Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Ö Y K Ü Tülay Ferah Ozportre aşamdan ve sanattan yıllardır hoşnut değildim. Bir gün postacı atölyenin kapısını çaldı. Telgraftaki adrese gitmem isteniyordu. "Resim gereçlerinizi lutfen yanınızda getirin." Bu tümceyi defalarca okudum. Çektiğim yalnızlık, düş kırıklığından sonra telgraf beni heyecanlandırmıştı. Yaşamımı bol ışık alan, ancak yatağımın sığabileceği genişlikte bir atöiyede sürdüruyordum. Ama paletimi yıllardır elime almamlştım. Genç bir delikanlıyken yaşam salt resimle özdeş; bileğim güzel bir kadın bedeni gibi oynaktı. Boyaların kokusuna karışan debenlerin kokusu, nesnelerin kıpırtısı baş döndürilcuydü. tlk doyumumu: "İşte başard ı m ? " diye bağırdığım özportremde tatmıştım. Gelecek yıllarda o doyumu, hazzı hep tattım. Şimdi o günlere: "Somut girişimler a n l a n " diyorum. Onca çaba ve yıllara karşın bana kalan tek ergi düşkjrıklığı oldu. Kaç kez kendimi pencereden atmak, taş zemin üstünde karnım patlamış, iç organlarım yayılmış, pis bir koku salarken düşledim. Ama son adımı atacak güç bedenimde yoktu. Ah, her gece pencere önünde sabahlarken beni arkamdan itecek birini beklemek, ne acı ne dayanılmazdı... Y Peşinden yürüdüm. Kapıyı açmadan önce* titrek bir sesle sessiz olmamı, kocasıyla konuşmamı istedi. O bir gün için sessiz kalacağıma, konuşmayacağıma söz verdim. Kadın, salonun perdelerini açtı. tvedi adımlarla çıktı. Yaşlı bir adam koltukta oturuyordu. Koltukta yaşamaya mahkum edilmiş adama bakarken gUlümsedim. Yaşam bu adamla da alay etmişti. Zavallı ihtiyar. Adam kimdi? Adı neydi? Niye resminin yapılmasını istemişti? Hem de bu yaştan sonra. Bunlan iç sesimle sorup, boyalarımı palete boşalttım. Adam tuvalde biçimlenmeye başladığı an oyunlarımın en acımasızını oynamaya başla dım. Onu daha yaşlı; gözlerini korkunç imgelerimle iki boş mağara; ağzını içinde kötülük ruhlarının dans ettiği kan dolu bir kuyu olarak boyadım. Heyecandan, mutluluktan kahkahalar atmak istiyordum. Kadın, bir fincan kahveyi yanıma bıraktığında yüz tamamlanmıştı. Dehşet içinde yüze baktı. Gözbebekleri irileşti. Bağırmamak için ağzını kapattı. • Göz kırpıp acımasız bir sesle: " N a s ı l ? " diye sordum. Inleyerek salondan çıktı. Dışardarı gelen hıçkırık seslerini duyunca amacına ulaşmış aşağılık yaratıklann duyumsadıklan hazla titredim. Modelimi, tuvali görmemi engelleyen ge ce başladığında çalışmam bitmişti. Gerinerek kalktım. Tuvali, içimden kıs kıs gülerek usulcacık adanıın dizlerine dayadım. Sesi çıkmadı. Salondan çıktım. Kadından çalışmamın ederini aldım. Kapıdan çıkıyordum ki koluma yapıştı. Avutulmayacak kadar hüzünlu bir sesle: "Kocamın öldüğünü nasıl anladınız" diye sordu. Kan bedenimden çekildi! Gözyaşları içinde: "Son isteğini yerine getirdiniz" dedi. "Yıllar önce hakkınızda yazdığı eleştiriyi bağıv latmak istiyordu." Evden çıktım... Uçsuz bucaksız gök kubbe altındaki atölyeme doğru yürüdüm. LJ Sanat dünyasında neredeyse kuramlaşmış inanca hiç, ama hiç inanmıyordum. ölümün üstünde yatarken; buyurganların sanatıma değer biçmesi aşağıhk bir olaydı. Aç kalmamıştım. Açlığımı dayanılmaz olarak duyumsadığım anlarda albenili tablolar yapıp fırına; ekmeğe, peynire koştum. Kısaca açlıktan ölmedim. Hakarete varan eleştirilerden de ölmedim. Ama artık sanatına küsmüş, paletindeki boyaları kurumuş yaşlı bir erkektim. Son günlerde hoşnutsuzluğum öylesine yoğunlasmıştı ki her gece düşümde pencereden atlıyordum. Ama ölmek için bile artık çok geçti. Boyalarıma şımarık bir çocuk gibi küsüşüm, sanki ölümsüzlükle cezalandırılmıştı. Güne gözlerimi açtığımda dirim bedenimdeydi. Gözlerimi açar açmaz şu tümceyi söylüyordum: "Bugün yaşlı burnuma boya kokusu gelmiyor!" Insan yaşlanınca yaşamı böyle oyunlaştırıyor işte. Zararlı oyuncaklarla oynayan aptalın tekiydim. Ve oyunlarım asla tükenmeyecek gibi geliyordu. Düi kıııklığımın başladığı ilk yıllarda oyunlarımı isteksiz, asık yüzlc oynardım. Her oyunun sonunda da kahkahalarla gülmeye başlar, ne yapayım böyle olmasını ben istemedim derdim. Günler geçti oyunlarımın tuısağı oldum. Tutsaklığımın iç kemiren zorbahğını dayanılmaz olarak duyumsarken, ayaklarım bedenimi güclükle taşır hale geldi. Iki büklüm yürürken inliyordum. Saçlarım da dökülmüştü. Yaşlılık, yaşamla alay etmenin karşılığıydı. Yaşamı iyice kızdırmak, sona çekmesini düşleyerek yatağıma girdim. Güneş inatla uyandırdı. Yaşam da oyunlarımdan hoşnuttu herhalde. Birbirine her kötülüğü yapan, hava kararınca yatağa giren iki sevgili gibiydik. Zamanın baş döndürücü tekdüzeliğini bir gün olsun bozmak için telgraftaki adrese gittim... Bahçe kapısında usta bir elin yazdığı 'Villa Çiçek yazısını okuyunca güldüm. Karşımda örenleşmiş bir ev duruyordu. Belki de bahçesinde yüzlerce çiçek açıp solmuştu. Evden bana neydi. Tokmağı kapıya üç kez vurdum. Kapı ağır ağır ürkütücU sesler çıkartarak açıldı. Yıllardır ilk kez açılıyor gibiydi. Bir kadın: "Kocam sizi salonda bekliyor" dedi. Eski Beyoğlu meyhaneleri Şimdiki adı "Aslı Han" olan Beyoğlu'ndaki Krepen Pasajı'nın meyhaneleri de yerlerini sahaf dükkânlarına bırakırken, Ece Ayhan ile Cihat Burak, bu meyhaneleri ve içkicilerini anımsıyorlar. Ece Ayhan Yoksulluktandır! Ya da yaşamın 'uc'unda bulunuşundan da olabilir. Bakın hiç uyumazmış geceleri. öldükten sonra sergisi açılmış galiba? ömer Uluç söyledi. C. BURAK Hayır efendim! Aktedron'un sergisi fılan açılmadı! Peki, peki... (Krepen'deyken) lmroz'un bitişiğindeki (tstanbul Rum ağzıyla konuşursak) bir Triandofilos yok muydu? C. BURAK Evet, sahibi intihar etti. Aktedron Fikret de bileklerini keserek canına kıydı. Ferruh Doğan'ın çocukluğunun geçtiği Nevizade Sokagı'nda (şimdi kâğıtçı dükkânı olan) Lambo meyhanesini anımsıyorum şimdi. Oraya Sait Faik de Orhan Veli de Oktay Rifat da geliyor. Sonraları Leyla Erbil de gitmiş. İşte ayakta içilen küçük bir koltuk meyhanesi. Borcaysa Lambo deftere yazar. C. BURAK Mösyö Lambo, önce • meyhaneyi kapattı, bir ayakkabıcı dükkânı açtı. Onu çalıştırırken intihar etti, zaten melankolik bir adamdı. 'Uç'ta yaşamış olmak (ya da doğrusu, yaşamamak mı bilemiyorum) insanı böyle bir 'uc'a götürebilir mi? Tezgâhın arkasında Rus klasiklerini okurmuş. Lambo'nun karşısında da bir Hüseyin Efendi vardı. (Şimdi orası da "Kadir'in Yeri" olmuş). Siz orada da akerdeon çalan Madam Anahit'in resmini yapmıştınız hani. 'Marjinal yazar' ('Kısa Lodos Hikâyeleri') Fikret ÜrgUp, delirmeden (ya da gidecek bir yeri ve bakacak bir kımsesi olmadığı için kliniğe yatmış) önce zaman zaman oraya giderdi. C. BURAK Fikret Ürgüp, benim Galatasaray Lisesi'nden arkadaşımdır. Bağbyoruz: Krepen, şimdi "Aslı H a n " oldu, yerinde sahaflar var... Peki Mısır Apartımanı'nın yanındaki sokakta Bohem? C. BURAK Küçük bir orkestrası var, bir madam piyano çalar! D alatasaray'da, Aynalı Pasaj'ın arkalarında, sanki gözlerden ve maraza çıkaran kadınlardan, 'kan kuvvetleri'nden gizlenmiş, Ustü açık bir Krepen Pasajı vardı. 'Krepen' sözcüğü Fransızcadır ('Crepins' yazılır) ve 'ayakkabıcılar' anlamına gelir; sözlUğe göre de ayakkabıcı esnafının piri; Aziz Krepen (Saint Crepin). Gizli pasaja üç yerden ve yönden girilirdi. Biri; üçbeş basamakh ve İngiliz Konsolosluğunun bulunduğu Meşrutiyet Caddesi'ne çıkar. tkincisi; Dudu Odaları Sokagı'na (bu iyice dardı, şişmanca bir adam oradan ancak biraz yan geçebilirdi.) [ Ne güzel bir sokak adı değil mü] Üçüncüsü de; Sait Faik'in, Orhan Veli'nin/kendisine 'marjinal yazar' diyebileceğimiz Fikret Urgüp'ün de içki içtiği Cumhuriyet Meyhanesi'ne giden; Sahne S c kagı'na (Balıkpazan da deniyor, Üç Horan Ermeni Ortodoks kilisesi var...) CİHAT BURAK Krepen Pasajı'na Balıkpazan 'ndan, yine darca bir yoldan girilir, orası da dardır, ama şişmanlar geçebilir. Girilince, lam karşıda Neşe Lokantası var. Neşe'de içkiciler sıra sıra ve yan yana otururlar, sabahtan gelenler bile olur. Yazm da pencereleri açık. Cahit Irgat'ın oğlu Mustafa Irgat, bana, 'marjinal şair' Hayalet Oğuz'un bu masaya, 'sabah erkenden içki içmeye başlayanlann masası' anlamında 'dnayet masası' adını taktığını söylemişti. Başta 'marjinal kadın' Dürnev Tunaseli... (Aslında 'marjinaller' ve 'marjinallik' üzerine konuşuyoruz galiba.) C. BURAK Evet, başta Dürnev Tunaseli var. (Ressam) Erdoğan Değer, Selahattin Hilav, Attila Tokallı, Pertev Tunaseli (Dürnev'in kardeşi), ömer Uluç, Sevim Burak (benim bir akrabalığım yok!), Hayalet... Hayalet Oğuz Ermeni mezesi 'topik'le gelirmiş. Cihat Burak ile 'marjinaller'in mekânları üzerine: G Cihat Burak hâlâ keyifte anımsıyor Krepen'in eski meyhanelerini C. BURAK Cahit Irgat, Edip Cansever, özdemir Asaf, vs. Zaman zaman da Semiha Berksoy, Ara Güler, Mengü Ertel... gelirdi. Demir özlü de. (Oköfte yermiş hep.) C. BURAK Ben, Hoşgör'e giderdim akşamları. Hoşgör'ün birkaç ortağı olacak. Sonra Dilek Lokantası var, bir de tmroz fllan. Müsteri seçmesini bilirlermiş gibiydiler? Arada görünüp yiten (hep ayaktaydı) 'marjinal ressam' Aktedron Fikret nasıl bir ressamdı? C. BURAK lyi bir ressam bence. Aktedron'a eroini bırakmak için alıştı derler. Zayıf, avurtlan çökük, nazik bir adam. 21