Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Cumhuriyet Ankara 257/5 Haziran 2009 rin rüzgârda üşüttü galiba seni. Al giy benim ceketimi. İnce üzerindeki üşürsün.” Bir gül açıyordu... Gözleri doldu Maviş’in. Hiç kimseden böyle bir ilgi görmemişti yıllardır. Hiç kimse konuşmamıştı onunla Ahmet ve ailesinden başka. Ama bu yabancı konuşuyordu. Bir toprak parçasıydı hayatı. Yıllar yılı tek tük otlar görmeye alışmıştı ama şimdi bir gül açıyordu. Kuraklıktan kurtulmuştu. Ferahlamıştı içi. Saatlerce oturdular denizin karşısında. Sinan konuştu Maviş dinledi. Sinan konuştu Maviş dinledi. Ayrılırken Sinan: “Senin geçmişini anlattı Ahmet, biliyorum tüm yaşamını Garip Kuş. Merak etme benim yaşamım da bir o kadar fırtına dolu. Güneşli günlerim çok az oldu seninki gibi. Anlatırım sana. Belki rahatlarım ben de o zaman. Hafiflerim belki. Hoşçakal Garip Kuş.” Eve döndüğünde Ahmet uyumuştu. Ses etmeden girdi içeri uzandı yatağına. Gözleri inat ediyor bastıran uykuya kapanmıyordu. Uyuyunca bambaşka bir yerde uyanmaktan ve yaşadıklarının hayal olmasından korkuyordu. Hayaller kurdu. Düşündü. Güldü kendi kendine... Aşık olmuştu bu garip kuşa. Kendinden bir parça bulmuştu onda. Sabah uyandığında gözleri parlıyordu. Aylardan sonra ilk kez şarkı söyledi. Tıraş oldu büyük bir keyifle. Kahvaltıyı hazırladı, ufak bahçedeki tahta masaya. Ahmet uyandı ve güzel bir kahvaltı yaptılar. Bugün konuşacaktı Ahmet onunla: “Artık karar versen kalacak mısın burada, yoksa devam edecek misin kaçmaya? Köydekiler: ‘Misafir mi kalıcı mı? Kimdir bu? Nereden gelir? Asker arkadaşım dedin, köye yerleştirdin. Pek sağlam ayakkabı değil gibi.Maviş’le de ne konuşup duruyor öyle saatlerce?’ deyip duruyor” diyecekti. Görünce neşesini vazgeçti. Günlerdir ilk kez böylesine gülmüştü. Neşeni kaçırmak istemedi ve ortak oldu keyfine; şakalaştılar, konuştular. Sinan Maviş’i anlatıyordu, durmadan. Masumluğunu, güzelliğini, saflığını. Durmadan konuşmak istiyordu. Bağırmak, haykırmak... yormuş; Emine geri döner vicdan azabı ile. Arif öldürür onu. Hep yalan söylemiş bu yüzden. Yıllarca. Maviş büyümüş bu sırada. Bir gün babam bulmuş mektupları. Arif’e yaranmak için götürmüş mektupları O’na. Hemen köye çağırmışlar: ‘Annen hasta. Ölmeden torununu kızını görmek istiyor hemen gel’ demişler. Emine, Vasili ve Maviş Kız köye gelmişler. Evinin yerinde harabe bulunca anlamış olanları. Arif ve adamları öldürmüşler onları. Neden bilmiyorum dokunmamışlar Maviş’e. Geri de dönememiş zavallı kız. Arayanı soranı da yok yıllardır. Annesinin babasının kimi vardı ki arasınlar bu garibi. Maviş bizim ona taktığımız isim. Garip bir adı var aslında. Bir Rum adı. Söyleyemeyince annem adını Maviş Kızım deyivermiş. O gün bu gündür Maviş onun adı. Pek sevmez köylü onu. Arif’e yaranmak, onunla iyi geçinmek için sürekli itip kakarlardı. Arif öldü yine bir şey değişmedi. Hâlâ yok sayıyorlar onu. Bir annem bir de ninem bakmışlar hâlâ da yardım ederler. İşte şuradaki derme çatma kulübe var ya, orada yaşamaya çalışıyor. Ekmek yapıp satıyor un bulabilirse, balık tutuyor kimi zaman, ekip biçiyor el kadar toprağını. Her gün oturur deniz kıyısına. Adeta içini döker denize bakışlarıyla. Tüm acıları atar dalgalara götürsünler de geri getirmesinler diye. Alır kafasını ellerinin arasına, bakar uzaklara. Belki de anne babasını bekler geri dönerler umuduyla. Yaşamaya çalışan bir garip çalıkuşu anlayacağın.” Gözleri dolmuştu Sinan’ın. Üzülmüştü anlatılanlara. Maviş gelip oturmuştu kumsala konuşurken onlar. Ahmet’in de söylediği gibi almış kafasını ellerinin arasına dalıp gitmişti ıraklara. Bir an kalkmak geldi içinden. Gidip “Üzülme, buradayım ben. Korurum ben seni herkesten. Getiremem anneni babanı ama ben olurum senin ailen. Sen de ben de yuvasız, yaralı garip kuşlarız. Üzülme...” Günler çok zor geçiyordu bu küçük Ege kasabasında... Parası tükenmek üzereydi. Bir iş bulmalıydı ama ne yapabilirdi ki burada? Balık tutamazdı Ahmet gibi. Meyve toplamanın da daha vakti gelmemişti. Urfa’da çobanlık yapardı. Amcalarının koyunlarını, inekleri otlatırdı. Yazın da Çukurova’ya inerdi pamuk toplamaya... Burada ne pamuk vardı ne de sürü. Üzümler, incirler vardı olgunlaşmayı bekleyen dalda, yabani keçiler dağlarda bir de bolca balık engin sularda. Düşünerek ilerledi kıyı boyunca. İçinde bir umut vardı. Belki görebilirim o Maviş Kızı diye. “Özür dilerim belki de affeder beni” diyordu. Şans yüzüne güldü Düşünerek ilerlerken yüzüne güldü şans perisi. Yıllardır sokağına uğramazken bir anda çıkıverdi karşısına şansı. Kıyıda otur muş denizi izliyordu Maviş Kız. Kafası ellerinin arasında. Yavaşça oturdu yanına. Maviş irkildi birden. Misafire pek de alışkın değildi ne de olsa. “Sakın korkma. Şey... ben özür dilerim senden. Kırdıysam eğer, bağışla beni.” Yavaşça gülümsedi Maviş bu sözlerin ardından. Sinan’ın ellerini ellerinin arasına aldı ve yavaşça öptü. Sanki kırılmadığını, gücenmediğini anlatmaya çalışıyordu. Sorun değil diyordu gökmavisi gözleri ile, ben sana hiç kızmadım ki... Rahatlayan Sinan devam etti konuşmaya: “Deniz ne kadar da güzel değil mi? Baksana kardeş gibiler güneş ile. Güneşi alıyor içine, sarıp sarmalıyor saklıyor bütün kötülüklerden uzağa. Bir yuva veriyor ona. Güneş de güzelliğine güzellik katıyor denizin o muhteşem kızıllığıyla. Ne de çok yakışıyor kızılla mavi. Bu se Deniz kıyısında dolaşmaya başladı Akşamı zor etti. Gün batarken Maviş’i görmek umuduyla başladı deniz kıyısında dolaşmaya. Yorulunca oturdu kumların üzerine. Sözleşmiş gibi Maviş geldi hemen. Oturdu yanına. Ellerini aldı ellerine, yine selamladı onu kendi dilinde. Belki de nasıl olduğunu sordu sessizce, kim bilir belki de “Seni seviyorum” diyordu gözleri ile... Anlatmaya başladı Sinan söz verdiği gibi. Dikti gözlerini ufka ve başladı: “Çok acı çektim ben de. Başkalarına acı çektirmemek için çok savaştım kendimle, ailemle. Gerçi ne kadar inandırıcıdır ki insanın kendini anlatması. Çektiği acıların büyük olduğunu söylemesi. Herkesin derdi kendine büyük. En iyisi ben anlatayım, sen karar ver. Benim köyüm Urfa’da. Bir dağ başına kurulmuş, baharı az, yazı susuz, güneşi soluk bir köydür. Çok kardeşim var benim. Hepsi de kız. Bir anam bir de dedem... Babamı hiç tanımadım ben... Ben doğduktan sonra daha yürümeye başlamadan vurmuş ba 12