28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

C S gölgesinde Avrupa Günü… sızmakta zorlanmadığı açıkça ortada. Hatta AB tarım üreticisinin, aldığı sübvansiyonlar sayesinde, Afrika pazarında Afrikalı üreticiden kat kat avantajlı olduğunu ve Afrika Birliği Başkanı Alpha Omar Konare’nin bu duruma defalarca isyan ettiğini biliyoruz. Ancak, küresel güç olarak bilinen ülkelerle arasındaki ikili ticari ilişkilere baktığımızda da, açık veren tarafın genelde AB olduğunu görüyoruz. Özellikle Çin ile olan ticaretinde 80 milyar Avro açık veren AB, KOBİ’lerini (Küçük ve Orta Büyüklükte İşletmeler) Çin’den gelen ucuz mal akınına karşı koruyamıyor. İtalya’daki durgunluk büyük ölçüde bu nedene bağlanıyor. AB sonunda çareyi, Ticaret Komiseri Peter Mandelson’un geçtiğimiz haftalarda açıkladığı gibi Çin ve Vietnam’dan gelen ayakkabılara kota koymakta buldu. Ne var ki bu tür ticaret kısıtlamaları getirmek, soruna geçici bir çözüm sunmaktan öteye gitmiyor. AB’nin rekabet gücünü artıracak yapısal reformlara ihtiyacı bulunuyor. AB, Brezilya ile olan ticaretinde 7 milyar Avro, Rusya ile olan ticaretinde ise 20 milyar Avro açık veriyor. Brezilya, ticari rekabet açısından sakınılacak ülkeler listesinde, Çin ve Hindistan’a oranla daha yeni sayılır. Rusya’ya karşı verilen açığın en büyük nedeni ise, tahmin edileceği gibi, AB’nin enerji ithalatı… Rusya’nın AB’ye yaptığı ithalatın yüzde 57’sinin enerji ürünleri olduğu biliniyor. TRATEJİ 13 temellerini sarsıyor işbirliğine gidilmiyor. AB’nin hesaplamalarına göre, enerjide küresel işbirliğinin maliyeti 16 trilyon dolar gibi çok yüksek bir rakam. Bu da işbirliği olasılığını neredeyse imkânsız kılıyor. AB’nin Enerji Komiseri Andris Piebalgs, 7 Nisan günü Yeni Delhi’de yaptığı konuşmada yine de bütün küresel aktörleri işbirliğine çağırıyor. "Küresel enerji talebi"nin "enerji etkinliği"ni iyileştirmeden alıp başını gittiğini ve "yeni petrol keşiflerinin çok ender dayanıyor. Buna göre iş korumasının az olduğu ama istihdam güvencesinin yüksek olduğu bir piyasa hedefleniyor. Yani bu anlayışa göre işverenler işçiye, "işsiz kalmama" yerine "iş bulma" güvencesi veriyorlar. Çalışanlar kolay işten çıkarılsalar da işsiz kalma süreleri önemli ölçüde kısıtlanıyor. Bu durumda işverenler de yeni iş yaratmaya gönüllü oluyorlar. Ancak "flexicurity," çalışan kişinin işinin korunmasını sistemden çıkardığı için doğal olarak sosyal devlet anlayışını da devreden çıkarıyor. Bu da emek piyasasında devlet güvencesinin çok yüksek olduğu Fransa, Almanya ve İtalya’da büyük tepkilere neden oluyor. Ancak tepki gösterenler ihtiyaç duydukları yeni işlerin nasıl yaratılacağı konusunda alternatif bir çözüm önerisine sahip değiller. Üstelik özellikle sendikalar, Lizbon Stratejisi ile hedeflenen "20 milyon işsiz"i de "kabul edilemeyecek kadar yüksek" bir rakam olarak görüyorlar. Ayrıca bir de küreselleşme nedeniyle işsiz kalanların faydalanacağı "Avrupa Küreselleşmeye Uyum Fonu" isteniyor. Tabi bütün üye ülkeler, Fransa, Almanya ve İtalya kadar kötü durumda değiller. Özellikle AB’ye 1995’te katılan grup yani Finlandiya, İsveç ve Avusturya istihdam piyasası reformları ve istihdama yönelik bilimteknoloji konularında ev ödevlerini başarıyla tamamlamış durumdalar. Bu ülkeleri Danimarka, İrlanda, İngiltere ve İspanya izliyor. İspanya’nın Zapatero hükümeti ile geçtiğimiz 2 yıl içerisinde aldığı mesafe tüm üye ülkelerin takdirini kazanmış durumda. Ancak yine de AB’nin üç büyük ekonomisinin küreselleşme ile mücadele edememesi, AB’nin Lizbon Stratejisi’nin başarıya ulaşma şansını zora sokuyor. ENERJİ AB’nin küreselleşmenin olumsuz etkilerine en açık olduğu sektörlerden bir tanesi hiç şüphesiz ki enerji. Ancak üye ülkeler, bu durumun idrakine biraz geç vardı. Nitekim AB’nin küreselleşme ile mücadele programında 2005 yılına kadar enerjiye ayrılmış ayrı bir fasıl bulunmamaktaydı. Ukrayna ile Rusya arasındaki doğalgaz krizi ve geçtiğimiz haftalarda ABDİran çekişmesi, Nijerya’daki istikrarsızlık ve Çin’in doymak bilmeyen enerji açlığı ile bağlantılı olarak yaşanan petrol fiyatlarındaki rekor artış (varil başına 74 dolar), AB’ye bu sektördeki kırılganlığını bir kere daha anımsattı. Doğalgaz konusunda Avrupa, bir yandan Rus tekeli Gazprom’u 2010 yılında tamamlanacak altyapı yatırımları ile kendine bağlamaya çalışırken diğer taraftan da çeşitli korumacı politikalarla Gazprom’a alternatif yaratmaya çalışıyor. Fakat AB ülkelerinin doğalgaz ihtiyacının yüzde 25’ini sağlayan Gazprom’un başkanı Alexei Miller, alternatif arayışları içerisinde kendilerine karşı korumacı politikalar uygulanması durumundan Şirket’in duyacağı rahatsızlığı dile getirmekte gecikmedi ve gerektiğinde "Asya ve Amerika’dan yeni doğalgaz müşterilerinin bulunmasının çok da zor olmayacağını" belirtti. Enerji arzının tam olarak sağlanamadığı bu ortamda, "gemisini kurtaran kaptan" mantığıyla hareket eden bazı üye ülkeler, bütünleşmiş bir Avrupa Enerji Politikası yerine bireysel politikalara ağırlık verdiler. Bunu en son, Polonya’yı küstürmek uğruna, Rusya ile arasında Baltık doğalgaz boru hattı kurulması için imza atan Almanya örneğinde gördük. Doğalgazda bu dış aktörlerin kararına bağlılık durumu, büyük ölçüde petrol konusunda da geçerli. Dünyadaki petrol talebi, küresel güçler Çin, Hindistan ve ABD yüzünden günde yaklaşık 2,5 milyon varil artıyor. Kaynaklar için rekabet artıyor ama küresel olduğunu" söyleyen Piebalgs, AB’nin "yenilenebilir enerji, enerji etkinliği ve temiz kömür teknolojisi" konularında uluslararası toplumda ortak çalışmalara açık olduğunu dile getirdi. Diğer taraftan üye ülkelerin, AB’nin enerji sektöründe küreselleşmenin etkilerini nasıl azaltacağına ve enerjiyi nasıl sürdürülebilir büyümeyi destekler hale getireceğine dair önerilerini 24 Eylül 2006 tarihine kadar Komisyon’a iletmeleri gerekiyor DIŞ VE GÜVENLİK POLİTİKASI Bugün AB, bir yandan küreselleşmeden aldığı yaraları sarmaya çalışırken diğer yandan da küresel bir güç olmanın yollarını aramakta. Bunun için en uygun adımları da Ortak Dış ve Güvenlik Politikası aracılığıyla atmayı planlıyor. AB’nin Dış İlişkiler ve Güvenlik Komiseri Javier Solana’ya göre "Balkanlar, Afrika, Ortadoğu, Irak, Gürcistan ve Moldova’da AB’nin yüklendiği görevler" hesaba katıldığında "AB’nin küresel bir güç olduğu" ortaya çıkmış oluyor. "Avrupa Savaş Birlikleri (Battlegroups) kapsamında AB adına ve AB bayrağı altında hareket edebilme kapasitesi kazandıklarını" belirten Solana, "bu kapasite ile AB Konseyi’ni başlangıçtan beri arzu edildiği gibi barış adına harekete geçebilir kıldıklarını" da ekliyor. Ancak bütün bu girişimlere rağmen AB, küresel güç olma yarışında ABD’nin gerisinde kalmaktan kurtulamıyor. Nitekim Solana, gerçek küresel gücün "ABD ile olan işbirliğinin artırılması" sonucunda gelebileceğini itiraf ediyor. Küreselleşme yarışında geride kalmamak adına ABD ile işbirliğinin sıkılaştırılmasının, AB vatandaşlarını Avrupa projesinden biraz daha uzaklaştıracağından hiç şüphe yok. AB Konseyi’nde transatlantik ilişkilerden sorumlu bürokrat olan Jim Cloos, gittiği her yerde halktan "ABD ile ilişkileri kesin" çağrısı duymaktan yorgun düştü. Her ne kadar Cloos, "2,5 trilyon dolarlık bir ilişkiyi sona erdiremezsiniz" dese de, AB vatandaşları küreselleşmenin ağır yükünü çekmeyi ve küresel güç olamamayı ABD ile omuz omuza politika üretmeye tercih ediyor. İSTİHDAM VE LİZBON STRATEJİSİ AB’nin küreselleşmenin olumsuz etkilerini en şiddetli hissettiği noktalardan bir tanesi de emek piyasası. Özelleştirme ve şirket satışları sonucunda AB genelinde istihdam oranı yüzde 60’lara düşünce üye ülkeler mümkün olduğu kadar kısa sürede yeni ve kaliteli iş olanağı yaratma gereği ile yüz yüze geldiler. Bu bağlamda 2010 yılına kadar istihdam oranını yüzde 70’in üstüne çıkaracak, teknoloji yoğun işler yaratmak, enerji ve çevre politikalarını kalkınma ve büyümeyi destekleyecek hale getirmek, bilim, teknoloji ve araştırmageliştirme harcamalarını artırmak ve yükseköğrenimi ABD ile rekabet eder şekilde yeniden yapılandırmak için çok kapsamlı Lizbon Stratejisi’ni yarattılar. Ancak Lizbon Stratejisi’nin temel taşlarından bir tanesi olan emek piyasasını esnekleştirmek konusunda büyük anlaşmazlıklar yaşandı. Geçtiğimiz ay, Fransa’da yaşanan öğrenci gösterileri Fransız hükümetinin esneklik yanlısı uygulamalara geçme isteği nedeniyle çıkmıştı. AB, istihdam politikasını Lizbon Stratejisi çerçevesinde İngilizce esneklik (flexibility) ve güvenlik (security) kelimelerinin birleşiminden oluşan "flexicurity" kelimesi ile tanımlamaya çalışıyor. Kendisine esas olarak İskandinav modelini alan bu politika, "kolay işe al, kolay işten çıkar" ilkesine
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear