Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
12 ‘IDENTITY’ KAVRAMININ ‘KİMLİK’ ANLAMINDA SİYASALLAŞTIRILMASI 1950’LERİN ORTALARINDA AYDINLARA YÖNELİK SALDIRILARLA BAŞLADI Soğuk savaş yıllarında ‘kimlik’ B ilindiği gibi, ‘‘kimlik’’ sözcüğü Türkçenin özleştirilmesi sırasında, daha önce kullanılan Arapça ‘‘hüviyyet’’in yerine galiba 1960’larda uydurulmuştur. Ancak, anlamı Osmanlıca sözlüklerde ‘‘asıl, kök’’ veya ‘‘aranılan ya da olunmak iddiasında bulunulan kimse’’ şeklinde verilse de, bu Arapça sözcük dilimizde sanki salt ‘‘nüfus cüzdanı’’ anlamında kullanılmıştır yıllarca. Örneğin ‘‘kişinin adını, soyadını, ana baba adını, doğum yılını, doğum yerini’’ belirten nüfus müdürlüğünce verilmiş belgeye hâlâ ‘‘hüviyet cüzdanı’’ denilmektedir. Bugün bile ‘‘kimlik kontrolü/hüviyet kontrolü’’ deyimi, kişilerin nüfus kâğıtlarının güvenlik güçlerince denetlenmesi anlamına gelmektedir. İlginçtir, Latince ‘‘idem’’ kökünden türetilmiş özdeşlik anlamındaki ‘‘identity’’ (identit´e, identität) sözcüğüne kimlik anlamının yüklenmesi ve ‘‘kimlik’’ kavramına günümüzdeki anlamlarının verilmesi, gördüğümüz kadarıyla Batı’da da ilk kez Freud tarafından 1930 yılında yayımlanan ‘‘Das Unbehagen in der Kultur’’ adlı kitabında ‘‘cinsel kimlik’’ şeklinde kullanmasıyla başlamıştır. Nitekim, yukarıda değindiğimiz gibi İngiliz tarihçi Eric Hobsbawm da, Hasan Bülent Kahraman’ın Ekim 1996 tarihli Varlık dergisindeki yazısında verdiği bilgilere göre ‘‘son yazılarından birinde ilginç bir saptama yaparak ‘kimlik’ türü kavramların siyasal yazın alanına 1960’ların ikinci yarısından sonra girdiğini’’, bu nedenle ‘‘1968 yılında İngiltere’de yayımlanan Toplumsal Bilimler Ansiklopedisi’nde ‘kimlik’ maddesi bulunmadığı gibi, ‘identity’nin de yalnız ruhsaltoplumsal (psychosocial) bir kavram olarak’’ açıklandığını belirtmektedir. Gene Hobsbawm’ın verdiği bilgilere göre, ‘‘1970’lerde yayımlanan Oxford İngilizce sözlükte de ‘etnisite’ sözcüğü için az (nadiren) kullanılan bir kavram’’ denilmektedir. Gerçekten de öğrencilik yıllarımdan kalma İngiltere’de Collins Yayınevi’nce 1930’larda basılmış Prof. Allen Mawer’in hazırladığı ‘‘Collins National Dictionary and Encyclopedia’’ adlı sözlükte ‘‘identity’’ maddesi yoktur. Funk&Wagnalls Company adlı bir İngilizAmerikan ortak yayınevince 1945 yılında New York’ta basılmış James C. Fernald’ın ‘‘The Concise Standard Dictionary Of the English Language’’ adlı sözlükte de ‘‘identity’’nin anlamı sadece özdeşlik olarak verilmektedir. ‘IDENTITY’NİN SİYASALLAŞTIRILMASI Kısacası, Prof. Güleç’in yukarıda andığımız çalışmasında da belirtildiği gibi, ‘‘identity’’ kavramının ‘‘kimlik’’ anlamında siyasallaştırılması gerçekten de 1950’lerin ortalarında, Soğuk Savaş yıllarında aydınlara yönelik bir saldırı şeklinde başlatılmış olsa gerektir. Oysa, ‘‘kimlik’’ bilinci de galiba tıpkı kişilik gibi insanın toplumsal bir nitelik kazandığı günden beri var olduğu için, bugün kimliksiz ve kişiliksiz insandan söz edebilmek de sanırız olanaksızdır. Ancak, kişiliğin salt kişiye özgü olmasına ve erginleşmeyle oluşmasına karşılık, kimlikler hem doğuştan kazanılmakta hem de toplumsaldır. Yani, kimlikler kesinlikle kişiye özgü değildir. Örneğin, Türk ve Müslüman fakir bir kişi etnik kimliğini Türklerle, dinsel kimliğini Müslümanlarla, sınıfsal kimliğini fakirlerle ortak olduğu gibi, doğuştan kazandığı veya toplumun kendisine verdiği cinsel, etnik, ulusal, ailesel, dinsel, sınıfsal, ekonomik, eğitsel vb. bütün kimliklerini başkalarıyla bölüşmekte, ilginçtir onları istenciyle de kesinlikle ne seçebilmekte, ne de oluşturabilmektedir. Bu yüzden, kişiliksizlik de bir ‘‘kişilik’’tir belki, ama ‘‘kimliksiz’’lik söz konusu dahi değildir kimse için. Yani, ‘‘yersiz yurtsuz’’luk, serserilik de bir kimliktir sonuçta. AYDINLARA YÖNELİK SALDIRI Kimlik tartışmasının Soğuk Savaş’ın daha ilk yıllarında, özellikle de aydınlara yönelik bir saldırı şeklinde başlatılması da, kimliklerin bu hem çok sayıda oluş, hem de kişilerin istençleriyle kesinlikle belirlenememeleri özelliklerinden mi kaynaklanmıştır acaba, kim bilir? Çünkü, Marx ve Engels’in artıdeğer kuramı ile insanın yalnız Fransız Devrimi’nin siyasal haklarına değil, ekonomik bağımsızlığına da kavuşup sömürünün sona erdirilmesiyle ancak tam anlamıyla özgürleşebileceğinin bilimsel olarak tanıtlanması üzerine, anımsanacağı gibi 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren neredeyse solcu olmayan aydın kalmamış, 20. yüzyılda ise ‘‘solcu’’ olmak ‘‘aydın’’ sayılmanın zorunlu koşulu haline getirilmiştir sanki. Bu nedenle söz konusu yıllarda, neredeyse ta 1970’lere kadar sosyalist olmayan kişi aydın bile sayılmamaktadır dünyada. İŞÇİLER VE SENDİKALAR HEDEFTE Oysa, sermaye sınıfı ideologları ve politikacıları ta 20. yüzyılın ortalarında bile bütün devrimci girişimlerin işçiler tarafından gerçekleştirildiğinden kesinlikle kuşku duymadıkları için olsa gerek ki sosyalizme karşı savaşımlarında hep işçileri ve sendikaları hedef olarak almış ve öncelikle onlara saldırmışlardır. Örneğin, Amerikalı politikacılar 1947 yıllında bile sosyalizme karşı planladıkları Soğuk Savaşı ‘‘TaftHartley Yasası’’ adıyla, ‘‘devrimcilerin sendika yönetimlerinde görev almalarını yasaklayan, işçi grevlerine yeni yeni sınırlar getiren ve memurların grev hakkını kaldıran’’ bir yasa çıkararak önce sendikalara karşı önlemler almakla başlatmışlardır. Ama, galiba Sovyetler Birliği’nin de atom bombasını yapmasının şokuyla, aslında 1917 Ekim Devrimi’nin bile işçi sınıfı adına düzenlenmiş bir aydın hareketi olduğu gerçeğinin farkına vardıkları için, derhal bu politikayı değiştirip sosyalizme karşı savaşın asıl hedefinin aydınlar olması geretiğinin bilincine vararak ‘‘McCarthy yasası’’nı çıkarmışlardır sanki. C dizi 19 MAYIS 2006 CUMA K imlik tartışması Türkiye’de de 1980’li yıllarda 12 Eylül cuntası aracılığıyla taşınmıştır. Cuntacı generaller acele Türk Tarih Kurumu’nu kapatırken Hasan Bülent Kahraman’ın deyimiyle kimlik ve kamp değiştirmemiş aydın kalmaması için altüst edilmemiş değer yargısı da bırakılmamıştır toplumda. Öyle ki ‘‘alt kimliküst kimlik’’ söylemleriyle laik Cumhuriyetin tartışma gündemine gelmesi sağlanırken azınlık ırkçılığını savunmak solculuk olarak gösterilmiştir. K omünizm düşmanlığının bayraktarı kesilen bir senatör olan McCarthy Amerika’nın neredeyse yarısının komünist olduğunu, çünkü ‘‘Amerika’da 57 milyon 205 bin 81 adet komünist saptadığını’’ öne sürerek 1950 yılında Senato’dan bir yasa çıkarmıştır. ‘‘McCarthy yasası’’ adlı bu yasayla da, istediği kişiyi komünist olmakla suçlayıp yargılayacak, bütün vatandaşlar, komünist olduğundan kuşkulandıkları kişilerle kurumları derhal başsavcılığa bildirmekle yükümlendirilmişlerdir. Postmodernizm de çare olmadı ilindiği gibi, Sovyetler Birliği’nin de için acele yakalanıp sorgulandıklarından, tam bir cadı atom bombasını yapması üzerine kazanına dönmüştür ülke... Amerikan gizli haberalma örgütü Kuşkusuz, edebiyatçılar da ağızlarının payını almışlarFBI 1949 yılında Senato üyeledır bu terörden. Örneğin Arthur Miller o yıllarda yazdığı rine ‘‘solcu aydınların dışiş‘‘Cadı Kazanı’’ adlı oyunundan dolayı yargılanıp bir yıl leri bakanlığına kadar hapis cezasına çarptırılmıştır. John Dos Passos, Upton sızdığına’’ dair bir rapor Sinclair, Erskine Caldwell vb. ünlü solcu yazarlar bile bu dağıtmıştır hemen. terör karşısında yılıp tıpkı kimi aydınlarımızın 12 Eylül döBu rapor üzerineminde yaptığı gibi, acele kimlik ve kamp değiştirerek ne de, McCarthy hemen sermaye çevrelerinin sözcülüğüne soyunmuşlar adında o tarihten ve suya sabuna dokunmayan erotik, psikopatolojik roitibaren komümanlar, öyküler, şiirler yazmaya başlamışlardır. Örneğin, nizm düşmanlığıkoca Steinbeck, Vietnam Savaşı’nı destekleyen demeçnın bayraktarı keler vermiştir. silen bir senatör, Bu terörle gerçi bütün aydınlar sindirilmemiş, AmeriAmerika’nın nereka’daki sol düşünce gerçekten de prangaya vurulmamış deyse yarısının kodeğildir. münist olduğunu, çünkü ‘‘Amerika’da AYDINLAR ARASINDA KİMLİK TARTIŞMASI 57 milyon 205 bin 81 adet komünist saptadığıNe var ki ‘‘kömünizm cehennemi’’ne karşı demokratik nı’’ öne sürerek 1950 yıözgürlükler ülkesi bir cennet olarak tanıtılmaya çalışılan lında Senato’dan bir yasa Amerika imgesi de dünya halklarının gözünde büyük bir çıkartmıştır. ‘‘McCarthy yayara almıştır bu barbarlıkla. Nitekim 1954 yılında, galiba sası’’ adlı bu yasayla da, isbiraz da aydınların artık iyice sindirildiğine kanaat getiritediği kişiyi komünist olmakla lince, Senato kararıyla bu barbarlığa son verilmiş, suçlayıp yargılayacak ‘‘Amerika McCarthy de cezalandırılmıştır güya. Ama, bu barbarlıKarşıtı Faaliyetleri Soruşturma Koğın durdurulmasının yaratacağı boşluğu doldurmak için misyonu’’ adlı bir kurul oluşturulurken sanki, ertesi yıl Amerikalı psikanalistlerce ne ilginçtir ki bütün vatandaşlar da ko‘‘kimlik’’ konusu gündeme getirilmiş ve özellikmünist olduğundan kuşle de önce aydınlar arasında, kişiyi hızla bir kulandıkları kişilerle kurum‘‘kimlik bunalımı’’na sürükleyecek nitelikte bir ları derhal başsavcılığa bildir‘‘kimlik tartışması’’ başlatılmıştır hemen. Örmekle yükümlendirilmişlerdir. neğin, gene Prof. Güleç’in verdiği bilgilere göMcCarthy’nin başkanlığındaki bu kure, daha 1955 yılında Amerika’nın ünlü psikarul da, topluma gözdağı vermek amacıyla nalistlerinden P. Greenacre’ın, kimlik konusudaha 17 Temmuz 1950’de Julius ve Ethel nu aydınların gündemine girdiren ilk çalışma Rosenberg adında genç bir çifti, New Meolan ‘‘Early Physical Determinants in the Dexico’daki araştırma merkezinde çalışan Etvelopment of the Sense of Identity’’ adlı kitabı hel’in erkek kardeşi David Greenglass’tan yayımlanmıştır. E. H. Erikson’un ‘‘The Problem aldıkları atom bombasının formülünü komüof Ego Identity in Identity and the Life Cycle’’ nist oldukları için Ruslara ilettikleri suçlamaadlı kitabı hemen ertesi yıl 1956’da New sıyla acele tutuklatıp yargılatmış ve 1951 York’ta basılmış, 1957 yılında da K. R. EissGrass da bir ara yılında elektrikli sandalyede idam ettirler’ın ‘‘Problems of Identity’’ adlı çalışması çıkAlman kimliğini miştir. mıştır. M. S. Mahler’in ‘‘Problems of Identity’’ reddederek adlı çalışması ile A.B. Wheelis’ın ‘‘identity’’ Hindistan’a göç KURULUN TERÖRÜNE UĞRAYAN kavramını günlük hayattaki birlik bütünlük duyetmiş ancak kısa bir gusu anlamında da kullanıldığı ‘‘The Quest for UĞRAYANA süre sonra ülkesine Identity’’ ve H.M. Lynd’in ‘‘On Shame and Seve kimliğine geri Bu tarihten itibaren de, başta Hollyarch for Identity’’ adlı çalışmaları 1958 yılında dönmüştür. wood olmak üzere bütün sinema, tiyayımlanmıştır. H. Lichtenstein’ın ‘‘Identity and yatro, edebiyat, basın ve üniversite Sexuality’’ adlı çalışması 1961 yılında, ‘‘The Diçevreleri ta 1954 yılına kadar komünist olduklemma of Humen Identity’’ adlı çalışması 1963 yılında ları veya komünist barındırdıkları suçlamasıyAmerikalı Psikiyatrlar Birliği’nin yayın organında basılla sözcüğün tam anlamıyla hallaç pamuğu mıştır. Gene Erikson’un ‘‘The Problem of Ego Identity’’ gibi atılmıştır bu kurul tarafından. ve ‘‘Identity: Youth and Crisis’’ adlı kitapları 1967 ve 68 Komünist olmadığını tanıtlayan, ama soryıllarında New York’ta çıkmıştır. Kuşkusuz, bu konudaki guda kimsenin adını vermeyen kişiler de çalışmalar bunlarla da sınırlı olmasa gerektir elbette... İlişsiz bırakılarak cezalandırılginçtir, ‘‘kimlik tartışması’’ Claude L´eviStrauss tarafınmışlardır. Örneğin, 1952 dan da 1964 yılında Fransa’ya taşınmış, Colyılında sorgulanan ünlü silege de France’da ‘‘L’Identit´e’’ başlığıyla dünema oyuncusu John zenlenen seminere sunulan bildiriler ve tarGarfield bu nedenle tışmalar 1967 yılında ‘‘L’Identit´e’’ adıyla kiHollywood’da bir daha tap halinde yayımlamıştır. iş bulamamış, 39 yaBu tartışma 1970’lerde de Almanşında yoksulluk içinde ya’ya taşınmış olsa gerek ki büyük bir ölmüştür. Ünlü rejisör Elia olasılıkla bu tartışmaların yönlendirKazan, kimsenin adını mesiyle ünlü yazar Günter Grass da vermediği için kara listeye son romanının ‘‘Teneke Trampet’’ alınmış, işsiz kalacağını ankadar ilgi görmemesi ve eleştirlayınca da komisyona mekmenlerce beğenilmemesi üzerine tup yazıp yeniden sorgulanma1980’lerin başında halkına küsüp yı kabul ederek istenilen adlaulusal kimliğini istenciyle yeniden rı açıklamıştır. Charlie belirlemeye niyetlenip Alman Chaplin (Şarlo) sorgukimliğini reddetmiş ve lanmamak için AmeHintli olmaya kalkışrika’yı terk edip İsmıştır. Ancak kısa bir viçre’ye yerleşmiştir süre sonra yeniden 1952 yılında. Kurulun Alman kimliğine dönyargılayıp cezalanmüştür anımdırdığı komünistlesadığım kadarıyla... rin komşuları da, onları ‘‘ihbar’’ etmemiş oldukları Rosenberg çifti K Tartışmanın hedefi laiklik imlik tartışması Türkiye’de de 1980’li yıllarda galiba 12 Eylül cuntası aracılığıyla taşınmıştır, görüldüğü gibi... NATO tarafından planlandığından kesinlikle kuşku duymadığımız 12 Eylül darbesinin gerekçelerinden biri de bu olsa gerek ki, cuntacı generaller acele Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil Kurumu’nu kapatıp, edebiyatı gazetelerden çıkararak, basını medyalaştırıp holdinglere teslim ederek bu tartışmanın bir an önce başlayabilmesi için gerekli her türlü alan temizliğini gerçekten de başarıyla yerine getirmişlerdir kısa sürede. Doğrusu, 1980’lerin sonlarında başlatılmış bu tartışmalarla aydınlarımızın daha 1990’lı yıllarda bir kimlik bunalımına kapılmalarının sağlandığını yadsıyabilmek de olanaksızdır gördüğümüz kadarıyla. Gerçekten de Hasan Bülent Kahraman’ın deyimiyle kimlik ve kamp değiştirmemiş aydın kalmaması için altüst edilmemiş değer yargısı da bırakılmamıştır toplumda. Öyle ki ‘‘alt kimliküst kimlik’’ söylemleriyle laik Cumhuriyetin tartışma gündemine gelmesi sağlanırken örneğin cinsel kimliğin bile kişinin istenciyle yeniden belirlenebileceği özgürlük adına savunulup eşcinsel ilişkilerin doğal karşılanması çağdaş demokrasi ve özgürlüğün mihenk taşı haline getirilmeye çalışılmıştır. Azınlık ırkçılığını savunmak solculuk olarak gösterilmiştir. Isaac Singer, Saul Bellow ve benzerlerinin Musevi oluşları yüzünden ulusal kimliklerini siyasal nedenlerle değiştirmek zorunda kaldıkları varsayılsa bile, gerçekten Salman Rüşdü, Tahar Ben Jelloun, Adonis, Amin Maalouf gibi Afrika, Asya doğumlu yazarların bugün çağdaş İngiliz ve Fransız edebiyatının temsilciliğini kabul etmelerinde bu kimlik tartışmaları hiç mi rol oynamamıştır acaba? S Ü R E C E K