26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

C S Ü P E R L İ G ’ İ N A R D I N D A N Ligin sorunu kalite M A H M U T S E R T işledi; paylaşım yapıldı. Ancak yanlış anlaşılmasın, paylaşım önceden hesapkitap yapılarak gerçekleşen bir bölüşüm değil. Futbol sisteminin bu takımlara sağladığı avantajların yine bu takımların değerlendirmesiyle ortaya çıkan bir durum. Bu sezon Süper Lig’de futbolun keyfine vardığınız kaç maç izlediniz? 18 takımın çift devreli lig usulü karşılaştığı, en az 34 tanesinin TV’den her hafta naklen yayınlandığı maçlardan kaç tanesi, oynanan güzel futbolla aklınızda yer etti? Genel izlenim, oynanan futboldan çok, maç sonuçlarının konuşulduğu bir sezon yaşandı... Hakem yanlışları, federasyon kulüp çatışmaları ve elbette bir çığ gibi büyüyen tribün şiddeti futbolun gündemini oluşturdu. Oynanan futbol acaba neden gündemde yer bulamadı? Diğer etkenler mi baskın çıktı; yoksa futbolun sesi mi cılız kaldı? Futbolun cılız sesinin nedenleri üzerinde sokakta çok konuşulan, ama taraftar bakış açısıyla dillendirilmesinden rahatsızlık duyulan bir yaklaşım oluşturmaya çalışacağım. Nedense, öteden beri ‘Ye kürküm ye!’ anlayışı toplumumuzda egemendir. Kişilerin ya da olayların biçimselliği bizi içeriğinden daha çok ilgilendirir, hatta etkiler. Özellikle popüler kültür içinde ‘star’ olmak sıradanlığa indirgenip, ‘Süper star ya da mega star’ nitelemeleri değerlendirmelerde önem kazanır. ‘Yıldız’ sözcüğü bu çerçevede hafif kaldığından yabancı dildeki karşılığı ‘star’ daha anlamlı kabul edilir! Ve bu yaklaşım küreselleşme denilen politikalarla da örtüştüğünden, belki de kendimizi ‘dünya vatandaşı’ olarak görmemizin nedenini oluşturur. Türkiye Futbol Ligi de bu kaygılardan olsa gerek, ‘Süper Lig’ olarak adlandırılmıştır. Ligin neye göre süper olduğu, süperlik ölçütlerinin ne olduğu belli değildir. Ve hiç kimse tarafından sorgulanmaz. Acaba Türkiye ligi futbol kulüpleriyle, futbolcularıyla, yönetim anlayışıyla, futbol kalitesiyle ‘süper’ niteliğini hak ediyor mu? Bu soruya olumlu yanıt vermek oldukça güç. Aslında takımlarımızın bu sezonki performans çözümlemelerinde, futbol dünyamızdaki yapısal ve işlevsel yetersizliklerin kendiliğinden ön plana çıkarak bir yanıt oluşturduğu söylenebilir. Tuğrul Akşar’ın Endüstriyel Futbol* kitabında ayrıntılı biçimde gösterdiği gibi; federasyonun patronluğunda oluşturulan futbol sistemi, dermeçatma niteliğiyle Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş ve Trabzonspor’a hizmet etmektedir. Bu kulüpler Türk sporundaki öncü rollerinin karşılığını öteki kulüplere yaşama şansı vermeyecek biçimde almaktadır. Akşar; ‘‘Ulusal ligleri ve futbolu gelişmiş ülkelere baktığımızda; İngiltere 23, Almanya’da 31, Fransa’da 19, İtalya’da 17, İspanya’da 11 farklı takımın şampiyonluğa ulaşabildiğini görüyoruz. Bizde ise 47 yılda üç büyüklerin dışında sadece Trabzonspor çıkabilmiş. Bu rekabetsizlik ve yayın gelir politikası devam ettiği sürece, bir başka şampiyon takım çıkarmamız da oldukça zor görünüyor’’ saptamasıyla duruma dikkat çekiyor. Dört takım arasındaki kısır rekabetin Türk futboluna olumsuz etkisi, özellikle günümüzde tartışılmayan, tartışmalı bir durumdur! Daha doğrusu, geride kalan on dört takımı ki; bunlara ikinci, üçüncü lig takımlarını da eklemek gerekir, yok sayan sistem, Türk futbolunun kalitesizliğinin en büyük nedenidir. Bu dört takımın, sistemin kendilerine sağladığı maddimanevi avantajlar nedeniyle ulaştığı başarılar tuhaf bir biçimde Türk futbolunun başarısı gibi değerlendirilir. Örneğin Galatasaray UEFA ve Süper kupa şampiyonu olduğunda, yapılan yorumlarda ‘Türk futbolunun artık çağ atladığı’ düşüncesi işlenmişti... Aradan geçen beş yılda, Galatasaray dahil hiçbir takımımızın her hangi bir başarıya ulaşamaması ise irdelenmedi! İçinde bulunduğumuz sezonda, futbol dünyamızdaki sistemde her hangi bir değişiklik olmadığı için, ‘mahşerin dört atlısı’ndan Fenerbahçe şampiyon oldu. O olmasa, Galatasaray veya Trabzonspor şampiyon olacaktı. Beşiktaş erken havlu attığı için yarışım bu üçlü arasında sürdü. Sonuçta Fenerbahçe ve Trabzonspor Şampiyonlar Ligi’ne, Galatasaray ve Beşiktaş UEFA kupasına katılmaya hak kazandı. Başka bir deyişle sistem beklendiği gibi tıkır tıkır FENERBAHÇE AYNA OLDU Sözü edilen temel nedenlerin, yani haksız rekabetin futbolumuza olumsuz etkilerini göz ardı etmeden sergilenen futbolu teknik açıdan mercek altına aldığımızda da olumlu şeyler söylemek güç. Futbolcularımız alanda nerede duracağını, nereye, ne zaman koşacağını bilmiyor. Topa vuruş teknikleri ise içler acısı... Bu özellikleri doğru uygulayan kaç futbolcu hatırlıyorsunuz? Türk futbolcular içinde Trabzonsporlu gol kralı Fatih Tekke ve Gökdeniz Karadeniz’den başka takımını sırtlamış, aklınıza gelen isim var mı? Fenerbahçe’nin Brezilyalı yıldızı Alex de Souza daha ilk yılında ülkemizde harikalar yarattı ve en değerli futbolcu oldu. Orta alanda oynamasına karşın gol krallığında Fatih Tekke’den sonra geliyor. Bugüne dek ben, bu bölgede oynayıp 20 golün üzerine çıkan başka bir futbolcu hatırlamıyorum. Avrupa’da da yok. Ayrıca verdiği gol pasları da maç kazandıran nitelikleriyle çok önemli. Alex bu performansıyla kuşkusuz Fenerbahçe’nin şampiyonluğunda baş rolü kapıyor. Brezilyalı yıldızın futbol yeteneklerine ve becerisine asla söz edilemez. Ancak onun bu ustalığını, bu denli etkili kullanmasında acaba savunmacılarımızın yetersizliğinin hiç mi payı yok? Örneğin, özellikle duran toplardaki etkinliğiyle arkadaşlarına çok sayıda gol attırmıştır. Bu gollerde savunma yanlışları dikkat çekicidir. Duran toplar özellikle yandankullanılırken savunmacıların temel ilkesi; rakip oyunculara hareketli yakın baskı uygulamak, onlara göğüsleriyle temas edecek denli yakın olmaktır. Böylece yüzleri topa dönük olacağından, gelen topa rakipten önce, onun önüne geçerek dokunabilirler. En azından rakibin topa vuruşunu engelleyebilirler. Küçük yaşta öğretilmesi, öğrenilmesi gereken bu temel ilkeyi bizim savunmacılarımız çoğunlukla uygulamaz;durağan biçimde rakibin arkasında kalıp, onun topa vuruşunu izlerler. Bunu daha ilk maçında çözen Alex de, doğal olarak leblebi gibi golleri atıp, gol paslarını vererek takımına büyük katkıda bulunmuştur. Süper Lig’de ‘sihirbaz’ olarak nitelenen Brezilyalı yıldızın Avrupalı rakipler karşısında yetersiz görülmesinin önemli nedenlerinden biri de budur. Bir başka deyişle Fenerbahçe’nin takım oyunu yerine, yabancı yıldızlarının bireysel becerisiyle sonuca gitmesinde futbolcularımızın temel eğitim yetersizliğinin payı azımsanacak gibi değil. Fenerbahçe’nin oyun kalitesi olarak belli bir düzeye ulaşamamasına karşın şampiyon olması, rastlantıyla veya masa başı oyunlarla açıklanamaz. Ya da Daum’un dediği gibi, onun dirençli duruşunun(!) sonucu olarak değerlendirilemez. SarıLacivertliler yabancı yıldızlarıyla, öteki takımlara üstünlük sağlayıp başarıya ulaşmıştır. Bu çerçevede futbolumuzun kalitesizliğinde, temel eğitim yetersizliği ana sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Topa vurmasını bilmeyen, kendi özelliklerinin bile farkında olmayan futbolcularla; değişken oyun kurgusu oluşturamayan ya da oluşturduğunu futbolcularına uygulatamayan yabancıTürk teknik adamlarla belli bir düzey yakalamak oldukça güç. Eğer şampiyon olan takımın bile genel oyun kalitesinin yetersizliği söz konusuysa, Türk futbolu ciddi biçimde, yapısal ve işlevsel bakımdan olduğu gibi tekniktaktik eğitimler bakımından da masaya yatırılmalı. Yoksa, futbolsever tribünden uzaklaştığı gibi ekran karşısından da kaçacak. Medyanın futbolu konuşturan, yeniden üretme çabaları bir süre sonra bilgisayar oyunlarına dönüşüp, tıkanabilir. ‘‘İyi futbol, iyi futbolcularla oynanır’’ sözü yabana atılmamalı. Alex ligde var, Avrupa’da yok. Yattara, futboluyla yıldızlaştı. 9
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear