Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Cumhuriyet Ankara 235/2 Ocak 2009 ANKARA ANKARA Talât HALMAN vvel zaman içinde, Allah’ın bozkırında bir anakent varmış. Ülkenin kurtarıcısı, ele güne, tüm dünyaya örnek olacak bir kent gibi büyüsün, gelişsin diye seve seve, öve öve yaratmışmış onu. Gel gör ki, ardından gelenlerden kimileri, bozkır başkentinin belini kırmışlar, anakentin anasını ağlatmışlar. Hınzır babalar gelmiş, ye babam ye. İhmaller gırla giderken, ihaleler cup diye ceplere indiriliyormuş. Yamyamlar da varmış o kentte. AKKARA BirBozkır Masalı E Babalar ne yedirirse yedirsinler, çiğ çiğ yiyor da bir türlü doymuyorlarmış. Ben diyeyim on beş yıldır, siz diyin elli yıldır, hapır hapır mideye indiriyor, hopur hopur zıkkımlanıyorlarmış. Yollar kazılıp duruyor, olur olmaz yapılar dikiliyor, altyapı değiştiriliyor, ha babam ihale üstüne ihale. Ama, bir türlü doğru dürüst bir kent çıkmıyormış ortaya. Fakir halka bedava yiyecek, yakacak dağıtılırken, bir yandan da hayati ihtiyaç maddelerine (hele doğal gaza) zam, zam da zam, zam. Allah ne yapacağını iyice şaşırmış. Kent berbat, anakent üvey anadan beter. İşler kötü ve bozuk... İşsizlik yaman. Mallar metalar aman aman. “İllallah” demiş seçmenler, “fesüphanallah!” Bakmışlar ki köklü bir değişimden başka çare yok. Sabredip beklemiş, beklemişler, anlamışlar ki ellerinde tek bir silah var: Oy. Mart ayı gelince farkına varmışlar ki o silahı doğru düzgün kullanmazlarsa “Mart ayı dert ayı” olacak. “Mart biterken dertlerimiz de bitsin diye” oy, anam hep birlikte, iyi, namuslu, çalışkan bir adaya oy vermeye, onun esaslı bir başkent yaratmasına destek olmaya and içmişler. Masalların mucizesi, güzelliklerle, mutluluklarla bitmektir. Zavallı halk, kendi kaderine hâkim olup oylarıyla kötüleri alaşağı edip iyileri başkentin başına getirince başbelâları bitmiş, namuslu bir yönetim gerçekleşmiş, her şey düzelmiş, seçim meğer ne kadar güzelmiş. yamur” diye 45’lik bir plak çıkarmıştı. Haftalarca en sevilen şarkılar listesinde bir numaraydı bizim şarkı. Türkiye için ilgi ve Türk müziği için sevgi yarattı. Yazık ki, Eartha Kitt sonradan bizden koptu, bambaşka başarılar kazandı. Biz, onun Türk dostları, Eartha Kitt’i hep sevgiyle hatırlayacağız. HAROLD PINTER, birkaç piyesiyle Türk tiyatrosuna birkaç yıl şan ve heyecan verdi. Sonra, düşünce ve yayın özgürlüğümüzün en kısıtlı olduğu bir dönemde, Arthur Miller ile birlikte ülkemize gelerek cesur girişimlerde bulundu. Bizi konu alan kısa piyesler de yazdı. Çok haklı olarak Nobel Edebiyat Armağanı’nı kazandı. Dünya tiyatrosunun ve Türk özgürlüğünün güçlü seslerinden biri olan Pinter nur içinde yatsın. Arus Salatası İ Üç büyük değer 2008 sonuna doğru dünyadan göçtü: SAMUEL HUNTINGTON, istikbali haber veren bir önseziyle ün yapmış bir siyaset bilimcisiydi. 1988’de çıkan “Medeniyetler Çatışması” başlıklı kitabı, ilk gününden başlayarak tartışma odağı oldu – “Çok isabetli bir teşhis... hatta bir kehanet” diyerek inanç duyanlara karşı “Kökten yanlış bir tahmin” diye karşı çıkanlar vardı. 11 Eylül 2001’deki yaman saldırı, milyonların gözünde Huntington için dört başı mamur bir kanıt zaferiydi. “Medeniyetler Çatışması” terimi uluslararası arenada, dillerden düşmeyen bir kavram artık. Hatta, Birleşmiş Milletler böyle bir tehlikeyi önlemek umuduyla “Medeniyetler İttifakı” başlıklı bir uzlaşma girişimi Üç Ölüm Eartha Kitt Samuel Huntington başlattı. Bunun öncülüğünü iki yıldır İspanya ile Türkiye yapıyor. Huntington’un tezi, uygarlıkların temel değerlerinin ve düşünsel içeriklerinin birbirine aykırı düşmesinden ihtilaflar belirdiğini ve sonunda savaş çıktığını öne sürüyordu. Oysa ideolojik ve dinsel uyuşmazlıklar bir yana, nice çatışmalar toprak taleplerinden dolayı patlak vermektedir. Bunun en feci kanıtı, tuhaf bir raslantı ile, Huntington’un öldüğü gün, İsrail’in Hamas’a ve Filistinlilere karşı giriştiği yaman saldırının gerçekleştirilmiş olmasıdır. Huntington, bunu iki din arasındaki bir uygarlık çatışması olarak yorumluyor idiyse de, aslında toprak ve ülke üzerindeki milliyetçi uyuşmazlıktan kaynaklanmıştır. EARTHA KITT, 1950’li yılların başlarında, adı sanı olmayan bir genç şarkıcı olarak İstanbul’da “Üsküdar’a Gider İken”i öğrenmiş ve ABD’ye dönünce, cana yakın bir şive ile “Üşküdar’a gider iken aldi da bir Harold Pinter ranlıların canı gibi sevdiği bir musiki üstadı var: Şehram Nazeri... Bizim gazetelerde çıkan haberlere göre, “Fas Bülbülü” diye ün salmış olan Nazeri, artık Konya’daki “Şebi Arus” etkinliklerine katılmayacakmış. Neden mi? Nazeri, organizsayon kusurlarından yakınarak diyormuş ki: “Mevlana saygısıyla müzik sahnelemek, dikkatli ve incelikli program hazırlamak gerektirir... Mevlana’nın kişiliğine, kültürün ve nezaketin kurallarına uymayan bu etkinliğe bundan sonra katılmayacağım.” İranlı sanatçıyı ne gibi davranışlar ve olaylar darılttı, bilmiyoruz ama, son yıllarda, halis Mevleviler ile Mevlana inançlarına saygı duyan başka kimselerin rahatsızlık duyduğu gelişmeler başgösterdi. Şebi Arus’ta da, yıl boyunca da, Mevlana’nın ruhuna ve Mevleviliğin haysiyetine aykırı düşen bir “ticarilik” ve “turistik istismar” sorunumuz var. Pek çok ülkede (en çok Kuzey Amerika’da ve Batı Avrupa’da) esen Rumi rüzgârı, bazı bakımlardan yakışıksız görünen kazanç heveslerini körükledi ve körüklemeye devam ediyor. Bilen ve bilmeyen nice kişiler ve şirketler, Mevlana ruhuna ve fikriyatına ters düşen yayınlara, CD’lere, filmlere, etkinliklere koşu tutturuyor. Bir çeşit “altına hücum” bu. Mevlana, ticari metalar için, turistik kazançlar için sömürülmektedir. Elbette Mevlana’yı mükemmel bilen ve anlatan bilginlerimiz ve sanatçılarımız var ama, birtakım cahil sömürgenler, Mevlana maneviyatını ve kültürünü göz göre göre berbat ediyor. Çıkarılan ürünlerden ve düzenlenen etkinliklerden kimisi, zevksizlik numunesi... Mevlana’nın şiirleri ve Mevlevi geleneğinin estetiği, cahillerin ve istismarcıların elinde bozuluyor. Cehaletin belirgin kanıtlarından birisi “Şebi Arus” terimi... Uzman geçinenlerden bazıları bile bu basit terimi yanlış kullanıyor, bozuk telâffuz ediyor. “Şebi Aruz” diyorlar! “Aruz” klasik şiirin vezin sistemidir. “Arus” ise düğün anlamına gelen başka bir terimdir. Mevlana’nın ölümünü, sevgili Tanrı’ya kavuşmasını “düğün (zifaf) gecesi” olarak tanımlamak demektir. Mevlana, ülkemizde ve birçok başka ülkede çirkin istismarlara ve tahriflere uğradı, uğruyor. “Arus” yenilir yutulmaz bir yeni salatanın adı. Mevlana saygısında kusur etmeyenleri elbette tenzih ederiz. Ama, Mevlana’nın yüce şahsiyetinden özür dilemeliyiz, kusurlu işlerimiz ve istismarcı davranışlarımız için. Bizi affet; Mevlana, sana ihanet ediyoruz. 19