26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

•X»? 15 BİR PROUST YAZARI: DR. AŞK azın dünyasının 30 yaşındaki filozofu, tüm sorulara yanıt getirebilen adamı Alain de Botton'un gencecik omuzları yaşlı bir başı taşıyor. öyle bir baş ki, orta çizgiyi geçen tek bir saç teli bile düşünceyı dağıtır gerekçesiyle yok edilmiş. Derinin altında çadır direği gibi uzanan kemikler köşeli yüzüne ciddi bir hava veriyor. Açık gri gözleri alabildiğine keskin. Marcel Proust'un ardından Botton bu kez Seneca, Schopenhauer, Sokrat, Nietzsche, Epikür ve Montaigne gibi düşün adamlannı ele alıyor. Kitabın adı "The Consolations of PhilosophyFelsefenin Avutucu Yönleri" Genç kızların ona taktığı adla Dr. Aşk, ulu düşüncelerle gündelik sıradan düşünceler arasında bir ayırım yapılması gerektiği görüşüne katılmıyor. Yirmili yaşlannda yazdığı üç kitabında da flörtün inceliklerine değinmiş. "How Proust Can Change Your Life Proust Yaşamınızı Nasıl Değiştirebilir" Amerika'da en çok satan kitaplar listesine girmişti. "The Consolations of Philosophy" ise parasızlık, başarısızlık ve tutunamama gibi sorunlara eski çağlardan kalma görüşleıie çözüm getirmeye çalışıyor. De Botton somurtarak "Çağdaş felsefe büyük ölçüde matematikle ilintilidir ve bir görüşün tepeden tırnağa özenle gözden geçirilmesini gerektirir. Seçtiğim kişiler bilgeliğin peşindedırier ve yaşamınızı nasıl sürdürdüğünüzle ilgilidirler" diyor. Varlıklı bir aileden gelen yazann çocukluğu Isviçre'de geçmiş. Babası bankacı, annesi VVashington'da yaşıyor. Chelsea'de evleri var. Üvey annesi sanat yapıtları koleksiyoncusu, hayırsever Janet de Botton. De Botton Cambridge'de 17. yüzyıl Fransız felsefesı üzerine doktora yaparken ilk kitabı "Essays ın Love Aşk Üzerine Denemeler"i kaleme alıyor. Bu kıtap yalnızca Alman telrf hakları için ona 50 bin paund kazandırıyor. öyle olunca da daha uygun bir iş arama gereğini duymuyor. Proust ile ilgili kitabı başlangıçta pek ilginç bulunmuyor ve yayımcısı başından beri ikircikli bir tavır takınıyor. Ama John Updike onu göklere çıkartınca satışı ansızın fırlayıveriyor ve kitap çok satanlar listesine giriyor. De Botton kısa bir süre önce ilk evini satın aldı. Şimdilik tek başına yaşıyor, ama "ufukta" bir şeyler görünüyor. Para, mal, mülk, başan, şimdi de aşk. Neresinden bakarsanız, oldukça avutucu değil mi? "Hayır, hayır. Tannm, kaygılar. Gelecekle ilgili kaygılanm var. Sürekli bir panik içindeyim. Acaba yeniden yazabilecek miyim? Dehşet verici. Yeteneğımi her an sönüp sonsuza dek yok olacak bir alev gibi görüyorum. Ailece asabi Yahudileriz. Hepimiz her an diken üstündeyiz" diyor ve bir yandan omuz sılkip ellerini havada sallıyor. "Tam anlamıyla isterik. Kapı çarpacak olsa, korkuyla irkiliyoruz. Işlerin hep ters gideceğini sanıyoruz. Bir yaşımdan beri sürekli olarak babamın iflas etme korkusuyla yaşadım. Ailesi birkaç kez ıflas ettiğinden, hep 'bu iş fazla sürmez' duygusuna kapılan biri. Sanırım bu duygu aileden