23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

2 AÇI C olaylar ve görüşler 12 OCAK 2007 CUMA MÜMTAZ SOYSAL Elbirliğiyle Yeni Bir Anayasa! ürüp gider, bizde anayasa kavgaları! Her yeni Cumhurbaşkanlığı seçiminde tartışmalar, çekişmeler, değişik yorumlamalar!.. Ülkemizde üç kez doğru dürüst cumhurbaşkanı seçimi yapıldı! Atatürk, İnönü, Bayar tek bir yakınma uyandırmadan Çankaya’ya çıktılar. Ondan sonra gelenleri bir düşünün. Gürsel’in seçilmesi az mı gürültülü oldu! Adalet Partisi’nin aday göstermek istediği Prof. Başgil’in senatörlükten hemen istifa edip İsviçre’ye nasıl kaçtığı anımsanmalı!.. Sunay’ın, Korutürk’ün, Özal’ın, Evren Paşa’nın seçimleri düşünülmeli!.. ??? Bence gerçek sorumlu anayasadır. Anayasalardır!.. Özellikle 82 Anayasası’nın Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili 102. maddesi!.. Günlerdir gazetelerde yazarlar, hukukçular, ünlü ünsüz profesörler tartışmaktalar... Kimi öyle diyor, kimi böyle!.. Meclis Başkanı kesip atmak istedi! “Kim 185 oyu alırsa ben onu seçilmiş sayarım.” Oysa eski Yargıtay Başsavcısı Kanadoğlu ise bambaşka bir düşüncede... ??? AKP 354 kişilik grubuyla Meclis’te oy vermezse seçim iptal edilirmiş! Oysa 13 oy daha gerekiyor... Çekişip duruyorlar, okuyanın ne denli hukuk bilgisi de olsa bir türlü anlayamadığı bu karmakarışık 102. madde ortalığı birbirine katmış durumda!.. Şu anayasalar!.. Ta 27 Mayıs 1960’tan bu yana bir türlü yerli yerine oturamadı... Bu konuda yazdığım nice yazıyı düşünüyorum. Sanki bana düşermiş gibi anayasa konularındaki ters tutumu sürekli belirtmek! 1961’de Kurucu Meclis oluşturulurken “Vatan” gazetesinde bir yazı yazmıştım, yeni anayasayı hazırlayacak Kurucu Meclis’te partilerin, ünlü politikacıların yer almaması gerektiğini söylemiştim. Yeni anayasayı gündelik politikanın dışındaki kişiler, uzmanlar hazırlamalıydı. İşin içine partiler girdi mi o anayasa tüm ulusun benimseyeceği bir değer sayılamayacaktı. ??? Bu düşünceye önce militanlar karşı çıktı. Nasıl olur da deneyimli politikacılar, particiler saf dışı bırakılabilirdi? Beni destekleyen tek kişi “Cumhuriyet” Başyazarı Sayın Nadir Nadi oldu. İki başyazısında bu görüşü savundu... Sonunda CHP ağırlıklı bir anayasa ortaya çıktı. Kapatılmış DP’nin yandaşları, bu 61 Anayasası’nı benimsemediler. Sonunda 12 Mart 1971 askeri darbesiyle bu anayasa da paramparça edildi. Derken derken, geldik 12 Eylül 1980’e... Haydi yeniden bir anayasa; Aldıkaçtı, Evren Paşa Anayasası... Şimdilerde içinden bir türlü çıkamadığımız bir karmaşık anayasa... 1982 Anayasa Taslağı’na zamanında karşı çıkanlar olmadı mı, oldu! Ama “Bu anayasaya yurttaş oy vermemeli” diye yazanlar, dergilerinde bildiriler yayımlayanlar (Ben ve İstanbul Eczacılar Odası yöneticileri) sıkıyönetim mahkemesinde mahkum edildik, üçer ay da Sağmalcılar’da, dürüst davranışımızın cezasını çektik!.. ??? Şimdi yeni bir çıkmazdayız. Türlü türlü yorumlamaların içinde debeleniyoruz! Cumhurbaşkanı nasıl seçilmeli, öyle mi böyle mi kargaşasındayız!.. En iyisi, yeni bir anayasa yapmak!.. Ama tüm siyasilerin, partililerin dışında oluşturulacak bir kurucu meclis eliyle, yani halkımızın, aydınımızın, işçimizin, hukuk, bilim, sanat, kültür adamlarımızın elbirliğiyle... Ama bu nasıl olur? Daha önceki anayasalar nasıl olmuşsa, hangi etkilerin, hangi ağırlıkların, hangi kaçınılmaz baskıların zorlamasıyla... Bugün ya da bir gün, er geç... S ugün iç savaşın pençesinde kıvranan Irak’ta yaşanan vahşetin, cinayetlerin ardı arkası kesilmiyor. Savaşın yıkımından, acımasızlığından Irak toplumunun kültürel mirası, tarihi de payını aldı. Uygarlığın kalbi Mezopotamya’da yerleşik bu ülkenin binlerce yıllık birikimini, kültürel mirasını barındıran antik şehirleri, müzeleri, kütüphaneleri yakıldı, yıkıldı, yağmalandı. Demokrasinin, barışın bir türlü tesis edilemediği, parçalanmanın eşiğindeki Irak’ta 4000 yıllık bir Babil efsanesininde söylendiği gibi kaosla düzenin mücadelesinde şimdilik kaos galip. (Elis Enema, Antik Babil’de sonbaharda yapılan bir festival, yılın ve insanın kaderi belirlenir, Tanrı Marduk’un esaretten kurtulması, kaosla düzenin çarpışması anlatılır.) Anlaşılan, Babil’in baştanrısı Marduk esaret zincirini hâlâ kıramadı ki, Irak halkı da gerçek özgürlüğüne ve düzene bir türlü kavuşamadı. Aksine gittikçe şiddetini artıran iç savaş bölge ülkelere sıçrama tehlikesi gösteriyor. Yağmalanan tarih, kültür sadece Irak’ın, Mezopotamya’nın değil aslında tüm insanlığın kültürel mirasıydı. Mezopotamya, insanlık ta Irak, Kaybettiği Geçmişini Arıyor... B rihinde ilk buluşların yaşandığı bir bölge. İnsanın uygarlaşmasında bir devrim niteliğindeki neolitik çağ (ilk besin üretimi, sedanter yaşama geçiş) MÖ 10.000’de Fırat ve Dicle’nin arasında kalan Güneydoğu Anadolu, Suriye, Irak’ı kapsayan bu verimli topraklarda başladı. İlk yazı, kentleşme, tapınaklar, yazılı kanunlar, cebir, geometri hep burda bulundu, ölümün, hayatın sorgulandığı felsefe ve edebiyatın doğuşu buradaydı. PENCERE Yolumuz Açık... irazcık şiir seven ‘Annabell Lee’yi bilmesin, mümkün mü?.. Edgar Allen Poe’nun ünlü dizelerini Melih Cevdet Anday güzelim Türkçenin olağanüstü şiirselliğine sadelikle aşılamış: “Senelerce senelerce evveldi Bir deniz ülkesinde Yaşayan bir kız vardı, bileceksiniz İsmi Annabell Lee Hiçbir şey düşünmezdi sevilmekten Sevmekten başka beni Aynur MELETLİ uçak pisti inşa etti. Medeniyet doğduğu yerde yok edildi. Bütün bunlar olurken petrolü ve İçişleri Bakanlığı’nı koruyan Amerikan askerleri kültürel mirasın yağmalanmasını engellemek yerine seyretti. HEDEF KÜLTÜREL MİRASTI İnsanın uygarlaşma sürecinde onu daha da insan yapan, geliştiren değerlerin birikimi, farklılıkların bir arada yaşamasını mümkün kılarak toplumlaşmayı, uluslaşmayı sağlar. Oysa bu durum ABD’nin hiç arzu etmediği bir olgudur. Soğuk savaş sonrası kısacık tarihi ile dünya liderliğine soyunan Amerika bu kez yönünü kendi çıkarları önünde engel ouşturan ulusdevlet ve ulusallaşmaya çevirdi.Şimdilerde Irak’ta demokrasi ve özgürlük oyununun ikinci perdesi sahnelenmekte. Bu nedenledir ki geçmişte, işgal öncesi Irak halkını birleştiren değerler kültürel miras, tarih hedef alındı, parçalandı, yok edildi. Kısa bir zaman dililmini kapsayan geçmişi ile ABD, insanlığın uzun uygarlık serüvenindeki MEDENİYET YOK EDİLDİ Son buzul çağından başlayıp Roma dönemine kadar sayısız uygarlığa ev sahipliği yapan bu topraklarda insanlığın 8.000 yılda biriktirdiği kültürel mirası, tarihi, kolektif bilinci sadece 2 günde yağmalandı. Irak’ın müzelerinde, antik şehirlerinde 150 bin eser yağmalandı. Ulusal kütüphanede 42 bin kitap yakıldı. El yazması Kuran’ın ilk parçaları, Sümerlerin mücevherleri, Hammurabi’nin kanunlarını anlatan çivi yazılı tabletler ne yazık ki artık yok. Dünyanın 8. harikası Asma Bahçeleri’yle ünlü Babil şehrinin kulesi bombalandı. Tarihi kalıntılar üzerine işgal güçleri zorlu mücadelesinin her aşamasının 8 bin yılda oluşturduğu kültürel mirasın önemini kavradığı için yağmalanmasına göz yumdu. Çünkü Irak’ta işgal güçlerine karşı oluşan direnişi kırmanın, etnik ve mezhepsel parçalanmanın bir yolu da o toplumu kendisi yapan binlerce yılda oluşmuş değerlerini, kültürünü, geçmişini, inanç sistemini tahrip etmek, üstünden tanklarla geçmek, yağmalanmasına izin vererek aşağılamaktır. Tarihi, kültürel mirası olmayan bir ülkenin, işgal öncesine kadar insanlığın binlerce yıllık ayak izlerinin takip edilebildiği kültürel mirasın değerini anlaması, saygı duyması mümkün mü!.. Müzeleri yağmalayanlar, eserleri yurtdışına kaçıranlar bir insanlık suçu işlemişlerdir ve savaş suçlusu olarak yargılanmalıdırlar. Geçmiş bilinmeden gelecek yönlendirilemezmiş. Irak halkı ve insanlık, kültürünü, geçmişini telafi edilemez bir şekilde yitirdi. Şimdi geleceği için yönünü bulmakta zorlanıyor.Yaşanan iç savaş da geleceğin nasıl şekilleneceğinin doğum sancıları... B Nükleer İran Türkiye ve ABD rtadoğu ve Balkan İncelemeleri Vakfı çerçevesinde, Sayın İlter Türkmen başkanlığında mümtaz diplomat ve generallerden oluşan Dış Politika ve Savunma Araştırmaları Grubu, “Nükleer İran” konusunda değerli belirlemeler içeren bir çalışma ortaya koymuştur. Bu çalışma, kısaca özetleyecek olursak; İran’ın nükleer programı yürütmesinin altında öncelikle ülkesini ve rejimini koruma kaygusunun yattığını, ayrıca, bölgede koalisyonlar yoluyla ABD’nin kurgularını bozma, İsrail’in bölgedeki nükleer silah tekelini kırma ve kendi etkinliğini artırma amaçları güttüğünü, İran bir zaman ABD’nin yakın müttefiki ve İsrail’in dostu iken ona NATO müttefiki Türkiye’den daha önem verildiğini, Humeyni ihtilali ile bunun değiştiğini, diğer yandan Irak ve Afganistan’ın ABD tarafından denetim altına alınması karşısında tarihi nedenlerle Rusya’nın, enerji ihtiyaçları nedeniyle de Çin’in İran’a destek verdiklerini, Irak’taki krizin bölgeyi sarmasının önlenmesinin öncelikle bölge ülkelerinin çıkarına olduğunu belirlemektedir. Türkiye ile İran arasında Kasrışirin ile kurulmuş olan dengenin, zamanında Türkiye üzerinde silah ambargosu ile bozulmaya yüz tuttuğu, bu defa da İran’ın Rusya ve Çin’den gördüğü destekle ve nükleer dahil silahlanma çaba O Tuncer TOPUR ları ile bozulmaya başladığı, buna karşın Türkiye’nin değişen koşullar nedeniyle NATO üyeliğine güvenemeyeceği, ittifak içindeki asıl caydırıcı güç olan ABD’nin de artık savaş ağırlıklı boyutlar yerine diğer kanallara yönelmesinin beklendiği, bu durumda ve TürkABD ilişkilerinin dalgalı seyir izlediği günümüzde güvenliğimizi sağlama bağlayacak önlemlerin süratle alınmasının hayati önem taşıdığı sonucuna varılmaktadır. Biz ise burada konuya, çalışmanın bıraktığı yerlerden yaklaşacağız. Türkiye ile İran’ın Kasrışirin’den bu yana birbirlerine karşı gösterdikleri kollayıcı ve koruyucu özen, ilk defa 1970 başlarında ABD’nin, müttefiki Türkiye’yi acil haller için el altında tutarak İran’ı bölge siyasetlerinde taşıyıcı sütun yapması ve Tel Aviv gizli ortak olarak “TahranRiyadKahire” mihverini kurmaya başlamasıyla ihlale uğramıştır. ABD ve İsrail’in Kürt kartı oynaması, Türkiye’nin 70 sente muhtaç olması, askeri ve ekonomik ambargolara maruz kalması da bu dönemdedir. Humeyni ihtilali, İran’ın teokratik düzeninin yolunu açmış; ABD’nin bölge siyasetlerine yeniden bakışını zorunlu kılmış ve Türkiye’nin kısmen de olsa sarmaldan çı Emekli Büyükelçi kışını getirmiştir. İran’ın bugünkü konumu ise ABD’nin başını çektiği ve 27 yıldır süren siyasi ve ekonomik yalıtımlar, 8 yıl Irak ile tokuşturulması travması, askeri işgal ve siyasi haritanın değiştirileceği tehditleri ile ABD’nin yegâne süper güç konumunu korumak için bölgede olan girişimlerinin yarattığı stratejik ortam içinde gelişmiştir. İran’ın, milli varlığını ve kendine özgü rejimini korumak için nükleer alana ve silahlanmaya yönelmiş olması yadırganacak bir durum değildir. Bölgede Hamas’la, Hizbullah’la, uygun Şii kesimlerle ve Suriye ile koalisyonlar kurarak kendine yönelik tehdidin kaynağı olarak gördüğü ABD’nin ve onun bölgedeki ortağı olan İsrail’in hassasiyetlerini kaşımaktadır. Bunda, bölgede stratejik çıkarları ve dünya çapında hesapları olan Rusya ve Çin’den dolaylı ya da dolaysız olarak destek bulması da yadırganamayacaktır. Nükleer silah kullanabilmesi, buna cesaret edebilmesi ise çalışmanın iki yerinde de vurgulandığı gibi olası görülmemektedir. Caydırıcıdır. Türkiye ile İran arasında, farklı yaşam tarzlarına rağmen halen paylaşılamayan bir şey olmadığından, çalışmada da dikkat çekildiği üzere iki ülke çıkarlarının korunması hep özen görmüştür. Kaldı ki Irak’ın bütünlüğü ve kuzeyindeki durumun taşırılma tehlikesi başta olmak üzere, iki ülkenin bölgede ortak hayati çıkarları da bulunmaktadır. İdeolojik konumların karşılıklı olarak ihracatı ise ayrı bir değerlendirme alanıdır. Türkiye diğer yandan, müttefiki ABD ile ilişkilerinde fevkalade olumsuzluklar yaşadığı, bölge ve kendisi bakımından yeniden çizilen haritaların uçuştuğu, üniter yapısı bakımından ciddi bir asimetrik tehdit altında olduğu dönemden geçmektedir. Bu da ABD’ye, Irak’ta ve bölgede istikrar adına talep edildiği gibi ya da zorlamalarla yardımcı olunmasına fevkalade dikkatle yaklaşılmasını gerektirmektedir. Yine Türkiye’nin, Batı’da Avrupa’ya ve denizlere, Irak’taki durum, Suriye için baskılar ve Kıbrıs davasının gidişatı çerçevesinde de güneyde önü kapatılmaktadır. Bunlara ilaveten bir de İran’ın şu ya da bu gelişmelerle ABD denetimi altına girmesi sonucu, karşı karşıya olduğu Kürt milliyetçiliği sorunu derinlik kazanacak, fevkalade öneme sahip Doğu yönünde de önü kapanacak; yeni bir sarmala daha girecektir. Demek ki Türkiye’nin güvenliği sağlanırken, İran merkezli olanlar bir yana, öncelikle ve süratle, söz konusu sonuçları doğuracak durumlardan kaçınılması hayati önem taşımaktadır. kurgenc?yahoo.com OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ mumtazsoysal@gmail.com O çocuk ben çocuk, memleketimiz O deniz ülkesiydi, Sevdalı değil karasevdalıydık Ben ve Annabell Lee Göklerde uçan melekler bile Kıskanırdı bizi.” ? Peki, ben bu dizeleri köşeme nereden ve neden aktardım?.. Yazarımız Yılmaz Şipal, “Çalışanların Soruları/Sorunları” köşesine pazartesi günü “Yolun Açık Olsun...” başlığı altında şöyle girmişti: “50 yılını benimle paylaşan sevgili eşim Kumru ŞİPAL sonsuzluğa yolculuğa çıktı. Bu kaçınılmaz yolculukta arkadaşlık etmesi için en sevdiği şiiri ona armağan ediyorum. Güle güle sevgili Kumru. Yolun açık olsun...” Yılmaz’ın köşesinde ‘Annabell Lee’ bu gerekçeyle yayımlandı... ? Denebilir ki: “Çalışanların Soruları/Sorunları” köşesinde Annabell Lee’nin ne işi var?.. İşi olmaz olur mu!.. Aşk, “Çalışanların Soruları/Sorunları”nda başta gelir; emeğin her alın teri damlasında güneşin ışığı kırılır, yedi renge dönüşür, hayalin Newton Çarkı dönmeye başlar, renkler birbirine karışınca beyazlaşır, insan şaşırır, gözleri kamaşır, kamaşınca da: “Ay gelip ışır, hayalin erişir Güzelim Annabell Lee Bu yıldızlar gözlerin gibi parlar Güzelim Annabell Lee” ? Dostum Yılmaz Şipal’le sevgilisi Kumru’nun soylu aşklarının çok uzun yıllardan beri tanığıyım; hayır günlük yaşamda yakından alışverişim yoktu; ama, yaşanan öylesine bir sevdaydı ki uzaktan bile duyumsanmaması olanaksızdı.... Zamanla, mekânla, ülkeyle, tarihle, Türkiye’yle, Atatürk’le, Aydınlanma’yla, Devrim’le, Cumhuriyet’le Romeo Julyet’le, Kerem ile Aslı’yla, dostlukla, kardeşlikle inceden inceye örülmüş duyguların her gün iki insanın sofrasında buluşması inanılır gibi değildi... “Sevdadan yana kim olursa olsun, yaşça başça ileri Geçemezdi onları, Ne yedi kat gökteki melekler Ne deniz dibi cinleri” ? Bizim Cumhuriyet bir fikir gazetesidir... Yapının orta direği fikir, ama, ne fikir!.. Dünyanın son kez altüst oluşunda gazeteye ‘çalışanlar’ sahip çıktılar... Yılmaz Şipal’in köşe başlığındaki gibi onların “Soruları/Sorunları” bitmez tükenmez; ama, parasal egemenlik dünyasında başardılar... Başardık... Gizemi ne bunun?.. İnsan!.. Yılmaz Şipal gazetede en kıdemlilerden... 1950’lerde Cumhuriyet’e girmiş... Benden kıdemli... Bu uzun yolculukta hiç fire vermeden, günden güne daha çok insanlaşarak yürümek, Cumhuriyet’le alışverişin çıkarsızlığında erdemini korurken aşkını da duyumsayarak yaşamak için gerçek adam olmalı... Yılmaz hem insan.. Hem adam.. Son yazısının başlığı: “Yolun Açık Olsun...” Cumhuriyetçiler birbirlerini uğurlayarak sonsuza dek yaşayacaklar... epimiz içinde yaşadığımız koşulların ürünüyüz. Çocukluğumuzda ailemizin bize verdiği terbiye, gittiğimiz okullarda aldığımız eğitim ve içinde yaşadığımız çevrede cereyan eden olaylar bizim benliğimizi etkiler. Karakterimizi yapılandırır. Bu nedenle kimsenin düşüncelerini ve karakterini eleştirmeye hakkımız olamaz. Toplum içinde herkes uyum içinde olduğu kimselerle dostluk kurar ve yaşar. Yüksek bir makam işgal etmekte olsa bile, yakınlarıyla ilişkilerindeki konuşma düzeyi kimseyi ilgilendirmez. Fakat şayet bir kimse başbakanlık gibi yüksek bir makama gelmiş ise bulunduğu makamı düşünerek, konuşmalarına ve davranışlarına dikkat etmek zorundadır. Toplum ondan bunu bekler. Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın bir süre önce, partisinin Mersin İl Kong Cumhurbaşkanı Olmanın Gerekleri H resi’nde yanına yaklaşan ve çektiği ekonomik sıkıntıyı “İki yıldır anamız ağlıyor” sözcükleriyle anlatan bir yurttaşımızı, “Lan, artistlik yapma, ananı al da git” diye kovması hepimizi hem şaşırtmış hem de çok üzmüştü. Bu kez “Erken seçim yapılmalıdır”, “Yeni cumhurbaşkanını yeni Meclis seçmelidir” diyen Sayın Cumhurbaşkanımızdan da “İki koyun güdemeyenler...” diye söz etmesi bizi hem şaşırtmış hem de kırmıştır. Çünkü bu konuşmasıyla yalnız kendisini küçük düşürmekle kalmamış, aynı zamanda Türk ulusuna da hakaret etmiş olmaktadır. Cumhurbaşkanımız bu devletin başkanıdır. 70 milyon Türk’ü temsil etmektedir. Dolayısıyla ona yapılan hakaret Türk ulusuna yapılmış dernektir. Sayın Başbakan’ın böyle bir hakarette bulunmaya hakkı yoktur. Sacit SOMEL Emekli Elçi İktidara gelmeden önce “Demokrasi Müslümanlıkla bağdaşamaz” diye demeçler veren Sayın Erdoğan başbakan olduktan sonra demokrasi havarisi kesilmiştir. “Hani demokrasiye inanıyordunuz? Hani parlamenter sisteme saygınız vardı?” diye Sayın Sezer’e demokrasi dersi vermeye kalkmaktadır. Böyle bir iddia gülünçtür. Çünkü Sayın Cumhurbaşkanımız demokrasiyi ve onun ayrılmaz bir parçası olan hukuk devletini çok iyi bildiği ve bunların ülkemizde yerleşmesine çalıştığı içindir ki, Sayın Erdoğan’ın yasadışı hareketlerine karşı çıkmakta ve onları veto etmektedir. Sayın Erdoğan’ın davranışları, kendisini cumhurbaşkanı olma fikrine iyice alıştırdığını ve bunun için partisinin içinde gerekli önlemleri almakta olduğunu göstermektedir. Ne var ki her gün yapılan sokak gösterileri, işsizlik, açlık ve sefaletten bunalan halkımızın bitmek tükenmek bilmeyen şikâyetleri, hükümet dairelerindeki bütün işlerinde şeriatçıların kayrıldığını görmeleri halkı bezdirmiştir. Toplumun arasına girdiği zaman karşılaştığı muameleler halkın artık Sayın Erdoğan’a tahammül edemediğini ve onu yalnız cumhurbaşkanı olarak değil, hiçbir makamda görmek istemediğini göstermektedir. Eğer Sayın Erdoğan halkımızın kendisini istediğine hâlâ inanmakta ise, seçimlerin öne alınmasından çekinmemeli ve hakkındaki kararı yeni Meclis’e bırakmalıdır. Demokrasinin gereği budur. CUMHURİYET 02 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear