Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
17 MART 2006 CUMA insan KOÇ, ÖLÜMÜNÜN ONUNCU YIL DÖNÜMÜNDE CAN DÜNDAR’IN HAZIRLADIĞI BİR BELGEKİTAPLA ANILDI Arşivi ve anılarıyla Vehbi Koç... Vehbi Koç, Cumhuriyet’in kurulduğu yıllarda... GENİŞ AÇI HİKMET BİLA C 13 V Bumerang... emdinli Komisyonu’nun CHP’li üyesi Ahmet Ersin , ‘‘iddianame’’ olayının bir boyutunu daha ortaya çıkardı. Komisyonun AKP’li başkanı ile malum savcı arasında, CHP’lilerden gizli yapılan yazışmaları ortaya döktü. Demek ki, Başbakan bile, Başbakanlık sözcüsünün açıklamasına göre ‘‘gelişmeleri gazetelerden izlerken’’, AKP’li Komisyon başkanı ile savcı mektuplaşıyorlarmış da haberi yokmuş. İşin hukuksal tarafı bir yana... Kaldı ki, ‘‘hukuk’’ kimliği altında ortaya böyle bir iddianame çıkabiliyorsa, hangi hukuk? İşin özü siyaset. Türkiye’nin hamurunun siyasetle yeniden yoğrulduğu bir döneme girildi. Böyle bir dönemde süslü hukuk laflarının, siyasal mücadeleyi gizlemekten başka bir anlamı olamaz. Böyle bir dönemde, ‘‘Aferin Büyükanıt Paşa’ya, yargılanmayı kabul etti’’ gibi alkışların da ‘‘Kardeşim, herkes hukuk önünde eşittir, yargılansın, suçsuzsa aklansın’’ gibi beylik sözlerin de geçerliliği yok. Bu sözler, hince bir taraf tutmanın ifadesi değilse, saflığın yansımasıdır. Orduyu hedef alanlar yine yanlış yaptılar. Görünüşe kandılar. Herhalde ‘‘Zamanı geldi’’ demiş olacaklar ki, harekete geçtiler. Ters tepti. Tosladılar. Asker kapıya dayanınca şafaklar attı. Ucuz kahramanlık, bumerang gibi dönüp fırlatana yöneldi. Sandılar ki, ordu, tümüyle bir ‘‘çete’’ durumuna düşürülmesine sessiz kalacak. Sandılar ki, Avrupa Birliği sürecini destekleyen asker, bu süreci fırsat bilerek orduyu ‘‘majestelerinin ordusu’’ haline getirme çabalarına ses çıkarmayacak. Sandılar ki, ordu, terörle bu kadar savaştıktan sonra ve hâlâ terör tüm şiddetiyle sürerken ‘‘suçlu’’ olarak sanık sandalyesine oturtulmayı hazmedecek. Sandılar ki, bütün Türkiye o ‘‘iddianame’’nin peşinden gidecek. Sandılar ki, Türkiye, ‘‘Atatürk resimleri duvarlardan indirilsin’’ diyen Avrupalı şaklabanlarla, terörü ve şeriatçılığı insan hakkı diye yutturmaya çalışan bir kısım kalem erbabının emrinde olacak Olmadı. Taktikleri yanlıştı. Zamanlamaları yanlıştı. Hesapları tutmadı. Belki bir sarsıntı yarattılar. Ama bu sarsıntı durduğu, toz duman dağıldığı zaman karşılaşacakları manzara şu olacaktır: Bir: Türkiye’nin ne kadar büyük bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunun ve bu tehlikenin nerelere kadar tırmanmış olduğunun farkına varmış bir kamuoyu. İki: Bu tehlike ve uğradığı saldırı karşısında alarma geçmiş, tetikte bir ordu. Üç: Rejiminin, huzurunun ve gelişmesinin güvencesi olan ordusunu daha çok ve daha sıkı bağrına basan kenetlenmiş bir halk. Bu ‘‘halk’’a, kimilerinin kendi arka bahçeleri ya da tabanları olarak gördükleri kitlelerin çok büyük bölümü de dahildir. ehbi Koç, ölümünün onuncu yıldönümünde Can Dündar’ın hazırladığı bir belgekitapla anılıyor. “Özel Arşivinden Belgeler ve Anılarıyla Vehbi Koç” adını taşıyan kitapta Koç’un 1901’de başlayan yaşamının 60 yıllık kesiti, arşivinden derlenen bilgiler ışığında anlatılıyor. II. Meşrutiyet günlerinden Cumhuriyet’in kurulduğu yıllara, Türkiye’nin modernleşme ve sanayileşme sürecinden Demokrat Partili yıllara uzanan bu kişisel yaşam öyküsü, aynı zamanda ülkenin siyasi tarihi hakkında da çeşitli detaylara ışık tutuyor. UZUN SÜREN BİR ARŞİV ÇALIŞMASI Can Dündar uzun arşiv çalışması süresince yazılarının yanı sıra, Vehbi Koç’un partilere yaptığı yardım makbuzlarından çocuklarının nikâh ya da sünnet davetiyelerine, ilk tren yolculuğunun biletinden ekmek karnesi damgalı pasaportuna, kızından aldığı ilk mektuptan gördüğü rüyalara kadar pek çok belgeyi koruduğunu ve sakladığını belirtiyor. SEVGİLİ KIZIM Yurtdışı seyahatleri 1940’lı yıllarda yoğunlaşır, önemli şirketlerin Türkiye temsilciliklerini Koç Ticaret adına alır. Bu iş gezilerinde ailesini de ihmal etmez, çocuklarıyla sürekli mektuplaşır, eğitimlerini yakından takip eder. Kızı Semahat Koç’a New York’tan yazdığı mektuptan bir bölümde şöyle der: “Sevgili kızım. Mektubunu aldım. Arzu ettiklerinin hepsini getirmeye çalışacağım, daha istediklerin varsa bana yazabilirsin. Seni çok seviyorum. Söz dinleyen, iyi okuyan, herkese kendini sevdiren kızımsın. Ben de üzerime düşen babalık vazifesini yapmaya çalışacağım...” Kitabın en önemli bölümlerinden biri de Koç’un CHP ile DP arasında yaşadığı krizi belgeleyen notlar. Tek parti döneminde Halk Partili olan Koç, Demokrat Parti’nin kurulmasıyla iki parti arasında, yani ticaretle siyaset arasında sıkıntılı günler yaşar. KOÇ: DP’YE ÇOK YARDIM ETTİM DP iktidara geldiğinde büyük bir sermayeyi elinde bulunduran Koç’un hesapları, vergileri gözden geçirilir, Ticaret Odası başkanlığı sona erer, Maliye, işlerini takibe alır... Çözümü 1954 seçimleri zamanında hem kendi partisine hem de DP’ye para yardımı yapmakta bulur. Bu yardımın karşılığını Adnan Menderes, Türkiye’de Ford tesisi kurmak isteyen Koç’a Henry Ford’a bir tavsiye mektubu yazarak öder. 1957 seçimlerinde ise baskılar sonucu bu kez DP’ye daha fazla para yardımı yapacaktır. Koç bu günleri şöyle anlatır: “Demokrat Parti’yi kuran liderler tarafından muhalefette ve iktidardayken partilerine geçmek üzere muhtelif zamanlarda yapılan tekliflerin hepsini reddederek intisap ettiğim Halk Partisi’nde kalma kararı verdim. 1950 senesinden sonra Halk Partisi’ne milyonlar verdiğim hususunda yapılan propagandaların hepsi yalandır. 19541957 seçimlerinde Halk Partisi’ne kayıtlı olmaklığıma rağmen DP’ye daha fazla yardım ettim.” 10 Mart 1960’ta ise CHP’den istifa eder ve bağımsız kalır. Zaten DP de kısa bir süre sonra kapatılacaktır...Bu ilk kitap, Türkiye’nin ticaret hayatına olduğu kadar, siyasi tarihine de etki eden Vehbi Koç’un yakında yayımlanacak ve 19651995 yıllarını kapsayan devam kitabının ne kadar ilginç olacağının da göstergesi. Vehbi Koç, Cemal Gürsel’le beraber. ARA GÜLER’İN objektifinden Vehbi Koç ve ailesi... Yıl 1977. Dört bin belge ve fotoğrafın taranarak hazırlandığı bu kitabı, 1960 sonrasını anlatan ikinci bir cilt takip edecek. Yedi bölümden oluşan bu ilk kitap, Çocukluk Yılları (19011919), Kurtuluş Savaşı Günleri (19191923), Cumhuriyet Dönemi(19231938), Aile Albümü (19301950), Savaş Yılları (19391945), CHP ile DP Arasında Siyaset (19381960) ve Aile Albümü (19501960) bölümlerini içeriyor. Vehbi Koç, ilk bölümde ailesini, doğduğu kent Ankara’yı, kentin o yıllardaki sosyal ortamını, ticaret yapısını da aktararak 1900’lerin Ankara panoramasını çiziyor: “Ankara’nın en önemli insanları resmi erkândı... Halka gelince, çoğu Müslüman Türklerdi. Bir de Hıristiyanlar ve Museviler vardı. Hıristiyanlar çalışır, kazanırlardı. İyi yer içer, eğlenirler, iyi giyinir, güzel evlerde otururlardı. Pazarları hafta tatili yaparlardı. Türkler de çoğunlukla hoca, bakkal, bekçi ya da ambarcı olurlardı. Hıristiyanlar askere alınmazlar, bedel öderlerdi. Askere gitmediklerinden daha rahatça iş yapma, dükkân açma olanağı bulurlardı. Türk’ün ise tükenmek bilmeyen bir görevi vardı: Kura, ihtiyat, redif denilen ve sonu gelmeyen askerlik hizmeti ile bu hizmet sırasında açlıktan, sefaletten veya düşmanla çarpışırken ölmek...” BAŞARILI BİR ÖĞRENCİ... Bu yıllar aynı zamanda Koç’un girişimcilik ruhunun tohumlarını attığı zamanlardır. Mahalle mektebinin başarılı öğrencilerinden olmasına, ailesinin ısrarlarına rağmen orta okulu bitirmeden okuldan ayrılır... “Babam bana sünnetimde hediye ettiği eşeği 80 kuruşa almış. Eşek bakımsız olduğu için Hıristiyan çocukları yolda kendi eşekleriyle beni geçerlerdi. Eşeğe babamın atının arpasından çalar yedirirdim. Kulaklarını dikmez, canlılık göstermezdi. Kısaca, tam o sıralarda esnaf olmayı kararlaştırdım. ‘Eğer Allah bana 50 bin liralık servet verirse, Ankara’da beş katlı güzel bir mağaza açacağım’ diye kendi kendime söz verdim. Okumamayı kararlaştırmıştım. Bu kararımı evde anneme, babama söyledim...” Babasıyla beraber ticaret yapmaya başlayarak 120 lira sermayeyle bakkal dükkânı açar. Bir süre sonra bakkal dükkânı kösele dükkânına, daha sonra da hırdavat dükkânına dönüşür. KOÇ HAN... Koç Grubu’nun temelleri ise 1926’da atılır. İşte Vehbi Koç’un ağzından o yıllar: “Evlenmiştim, çok çalışıyordum, işimde, rakiplerimin arasında ün yapmaya başlamıştım, para kazanıyordum. Babamın artık bana tam güveni vardı, 1917’de kurduğumuz Koçzade Mustafa Rahmi firmasını 1926 yılında bana devretti. Bir yıl sonra Ankara Ticaret Odası İdare Heyeti başkanlığına seçildim. Babam 1928’de öldü. Karaoğlan çarşısındaki ev ve altındaki dükkân, caddenin genişletilmesi dolayısıyla yıkılmıştı. Yerine şimdiki Koç Han’ı yaptırdık.” Eski Standart Oil, bugünkü Mobil Oil şirketinin Ankara acenteliği de bu yıllarda başlar. Daha sonra yapı malzemesi işine girer. İlk büyük taahhüt işi ise Ankara Numune Hastanesi’nin yapımıdır. Bu işlerden para kazanamayınca bir süre sonra otomobil ticareti yapmaya başlar. 1937 yılında ise pek güvendiği Emin Güraç ve İsrail Efendi’yle şirketinin İstanbul şubesini açar. İkinci Dünya Savaşı yıllarında ise bozulan ekonomiden o da etkilenir. Yine de mücadeleden vazgeçmez. Savaş sonunda ekonominin iyi yönetilmediğini CHP Genel Sekreteri Nafi Atıf Kansu’ya şikâyet eder. Derleyen: ÖZLEM ALTUNOK Ş hikmet.bila@ntv.com.tr en doğayım. Her şeye can veren ve yaşatan. Ben insanım, insanca yaşamalı ve insanca ölmeliyim. Pazarda mal alıp satar gibi başlık parasıyla satılmışım, hiç tanımadığım bir erkeğe. Görmem, konuşamam, düşüncelerim sorulmaz... Ne yaptığımı, ne yapacağımı hep başkaları söyler, ben sadece uymak zorunda kalırım... Küçükken köyde komşunun kızı kendisine seçilen erkeği istemedi ve karşı çıktı. Onu bir daha göremedik... Dağda öldürüldüğünü söylediler... Bunlara son verilmesini istiyorum. Kızımın aynı olaylarla karşılaşmasını istemiyorum. Her zaman söz hakkına sahip olmasını istiyorum. Öz iradesini kullanmasını istiyorum...’’ Bir Anne. ‘‘Güneydoğu’da ağıttır kadın olmak. Sevdaya, aşka, sevince gözucuyla buğulu bir bakıştır... Kadını kadın yapan şeyler öğretilirken kendini sevmesi gerektiğini söylemediler...’’ Hatice (Diyarbakır). ‘‘Bir kadın olarak, yaşamda beni en fazla üzen şey; yaşamımdaki diğer kadınlardır. Önce, beni doğurduğu için annemin hayal kırıklığı oldu... Daha sonra, kadınların hemcinslerine iyi ‘‘B SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU ‘Özgür Değilim’ cünden etkileneceğimi ve pasif kalacağımı düşünebiliyor.’’ Ayça (İstanbul). ‘‘Mücadele, ama nasıl bir mücadele? Evime gidince nasıl mücadele edeceğim? Herkes mücadeleden söz ediyor; ama nasıl bir mücadele olduğundan söz eden yok...’’ İsimsiz (Mersin). ‘‘Önümüzdeki engeller; sistemin kadına önem vermemesi, kadını insan yerine koymaması, kadın bilincinin olmayışı... Nasıl özgür olacağımızı bilmiyoruz. Ben ‘ÖZGÜR’ değilim.’’ İsimsiz (Adana). ‘‘Özgürlük, bir yıldız kadar uzak ve bir nefes kadar yakın. Nefes kadar yakın olması; sadece her an hissetmemiz açısındandır...’’ İsimsiz (Mersin). Türkiye’nin ‘‘isimsiz kahramanları’’ kadınlardan geliyor bu mektuplar. ‘‘Özgürlüğü bir yıldız kadar uzak, bir nefes davranmadıklarını (gelin, kaynana, görümce) gördüm. Belli bir bilince erişince, kadının kadını sevmediğini, çekemediğini, kuyusunu kazdığını fark ettim. Bunun kadının kendini tanımamasından, sevmemesinden, gücünün farkında olmamasından kaynaklandığını gözlemledim. Bizden öncekiler için bir şey yapamayacağımın bilincindeyim. Ancak biz kendimizi sevebiliriz ve bizden sonra gelenlere sevmeyi öğretebiliriz...’’ İsimsiz (Antakya). ‘‘Ben ceza avukatıyım. Mesleğimin her alanında erkek bakış açısıyla karşılaşıyorum. Gelen müvekkil, bir ceza davasında kadın olduğum için yeterince cesur olamayacağımı, karşı taraftan çekineceğimi düşünüyor. Ya da boşanma davası için gelen, eşinin güçlü olduğunu düşünen bir kadın, eşinin gü kadar yakın’’ hisseden kadınlardan geliyor. Bayıldım tanıma. Türkiye’nin neresinde, kim, hangi kadın olursanız olun, ‘‘özgürlük’’ bu topraklarda böyle bir şey çünkü... ‘‘Amargi (ki eski Sümercede ‘özgürlük’ demekmiş) Kadın Bilimsel, Kültürel Araştırma ve Dayanışma Kooperatifi’’nin girişimiyle ‘‘Özgür Değilim’’ isimli bir kitapta toplanan mektuplardan örnekler bunlar. Mersin, Bursa, Batman, Diyarbakır, Antakya, Tarsus, Adana, İstanbul, Tokat... Türkiye’nin çeşitli kentlerinde yaşayan kadınların kaleme aldığı basit, yalın, sade mektuplar... Özlemleri, beklentileri, düşleri, düş kırıklıklarını, arzuları, talepleri, feryatları dile getiriyor. Mektupları kaleme alanlar arasında meslek sahibi kadınlar, ceza avukatları da var, sıradan analar da... ‘‘Amargi’’ çatısı altında gerçekleştirilen buluşma, Anadolu’yu boydan boya kucaklayan bir ‘‘kadın inisiyatifinin’’ eseri. Bundan dört yıl önce köy köy, kasaba kasaba gezerek yola koyulan ‘‘inisiyatif’’; özellikle bu sessiz, isimsiz kahramanlara, ‘‘ses getirmek’’ ve ‘‘platform sağlamak’’ amacıyla bir araya gelmiş. Çok dar olanak lar ancak büyük bir yaratıcı enerji, istek ve özveriyle oluşturulmuş. İnisiyatifin ‘‘itici gücü’’, sosyolog Pınar Selek. Pınar Selek ve girişime destek veren kadınlar, hafta sonu İstanbul’da Muammer Karaca Tiyatrosu’nda ‘‘Özgür Değilim’’i, hem basına tanıttılar, hem bir araya gelerek bu ‘‘ortak çabayı’’ kutladılar. Kitabın etrafında yapılan yer yer polis kamerasına çekilmiş olduğunu gördüğümüz bir belgesel de izledik. Beni en çok bu sarstı. Düşünebiliyor musunuz? Herhangi bir köy ya da kasabada üçbeş kadın bir araya geliyor; yukarıda örneklerini okuduğumuz mektuplara konu olan meseleleri konuşup tartışıyor. Ve ense köklerinde bir polis kamerası adım adım onları izliyor! El insaf... Sözü burada ‘‘Özgür müsün’’ sorusunu yanıtlayan Eskişehirli bir kadına bırakalım: ‘‘Kim diyor? Ben özgür değilim. Eskişehir’de özgür kimseyi görmedim.’’ Not: Bilgi isteyenler için: www.amargi.org.tr. İstanbul?amargi.org.tr Ruhi Su’ya ‘Merhaba’ U sta sanatçı Ruhi Su için Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde anma etkinliği düzenlendi. Gülsüm Gökalp’in sunduğu ‘‘Ruhi Su Sanat Gecesi’’nde Ruhi Su’nun sesinden ‘‘Merhaba’’ adlı eser dinletildi. Ruhi Su Dostlar Korosu, Vedat Sakman, Özgür Ürem Can, Devrim Can ve İlkay Akkaya’nın türküler seslendirdiği etkinlikte Ruhi Su’nun yaşamından kesitlerin sunulduğu bir dia gösterisi de yapıldı. (Fotoğraf: FATİH ERDOĞDU)