çocuklara da geçiyor. Babam Mısır doğumlu olduğundan 'Ben bir yabancıyım. Her an bizi getoya gönderebilirler, ya da öldürebilirler' der dururdu. Üstelik çocuklanndan çok da şey beklerdi. Karnemde on tane A varsa, neden on beş değil derdi. Sürekli hoşnutsuzluk duyardı." Hoşnutsuzluk geni de Botton'un yakasını pek bırakmış sayılmaz. Şen şakrak sohbetine karşın, tepeden bakıp buz gibi soğuk bir tavır sergilediği de oluyor. Updike'ın mesleğine yön veren eleştirisine gelince, de Botton, "John Updike'ı tanımadığım gibi, onu yazar olarak da sevdiğim söylenemez," yorumunu yapıyor. "Philosophy: A Guide to Happiness , Felsefe: Mutluluk Kılavuzu" başhklı yapıt ve buna eşlik eden televizyon dizisi konusunda ise, "Abuk sabuk bir dizi. Yanm saatlik programlara bölüp saçma sapan bir şey yapmışlar," diyor. De Botton parasını kitaplara harcadığını söylüyor. "Ama, ruhbilim türünde garip kitaplara. öyle romana filan değil. Romanlann çoğu yalntzca bir öykü anlatır ve bu kadaıia biter. uykülerden sıkılıyorum," diyor. Sanatı seviyor, ama üvey annesinin ilgilendiği türde sanattan değil. "O üzerlerinde 'fuck' yazılı tuvallerden hoşlanıyor, bense hoşlanmıyorum. Benim hoşuma giden bıraz güneş ışığının aydınlattığı bir çömlekle bir elmanın yansıtıldığı minik resimler." Gürültüden nefret ediyor. Bu konuda daha çok, "yalnızca yabanıl hayvanlar gürültünün ayırdına varmazlar" diyen Schopenhauer'i çağrıştırıyor. Son kitabını Chelsea'deki bir "aile evinde" kaleme alırken çevrenin çok gürültülü oldğunu anımsıyor. "...Bir de şu gürültücü komşularım var. İnsanı katil edebilirler. İnsan sabahın üçünde bangır bangır müzik dinleyebilecek, kahkahalar atabilecek denli kaba saba olabiliyor." Bunları dile geterirken yaşlı başını ikı yana sallıyor ve, "lleride çok daha sakın olmayı ve olaylara daha yazgıcı bir yazgıcı bir tavırla yaklaşmayı ümit ediyorum," diyor. Ama şu anda benimsedığı felsefeyı bir tür "neşelı karamsaıiık" olarak nitelendiriyor. "Bana göre Montaigne çok çekici bir kişilik. Hoş bir yaşam. Güzel bir şato. Nietzsche de çok zeki biri, ama onun yerinde olmak istemem. Karabasan gibi bir şey olmalı. Annem benı daha çok Schopenhauer'e benzetiyor, çünkü annesiyle ilişkisi korkunçmuş. Ben onun o karamsar tavrına bayılıyorum. Yaşamın açıkça anlamsız olduğu, tüm aşk serüvenlerine mutsuzlukla sonuçlandığı görüşü beni çok güldürüyor." Ya onun aşk serüvenleri? "Bence doğru seçimi yapabilmek çok, ama çok incelik isteyen bir şey. Tıpkı ev bulmak gibi. Genellikle hepimiz bir bakıma hoşnut olmadığımız evlerde yaşıyoruz. Aşk konusunda en olgun görüşüm şu: llişkinin, tüm yumurtaların ilişki sepetine konmaması durumunda yolunda gittiğine inanıyorum. Aradığınız her şeyi karşınızdaki kişide bulmak gibi romantik düşüncelerden kendinizi sıyınn." Kitap bittiğine göre, ufak bir tatile nedersiniz? Kaygılı bir edayla, "Nereye gideceğim ki, nereye? Tatil yapma gibi bir alışkanlığım yok. Güzel bir otel, sakin sakin oturup kitabınızı okuyabileceğiniz hoş bir veranda, güzel bir manzara bulmak çok güç," diyor ve yüzünde acılı bir ifadeyle, "Bir bakıyorsunuz, size jeneratörün yanında, ya da başka bir şeyin yanında bir oda vermişler."^ The Guardian'dan çeviren: RİTA URGAN Yataktan çıkmamak: Proust, zamanının büyük bir bölümünü yatakta geçirmeyi yeğliyordu. Yatağını bir çalışma masasına, bir ofise dönüştürmüştü. Peki, yatak, dışardaki zalim dünyaya karşı bir korunma sağlıyor muydu? "Insanın, üzgün olduğunda, yatağının sıcaklığına sığınması, bütün çabalan, savaşımlan geride bırakması, belki de başını yorganlann altına gömüp sonbahar rüzgânnda dökülen yapraklar gibi ağlama hissine boyun eğmesi ne kadar güzel." Komşulardan gelen dürtüler: Gürültüye karşı delilik derecesinde bir duyarlılığı vardı. Paris'in apartman bloklannda yaşamak çekilmez bir şeydi, özelhkle de üst kattaki komşu biraz müzik ahştırması yapıyorsa. "Bir nesne var ki hiçbir insan asla onun kadarçiledençıkancıolamaz:Piyano." Ona inanmayan insanlar: Proust'un arkadaşlan sık sık, onun söylediği kadar hasta olduğuna inanmadıklannı ima ettikleri için Proust büyük rahatsızlık duyuyordu. Birinci Dünya Savaşı başladığında onumuayene etmek üzcrc askeri hastaneye çağırmışlardı. 1903 yıhndan beri neredeyse hiç yataktan çıkmamış olmasına karşın, hastalığının ciddiyetini anlamayacaklar, siperlerde savaşmasını isteyecekler diye büyük bir korkuya kapılmıştı. Proust'un borsacısı Lionel Hauser, bunu duyunca hayli eğlenmiş, espri olsun diye, kendi göğsünün üzerinde bir savaş nişanı taşima umudunu asla yitirmediğini söylemişti ona. Proust, espriyi ciddiye alıp şöyle yanıt vermişti: "Sağlık durumumun nasıl olduğunu biliyorsun. Kırksekiz saat içinde ölüp giderim ben." Ama askere çağnlmadı. Savaş bittikten birkaç yıl sonra, bir eleştirmen, Proust'un, kendini dünyevi zevklere kaptırmış bir züppe olduğunu yazmış, bütün gün yatağında uzanıp kocaman avizeler ve işlemeli tavanlarhayal etmekle, saataltıdan sonra da, kitaplarından haberleri bile olmayan sonradan görme zenginlerin verdiği yeni moda partilere katılmakla suçlamıştı onu. Yazıyı okuyunca küplere binen Proust, kendisinin yataktan çıkamayan, sakatbiradam olduğunu, ne akşamın ne de sabahın altısında yatağından kalkabildiğini, bırakın partiye gitmeyi, odasının içindebile dolaşamayacak kadar (penceresıni bile açamayacak kadar) hasta olduğunu söyleyerek yanıt vermişti. Yine de birkaç ay sonra, sürüklenerek de olsaoperayagidebilmişti. Öliim: Ne zaman başkalanna sağlık durumundan söz etse, ölmek üzere olduğunu söylerdi. Bu gerçeği, yaşamının son on altı yılında düzenli olarak ve tereddütsüz bir inançla dile getiriyordu. İçinde bulunduğudurumu şöyle tanımhyor: "Haftanın yedi gününden altısını, kafein, aspirin, astım ve anjın arasında; yani kısaca yaşamla öliim arasında gidip gelmekle geçiriyorum."^ •ııum ut bouon, jenejeyazıp da çok satanlar listesine giren genç isimlerden biri.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear