28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

benimseyenlere inanılmaz bir fırsat sunulmuştu. Nevruz kutlamalarında PKK bayrakları, Öcalan posterleri bulundurulmayacağı, yasadışı örgütü öven sloganlar atılmayacağı yönünde İl Emniyet Müdürlüklerini genelge üstüne genelge göndererek uyaran İçişleri Bakanlığı, 21 Mart gününün manzaraları karşısında harekete geçmek bir yana şaşırtıcı bir biçimde sessiz kalmış, kimi siyasi liderler örgüt propagandasına dönüşen şenlikleri sırf kan dökülmediği için sevinçle karşılayan söylemlerde bulunmuşlardı. Kutlama alanlarına üst araması yapılmadan kimsenin alınmayacağı uyarısı Diyarbakır ve Hakkari’de kitlelerin polis barikatlarını zor kullanarak yarmaları sonucu havada kalmış, devlet ilan ettiği önlemlerin arkasında duramayarak geri adım atmış ve çıkabilecek olayları engelleme adına köşeye itildiğinin ayırdında olmaksızın pasif bir tutum izleneceği açığa çıkmıştı… Bir ilde Nevruz yerine Newroz yazılı pankart ve dövizler toplanırken Diyarbakır’da sahnenin üzerinde ‘Newrozunuz Kutlu Olsun’ yazılı devasa bir döviz yer almış, Belediye Başkanı Baydemir çıktığı kürsüde PKK ağzı ile ‘Sevgili Amed’liler, Newrozunuz kutlu olsun’ diyerek konuşmasına başlamış ve ‘Kürtlerin de kırmızı çizgileri olduğunu, Şemdinli halkının kırmızı kart gösterdiğini’ ilan edebilmişti. Bay Baydemir’i, Batman ve Hakkari Belediye Başkanları izlemiş, PKK’nın terör örgütü olmadığını söyleyen bu yerel yöneticiler üstelik birisi Yüce Meclisin çatısı altında Öcalan’ın siyasi liderleri olduğunu seslendirmişlerdi. Çığın dağdan koptuğunu gösteren tüm bu gelişmelere karşın o günlerde Ankara bir sfenks gibi sessizliğini koruyor, bahar bayramının kutlanması anlamından soyutlanarak ‘Kürtlerin şanlı direnişi’! ile özdeşleştirilen Nevruz şenliklerinin her nedense bir haftaya yayılma kararı dahi uyarıcı olmuyor ve gelişi Çarşambadan belli olan Perşembe, siyasi iktidar üzerinde uyarıcı bir etki yaratmıyordu. ri, kırsalda güvenlik güçlerine karşı pusu, mayın, karakol baskınları gibi taarruz hareketleri, metropollerde kıyıcı ve sansasyonel bombalamalar, kamuoyunu paniğe sürükleyerek güven duygularını erozyona uğratacak suikastlardan oluşacak, ezileni oynamak için özellikle kırsalda askeri birlikler geniş çaplı operasyonlara zorlanacak ve son tahlilde olabilirse Kürt orijinli yurttaşlarla Türk orijinliler arasında çatışmalar tahrik edilecekti. Bu senaryonun sahnelenmesindeki amaç ise, AB üyesi ülkeler aracılığı ile Türkiye üzerinde güçlü bir baskı oluşturmak, kamuoyunu yılgınlık ve teslimiyete zorlamak, iç dinamikleri açısından kararlı ve caydırıcı bir tutum sergileme iradesinden yoksun bulunan siyasi iktidarı köşeye sıkıştırarak ödün alabilmek olarak görünmektedir. Türkiye’de şiddetin yaygınlaşmasının esasen son derece kırılgan bir zeminde seyreden ekonomiyi zorlayacağı, bu noktada iş ve finans çevrelerinin siyasi iktidarı uzlaşma yönünde baskı altına alabileceği, yabancı sermayedarların piyasalardan çekilme riskine karşı uluslararası kuruluşların devreye girebileceği ve bağlı olarak iktidarın direncinin daha da azalacağı, AB’nin özellikle kültürel ve kimlik hakları bağlamında Türkiye üzerinde siyasi iktidarın direnemeyeceği baskılar uygulayabileceği, refah düzeyi artan kesimlerin kaos ortamından kurtulma konusunda ödüne yatkınlaşabileceği (1993’lü yıllarda ver C S TRATEJİ 7 Irak ve özellikle Irak’ın kuzeyindeki Kürt yapılanması nedeniyle de köşeye sıkışmış görünen Ankara, ABDKürt ittifakının yakın bir gelecekte Suriye ve İran’ı da içine alacak boyuta tırmanmasının olası bulunduğu şu günlerde AB’nin yanısıra ABD faktörünü de gözönünde bulundurmak zorunda kalabilecektir. İktidara gelişi ve iktidarını sürdürmesinde bugüne kadar ABD’nin desteğini arkasında bulan, iç dinamikleri önemsemeyerek AB ve ABD’den aldığı gücü içeriye yansıtarak iktidarını pekiştirmek gibi yanlış bir strateji izleyen AKP’nin, bu iki önemli güç odağına direnme gücünün bulunmadığı gibi bir parametreden hareket ediyor görünen PKK ve yandaşlarının, yakaladıkları bu momentumu sonuna kadar değerlendireceklerinden kuşku duyulmamalıdır. Bütün bu etmenler bir arada değerlendirildiğinde, PKK’lıların kendi aralarındaki telsiz görüşmelerinde 2006’yı niçin ‘kader yılı’ olarak niteledikleri daha da belirginleşmekte, DTP ve DEHAP’lı yerel yöneticiler ve parti yetkililerinin aşırı söylemlere niçin sıkça yöneldikleri anlaşılır olmaktadır. Çünkü Nisan sonu ve Mayıs başından başlayarak yaygınlaşması beklenen şiddete dayalı eylemlerin benimsenmesi ve yılgınlığa kapılınmaması açısından PKK’nın güç ve otoritesinin bölge halkı üzerinde başat ve baskın hale getirilmesi uygulanan strateji açısından bir ön koşul olarak görünmektedir. Diyarbakır, Batman, Siirt, Yüksekova’da DTP ve DEHAP yetkililerince anons edilen kepenk kapatma, okullara gitmeme eylemlerinin temel amacı, bölgedeki etkin ve egemen gücün kendilerinde olduğu imaj ve inancını kitlelerde yerleştirerek onları itaate zorlamak, devletin onları korumada yetersiz kalacağı mesajını vermek ve gelecekteki eylemlerde bir bütün halinde davranabilmenin alt yapısını oluşturmaya yöneliktir. Bölge halkını 1990’lı yıllarda olduğu gibi ‘Örgüt ve Devlet’ arasında sıkıştırarak seçimlerini zorla da olsa örgütten yana kullanmalarına yönelik bu söylem ve zorlamaların aslında uzunca bir süredir alt yapısı oluşturulan nihai hesaplaşmanın kilometre taşları olduğunun Ankara tarafından algılandığı ve değerlendirildiğini ummak istiyoruz. Etnik milliyetçilik hareketlerinin tarihine bakıldığında, alınan mesafelerin asla geri dönüşünün olmadığı, bu virüsün girdiği toplulukların bünyelerini kemiren hastalığa karşı bağışıklık sistemlerinin çöktüğü ve virüsün zaman içinde mutasyona uğrayarak toplumsal bünyenin en zayıf anlarında ortaya çıktığını anımsadığımızda, 18. yüzyıldan günümüze süregelen ve Mondros Mütarekesi’nin hemen ardından Kürt Teali Cemiyeti ile ortaya çıkan bu gizli hastalığın son evresine yaklaştığını söylemek çok yanlış olmamalıdır. Gelinen noktada, iktidarı sıfır terörle teslim alan ancak yaptığı stratejik ve taktik hatalar nedeniyle ayrılıkçı etnik terörizmin yaygınlaşması sonucunu hazırlayan siyasi iktidara yıkıcı eleştiriler yöneltmek yerine uyarıcı ve yol gösterici bir misyon üstlenmenin ulusal çıkarlar açısından yararlı olduğunu düşünmekteyiz. Çünkü karşı karşıya bulunduğumuz ve kapsamı sınırlarımızı da aşarak başkaca güçleri de içine alan yangının söndürülmesi belli olmaktadır ki siyasi iktidarın tek başına üstesinden gelemeyeceği bir büyüklüğe erişmiştir. Ülkenin varlıkbütünlük ve huzurunun büyük bir tehdit ve tehlike karşısında bulunduğu yaşanan günlerde siyasi iktidarın miyoplaşan ve giderek algısızlaşan gözlerinin gerçekleri görmesini sağlamaya yardımcı olunması her türlü siyasi hesap ve kazanım hevesinin üzerinde olmalıdır. Türkiye ‘ateşle olan sınavını’ belki de son kez vermeye hazırlanırken ‘ateşten gömleği’ giyecek olanlara baktığımızda umutlu olmalı mıyız..? 2006 öyle görünüyor ki PKK’dan önce Türkiye için bir kader yılı.. İnsanlar kaderleri konusunda kendilerini aşan noktalarda Tanrıya sığınabilirler… Ama ülkeler asla… Çünkü ülkelerin kaderlerini tayin eden yalnızca akıl ve bilgidir… Eğer varsa..! 2006 KADER YILI Oysa uzun bir zamandır PKK’lıların kendi aralarında yaptıkları ve güvenlik güçlerinin elektronik dinleme ağlarına takılan telsiz görüşmelerinde sürekli yinelenen bir cümle vardı; ‘2006 bizim için kader yılıdır..’ PKK uzun yıllardır ilk kez 2006’da, Türkiye’de bulundurduğu dağcı kadrosuna mensup militanları kış mevsiminde Irak’ın kuzeyine çekmemişti. Her yıl kış mevsimi gelmeden dağcılarını Irak’a çekerek Türkiye’de 300500 civarında militan bırakan örgüt 2006’da çekmek bir yana kadrolarını takviye etmiş, 18002000 silahlı militanını bölgede bırakmıştı. PKK bununla da yetinmemiş, Kandil dağındaki ana üslerini boşaltarak 30003500 arasındaki silahlı militanını Türkiye sınırına yakın bölgelere nakletmiş ve sınıra 510 kilometre derinlikte üç hat halinde mevzilendirmişti. Sonbahar ve kış aylarında mevsim koşullarının gereği eylemlerini zorunlu olarak azaltan PKK bu dönem boyunca Irak üzerinden sürekli lojistik destek sağlamış ve yörede karların kalkması ile birlikte girişecekleri taarruz eylemleri için hazırlık yapmıştı. PKK’nın silahlı taarruz eylemleri için kuluçkaya yattığı bu dönem zarfında öne çıkarılması gereken ise alt yapısı uzunca bir süredir oluşturulan ve ısrarla görmezden gelinen sivil itatsizlik türündeki kitlesel hareketlerdi. Kendi termionolojileri içinde "Kürdistan" olarak adlandırdıkları DiyarbakırBatmanAğrıHakkariSiirtŞırnakTunceliMardin yörelerinde başlatılacak intifada (serhildan) türündeki eylemler baharın gelmesi ile birlikte kırsal alanda silahlı taarruz eylemleriyle desteklenecek, bu arada İstanbulİzmirMersinAdana gibi metropol kentlerde gerek korsan gösteriler gerekse bombalama eylemleri ile olaylar yaygınlaştırılacak ve oluşturulacak kaotik ortamda son perde için düğmeye basılacaktı. Son perde ise yaygın kitlesel sivil itaatsizlik eylemle Gösterilere sapanla müdahale eden polis... kurtul söylemlerinin tırmanması anımsanmalı), yaygın ve kayıplara neden olacak çatışmaları kamuoyunun taşımasının giderek zorlaşacağı gibi ‘siyasalsosyalpsikolojik’ etmenleri gözönünde bulunduran bir strateji izleyecek görünen PKK’nın, yakaladığı bu momentumdan geri adım atması kendi açılarından bakıldığında çok ta mümkün görünmemektedir. Bütün bu etmenlere Türkiye’deki siyasi koşulların, aksini ileri sürmelerine karşın AKP’yi erken bir seçime zorlayabileceği ve olası iktidar modelinde AKP’nin tek başına hükümet kurma şansının giderek azaldığı eklendiğinde, PKK’nın mevcut siyasi iktidar değişmeden amaçlarına ulaşma konusunda aceleci davranacağını ileri sürmek çok yanlış olmayacaktır. Erken ya da zamanında yapılsın gelecek seçimlerde AKP’nin tek başına iktidar olamayacağı siyasi bir model, amaçlarına ulaşma konusunda PKK ve yandaşları için bir kabus senaryosu olmalıdır. Çünkü AKP’nin homojen olmayan yapısı ile iç dinamikleri ve milletvekillerinin etnik dağılımından kaynaklanan tutumu, kitlelerin önüne koyduğu tek umut olan AB ile ilişkileri, AKP’yi ister istemez diğer iktidar adaylarına göre daha yumuşak davranmaya zorlamakta ve PKK ile uzantısı kuruluşlar bu durumdan olabildiğince yararlanmak istemektedirler. SON HESAPLAŞMA PKK ve temsil ettiği zihniyetin izleyicileri elbette mevcut konjonktür ve belki de 1985 yılından bugüne yakaladıkları bu optimal momentumdan sonuna kadar yararlanmak isteyeceklerdir.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear