUMA kitap ‘Karamsarlıkla umut arasındaki gelgitin enerjisi eylemli düşünceden geçer’ Gamze AKDEMİR Yazılarında söyleminde umut çok yer tutuyor. Bu noktada cümleni ‘umut eylemi ve sorgulamayı da getirir/melidir’ bağlamında kuruyorsun.. Buradan başlayalım mı söze? Umut benim yazılarımda gerçekten sık geçen bir kelime. Yine senin söylediğin ya da aradığın gibi bendeki umut eylemli bir umuttur. Çünkü eylemsiz umut aslında umut olmaz. Ne insan olur, ne umut. İnsan baştan ayağa umut ve eylemdir. Oturup etrafı seyrederek umut büyütülemez. Bir de bizim umudu sık sık kullanmamızın sebebi şu; o kadar çok yanlışla, haksızlıkla karşılaşıyoruz ki dünyada, eğer içimizde böyle bir umudu yaşatmazsak ve bunu eylemli bir umuda dönüştürmezsek başarı kazanmamız imkânsız. Zaten o yüzden bu kitapta ne kadar umut varsa aynı zamanda o kadar da karamsarlık vardır. İkisi iç içe geçiyor, ikisini birbirinden ayıran şey, umudu öne çıkaran tabii ki eylem, eylemli umut. ğildi. Avrupa halkı savaşı sevmez. Halkı bir savaşı kabul etmeye zorlamak neredeyse imkansızdır. AB hükümetleri Balkanlarda, kendi iç bahçelerindeki müdahalelerde bile çok zorlandılar. Kaçınılmazlıkla ve pek de halka sormadan giriştikleri bu savaşlarda da güçsüzlüklerini gördüler. ABD’siz NATO’suz bir iş yapamadıklarını anladılar. Bu nedenle de şimdi bir an önce etkin bir müdahale gücü oluşturmanın peşine düştüler. Türkiye ile ilişkilerinde de temel sıkıntıları budur. Bölgede ve gücendirilmiş bir Türkiye onları sıkıntıya sokuyor. Ama iç dengeleri de başka türlüsüne izin vermiyor. Avrupa Birliği çelişkiler üstüne kurulu ve geleceği olmayan bir birliktir. Egemenlerin istekleri ile halkların beklentileri birbirine uygun değil. Egemenler ABD ile her alanda aşık atabilecek, neoliberalizmin tüm kurallarına uygun, o eski zamanların sosyal refah kurallarından uzak bir Avrupa istiyorlar. Halk ise tam tersine, savaş istemiyor, sosyal haklarını yitirmek istemiyor. Bu nedenle AB anayasa taslağını açık, net bir şekilde reddetti. Yalnız Fransa’da değil, Avrupa’nın tümünde. Ama Avrupa hükümetleri ABD ile bir işbirliğini isterlerdi tabi.. bunun getirdiği rahatsızlıklar… Elbette isterlerdi, ama Avrupalılarla Amerikalılar arasında yöntem farklılıkları vardır. Avrupalılar her şeyin daha üstü örtülü, daha gizli kapaklı yapılmasını tercih ederler. Amerika ise daha kabadır o anlamda. İşte bu farklılıklar demin anlattığım çerçeve içinde Avrupa’nın paylaşım savaşının dışında kalmasına yol açtı. Avrupa hükümetlerinin sorunu sosyalist sistemin varlığı koşullarındaki işbirliğinin sona ermiş olmasıdır. O dönemin ABD’ye sırtını dayamış Avrupa’sı yok artık. Kendine güvenmek isteyen, ABD ile işbirliğinin önüne kendi çıkarlarının önceliğini koymak isteyen Avrupa var. Ama bu tablo henüz gerçekle uyuşmuyor. Hem halkın farklı istekleri, geçmiş dönemin kazanımlarını özleyen insanların istekleri, hem de hükümetlerin istekleri kendi içlerinde çelişse de ABD’nin istekleri ile sorunlu. C 15 Güray Öz’ün ABD’nin Irak’ı işgalinin öncesini ve sonrasını ele alan yazılarından oluşan Salı Sabaha Karşı (Günizi YayınlarıAralık 2006) her şeye karşın insanlığın umudunu yitirmemesi gerektiğini öne çıkartıyor. Kitapta yer alan denemeler, saldırıdan yola çıkarak karşı karşıya kaldığımız insanlık dramının farklı boyutlarına dikkat çekiyor. Güray Öz’le "Salı Sabaha Karşı"dan yola çıkarak dünyamızın hallerini konuştuk. da demokrasi tanımına getirdiği faşizan tanım, bu kaygına en somut örneklerden biri kuşkusuz. Nasıl karıştı tanımlar, nasıl göreceleşti? Demokrasi tanımı değişti, savaş tanımı değişti, barış tanımı değişti, küreselleşmenin dizinin dibinde ulus, ulusdevlet tanımı değişti? Savaş önce kavramlar üzerinden yapılır. Kavramların içini boşaltmak, demagoji, yalan, yaygın propaganda ve elbette paranın gücü. Geçmişin görece dengeli dünyasından tek kutuplu Amerikan egemenliğine geçildiğinde ABD kaynaklı, Avrupa destekli ideolojik saldırının temel amacı kavramları alt üst etmek, ters yüz etmek oldu. Solun muhafazakâr, tutucu olduğunu söylemeye başladılar. Soldan çaldıkları "değişim" sözcüğü dönekliğin rehabilitesi için kullanıldı. Sözde devrimci bir içeriğe sahip sihirli bir kavram olarak piyasaya sürüldü. Oysa söyledikleri yeni hiç ama hiçbir şey yoktu. Yüzyıllık Liberal kavramlar "yeni"liğin sosuna batırılmış olarak önümüze kondu. Uygarlığın anlamı birdenbire değişti. Terör yeniden tanımlandı ve ABD’ye karşı olan her şeyi kapsar hale geldi. Dikkat edersen terör lafını kullananlar şimdi bu köşeye sıkışmış olan Amerikan emperyalistleridir ve onların dünyanın değişik yerlerine dağılmış olan işbirlikçileridir. Terör kavramı etrafında bir dünya kurdular. Kendi yaptıklarını şu anda dünyanın her yerinde uyguladıklarını gizlemeye yarayan bir anlamı var aslında terörün. O nedenle biz terör tanımını temizlemekten, ona yeni bir tanım getirmekten söz ediyoruz. Bugün terör kendi sistemini ebedi ilan eden ABD dayatmalarıdır, zorbalığıdır. Terörün ideolojik boyutuna dikkat çekiyoruz. Terör yalnızca silah alıp sivilleri öldürmek değildir. Terör kafalarda da olur. İnsanların bilincini bulandırdığınız zaman da terör yapıyorsunuz demektir ve Amerika’nın yaygın bir şekilde yaptığı budur. Hollywood filmleri terördür, 24 saat adlı dizi terördür. Teröre karşı savaş kılıfı altında terörün övgüsünü yapan her şey terörün kendisidir. Yurttaşın denetimine kapıları kapatmış devletin zorbalığı terördür. Devlet terörünü öylesine yaydılar ki, şimdi insanlar bir terör denizinin içinde yüzüyorlar ve başka şeylerin terör olduğunu "öğreniyorlar". Kavram tersine döndü. Ve artık onlar açısından terör kendilerine karşı olan her şeydir. İnsanların kurtuluşu için savaşmak terör, tırnak içinde olmayan bir demokrasiyi savunmak terör, Türkiye’yi örnek alalım F tipi cezaevlerinin durumunu eleştirmek terör. Öyle yaygınlaştı ki bu durum, sokak bu yoğun ideolojik saldırı karşısında neredeyse çaresizdir. Ve bunu özellikle bu Irak savaşı sırasında medya üzerinde çok yoğun çalışarak yaptılar. Bu meşhur "embedded" dedikleri "iliştirilmiş" gazeteciler aslında terörün bir tür iletişim araçları oldular. Yani onlar güzelleştirdiler Amerika’nın yaptığı işleri ve düşünebiliyor musun, bütün dünyaya yalan söyleyen bir devlet karşımıza çıktı ve bunun yayıcısı da o "iliştirilmiş medya" oldu. Bu durum Amerikan medyasıyla sınırlı değildir. Türkiye’de de medya kötü bir sınav verdi. Karnesi kötüdür Türk medyasının. Özellikle tezkere kavgasının savaş kışkırtıcılarının hâlâ muteber gazeteciler, yazarlar olarak ortada olabilmeleri de doğrusunu istersen ayıptır. Bir gazeteci olarak insana kendisini berbat hissettiren bir durum. Tabii tüm meslek sınıfta kalıyor, yara alıyor, onurunu yitiriyor. Bu iliştirilmiş gazeteci kavramı terminolojiye tam anlamıyla Irak Savaşı ile girdi. Yoksa tabii daha önce de vardı, ama böyle yaygın kullanılmamıştı. Hükümetin adamı gazeteci her zaman vardı/vardır ama bu artık kurumsallaştı ve hukukileşti. Amerika "zaten böyle olması gerekir" diye tüm dünyada bunu yaygınlaştırmaya, meşrulaştırmaya çalışıyor. Türkiye’de de bunu görüyoruz geçenlerde, gazetemizde de çıktı hatırlayacaksın, emniyet birimleri gazetecilere haber yazma eğitimi vermeye kalkıştı. Bu mantık yayılıyor, doğallaştırılmaya çalışılıyor. Sürü psikolojisi, hatta patolojisi içinde meşhur tek tip insan yaratma niyeti kesinlikle. Bilim kurgu filmlerinin bir öğesiyken gerçeğe dönüştü, dönüşecek. O nedenledir ki "tüm dünya toptan bir Ortaçağa itiliyor" fikrini sık sık yineliyorum. Bu Ortaçağın en tehlikeli kozu ise önceki Ortaçağ gibi karanlık görünmemesi. Tam tersine çok parıltılı, çok janjanlı görünmesi. Amerika’nın tüm dünyada yerleştirmek istediği düzen aslında bir Ortaçağ düzenidir. Tüm alanlara sızmış, tüm kavramların içini boşaltmış, herkesin tepesine binmeye hazır, her alanda onları kontrol edebilecek mekanizmaları kurmuş, böyle bir sistem peşinde Amerika. Ve bunu yavaş yavaş yaptığını da görüyoruz. O nedenle o küçük küçük kavgaların, küçük küçük umutların çok büyük önemi var. EYLEMİN ANLAMI O eylemin çerçevesini bir çizelim mi? Eylemin anlamı çok geniştir. Yazı yazmaktan tutun sokağa kadar, örgütlülüğün bin bir biçimine kadar geniş bir alandır. Ve bütün bunlar olmadan, birbiriyle iç içe geçmeden, ilmiklenmeden, birbiriyle bağdaşmadan sonuç alınamaz. Daha doğrusu küçük küçük umutlar yaratılamaz, bizi geleceğe taşıyacak, ruhumuzu karartmayacak sonuçlar bile alınamaz. Bir büyük denemenin yenilgiye uğramış olması insanlardaki karamsarlığı artırdı. Ama gerçek nedenlere dayanan bu karamsarlığa rağmen umut tükenmiyor. Örneğin, yüzyılın ilginç bir değerlendirmesini yapmış olan Eric Hobsbawm, ‘21. yüzyılda dünyanın daha iyi olacağını gösteren bulgular göz ardı edilemez, eğer dünya, örneğin bir nükleer savaşla kendini yok etmezse, bu ihtimal her bakımdan güçlü olacaktır’ diye yazmıştı. Bu sözleri aktardığı Kısa 20. Yüzyıl Tarihi’nde, daha 11 Eylül faciası ve sonrası ABD saldırganlığı yaşanmadan yazılmış olsa da umudunu korudu Hobsbawm. Onun da dediği gibi "dünyamız hem dışa hem içe doğru infilak etme tehlikesiyle karşı karşıyadır." Ama umut her zaman karamsarlıkla iç içedir zaten. Karamsarlıkla umut arasındaki gelgitin enerjisi ise eylemden, eylemli düşünceden geçer. Kitabının ana konusu üzerinden devam edersek, Afganistan’la başlasa da odak noktası Amerika’nın Irak’ı işgali. Öyleyse o eylemi, umudu bu işgale karşı örgütlülük anlamında açar mısın? Zaten bu korkunç savaştaki küçük küçük kazanımlar aslında bahsettiğim türden bir umudu görmemizi gerektiriyor. Irak işgali salı sabaha karşı başlamıştı. Ama kitaptaki yazılarım yalnız Irak’taki işgal halini değil, eş ölçüde mevcut direnişin kavranmasını amaçlıyor. Direniş yalnızca Irak’la sınırlı değildir. Üstelik Irak’taki direniş ne kadar karmaşık, ne kadar olumluyla olumsuzu iç içe barındırıyorsa, dışarıda, Irak dışında daha kristalize olmuş, daha hedefe kilitlenmiş gibidir. Belki ilerde değiniriz, Irak söz konusu olduğunda bir paradokstan söz edilebilir. ABD Irak’ta amacına ulaşıyor. Bölgeye yerleşiyor, Irak’ı üçe bölüyor, yeni köprübaşları tutuyor. Ama ABD aynı zamanda bu savaşı kaybediyor. Bölge halklarının gözünde, dünya halklarının gözünde o yeniktir. Halklar için ve giderek bu hükümetlere, yönetimlere de yansıyacak, ABD kötülüğün ta kendisidir. Siyasal ekonomik sistemleri ne olursa olsun ABD ülkeler için açık bir tehlike oluşturuyor. Şimdi ülkeler hesaplarını bu tehlikeye göre yapıyorlar. Bu bir yandan açık teslimiyetçi güçleri, diğer yandan bu durumu kabullenemeyenleri etkileyen bir gerçektir. ABD karşıtlığının içeriye bu kadar şiddetle yansımasının nedeni de budur. ABD bölgede artık yalnızca zorbalıkla, zorbalığı sürdürerek var olabilir. Burada ABD ile ilgili birkaç söz daha söylemek isterim. Sovyetler Birliği’nin dağılıp yıkılması, ABD’nin tek başına dünya egemeni olduğunu düşünmeye başlamasının da başlangıcıdır. O tarihten sonra emperyalist şımarıklık zirveye çıktı. Yeni muhafazakârların iktidarı ise Zeynep Atikkan’ın dediği gibi "Amerikan cinneti"nin başlangıcı oldu. Bir düşün, tüm dünya inanılması imkansız bir yalana zorbalıkla "inandırıldı". Sonradan itiraf ettiler, ama ABD’nin o zamanki Dışişleri Bakanı Colin Powel BM Güvenlik Konseyi’nde tüm dünyaya canlı yayımlanan oturumda bu yalanları bir bir sıraladı. Sonra da saldırdılar. Şimdi öldürülenlerin sayısının 700 bine ulaştığını, bir ülkenin iç kavgaya sürüklenişini, halkın çaresizliğini, bölgenin sürüklendiği kaosu konuşuyoruz. Bu büyük yalanı dinleyen ve peşinden gidenler, itiraz etmeyi düşünmeyenler hâlâ ülkelerinde iktidar olmayı sürdürüyorlar. Ama halklar, insanlar açısından yalan ortaya çıkmıştır. Bazen düşünüyorum, 11 Eylül’ün bir komplo olabileceğini, doğrudan ABD’nin belli güçleri tarafından planlanmış olabileceğini düşünenlerin, hani şu komplo teorisyenlerinin haklı oldukları bir yan var: Eğer koca bir ülke çok açık, çok çıplak bir yalanla savaşa girişebiliyorsa, bir ülkeyi işgal edebiliyorsa, pekâlâ kendi kulelerini de yıkmış olabilir. İnsanlar bu nedenle çok da önemli olmayan bu türden teorilere inanmakta haklıdırlar. Bu türden teorilerin bir haklılığı vardır. Ama işgalin hiçbir haklılığı yoktu. İşte bu nedenle ABD savaşı halkların gözünde yitirdi. Irak Savaşı, karşı olan dünya halklarını da yaklaştırdı birbirine. Hiç kuşku yok, bütün dünyada ABD karşıtlığının güçlenmesinin temel nedenlerinden, itici güçlerinden biridir Irak savaşı. Irak savaşı turnusol kâğıdı gibi Amerika’nın gerçek yüzünü ortaya çıkarttı. Yani o anlamda sadece Irak’taki direnişler değil, dışarıdaki eylem yani öteki ülkelerdeki bizim ülkemizdeki farklı açıların ortaya çıkması, Amerika’ya karşı bir ölçüde geçmişten daha farklı bir bilinçlenmenin ortaya çıkmasını da getirdi. İşte bu eylemli umut demektir. Latin Amerika’daki geleneksel ABD karşıtlığının yeniden ve bu kez daha güçlü bir biçimde antiemperyalist bilince yükselmesi ve geçmişten farklı olarak Latin Amerika çapında bir dayanışmayı ateşlemesi, bu dayanışmanın Ortadoğu’ya kadar uzanması boşuna değildir. Ortadoğu’da ABD karşıtlığı artık nefrete dönüşmüştür. Avrupa’da da ABD hayranlığı yerini önce kuşkuya giderek, korkuya, çaresizliğe bıraktı. Ama Avrupa’da da ABD artık sevilen bir ülke değildir. Avrupa’nın egemenleri ise ABD’ye kıskançlıkla bakıyorlar. pagandası yaygındır. Daha doğrusu bizim gibi ülkelere özel olarak yöneltilmiş bir ideolojik saldırıdır bu. Ulus devletin artık anlamsızlaştığını öne sürenler, güçlerini ve beslenme çantalarını çağımızın en güçlü ulus devletlerinden alıyorlar. Ticaretin ve iletişimin sınır tanımaz özelliğini ulus devletin sonunu ilan etmek için yeterli sayıyorlar. Tam tersidir. Ticaretin ve iletişimin sınır tanımaz özelliği emperyalist etkinin artmasına yol açıyor. Ama aynı zamanda ulus devletleri de güçlendiriyor. Kuşkusuz kurtlar sofrasında güçlendiriyor. Ulus devlet kendisindeyse güçlendiriyor. En güçlü olanlar ise emperyalist çıkarların bekçisi ve sahibi oluyorlar. Ulus devletlerin sonunu getirecek olan gelişme, ticaretin ve iletişimin sınırsız zaferi değil, çalışan sınıfların iktidarlarıdır. Yani emperyalist bir genişlemenin adı olan küreselleşme değil, halklar arası ilişkilerin gelişmesi, benzeşmelerin, kültürel alışverişin hızlanması, uluslararasılaşmasıdır. Uluslararasındaki çatışmaların sonunu getirecek düzen değişiklikleridir. Ulus devletlerin sonu ancak böyle bir ütopya ile gerçekleşebilir. O çok sık dile getirilen devletin küçülmesi vb. tasarımların ulus devletin yok olmasıyla bir ilgisi yoktur. Dikkat ederseniz, batıda ekonominin ve politikanın gereklerine göre devletin küçültülmesinden bol bol söz ederler, ama Batı, küçülen devletin güçlü olmasından da hiç vazgeçmez. Güçlü bir devlete gereksinim duymayan kapitalizm olmaz çünkü. Bir de emperyal planın yalnızca petrolle ya da başka zenginlik kaynaklarıyla sınırlı olmadığını; insan hakları ihlallerine, çevrenin alabildiğine kirlenmesine karşı ayağa kalkmış insanlara ve uluslara karşı acımasız ABD diretmesiyle ilgili olduğunu ifade ediyorsun "Imperium Americanum" başlıklı yazında. Emperyal plan bir yanılsama şeklinde sence daha çok petrol üzerinden mi yorumlanıyor sahi? ABD’nin, yeni muhafazakâr politikacıların iddiası enerji kaynakları ile ilgili dar çıkarlara dayalı olmakla birlikte, ideologlarının hevesleri daha geniş kapsamlıdır. "Imperium Americanum", Amerikan imparatorluğu, bu ülkenin emperyalist çıkışlarının, heveslerinin yeni adıdır. Bir tür emperyalist şımarıklıktır. Emperyalist ABD’nin kendine biçtiği yeni ve üzerinden dökülen, bol bir elbisedir. Öyle bir niyetleri var ki, özellikle sosyalist sistemin dağılıp yıkılmasından sonra tüm dünyaya ideolojik, politik olarak ve bir anlamda da fiziksel olarak hâkim olabileceklerini düşündüler. Tarihin sonu teorileri, uygarlıklar savaşı doktrinleri bu hevesin yansımalarıdır. Silkinip kendilerine döndüklerinde güçlerinin bu kadar olmadığını görecekler. Üstelik kendi sınırları içinde bile rakipsiz ve eleştirisiz kalmayacaklarını anlayacaklardır. Ama bu imparatorluk düşlerinin arkasında tüm dünya için ciddi tehlikelerin bulunduğunu da görmezden gelemeyiz. Enerji kaynaklarına sahiplik, onları denetleme güdüsü ve bu anlamda dünya siyasetini belirleme hevesi hep var oldu, bundan sonra da olacak. Amerikan imparatorluğu söylemi ile anlatmak istedikleri tüm dünyayı ideolojik ve politik olarak yönetme isteğidir. POLİTİKALAR DEĞİŞMEZ!.. Yaklaşan seçimler.. Avrupa, Amerika gün sayıyor. Seçimle değişir mi bir şeyler yoksa tüm ülkelerde iktidarlar birbirlerinden bayrağı devir mi alacaklar? Ufak tefek değişiklikler olur, yöntem farklılıkları belki. Ama esas politikalar değişmez. ABD’nin gelecekte ne yönde gelişeceği, emperyalist politikaların dizginlenip dizginlenemeyeceği dışarıya ve bu dışarının ABD politikalarına yansımasına bağlıdır. Ama ABD’nin ekonomik politikalarının da çok uçta, çok sınırlarda gezindiğini ekonomistler söylüyorlar. Dünya tahmin edilmesi güç gelişmelerle her zaman karşılaştı. ABD’nin tüketim toplumu alışkanlıkları da tükenen her şeyden nasibini alabilir. Tehlike dünyanın ömrünün ne kadar uzun olduğu ve bu hesapsız tüketime bu tüketimin verdiği zararların giderilmesi için yapılacaklara bağlıdır. Küresel ısınma bilim adamlarının tahminlerinden daha önce etkisini göstermeye başladı. Avrupa da bu dünyanın içinde bir yerde duruyor. Bencil ve ihtiyar. Avrupa Birliği aslında bir tür üst federasyondur, adını öyle koymasalar da bir tür devletler birliği. Tek tek ulusal devletler varlıklarını kaybetmediler, bir tür biraz gevşek bir üst kimlikte birleşiyorlar. Avrupa’yı da bütün dünyayı da etkileyen şey neoliberalizmdir. Neoliberalizm aslında bütün bu olan bitenin ideolojik formasyonu oldu. Ve bu kadar pervasızlığın, ulusal ve sınıfsal bencilliklerinin nedeni de odur, neoliberalizmdir. Bu Avrupa ülkelerini de çok etkiledi. Avrupa ülkeleri yöntemler anlamında Amerika’yla uyuşmuyor olabilirler ama uyguladıkları ekonomik ve sosyal politikalar tümüyle neoliberal politikalardır. Yani her geçen gün biraz daha Amerikan tarzı neoliberalizme doğru ilerliyorlar. Bu yüzden sosyal haklar, işçi hakları, emekçilerin kazanımları bunlar giderek sıfırlanıyor. Avrupa Birliği’nden örneğin "işçi haklarını daha genişletin, işçi sendikaları şöyle olsun" dediğini duyamazsınız. Çünkü onların kendi gündemlerinde zaten kısıtlanmaya çalışılan haklardır. Büyük Ortadoğu Planı’nın bir tür Marshall planı olduğunu söylüyorsun. Marshall planı 1947’de ABD Başkanı George Marshall’ın Avrupa ülkelerine ekonomik yardım yapmayı ve Sovyetler Birliği’nin etkisini sınırlandırmayı, Soğuk Savaş’ın çanlarını çalarak Avrupa’yı zinhar komünizmin pençesinden korumayı amaçlamaktaydı. Ya BOP?.. Anlatır mısın, sanki BOP daha kanlı, dünyanın da daha bir kafası karışık, değil mi? Büyük Ortadoğu Planı farklı koşullarda, farklı özellikler de taşıyan bir tür Marshall planıdır. Belirli politikaları dikte eder ve bu politikaları paranın gücüyle desteklemeye çalışır. Söylenen, açıklanan amacı bölge ülkelerine demokrasi getirmektir ve artık herkes biliyor ki ABD’nin bölgeye demokrasi getirmek gibi bir amacı, yetkisi ve gücü yoktur. O yalnızca sefalet, ölüm, diktatörlük, zorbalık getirebiliyor. Ülkeleri parçalıyor, parçalanmanın eşiğine getiriyor. Bizim açımızdan önemli olan, ABD ile birlikte Irak işgaline ortak olmayı bir şekilde onaylamamış Türkiye’nin bu defa sorgusuz sualsiz ABD’nin Ortadoğu Kuzey Afrika ve Kafkaslar şeklinde genişletilmiş planlarına ortak olmasıdır. Bu sonuçsuz kalacağına inandığım proje tehlikelerle doludur ve Türkiye neredeyse tam bir teslimiyet içinde gibidir. Bu plan adı ne olursa olsun, kendine sivil toplum adını veren çevrelerin, embedded basının alkışını, Soros takımının desteğini alıyor. ABD önümüzdeki yıllarda bu plandan vazgeçmek zorunda kalacaktır. Ama geçen süre içinde plana sahip çıkan ülkelerin zarar görmesi mümkündür. Umutla başladık umutla bitirelim. İlhan Selçuk büyük bir incelik ve alçakgönüllülük göstererek verdiği önsözde "Güray Öz’ün kitabı yenilgilerin üstüne kurulacak yenginin umudunu da okuyana duyumsatıyor" diye yazdı. Nâzım Hikmet’in "çok yorgunum beni bekleme kaptan / beni o limana çıkaramazsın" dizelerini okurken, hep "beni almadan gitme bu limandan" demek istediğini düşünürüm. Umut işte böyle bir şeydir. İyidir umut. Boş durmuyorsanız kuşkusuz. Salı Sabaha Karşı/ Güray Öz/ Günizi Yayınları/ 243 s. Bu tür eylemli umutlar genelde hep uzun vadede sonuç getirmiş, şimdikinin farkı nedir sence? Bu eylemler amacına ulaşabilecek mi, umut var mı bu noktada? Eğer böyle toplu bir sonuç almaktan bahsediyorsan onun çok uzağında olduğumuzu söylemem lazım. Ama şu oluyor, insanların bilincinde değişiklikler var. Bu değişikliği görmezlikten gelemeyiz. Çok uzun sürecek belki, ama bu geleceği anlamak, şekillendirmek açısından bize ipucu verir. Önemli olan ve gelecek açısından işlevsel olan insanların bilincindeki değişikliklerdir. İllüzyon bozuldu diyorsun. Evet, hatırlayalım Vietnam Savaşı sırasında da böyle bir şey olmuştu. Vietnam’ın müthiş direnişi, ABD’nin gözlerden gizlenemez zulmü, tüm dünyada ABD karşıtlığının yükselmesine yol açtı. Ondan sonra o iki kutuplu dünyanın belli dengeleri Amerika’yı bir anlamda gizlemiştir. Sonraki dönemde ABD’nin tüm dünyada ağırlığı sosyalist sistemi yıkmaya yönelik, bol demagojiye dayanan savaş yöntemlerine ağırlık verdiği görülür. İnsan hakları uydurmaları, açık toplum masalları bu dönemin yükselen propaganda yöntemleri oldu. Her alanda; kültür alanında, felsefede, sokakta ABD böyle bir saldırıyla imajını yeniden düzeltme yolunu tuttu. Açık zorbalıklarını gizlemek için elinden geleni yaptı. Nikaragua’da, Şili’de biraz zor durumda kaldı, o kadar. Her şeye rağmen Amerikan hayranlığının yükseldiği yıllardır o yıllar. Ama şimdi dünyanın neresine gidilirse gidilsin Amerikan hayranlığından söz etmek olanaklı değildir. Tam tersine hep sorgulama var. Amerika’nın demokrasi şampiyonluğu o günlerde zirvedeydi. Karşı taraf ise her nedense savunmadaydı. Sovyet dünyasının ağırlığı barış sorununa vermesi belki yaşamsaldı, ama eksikti. Tüm dünya ABD’nin ve genel olarak batının "demokrasisini" tartışmaksızın, irdelemeksizin kabul etti. Bu, yanılsamanın anlaşılabilmesi, ABD’nin "demokrasi" transferine girişeceğini ilan etmesinden sonra oldu. BARBARLIĞIN İÇ SAVAŞI 30. sayfada "Ortada bir savaş var ama bu savaş uygarlıkla barbarlığın savaşı değil. Bu savaş bir iç savaş. Barbarlığın iç savaşı" diyorsun. Anlatır mısın? Aslında saldıranla saldırının, işgalin nedeni olarak gösterilen akrabadır. Amerikan barbarlığı ile Bin Ladin barbarlığından söz etmek istemiştim. Bu anlamda bir iç savaş var. Ama bu iç savaşın kurbanları savaş alanı olarak seçilen ülkeler, coğrafyalardır. Savaşın analitik bir tahlili, gerçek nedenlerin ortaya çıkartılması bu iç savaşın arkasında yatanları anlamamıza olanak tanır. Savaşın hedefi Bin Ladin gibi görünüyor, gerçekte Ortadoğu üzerinden yeni dünya düzeni kurma çabasının bir cephesi olan Irak ve bölgenin tümüdür. Bize uygarlıkla barbarlığın savaşı gibi gösterilen barbarlar arası bir savaştır. Ortaya gerçek öznelerin çıkmasına henüz izin verilmiyor. Ama çıkacaktır. İşgale gerçekten direnenler henüz savaşa pratik ve ideolojik olarak el koyabilmiş değillerdir, direnişte bu bilinç henüz eksiktir. Kavramlardan söz ederken ulus devlet üzerinde de duruyorsun. Evet, ulus devlet kavramı ve gerçeği üzerinde de durmalıyız. Özellikle bizde ulus devletin artık işlevini yitirdiği pro ‘ÖZGÜR ÜLKE...” Amerika "tüm dünyaya demokrasi getireceğiz"i o zaman sürdü piyasaya. Evet, şimdi de neyi nasıl getirdiği somut olarak görüldü. Hem demokrasi denilen şeyin ihraç edilebilir bir şey olmadığı, ülkelerin iç işi ve iç dinamiklerinin işi olduğu ortaya çıktı, hem de Bush ve yeni muhafazakârlar demokrasi ihraç ederken kendi ülkelerini de Orweliyen bir ülke haline getirdiler. Bugün ABD geçmişte bol bol propagandası yapılan "özgür ülke" değildir. Tam tersine, kuşkunun egemen olduğu, herkesin herkesten kuşkulandığı, basın özgürlüğünün büyük ölçüde ideolojik baskı ve yasal önlemlerle kısıtlandığı bir ülkedir. Terörün farklı tanımlarından ve terörün türlerinden söz ediyorsun kitaptaki kimi yazılarında. Tanımların birbirine nasıl karıştığından bahsedelim o zaman. Şimdi neoliberal küreselleşmenin ABD’nin deyim yerindeyse sürü başılığın ORTAK PAYLAŞIM Ben de Avrupa’nın tavrını sormak istiyordum. İşbirliği vesaire Avrupa’nın Amerika’yla karşılıklı ilişkilerinin kimyasında bir değişme var mı? Sıkıntı var diyebiliriz. Ortadoğu aslında Avrupalıların Amerikalılarla birlikte paylaşmaları gereken bir yerdi, Avrupalıların anlayışına göre ortaklıkları eskiydi. Fakat Amerika bu ortak paylaşıma yanaşmadı, paylaşım için istediği bedel, Avrupa için o günkü koşullarda ödenmesi kolay bir bedel de
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear