Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Birliği'nde, suyun içine sokulan elektrikli demirle su kaynatma yöntemi pek sık kullanılır. Kendimi bu çay, kahve ikramları sırasında evimde hissediyordum. Bir yandan da korku içindeydim. 215 numaralı odanın boş kahverengi duvarları, sorgulatna sırasında üzerime yürüyorlar gibi geliyordu. Sandalyenin sırtlığı sertti, sonradan bana bir yastık verdiler. Sergodeyev, Moskova bürokratlarına özgü bir T biçimi masanın arkasında oturuyordu. Arkasında da Sovyet amblemi asılıydı. Yanında bir tükürük hokkası bulunuyordu. Arada sırada döner, oraya tükürürdü. "Ben bir casus degilim!" diye ısrar ediyordum. Ama sanki havaya konuşuyordum. "Hangi casusluk okulunda yeUşliniz?" diyordu bana. Albay, önceden kişiliğimi inceden inceye öğrenmişti. Heyecanlarımı sömürüyordu. Bir ke7, yazmış olduğum bir makaleden söz ederek, "KGB hakkındaki bu yazıyı, size CIA şefleriniz ya/dırmış olmalı. Çok şey büiyorsunuz" dedi. Bense bu bilgileri, KGB'ye işi düşen vatandaşlarla yapılan söyleşilerden çıkartmıştım. Ama söylediğim hiçbir şey, suçsuzluğumu kanıtlamama yetmiyordu. Kibarca benim Amerikan casusu sayılmama yeterli nedenleri sıralıyordu. Benimle sanki bir meslektaşı imişim gibi konuşuyordu: "Casus olduğunuz şuradan belli ki çok sakin davranabiliyorsunuz" diyordu. Albay, benim yanıtlarımı kâğıt üzerine not alıyordu. Her günün sonunda Sovyet yasalarına göre, o "protokollerden" bir tane imzalamak zorundaydım. Bazen, bir yanıtımı düzeltmek veya yineleyebilmek için albayı ikna etmem mümkun oluyordu. Bazen de benim yanıtımı, daha doğru bir biçimde kendisi değiştiriyordu, bunu benim yararıma yapıyordu. O zaman kendi kendime soruyordum: "Benim güvenimi kazanmak için mi yapıyor acaba?.. Yoksa benim suçsuz olduğuma inanmaya mı basladı?" Bir keresinde de bana sorulan hiç önemsemememi, yarutlara dikkat etmemi öğütledi. "Bu bana dogru görünmüyor" dedim, "O zaman ben suçlu olduğumu kabul eder durumuna diisebilirim..." Ve bana yöneltilen suçlamalann bulunduğu kâğıtları asla imzalamadım. Kendi kendime neden tutuklandığımı soruyordum. KGB, beni 9 yıl gözaltında tutabilirdi. Eğer casussam, neden daha önce tutuklanmamıştım?... Neden tutuklanmamdan bir gün önce bile, haber ve fotoğraflarımın yurtdışına çıkmasına izin vermişlerdi? Neden evimi aramamışlardı? Neden arkadaşlarımı sorgulamamışlardı? Muhtemelen, "operasyon" pek "acele" gerçekleştirilmişti. 28 ağustosta Zakharov'un serbest bırakılma önerisi reddedilince, hemen harekete geçmek zorunda kalmışlardı herhalde. Kafamda dönen sorulardı bunlar... O uzun saatleri geçirebilmek için okuyordum, hücremde yürüyordum ve tutuklu arkadaşımla konuşuyordum: Slanislav Zenln 44 yaşındaydı. Gizli bir serviste fizikçi olarak çalıştığını söylüyordu. 11 eylulden beri, gizli bir evrakı, "mahfuz olmayan bir yerde bıraktığı için tutukluydu. Sempatik bir tipti. Belki de benim ağzımdan söz alabilmek için buraya getirilmişti. Sorgulama saatlerinin dışında, Zenin, 300 yıldır çözüm beklediğini söylediği bir probleme dahp gidiyordu. Lefortov'dan çıkmak üzereyken, bana problemi çözdüğünü söyledi ve benim onu Batı'ya götürerek, dünya kamuoyuna açıklamamı istedi. Reddettim. Tuzak fazlası ile açık seçikti. Cezaevi kurallarına göre, her hafta tcmizlik görevi birimizin oluyordu. Stas'a göre, her köşe bucağın iyice tozunun alınması gerekiyordu. Yerleri haftada iki kez silmek ve hücreye biri girdiğinde, ellerimiz arkada duvara yaslanarak beklemek zorundaydık. Her sabah saat altıda uyandırılıyorduk. tlk görevimiz, yataklarımızı düzeltmekti. Sonra, tekrar oturup kahvaltı edebilmek için saatin 8 olmasını bekliyorduk. öğle yemeği saat 13.00'te, akşam yemeği ise 17.00'de idi. Yemeğimiz, Kprmuşka adı verilen kUçük pencereden gcçiriliyordu. Günde bir kez bize Uçe bölünmüş bir Pravda veriliyordu. Bunun amacı, her mahkumun aynı anda okuyacak bir şeye sahip olması idi. Geceleri bir lamba yanık kalıyordu. Sabah kahvaltıda, yulaf veya arpa lapası veriliyordu. Bazen de bunun yerini şehriye alıyordu. öğle yemeğinde ise, sözde etli bir çorba ve balıkla patates püresi yiyorduk. Bunun ortalama bir Rus için, özel bir menü olduğu söyleniyordu. Bense, yutmakta bile güçlük çekiyordum. Açlık çekmesem de Lefortov'da üç kilo zayıfladım. En zengin menümüz, kılçık ve derisini ellerimizle ayıklamak zorunda kaldığımız bir ringa balığı idi. Akşam yemekleri ise, sabah kahvaltısının bir tekrarı idi. Intihar etmemızı sağlayabilecek hiçbir şeyimiz bırakılmıyordu. Benim kemerimi aldıkları gibi, ayakkabı bağlarımı da yandan kestiler. Geceleri gözlüklerimizi çıkartıp, gardiyanlara teslim ediyorduk. Böylece camları kırıp, bileklerimizi kesemiyorduk. Bıçak ve çatalımız da yoktu. Sadece iki alüminyum kaşığımız vardı. Zaman çok yavaş geçiyordu. Ama Lefortov, Moskova'nın en zengin kütüphanesine sahip cezaevi olma ününü taşıyordu. Çıktığım zaman biri bunu bana açıkladı. Kitaplar, Stalin zamanında ortadan yok olan bilim adamlarının kütüphanelerinden elde edilmişti. Kitaplık listesinden seçip, pek çok kitabı okuma fırsatını buldum. Bunlar arasında, bir de Victor Hugo'nun "Kiiçük Napolyon" adlı yapıtı vardı. Olağan bir Sovyet tutuklusu gibi davranılmıyordu bana. Lefortov'un kumandanı, Aleksander Milrofonovic Pelerenko, günde iki kez hücremi ziyaret ediyordu. Yatak çarşafımın yanı sıra, herkese verilenin tersine, bana verilen deve tüyü yorganımın da çarşafla kaplanması için emir verdi. Hekimler benim sürekh yüksek olan tansiyonumu keşfedince, özel bir tıbbi ihtimam görmeye başladım: Tansiyonu Mavi Camlar Kar Günesini Beklerken... Kıs Modasını Sunuyor Kışın beyaz örtüsünü, dünya moda hareketlerinin son esintikriyle stilize, şık sıcak BAYFORM Koleksiyonu ile karşüayjn. Mcrter Moda Merkczi'nc gelin, 198687 kışının "satın alınabilir" erkek modasını görün Bayfonn MVFORM Otopark sorunu yoktur... , lahnka satt> \U£J/XM Mcrtcr Moda Mcrkc/ı ( kcrcsıcıilcr SIICM ) Mcrur l ı l S~S Hı ( H ( Mrrırr ( Jnııi nr KX) m m c s j t t d t ) Kııı Miranda, Nicholas Daniloff ve kansı Ruth, ABD'de ilk günün heyecanı içinde... mun günde üç kez ölçülmesine karar verildi. Doktor kibar ve sevimli bir tipti. Bunun dışında günde iki kez hücreme gelen bir de guzel bir hemşirem vardı. Ayrıca bana özel bir yemek çıkartümaya başlandı. Lefortov'un kumandanı, lkinci DUnya'Savaşı sonunda, Elbe Adası'nda Amerikalılarla karşılaşmıştı. Amerikalıların huy olarak en çok Ruslara berızediği düşüncesini savunuyordu. Bana günde kaç kez havalanmaya çıkmak istediğimi sorduğunda, ben, "Ikiye ne dersiniz?" dedim. Onun yanıtı ise "Üçe ne dersin?" oldu. Bundan sonra, oda arkadaşım ve ben, üç kez havalandırmaya çıkma şansını elde ettik. Bu tür davranışların yanı sıra, sorgulamalar bütün hızı ile sürüyordu. Saatlerce süren bu sorgulama ve suçlamalar sonucunda ben de saldırgan bir tip oldum. Yasal bir avukatım yoktu. Askerlik yapmadığımdan, bu tür bir yaşama alışık değildim. Saklayacak bir şeyim olmadığından, sorulara ıçtenlıkle yanıt veriyordum. Gene de istemediğim kişilerden söz etmedim, konuşmaları, kör noktalara çekmeye gayret ettim. Karım Ruıh'un bir ziyaretinde, Zakharov'un ve benim, kendi elçiliklerimize teslim edilme olasılığımızı öğrendim. Ama ben karşıhklı bir değiştokuştan yana değildim. Bu şekilde, bir casusla aynı sınıfa sokulmayı kabul etmiş olacaktım. Pravda'yı dikkatle okuyor; Rıısya, Amerika arasında hâlâ silahsızlanma konusunda görüşmeler olup olmadığını anlamaya çahşıyor dum. 12 EylUl gUnü, olağanüstü bir şey sezirıledim. Öğleden sonra sorgulaması için çağrılmayı bekliyordum. Kimse beni almaya gelmedi. Bunun dışında, yürüyüşüm için bol bol zaman tanındı. 215 numaralı odaya girdiğimde, tanımadığım, beyaz saçlı bir subayın Sergodeyev'in yanında oturduğunu gördüm. Sergodeyev bana son derece ciddi bir ses tonu ile şöyle dedi: "Gospodin Daniloff, bugün saal 15'te politik bir karar alındı. Bu akşam serbest bırakılacaksını/. Amerikan FJçiligi'ne telefon edin ve bırakılma koşullannızı ögrenin." Her şey hazırdı. Lefortov'da ve New York'ta sigorta poliçesi görevini görecek belgeler imzalandı. Cezaeviıün görüşme odasında Ruth ve elçilikten Richard Combs tarafından karşılandım. Birkaç dakika sonra, başka bir odaya alındık, burada bana 13 gun önce elimden alınan kişisel eşyalarıın teslim edildi. Saat 20.47'de sefaretin otomobiline doğru yürüyorduk. Cezaevinden kurtulmuştum, ama hâlâ özgur bir kişi değildim. Amerikan Elçiliği'nin, Ruth ve benim emrime verilen şık odasında da dikkatli olmak zorundaydık. Gözetlenmemiz olasıydı. Bu odalar da gözlenirdi. Herhangi bir an, Sovyet ilgililerden biri, bir elekiıik tamiri bahanesi ile binaya girebilirdi. Bir keresinde bir Rusun temizlikçi giysıleri içinde dairemizden çıktığı görüldu. Ruth ve ben gizli mikrofonlarla çevrili bir yerdeymis gibi davranıyorduk. önemli belgelerimizi, bir çanta içerısindc yanımızdan ayırmıyorduk...D 13