Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Seyyar satıcılar Eski sessiz ve dingin sokaklann melodisi seyyar satıcılar, halka biçimindeki telden havaya üflenen sabun baloncukları gibi kentin içinde dağılıp gidiyorlar. rışları uzak sokaklara doğru eri>ip giderdı. Kadınların satın almak istemedikleri o kalın kaymağı, tepsinin yanında taşıdıkları kutuların içine ayınrlardı. Biz çocukların doyamadığımız yeriydi yoğurdun, o uzerine konmuş butun tozlarla bi/likte... Kış, bozacıların seslerinde, saklandyğı saçak altlarından keskin bir süzülüşle ınerdi. Uzaklan uzağa kaç bo/acı geçerdi? Kâç satıcı yaz kış, günduz gece sokaklarımızı aşındırırdı. Bazen sesler birbirine kanşır, Abmet Hamdi Tanpınar'ın deyimiyle her ses/bir ağaç gibi dal budak sarar ve küçuk bir s^s ormanı meydana gelirdi. Helvacı, tablanın ortasındaki limona banarak rengârenk mâcunlar satan macuncu, pedalıyIa canlandırdığı gazocağına bir kaşık toz şekeri atıp kqskoca bir köpük yaratan o büyücu kılıklı pamuk helvacı da yok artık. Beş ya da on kuruşluk külâhlara süt kokulu dondurmalar dolduran dondurmacı da... Niyetçilcr de yok, onları anırnsayan da. Yanlarında taşıdıkları tavşanların ve guvercinlerin eğilip kaptıkları katlanmış kâğıtlarda yazılı olanlar varsın çıkmasındı. Ablalarımız yine de bilmek isterlcrdi orada yazılı olanı. Aralarında gülüsür, anlamlı işaretler yaparlardı birbirlerine. Biz tramvayların arkalarına asılmaktan zaman buldukça, niyetcilerin başına toplanıp tavşanları severdik. Sokaklarda ve en çok da Istiklal Caddesi'nde, küçük camlı kutusunda minicik şişelerin içinde türlü kokular satan esansçıyı kım anımsıyor? O denli çok renkte ve kokuda neler sattığını bilmezdik; ama bizi en çok sabunlu suyla dolu o şişecikler çekerdi. Halka biçimindeki telden ufleyerek yuzleru baloncukla doldururduk ortdlığı. Sokaktan gelen sesleriyle Istanbul sokaklarında, küçük camlı kutusunda, mınicık şışelerın ıçınde türlü kokular satan esansçılara hâlâ rastlayabılırsınız Tuğrul Tanyol aşları 3540 arasında olanlar bugünkünden çok farklı bir IstanbuPıı yaşadılar çocukluklannda. Değişen her şeyde gizli bir pas tadı var sanki. Çevre, insanlar, bildik köşeler bile anıların gide' rek solan aynasında zamanın yıkıcı etkisinden kurtulamıyorlar. Bazen oturup, 'Şu köşede eski bir konak vardı" deriz. Yıkıldığı ilk günlerde o konağı beyaz yağlıboyası, yeşil panjurları, ince ayrıntılarıyla, perdeleri ve kapı işlemeleriyle birlikte bir bir arumsarız. Sonra o köşeye dikiicn apartmana gözümüz kayar gide gele. Bir zaman sonra apartman zihnimizdeki değişmez yerini alır. Yıllar geçtikçe konakla ilgili ayrıntılar, azgın bir fırtınanın evden koparıp götürdüğü parçalar gibi anılarımızdan ve belleğimizden silinir gider; o konak yalnızca bir imge olarak kalır bizde. Doğal olarak herkes kendi tarihinin öznelliği içinde kendi çocukluğunu özler. Her şey kötüye gitmektedir, çünkü çocuklugundaki çevre yok olmuştur. Sanki her şey yerli yerinde kalsa kendisi de değişmeyecek ve yaşlanmayacaktır. Gercekten de anıların kendi başlarına bağımsız bir yaşamları yoklur. Bellek eskir, belleği taze tutacak somut çevre, insanlar ve ayrıntılar da yok olunca anılar ölılr giier. Anıları canlı tutan bir yer, bir koku, bir /ttz, bir resinı ya da bir ses olmalıdır. Y Yazarlarda ve şairlerde hep geçmişe yoğun bir özlem vardır. özellikle Istanbul söz konusuysa... 1960'lardan önceki tstanbul son otuz yıl içinde akıl almaz bir biçimde değişti. Çevre yapılar, ilişkiler, insanlar... En buyük değişimlerden biri ise seslerde gerçekleşti. Beş kuşak insanın zorlukla sindirebileceği değişimler tek bir kuşakta yaşandı. Bu nedenle eski yazarların geçmişe olan özlemleri ne denli romantikse, gunümüz insanımn özlemi o denli trajiktir. 1950'lerde çocukluklarını yaşayanlar, eski lstanbul'un son çırpınışlarına yetiştiler yalnızca. Sesler anıları canlandıtır. Istanbul'unsa sesi değişti. Artık çocukların oyun oynamadığı sokaklardan, farklı renklerdeki bağnşlarıyla satıcılar da geçmiyor. Sokak satıcıları, yok olan lstanbul'un en canlı simgeleriydi sanki. Omzundaki uzun sırığın iki ucunda sallanan kefelerde mevsim meyvelerini taşıyan seyyar manavlar yok artık. Şimdi gürültülü arabalarla ve kulakları tırmalayan hoparlörlerle ruhsuz ve renksiz bir satış yapan yeni bir esnaf tipi var. Oysa o iki kefenin arasında yürüyen ve ayaklı bir teraziye benzeyen eski satıcılar ya, nık ve ürpertiler saçan sesleriyle sokaktan geçtiklerinde, zamanı ve mevsimi de yanlarında getirirlerdi. Eşeğiyle su satan saka da yok artık. Şimdi büyük kamyonlara yüklenmiş, petrol artığından yapılmıs ambalajlarda bakka Yakın zamanlara kadar özellikle Kapahçarşı'da ve bazen de köşebaşlarında sakızcılara rastlanırdı. Ellilerde, çiklete henüz pek alışılmış değildi. Gerçi " h u l a h o p " çeviren, "Elvis'Vdinleyen ve James Dean için gözyaşları döken genç kızlar çikleti tercih ediyorlardıysa da annelerimiz bir parça mumla birlikte o nefis kokulu damla sakızlarını çiğner ve dişlerinin arasında çıtırdatırlardı. Simitçiler iki boy simit satarlardı. Beş kuruşa küçük, on kuruşa büyük olanlarını. Sonra kuçukler • ona, büyükler yirmi beşe çıkmıştı. Mahalle fınnından taze yüklenmiş bu simitler mis gibi kokarlardı. Delikli iki buçuk kuruşa bir cep dolusu leblesi alırdık ve bunların ir kısmını çitlenbik bulamadığımız zamanlarda kamışlarla birbirimize fırlatırdık. Topaç çevırmekten, misket oynamaktan ve ayva çalmaktan sıkıldığımızda, mahalleye gelen kalaycıları izlemeye giderdik. Bunlar genellikle çingenelerdi. Boş buldukları bir arsaya yerleşir, ev ev dolaşarak kalaylanacak kapları alırlardı. Emaye ve çelik tencerenin kavramlarının bile bulunmadığı o yıllarda, tencerelerin ve kapların zaman zaman kalay Seyyar ciğercr Bir 19 yüzyıl sokak satıcısı lınıza getırıyorlar o bol reklamlı suları. Sudan ekmeğini kazanan sakanın yerine, değişim büyük holdingleri getirdi. Sudan, böyle büyük paraların kazanılabileceği kimsenin aklına gelir miydi? Bilmem hatırlayan var mı, yogurtçular küçük cıngıraklarıyla geçerlerdi ve keskin bağ 16