Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
19 MAYIS 2006 CUMA söyleşi PARİS’TEN PINAR SELEK, ÖTEKİLEŞTİRİLENLERİN HAYATINI İNCELERKEN HEM MAĞDUR HEM SANIK OLDU Şiddeti yaşayarak öğrendi LEYLA TAVŞANOĞLU UĞUR HÜKÜM Sarkozy Yasası, İnsanlık Tasası (2) arkasına aldığı için ‘‘haklılık’’ iddiasıyla getirdiği ‘‘Göçmenlik ve Uyum’’ yasasına yakından bakıldığında başka gerçeklikler gün ışığına çıkmaktadır. İnsan Haklarının beşiği bu ülkede ‘‘İnsanlık Tasası’’ asgariye inmektedir. Aydınlanma çağının yaratıcısı bu toplumda sormayan, uysal, itaatkar, üretken, esnek, kalifiye; işi bitti mi atılabilir, sesi çıktı mı kısılabilir, karpuz gibi seçmece bir yabancı ‘‘kol ve kafa gücü’’ hedeflenmektedir. Bugüne kadar sanki Fransa, daima kendi iradesi dışında yabancı göçmenlere ‘‘maruz’’ kalmıştır da, şimdiden sonra kendi göçmenini kendi ‘‘seçecektir’’! Fransız egemen güçleri ve tutucu sınıfları ideal cumhurbaşkanı adayları Nicolas Sarkozy aracılığıyla, uzun vadede neoliberalizmin denetiminde bir toplumsal sistem yaratabilmek amacıyla kendi ulusal entelektüel ve üretici gücünün dinamik unsurlarını ‘‘yola’’ getirecek, uslandıracak bir kaldıraç aramaktadır. Fransa’da yeni yasayla göçmenlere hiçbiri (bilinçli olarak) gelecek garantisi vermeyen, meslek hatta işyeri değiştirme hakkını dahi kısıtlayan üç tipte kalma izni tanınacaktır: ‘‘Ücretli’’, ‘‘Geçici’’, ‘‘Mevsimlik’’. Ayrıca 3 yılda bir yenilenebilecek ‘‘Uzmanlık ve Yetenek Kartları’’oluşturulacaktır. Böylelikle kalifiye göçmenler teşvik (!) edilecek, ancak bir biçimde yararına inanılmayanlar ‘‘atılacaktır’’. Aynı metinde ‘‘en yetenekli ve kalifiye öğrencilere’’ ayrıcalıklı olanaklar sağlanacaktır. Fransa’da, şimdilerde geçerli olan, insani nedenlerle 10 yıl kaçak yaşamışlara tanınan normalleşme hakkı, ‘‘kelleye’’ göre valiliğin, emniyet müdürlüğünün ‘‘keyfi(yeti)ne’’ devredilirken; Fransızlarla evliliklerde ‘‘kuşku’’ dozu yükseltilip, en basit haklara erişme süreleri uzatılacak. Aile birleşmeleri dar gelirliler için olanaksız hale getirilirken, en basit suç veya mahkumiyetlerde ‘‘ceza’’dan yalnızca ilgili suçlu nasibini almakla kalmayacak, yakınları da cezalandırabilecek. Kaçaklara yardım eden Fransızlara verilen cezalar da arttırılacaktır... Örnekleri çoğaltmak mümkün. Tasarı karşısında her türlü sol muhalefet ve insan hakları kuruluşunun tepkisini okurumuz normal karşılayabilir. Ancak genelde çok daha itinalı ve temkinli görüş beyan eden dini çevre ve kuruluşların, bizzat cumhurbaşkanı ve başbakana kadar çıkarak yeni yasa tasarısından duydukları endişeyi dile getirmeleri ve tasarının geri çekilmesini istemeleri bir raslantı değildir. Müslüman, Katolik, Protestan ve Ortodoks cemaatlerinin temsilci ve sözcülerinin son hafta ve günlerdeki seferberliği ‘‘Sarkozy Yasası’’nın Fransız hümanizmasının özünü oluşturan ‘‘İnsanlık Tasası’’nı nasıl rafa kaldırdığının en güzel kanıtıdır. Geçtiğimiz mart ve nisan aylarında hükümetin ‘‘İlk İş Sözleşmesi CPE’’ tasarısına karşı olağanüstü bir demokratik ayaklanma sergileyen ilerici ve sol kamuoyunun bu yeni tasarıya karşı şu ana kadar son derece cılız bir tepki göstermiş olması, Aydınlanma ülkesi Fransa adına düşündürücü, esef vericidir... ugur.hukum?paris.com C 9 G encecik bir sosyolog. Bir zamanlar sokak çocukları, Çingeneler, ağır cinsellik işçileri, travestilerle yakından ilgilenmiş. Onlara el vermeye çalışmış. Derken bu dünyadaki çatışmaların, krizlerin nedenini merak etmiş. Bunlara çözüm yolları üretmek için bire bir o krizlere, çatışmalara karışan insanlarla konuşmuş. Neyin ne olduğunu anlamak istemiş. Dolayısıyla da her zaman, herke se olduğu gibi, başı belaya girmiş. Tutuklanma, hapiste kafasına elektrik şoku verilmesi dünyasını yarı karartırken tam kararma Mısır Çarşısı davasının sanığı olduğunu duyduğu anda gelmiş. Burada sosyolog Pınar Selek’ten söz ediyorum, tabii ki. Son duruşması 17 Mayıs’ta görülecek olan Pınar Selek... Entelektüel Selek ailesinin iki kız çocuğundan büyük olanı. Bu öyküde ilginç bir gelişme Selekler’in küçüğü Seda’nın işletme eğitimi alması ve ablası hapislere düştüğünde çok iyi bir işi olmasına karşın birden her şeyi tepip hukuk okumayı ve ablasını avukatı olarak bizzat savunmayı kafasına koyması. O noktada İÜ Hukuk Fakültesi’ne yazılıyor ve dört yılı devirip bugün Pınar’ın avukatlığını babaları Alp Selek’le birlikte üstleniyor. Pınar, çok ciddi bir sol kültür ortamında büyümüş. Eczacı olan annesinin dükkânı her gün toplumun en alt katmanlarından en üste kadar insanların buluşma mekânıymış. Evleri, akşamları sol görüşlü aydınlarla dolup boşalmış. Evin müdavimleri arasında Ruhi Su, Aziz Nesin, Behice Boran gibi isimler varmış. Nurhak Dağları’nda öldürülen Sinan Cemgil’in eğitimci babası ve annesi AdnanNazife Cemgil, Selek ailesine çok yakınmış. 12 EYLÜL’DE BABASI TUTUKLANDI Okumaya ilk başladığında Sabiha Sertel’i keşfetmiş. Sol kesim yazarlarından kimin kitaplarını bulduysa okumuş. Daha küçük bir çocukken başına ilk gelen iş 12 Eylül darbesi olmuş ve babası Alp Selek tutuklanmış. O dönem annesiyle birlikte her hafta cezaevinde babasını görüşlerde ziyaret etmiş. 12 Eylül’ün solun üzerinden grayder gibi geçişini anımsıyor ve diyor ki: ‘‘O anda hayatımın ilk kararma aşaması başladı. 12 Eylül babamı ve sevdiğim bütün insanları elimden almıştı. Kimisi hapse girdi. Kimi yurtdışına gitti. Evimizdeki o buluşmalar yok olmuştu. O dönem Cumhuriyet gazetesi benim için çok önem kazandı. Köşe yazarlarının yazılarını keser, biriktirirdim. ‘‘Sol bitirilmişti. Tutunacak dalım kalmamıştı. Dolayısıyla bir arayış içine girdim. O sırada Notre Dame de Sion Fransız Lisesi’ne girdim. Çokkültürlü bir ortamda eğitim aldım. İşin ilginç yanı sınıf arkadaşlarımdan birisi Kenan Evren’in büyük kızı Şenay Gürvit’in kızıydı. Düşünebiliyor musunuz? Ama kızcağıza acıdım. Kendi saçlarını bile taramaktan âciz bir insandı. İçimde çelişkiler yumağı vardı.’’ Notre Dame de Sion döneminde bütün yaşamı boyunca sıkı sıkı sarıldığı sosyalizmin çöküşüyle birlikte dünyası tuzla buz olmuş. ‘‘12 Eylül’ün o baskıcı döneminde özgürlük tutkusu içimde gittikçe büyümüştü. Sosyalizm yıkılınca, peki şimdi ne olacak, sorusu beynime çengellendi. Kadın olarak nasıl özgür olabilirim, yeni şeyler nasıl yaratabilirim, arayışına girdim. Bu yüzden de sosyolojiyi seçtim.” BİTMEYEN BİR MÜCADELE: ÖZGÜRLÜK Peki, sosyoloji Pınar’a bir ışık verdi mi? ‘‘Belli bir ideolojiye bağlanarak tek bir yolla özgürlüğün olamayacağını, özgürlüğün çok daha karmaşık bir kavram olduğunu sosyolojiyle öğrendim. Özgürlük bitmeyecek bir mücadeleydi.” Bu arada da gerçekleri ararken durumlara başka başka açılardan bakıp bütünü kavramayı öğrenmiş. Örneğin ötekileştirilenlerin tarafından baktığında toplumun insanları ötekileştiren yüzünü görmüş. Oradan kendini de keşfetmiş. Böylece alıştığı değerleri sorgulamayı öğrenmiş. ‘‘Çok dönüştüm. Sosyoloji eğitimim sırasında sadece teşhis eden değil, tedavi eden olmak gerektiğini de öğrendim. Benim ilk önemsediğim nokta şiddet olgusuydu. Feminist olduktan sonra da toplumsal ilişkileri, şiddeti, terorizmi, küfrü, mafyayı daha iyi anlamam mümkün oldu. Dolayısıyla her konuya bütünlüklü çözümler üretmeyi başarıyorsunuz.” Pınar, bu noktada feminizmle birlikte bir barış eğitimi aldığının da altını çiziyor. Savaş karşıtlığı da zaten böyle gelişmiş. G iddi bir sol kültür ortamında büyüyen Pınar Selek, aldığı sosyoloji eğitimiyle yönünü toplumdan dışlananlara dönüyor. Toplumdaki şiddet olgusunun mağdurlarına adanan yıllar ona bir yandan okul birinciliği getirirken aynı zamanda işkence mağduru ve bombalı saldırı zanlısı yapıyor. C ‘Arı kovanına çomak soktum’ B ütün bu arayışlar içindeyken arı kovanına çomak sokmaya başladığını önce fark etmemiş. Toplumdaki ötekileştirilen insanlarla birlikte olup onların bakışıyla yaşama bakmak istemiş. Karaköy’deki genelevde bir gece hayat kadınları adı verilen ağır cinsiyet işçileriyle birlikte kalmış. ‘‘O kadınlardan birisinin şu sözü beni çok derinden sarsmıştı: ‘Bir küfür olmak nasıl bir şeydir? Hiç düşündün mü?’ Bir dönem Beyoğlu’nda çok etkindim. Sokak çocuklarını hapse atıyorlardı. Ben araya girip onları kurtarıyordum. Polislerle garip, hoş bir ilişki oluşturmuştuk. Hatta Hortum Süleyman bile bana saygı duymaya başlamıştı. Gidip onunla kavga ederdim. Karakolda beni gördüğü zaman ayağa kalkardı. Bizim atölye bomba atölyesi ilan edilmeden bir yıl önce oldu bütün bunlar. Bir de hayatımda Ülker Sokak beni çok etkiledi. Travestilerin oradan atılmalarını unutamam. Ben yedi gün ve gece o sokakta kalıp o insanların çektikleri acıları yaşadım. Müthiş bir deneyim edindim. Kadın hem seks hizmeti verecek, hem erkek tarafından horlanacak. O erkek evinde de kendi kadınlarının namus bekçiliğini yapacak. Düşünebiliyor musunuz? ‘BABIÂLİ’DEN İKİTELLİ’YE’ O arada okulu birinci olarak bitirdim. Çünkü çok alan çalışması yapmıştım. Master tezim Ülker Sokak’tı. Bir de Babıâli’den İkitelli’ye... O arada da Türkiye’deki savaşın nedenlerini araştırmaya başladım. İşte, o arı kovanına çomak sokmak oldu. Savaşın etkenleri evet, politikti, dış güçlerdi, çıkarlardı. Ama olaya bir de sosyoloji açısından bakmak lazımdı. Bir kere Türkiye’de silahlı mücadelenin neden başladığını ortaya koymak lazımdı. Demokratik yollarla siyasetin önünün nasıl kapatıldığını araştırdım. Araştırmalar bittikten sonra yurtdışında, Almanya, Belçika, Hollanda, Romanya’da kişilerle gidip görüşmeler yaptım. Bir kadın olarak savaş ve çatışmaların herkesi kirlettiğini gördüm. Benim görevim sosyolog olarak neyin ne olduğunu anlayıp çözüm geliştirmekti. Arı kovanına çomak sokan Pınar’ın araştırması elinden alınmış. ‘‘O kadar emek verdiğim araştırmamın yok olması korkunçtu. Gözaltına alındım. Epeyce işkence gördüm. Kollarımı hâlâ doğru dürüst kullanamıyorum. O zamanlar kolumu değil, parmağımı kaldıramıyordum. Görüştüğüm o kişilerin kim olduklarını bana sordular. Kesinlikle isim vermeyi reddettim. Bir süre sonra da tam gözaltında dışarı çıkmayı beklerken bir gece televizyon haberlerinden Mısır Çarşısı bombacısı olduğumu öğrendim. Bütün o süreçte ailem bir harikaydı. Annem, babam, kardeşim ve dostlarımızdan inanılmaz destek aldım. Bir anda bombacı olarak damgalanan beni hiçbir şekilde sorgulamadılar.’’ G azetemizin üst üste bombalanması ile AKP arasında şüphesiz doğrudan bir ilişki kuramayız.. Ancak bu ‘‘olgu’’, AKP’nin politikasının sonuçları ile bombalar arasında paralellikler kurmamıza engel değil.. Politikanız, bugün istemeyeceğiniz bu tür sonuçlar doğurabilir.. Bu politikanın adı, gerilim ve kamplaşmadır! Bombalar, dinci iktidarın gerdiği ortamın ürünüdür.. Önce bunu bir saptayalım! Çünkü, bazı aklıevveller, kötü niyetliler, beynini veya bağırsaklarını AKP’ye kaptırmışlar, bu gerilimi Cumhuriyet’in yarattığını düşünecek kadar uçabiliyor.. İçimizde ve dışımızda büyük ‘‘durum tahlilcileri’’, bakıyoruz, ‘‘ortalığı karıştırmak isteyen karanlık güçler’’ arıyor! ‘‘Bombalar patlatılarak sağı ve solu kapıştırmak ve oluşacak puslu ortamda amaçlarına varmak istiyorlar’’mış.. Bu güçler şüphesiz her zaman vardır, yerli ve yabancı! Ama önemli olan gerilimi kimin yarattığıdır! Bu kaynağı saptayamayan bütün tahliller, olayın görüntüsü ve kuru gürültüsüyle uğraşır!.. Ve sade suya tirit yazılarla okurun berrak görüşünü karartmaya çalışır! ??? Bu ‘‘tahlilciler’’, olayın adını koymaktan niye kaçınıyor? Gerilimin, kamplaşma politikasının CUMA ORHAN BURSALI Bombalar ve AKP... türlü dinci faaliyet, silahlı veya silahsız, serpilip gelişiyor.. Bu kaçınılmazdır.. Dinci politikalar her zaman kendisinden daha dinci ve radikal akımları geliştirir ve büyütür.. AKP, Kuran kurslarından tutun, bu dincilerin bütün yasadışı faaliyetleri üzerinde devletin yasal denetimlerini fiiliyatta ortadan kaldırmış ve üstelik teşvikçi durumuna düşmüştür.. Böyle bir ortamda, laik, demokratik ve sosyal Cumhuriyetin tek savunucusu durumunda kalan ve ‘‘Tehlikenin farkında mısınız!’’ sloganıyla son yılların en anlamlı kampanyasını açan Cumhuriyet’e bombalı saldırıların olması, çok doğaldır! ??? AKP ile omuzdaşlık yapanlar, şüphesiz gerilimin kaynağını göremezler.. Çünkü, bu kaynağı göremeyecek kadar AKP ile menfaat ilişkisi içindeler.. Gerilimin ve bombaların kaynağını ve nedenlerini fark edebilmeleri ve algılayabilmeleri için, önce, AKP iktidarından birkaç adım uzaklaşmalı, düşünsel ve midesel nemalanma beklentisi içinde olmamalı, şöyle bir kuşbakışı bakabilmeli! tek adresi olan İktidarı niye göster(e)miyor? Gerilimin odağı, AKP’nin, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin niteliğini değiştirme çabasıdır! Cumhuriyetin bütün bu niteliklerini, baştan sona ve hepsini temelden değiştirme niyetini açıklamış bir politikacı takımı iktidardadır! Bu iktidar, uygulamalarıyla da, laik değil dini kurallara ve inanışlara dayalı bir ülkeyi yer yer inşa ediyor.. Mesele sadece türban ile ilgili değildir.. Eğitimdir, üniversitelerdir, toplumun yaşam biçimidir.. Hem altyapı hem üstyapı, dini inanışlara göre yeniden yapılandırılmak isteniyor. Cumhurbaşkanlığı hesapları, hukuk sistemine karşı saldırılar, devletin kuvvetler ayrılığına dayanan yapısını fiiliyatta değiştirerek, hepsini AKP’nin güdümüne sokma talepleri.. bütün bunlar, ülkede gerilimin kaynaklarıdır.. AKP dinci görüşlerine uygun olarak, ülkedeki Cumhuriyet düşmanı şeriatçıdinci akımlara da yol veriyor.. İsteyerek veya istemeyerek.. AKP’nin iktidar etekleri altında her İnsan burnunun dibini görebilir mi!? ??? Bu ‘‘burnunun dibini görememe’’ hastalığının temel nedenleri arasında siyasal liberalizm de var.. Bu düşünce der ki: ‘‘AKP seçimle iktidara geldi! Bırakın yapsın! Bırakın türbanı serbest bıraksın.. Bırakın Cumhurbaşkanı koyu bir şeriatçı olsun!.. Bırakın devleti tek elden yönetsin.. bırakın adamlarını her yere yerleştirsin.. Bırakın anayasanın başlangıç ilkelerini de değiştirsin..’’ Bırakın yapsın, onlara karşı çıkarak gerilim yaratma.. Eğer halk beğenmezse seçimlerde değiştirir.. Sen de gider seçim sandığında karşı oy verirsin! ‘‘Laissez faire, laissez passer!’’ Yani bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler! Yaşadığımız yakın tarihi özümseyen Cumhuriyetçilerin, demokratik Cumhuriyetçilerin, gerçek solcu ve devrimcilerin buna yanıtı ise çok nettir... Buna ek olarak, Hürriyet’in başyazarı Oktay Ekşi’nin makalesi de, ülkemizde ‘‘Cumhuriyet’’ olgusunun anlamını bütün açıklığıyla vurguluyor.. Gerilim odağı iktidar, etekleri altında soluk alıp verenler ile iktidarın omuzdaşları, bu yazıyı algılayabilecek durumda mı? Hiiiiç sanmıyorum! eçen haftaki yazımıza, ‘‘Siz bu satırları okurken, bundan böyle Fransa İçişleri bakanı Nicolas Sarkozy’nin adıyla anılacak yeni ‘Göçmenlik ve Uyum’ yasası tasarısı muhtemelen mecliste oylanmış ve yasalaşmış olacak’’ diye başlamıştık. İyi ki ‘‘muhtemelen’’ sözcüğünü kullanmışız. Zira değil yasanın oylanması, biz bu satırları yazarken tüm maddelerin tartışması bile bitmiş değil. Siz bu satırları okurken ise yasanın son madde ve değişiklik önergelerinin, ‘‘kağıt üstünde’’ görüşülmüş ve de oylanmış olması gerekiyor. Şayet oylama öngörüldüğü üzere perşembe günü tamamlanabilirse önümüzdeki 6 Haziran’da da Senato yasa tasarısını tartışıp oylayacak, onaylayacak... Sonra? Sonra, ‘‘Chirac kerim, Kerim’in de kuyusu derin!’’ Cumhurbaşkanı da halkının, halklarının iradesine boyun eğecek! Niye mi? Zira, ‘‘kerameti kendinden menkul’ gördüğümüz, olduğuna inandığımız bu yasa tasarısı enlemesine derin ‘‘Kamuoyu’’ nezninde pek makbul(müş). Geçtiğimiz 10 Mayıs’ta muhafazakar Le Figaro gazetesinde yayınlanan bir kamuoyu yoklamasının sonuçlarına bakılırsa, Fransızların yüzde 60’ı bugüne kadar göçmenliği çerçeveleyen yasa ve yönetmelikleri tatmin edici bulmuyor. Yüzde 76’sı ‘‘Fransa’da yaşamak isteyen yabancılara zorunlu ‘‘sivil/yurttaşlık’’ eğitimi ve Fransızca öğrenme getirilmesi koşulunu olumlu karşılıyor. Sağ eğilimlilerin yüzde 80’i, sol eğilimlilerinde yüzde 71’i aile birleştirmelerine yeni yaptırımlar getirilmesi gereğine inanıyor(muş). Örneğin, Fransızların yüzde 73’ü ailesini Fransa’ya getirmek isteyen göçmen yabancıya gelir ve konut koşulunun konulmasını istiyor(muş). İnanılması zor bir pişkinlikle, ‘‘Göç Yasası Fransızların ‘ezici çoğunluğunca’ onanıyor’’ diye anket sonucunu manşetine taşıyan Sarkozy destekçisi gazete, aile birleştirmeleri mevzuatındaki acımasız gelir ve konut koşullarının neredeyse 30 yıllık mevcudiyetine hiç değinmez. Sarkozy ‘‘dahiyane’’ bir buluşla Amerika’yı yeniden keşfet(tir)mektedir(!). Halbuki bir hafta önce, 2 Mayıs’ta sol liberal Liberation gazetesinde yayınlanan bir başka kamuoyu araştırmasına göre, yeni yasanın ‘ruhunu’ yansıtan, ‘‘Fransa’nın ekonomik ihtiyaçlarına göre ‘seçmece’ göçmen politikasını’’ destekleyen Fransızların oranı sadece yüzde 48’dir. ‘‘Seçmece Göç’’e karşı çıkanlar ise yüzde 46’dır. Hatta yüzde 76’sı, yani gerçekten ‘‘ezici bir çoğunluk’’, ülkede en azından 5 yıldır istikrarlı bir hayat süren tüm kaçakların yasal haklara kavuşmasını talep etmektedir. Fransızların yüzde 46’sı ‘‘göç’’ün Fransa için bir ‘‘koz’’ olduğunu, yüzde 54’ü Fransa’nın geleneksel bir ‘‘göç ağırlayan ülke’’ olma özelliğini vurgulamakta, yüzde 58’i ise aile birleştirmelerinin ‘‘zorlaştırılmasına’’ karşı çıkmaktadır. Kıssadan hisse, kamuoyu, sorularının yönlendirilmesine göre ‘‘gerçeği’’ değiştirebilir, kolaylıkla çarpıtabilir... Sarkozy’nin ‘‘kararlılık’’ edası ve enlemesine derin kamuyunu ‘Çok canım yanıyor ama onu durduramıyorum’ LONDRA (ANKA) Çocuklara yönelik cinsel istismarı önlemek için İngiltere’de faaliyet gösteren ‘‘Çocuklara Yönelik Zalimliğin Önlenmesi İçin Ulusal Toplum’’ (NSPCC) isimli yardım kuruluşu, geçen yıl İngiltere’de 8 bin 637 çocuğun cinsel istismara uğradığı için yardım hatlarını aradığını açıkladı. NSPCC’nin raporunda, ilk kez telefon edenlerin yarıdan fazlasının tecavüze uğramaktan şikâyet ettiği vurgulandı. Raporda, 20042005 döneminde tacize uğradığını bildiren çocuklardan 842 çocuğun kendi öz babası, 421 çocuğun yabancı biri ve 285 çocuğun da erkek arkadaşları tarafından tecavüze ya da tacize maruz bırakıldığı bildirildi. NSPCC, çocuklara yönelik cinsel istismarın ürkütücülüğünü göstermesi amacıyla cinsel istismara uğrayan bazı çocukların ifadelerini, çocukların mağdur olmaması için kimliklerini değiştirerek duyurdu. İşte, çocukların konuşma kayıtlarından bazı örnekler: ‘‘David (10erkek): Babam bazen beni okuldan alıyor. Annem bilmiyor ama her zaman yanında farklı bir yabancı adamla geliyor ve bana dokunuyorlar. Çok canım yanıyor ama onları durduramıyorum. Babam eğer olanları anlatırsam annemi öldüreceğini söyledi. Tracey (14kız): Ben babam için arıyorum (sessizlik). Babam bana bazı şeyler yapıyor. Bana yaptıklarını hiç sevmiyorum. Bu durum, neredeyse bir yıldır annem her işe gittiğinde yaşanıyor. Benim kendimi kirli hissetmeme neden oluyor. obursali?cumhuriyet.com.tr