Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Yabancılar, piyasayı terk ediyor... C S TRATEJİ 19 Sıcak para fazla ısındı Aybike KOCA TUSAM Çalışma Hayatı ve Türkiye Araştırmaları Masası akoca@tusam.net Petrol fiyatlarının yükselişiyle başlayan zincirleme etki, Türkiye’deki cumhurbaşkanlığı seçimleri ve rejim tartışmaları, sıcak para tehdidini ısıtıyor. yeni toparlayan ülkelerde görülürken dünya piyasalarında enflasyonun artma eğilimine girmesi bazı uzmanlarca "IMF çapasına daha sıkı sarılmak gerektiği" görüşünün savunulmasına sebep oldu. IMF’nin dünya piyasalarına "daha fazla egemen" olmak istediği bilindiğine göre, ABD’nin zaten kendi ekonomisi kötüye giderken yanında başka devletleri de bu sürece dahil etmek ve bu yolla başında bulunduğu IMF’yi daha güçlü kılmak istediği düşünülebilir. Piyasalarda oluş(turul)an bu dalga sayesinde, sıcak paranın en çok etkilendiği ülkelerde bulunan ABD sermayesinin gücü kanıtlanmak istenmiş olabilir. Nitekim bu dalgalanma sonucunda, ABD’nin kendine (IMF’ye) bağımlı ekonomiler yaratma amacı da belirginleşmiştir. Tam bu aşamada IMF’nin "harcamalar çoğaldı, sıkı tedbirler alalım" uyarısıyla düşen Türkiye borsası da IMF’nin Yabancı sermaye çekme kapasitesindeki artışa paralel olarak, pek çok kesim Türkiye’nin dış piyasalarda oldukça güçlü göründüğü hissine kapıldı. Ancak Türkiye’nin gelişmekte olan daha doğrusu kalkınmakta olan bir ülke olduğu unutuldu. Nitekim yaşanan "yüksek döviz kuru düşük borsa değer kaybeden ulusal para" döngüsü dış şokların Türkiye ekonomisi üzerinde ne kadar etkili olduğunu gösterdi. 2005 yılının başından bu yana hükümete yapılan uyarılar/eleştiriler boşa çıkmadı ve oluşan hareketlilikle, yabancı sermayenin ülkeyi terk etmesi durumunda neler yaşanabileceğinin provası yapılmış oldu. Kimilerince "ufak çapta bir kriz" olarak adlandırılan bu olay daha çok "bir balonun havasının alınması" olarak tanımlanabilir. Krizi beklenmeyen ya da öngörülemeyen bir olgu kabul edersek, yabancı sermayeyi de şişirilmiş bir balona benzetebiliriz. Bu balonun patlamaya hazır olduğu ve şişirilmeye devam edildiği takdirde ekonomiye daha fazla zarar verebileceği her platformda söylenmişti. Nitekim "ülkeye giren yabancı sermaye ne kadar artarsa ekonomi o kadar güçlenir" tezinin doğru olmadığı daha doğrusu eksik bir savunma olduğu yaşanılanları özetleyecek en iyi çıkarım. 1989 yılından bu yana bireysel ve kurumsal yabancı yatırımcıların İMKB’de çoğunluğu oluşturduğu ve bu yatırımcıların sürü etkisi ile hareket ettiği düşünülürse borsanın düşüş sebepleri daha iyi anlaşılır. Ancak özellikle döviz kuru ile ilgili gelişmelerde dış piyasaların sadece körükleyici olduğunu unutmamak gerekiyor. Öyle ki Türkiye’de yaşanan politik gelişmeler meyvelerini vermeye başlamış gibi gözüküyor. Bu bağlamda piyasaların odaklandığı cumhurbaşkanlığı seçimleri ve Danıştay’a yapılan hain saldırıyla başlayan laiklik tartışmalarının alevi ekonomiyi sarmaya başladı bile. Gerginlik nedeniyle sıkışan piyasalar, rahatlatıcı açıklamalar beklerken beklenen enflasyonun artma eğilimine girmesi bile müdahale aracı olarak kullanılmadı. Bu davranışın iki boyutu olabilir. Birincisi; hükümetin güven ortamı yaratma isteği başarıyla sonuçlanabilir ve yatırımcılar Türkiye piyasalarına geri dönebilir. İkincisi; piyasa başıboş bırakılmışçasına salınmaya ve spekülasyonlara daha açık hale gelmeye başlayabilir ki bu durum, ekonominin enflasyon ve döviz kuru dengesi için olumlu bir gelişme olmaz. Küresel dalgalanmanın Türkiye’yi daha fazla etkilemesinde bir diğer etken olarak MB’nin (Merkez Bankası) piyasalar tarafından "yoklanması" gösterildi. Nitekim gelen tepkiler üzerine MB’nin döviz alım ihalelerini durdurması ve bunun sonucunda piyasaların sakinleştiği düşünüldüğünde bu iddia güçlenmektedir. MB’nin faize müdahalesinin konu olduğu dönemde de hükümetle işbirliği içinde müdahale gerektirmeyen bir durum olduğunun açıklanması, yine piyasalar üzerinde etkili olmuştur. Bunlar dikkate alındığında MB’nin piyasaların hareketliliğinin kaynağı değil ama hareketliliğin sürmesinde etkili olduğu söylenebilir. P iyasalarda mayıs ayı ortalarında başlayan ve hala etkisini gösteren hareketlilik, ulusal paranın yüzde 10 oranında değer kaybetmesine ve döviz kurunun yükselmesine neden oldu. Olumsuz gelişmelere rağmen Wall Street analistleri başta olmak üzere pek çok borsa uzmanı ve kredi derecelendirme kuruluşu, uzun vadede Türkiye’nin yatırım ve sermaye çekme kapasitesinin hala pozitif olduğunu belirtiyor. Yine de son dalgalanmaların cari açığın tehlikeli olduğunu gösterdiğini ve bu yüzden Türkiye’nin artı puan almasının güç olduğunu belirten kredi derecelendirme kuruluşları da var. Buna karşın piyasalardaki hareketlenmenin ardından yayımladığı raporla OECD (Organisation for Economic Cooperation and DevelopmentEkonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü), Türkiye’nin 20062007 yıllarında yüzde 6’nın üzerinde büyüyeceğini ve diğer hedeflerin de tutturulacağını tahmin ediyor. Ancak gerek dış piyasalarda yaşanan olumsuzluklar gerekse içerde oluşan çalkantılı durum, Türkiye’nin kısa ve orta vadede yatırım çekme yönünden çekiciliğini yitirdiğini gösteriyor. Piyasalarda oluşan dengesizliğin çabuk giderilmesi elbette ekonominin güllük gülistanlık olduğunu göstermiyor. Her ne kadar ulusal paranın değerini kaybetmiş olmasından memnun olunsa da yaşanan kur yükselmesinin ani ve habersiz oluşunun açtığı yara orta vadede kendisini gösterecektir. Oluşan yeni döviz kuru dengesine alışmaya çalışan piyasalara müdahale edilmeyerek şimdilik kurun gücünün sınandığı gözüküyor. İç piyasalarda ne olup bittiğini anlayabilmek için öncelikle dünya piyasalarındaki gelişmeleri analiz etmek ve Türkiye’ye etkilerini incelemek daha doğru olacaktır. Fotoğraf: Necati SAVAŞ DÜNYA PİYASALARI Petrol fiyatlarındaki artış nedeniyle uluslararası piyasalarda oluşan denge(sizlik) ile başlayan süreç, bu durumdan aşırı etkilenen ülkelerin durumu tersine çevirme istekleriyle devam etti. Petrol fiyatlarındaki artışın enerji maliyetlerini artırması suretiyle ortaya çıkan enflasyon artışı özellikle ABD’de hissedildi. Büyüme oranının da yavaşlamasıyla müdahale kaçınılmaz hale geldi ve ABD faiz hadlerini yükseltti. ABD’nin faizleri yükseltmesiyle birlikte yurt dışındaki tahviller satışa çıktı ve piyasalar hareketlendi. Bunun yanında yaşanan siyasi gerginlik ve çekişmelere sahne olan piyasalarda kırılma belirginleşti. Çin, zaten petrol fiyatlarının artışına tepki olarak faiz oranlarında artırıma gitmişti; Japonya’da da benzer bir uygulamanın beklenmesi ile piyasalar iyice hareketlendi ve Brezilya, Ekvator, Macaristan ve Türkiye başta olmak üzere pek çok gelişmekte olan ülkedeki büyük sermaye sahipleri ülkelerine dönmeye başladı. IMF ÇAPASINA SIKI SARILMAK Yabancı sermayenin ülkeyi aniden terk etmesinin yarattığı olumsuzluk öncelikle Brezilya gibi kendini güçlü gözükmeye çalıştığını ve bunda kısmen başarılı olduğunu gösteriyor. Her ne kadar IMF politikalarını eleştirsek de Türkiye’ye sermaye getiren ve borsada pay sahibi olan çoğunluğun bu kuruma olan güvenini dikkate aldığımızda ya IMF çapasına sarılmaya devam etmek ya da yabancı sermayenin ülkedeki etkinliğini azaltmak seçenekleri ile karşı karşıya kalıyoruz. İkinci seçenek ekonomik bağımsızlığı sağlamak için daha elverişli bir politika gibi gözükse de, IMF çapasına sarılmak ekonomi yöneticilerinin ve politikacıların daha fazla işine geliyor. Arka planda işleyen olaylar silsilesini bir kenara bırakarak piyasalardaki dalgalanmanın "görünen" sebeplerini, petrol fiyatlarının artması, buna bağlı olarak küresel faiz oranlarının yükselmesi ve siyasi krizler olarak sıralayabiliriz. Petrol fiyatlarının, ABD ve Çin gibi enerji talebi artan ülkeler tarafından körüklendiği ve bu ülkelerin buna bağlı olarak faiz oranlarını yükselttiği dikkate alınırsa, özellikle ABD sermayesinin dünya piyasalarına yayılmış olmasından dolayı, piyasalardaki gidişatın ABD’nin enflasyon ve faiz oranlarına bağlı olduğu söylenebilir. ABD’den gelecek haberlere göre davranışlarına yön veren sermayedarlar, kararlarını bu ülkedeki gelişmeleri yakından takip ederek vereceklerdir.