Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
4 23 EYLÜL 2012 / SAYI 1383 Janti Metin bu sokağın insanı Ağır Roman Yeni Dünya, Metin Kaçan’ın Ağır Roman kitabının 40 yıl sonrasını anlatıyor; kitaptaki karakterlerin çocuklarının hayatlarını yani bugünün dünyasını. Kentsel dönüşüm projesiyle yıkılacak bir mahallenin hayatta kalma hikâyesi bu aynı zamanda. Onur Saylak da o mahallenin Janti Metin’i. Bu rol tam da ona göre, çünkü oyunculukla birilerine madik atmayı seviyor. Y usuf olarak tanıdık onu, çoğumuz. 1997’de, 22 yaşında üniversite öğrencisiyken girdiği cezaevinden, 10 yıl sonra sağlık nedenleriyle tahliye edilmişti Yusuf, köyüne, yaşlı ve hasta annesinin yanına dönmüştü. Açlık grevi yapmış, “Hayata Dönüş” operasyonunu yaşamış, F Tipleri’nde kalmıştı... Onur Saylak, Sonbahar filminin Yusuf’unu ete kemiğe bürümekle kalmamış, bizlerden biri olacak kadar gerçek kılarak hepimizin ruhuna dokunmuştu... Oyunculuğa dizilerle devam etti Saylak; Asi, Gönülçelen, Sensiz Olmaz... Bu sezon yeni bir diziyle daha karşımızda, 27 Eylül’de Star’da başlayacak Ağır Roman Yeni Dünya dizisinin Janti Metin’i olarak. Metin Kaçan’ın Ağır Roman kitabının 40 yıl sonrasını anlatıyor dizi; Gılı Gılı Salih’in, Fil Hamit’in, Arap Sado’nun çocuklarının yaşadıkları bugünün dünyasını ve kentsel dönüşüm projesiyle yıkılmakta olan bir mahallenin mücadelesini. Saylak’ı ayrıca iki kadın yönetmenin Zeynep Dadak ve Merve Kayan’ın ESRA ilk uzun metraj filmi Mavi Dalga’da izleyeceğiz. Ama AÇIKGÖZ önce dinleyin... “Bir diziye başladığınızda iki yıl yaşamamayı göze alacaksınız. Ben kendi adıma insanlığa dönmek istiyorum. Duracağım” demiştiniz geçen yıl. Neden göze aldınız bu dizi için iki yılınızı yaşamamayı? Yedi sekiz aydır çalışmıyorum, biliyorsunuz özel hayatımdaki sebeplerden dolayı, çocuk oldu filan. Ama her oyuncunun heyecanlandığı, içinde olmak istediği projeler vardır. Ağır Roman Yeni Dünya da böyle. Çünkü çok net bir derdi, söylemi var. Seyirciye bir şeyler söyleyebileceğiniz projeler pek çıkmıyor, denk gelince içinde olmak istedim. Son yıllardaki dönem dizisi furyasını kıran birkaç sokak dizisi var bu sezon, ancak çok az. Neden bugünü konuşamıyoruz? Hep bir hayal, masal dünyasında yaşamak istiyoruz. Oysa toplumsal bir gerçek, bir hayat, bir sokak var... Dizilerden çok şey ummayı doğru bulmuyorum. Çünkü bu bir iş, bir show business. Ama en azından, “Aa böyle insanlar, hayatlar var” dedirtebilmek güzel. Çünkü biz olanı görmek istemiyoruz. Balat, Tarlabaşı gözümüzün önünde, Onur Saylak “Ağır Roman Yeni Dünya” dizisinde Sumru Yavrucuk ile birlikte oynuyor. her şey ortada, ama hep sırt dönüyoruz. Gazetelerde her gün kentsel dönüşümle ilgili bir haber var, insanların evlerini kaybetmeleri, borca girmeleri... Ama bunlara sadece bakıp geçiyoruz. Çünkü dert sana dokunmuyorsa umursamıyorsun. Dert sana dokunuyorsa da en sert şekilde karşı çıkıyorsun. Ama doğa böyle değil ki, doğada herkes, bütün nefesler birbirine değiyor. Bu diziler bir yüzleşme getirir mi, en azından size getirdi mi? Umarım getirir. Bizim için tabii ki yüzleşme getiriyor. İki aydır buralardayız. Mahalleliyle konuşuyor, dertlerini dinliyoruz. Doğal olarak sahipleniyorsun o dertleri ve gerçeği görüyorsun, yansıtılanı değil. Buralara modern gettolar diyorum, ben. Bu insanları buralara sıkıştırıp, suçu, her türlü yokluğu buraya yığıp sonra da bu gettolardan kurtulmaya çalışıyoruz. Janti Metin’i tanıyor musunuz? Ben iki yıldır buralarda çalışıyorum, Gönülçelen dizisi de burada çekilmişti. O yüzden Janti Metin bana çok yakındı. Kalabalık sahnelerde bize yardıma gelen mahalleliler arasında bazen saçını geriye yatırıp parlak gömlekler giyen abiler de oluyor. Bunlar gayet ağır abiler, ama kafaları iyi olunca iki göbek atıp biz de girelim mi, diyorlar. Set o kadar yaşamın içinde ki, çekim sırasında bir anda bir abi eşiyle, çocuğuyla sete girip evine gidiyor. Dizi, Ağır Roman’ın 40 yıl sonrasını anlatıyor, bugün dünden daha mı iyi, daha mı kötü? Daha kötü, çünkü artık kapitalizm her yerde, kaçarı yok. Bu mahallelere bile girmiş. İnsanlar da yavaş yavaş şunu düşünmeye başlamış, aç kalacağıma evimi satayım, buraya bir kafe açılsın ben de nasipleneyim. Eskiden mahalle varoluşun en büyük nedeniymiş. Önce ODTÜ Fizik bölümünü sonra da Ankara Kamu Yönetimi'ni yarım bıraktınız. Sonra Bilkent Tiyatro bölümünü burslu kazanıp bitirdiniz. İstediğinizi bulmanız niye bu kadar uzun sürdü? Ben taşra çocuğuyum, Kuşadalıyım. Büyürken dünyayı yaşadığın yer kadar algılıyorsun, küçük düşünüyorsun. O zamanlar bir sevgilinin olması, annebabanın para kazanması, turistlerin gelmesi bir hayat için yeterli gibi görünüyordu. Ama ODTÜ, benim aydınlanma çağım oldu. Gördüm ki, dahası var. Sonra dahası, daha da dahası var. Böylece kendi yolunu bulma seçeneğini görüyorsun. O zamana kadar ÖSS, ÖYS’deki bir puana göre hayatın belirlenirken, kendi puanını Geç atıldınız mesleğe, ama ilk rolünüz Sonbahar’daki Yusuf, zor bir karakterdi, hakkıyla verdiniz. Çıta bu kadar yüksek olunca sonrası için stres yaratmadı mı? İlk role soyunurken bir çıta düşünmüyorsunuz ki, o çıtayı insanlar koyuyor. Sonuçta ben Yusuf’u oynadım bitti, kalbimde, beynimde bir yeri var tabii ki, ölene kadar da duracak, çünkü ilk göz ağrısı. Ama hayat devam ediyor ve ne kadar çok yeni şey keşfedebilirsem o kadar iyi… Bu keşifleri yapacağınız projelere dair kriterleriniz neler? Bir derdi olsun, bir yere dokunsun. Birilerine madik atmak hoşuma gidiyor, anlayacağınız. Tuba Büyüküstün’le birbirinizi yıllardır tanıyordunuz ve bu ilişkiden aşk uzun süre sonra çıktı. Aşkı ağır ağır içine alanlardan mısınız? Yok canım. Doğru zamanda, doğru yerdeydim. Mesele bu. Evde iki oyuncu olmanın getirdiği avantajlar neler? Projeler üzerine, roller üzerine konuşuyoruz. Beraber bir şeyler yazıyoruz, çiziyoruz. Sürekli izliyoruz. Bu büyük avantaj. Evde mesleğinle ilgli konuşabileceğin birinin olması muhteşem. Google’da röportajlarınızdan ziyade Tuba Büyüküstün’le görüntüleriniz çıkıyor. İkiniz de magazin dünyasından uzak olduğunuz halde böyle takip ediliyor olmak sinirlendiriyor mu sizi? Tabii ki özel hayata dalmaları sinirlendiriyor. Biz şu anda bir aileyiz, annebabamız, çocuklarımız var. Bunun dahası yok ki, dahası kimi ilgilendirir ki… Baba olmak, Toprak ve Maya size ne öğretti? Karşılıksız sevgiyi... Hiçbir şey beklemeden oturup onları seyretmek kadar güzel bir şey yok. Her gece ve her sabah çocuklarla birlikte oluyor, ondan sonra sete geliyorum. Dahası kimi ilgilendirir ki... kendin veriyorsun. Ben 13 yıl üniversite okudum, 30’uma kadar üniversitedeydim. Bundan çok memnunum. Yine olsa yine de okurum. Ama işte bu sistem denilen şey malum, para kazanman, harcaman gerekiyor. Bu dahalar sizi neden oyunculuğa getirdi? Sevdim, o beni sevdi, ben onu sevdim. Keyifli, hoş bir meslek. Şartları ne kadar zor olursa olsun oyunculuk yapmak beni tatmin ediyor. Bir şey yapıyor algısı oluyor. En azından bir şey yapıyorum, sanatın bir ucundayım, düşüncelerimi söyleyebiliyorum, bu benim için bir varoluş meselesi. Bilgi güçtür ve bir anlamda lanettir. Gördüğünüz, bildiğiniz zaman üzülürsünüz, çünkü sorumluluk alırsınız. Ancak bilmek, seçebilme şansı verir. Benim hayatla ilgili tanımlamam şu; bir problemi tanımlayabilecek kadar zekân varsa, o an çözümü bulursun. Tabii çözümünü bulmak istiyor muyuz, asıl mesele o. Bilgilerinizin size yüklediği sorumluluk nedir? Öncelikle insan olmak, sonra da iyi insan olmak. İyiyi kötüyü ayırt etmeye ve bunu etrafıma yaymaya çalışıyorum. Sonra, nereye varacaksınız? Başarı diye bir kavram yok, mutlu ve huzurlu olmak önemli. Hayatta aradığım şey bu. Bir yerlerde bizi bekleyen biri yok Oscar ödüllü Jean Dujardin’in başrolde olduğu “Sadakatsizler”, yedi Fransız yönetmenin erkeklerin sadakatsizliğini anlattığı farklı bir kara komedi. Dujardin filmin konusunu duyduğu bir hikâyeden öykünmüş: “Karısını aldatan bir adam bir sinema bileti alıp cep telefonunu kapatıyor. Karısı ‘Neden telefonun kapalı?’ diye sorduğunda kanıt olarak bileti gösteriyor. Bu yöntemi çok ilginç bulmuştum!” en basitinden en derinine, karikatür 2012 en iyi erkek oyuncu Oscar ödülünü alan karakterlerden gerçek karakterlere, bize Jean Dujardin’in başrolde olduğu “Sadakatsizler” yakın olanlardan uzak olanlara kadar beyazperdede. Farklı kısa filmlerden ya da uzanan farklı açılardan Dujardin’in deyimiyle skeçlerden oluşan yapımda yaklaşabildik. Yaş, farklı sosyal erkek karakterlerini duyguları ve hataları ile sınıflar, kâbus gibi durumlar ve boğuşurken, birçok sahnede de saf ve fanteziler üstüne tartışmalarla konuyu savunmasız halleriyle izliyoruz. Filmin amacı parlattık. Ste ´ phane Joly, Philippe yargılama ya da meşrulaştırma değil; kararlar ve Caverivie ` re ve Nicolas Bedos sonuçlar arasındaki ironinin anlatılması. Ayrıca ile samimi toplantılar filmde yedi farklı yönetmenle çalışması yaptık. En azından kadar bir bölümde eşiyle kamera otuz tane küçük film üzerinde karşısına geçmesi de ilginç. Ama derdi konuştuk ve sonra da seçim bir şeyler söyleyebilmek, oyunun yaptık. Filmlerin tek ortak içinde onlarla, bazen de kalıplaşmış paydaları hastalıklı ya da kavramlarla eğlenmek veya insanları karanlık durumlara gitmek yöneten ‘kural’larla dalga geçmek Sadakatsizler filminin hikâyesi konusunda bile özgür nedir, nasıl başladı proje? bırakacak bir üslup ve mizaha sahip Bu proje, uzun zamandır sahip ALİ DENİZ olmalarıydı. Arzumuz olduğum istek ve düşüncelerin bir USLU bir şeyler söylemek, araya gelmesi sonucu ortaya çıktı. İlk oyunun içinde başta, skeçlerden oluşan sinema onlarla, bazen de kalıplaşmış formatına uygun bir film yapma fikri vardı. Filmin kavramlarla eğlenmek veya konusu duyduğum bir hikâyeden aklıma geldi. insanları yöneten ‘kural’larla Karısını aldatan bir adam bir sinema bileti alıp cep dalga geçmekti. telefonunu kapatıyor. Karısı “Neden telefonun Bu filmin ilginç yanı çok. kapalı?” diye sorduğunda kanıt olarak bileti 109 dakikayı tam yedi gösteriyor. Bu yöntemi çok ilginç bulmuştum. yönetmen paylaşıyor. Onları Sadakatsizlik konusu, tutkulu bir oyun alanı da siz seçtiniz sanırım. yaratıyor. Ama filmde birbirinden farklı hikâyelerle Projenin başından beri, oluşan bir kurgu var. Onları nasıl seçtiniz? sadece kendimiz yönetmemeye karar Skeçlerden oluşan filmlerin en büyük avantajı vermiştik çünkü çok büyük gerçek anlamda çeşitlendirilebilmeleri. Konuya, bir iş yükü demek olurdu bu. Yönetmenleri hem benzerliklerine hem de hikâyelere yapabilecekleri katkılara göre seçtik. Biri diğerinin yerine geçemezdi. Kendi dünyaları ile en iyi örtüşen hikâyeleri önerdik onlara. “La bonne conscience”ı Michel Hazanavicius’a götürdüm sezgilerime dayanarak. Algısının ve yönetme şeklinin hikâyeye komik ve anlamlı katkıları olacağını düşündüm. “Prologue” bölümü canlı, etkili, çok kesilen planlarla çekilmiş, bazı yerleri görselliğe dayalı yazılmış ve montajda enerjisi ortaya çıkacak bir bölümdü. Fred Cavaye ´ bu iş için biçilmiş kaftandı. Her skeçte farklı isimlerle oynuyorsunuz. Ge ´ raldine Nakache, Sandrine Kiberlain ya da Alexandra Lamy gibi isimler baştan belliydi. Etkileyici karakterleriyle bu iş için uygundular. Guillaume Canet de bu maceranın bir parçası oldu tabii ki. Onu, hep oynadığı rollerden farklı bir şekilde kullandık. O nedenle Manu Payet ve Isabelle Nanty’e teklif götürdük. Hepsi de büyük oyuncular. Kafalarında rolü tam olarak oturtmuş olarak geldiler. Mesela Guillaume, karakterinin saçlarına bu aptalca şekli vermeyi kendi seçti. Bizim senaryoyu açıklamamıza ya da bazı yerlerin altını çizmemize gerek kalmadı. Oyuncu ajansından gelen tek kişi “Lolita” skecinde ortodontistin sevgilisini oynayan Clara Ponsot. Tabii filmde bir de gerçek eşiniz Alexandra ile oynuyorsunuz. Alexandra ve ben çizgilerimizi nerede çekmemiz gerektiğini biliriz. Özel hayatımızla iş hayatımızı birbirine karıştırmıyoruz. Oynadığımız şey kurmaca. Daha önce de böyle bir rol oynadık ve bu bizi daha da geliştirdi. Tiyatroda oynadığımız “Salıncakta İki Kişi”de de aynı şeyi yaşamıştık. Çalışmak istediğiniz yönetmen ya da isimler var mı? Yoksa siz de hikâyenin gücüne mi inanıyorsunuz? Özellikle çalışmak istediğim yönetmen yok! Ben daha çok hikâyeyle ilgileniyorum. İyi senaryolar okumak istiyorum. İyi karakterler görmek istiyorum. Bana biri projesinden bahsettiğinde beni ilgilendiren şey hikâye oluyor. Daha sonra onu kendi açımdan değerlendirip en iyi şekilde oynamaya çalışıyorum. Hangi tip rollerde daha çok keyif alıyorsunuz? Aslında genel olarak ayırt edemem ama bu aralar biraz daha hareketli şeyler yapmak istiyorum. Bu komedi de olabilir, başka bir şey de... Daha önce ağır roller oynadım. Sinemanın yanı sıra en çok nelerden zevk alıyorsunuz? Çok basit şeyler. Uyumak, yemek yemek, çocuklarımla ilgilenmek, karımla ilgilenmek, arkadaşlarımı görmek, çimlerde yuvarlanmak. Bazen de sıkılıyorum. Bu beni sakinleştiriyor ve dinlendiriyor. “Sadakatsizler” sizin için bir kırılma noktası mı? Bu proje insanları bir araya getirmeyi ne kadar sevdiğimi hatırlattı. Ama illa yönetmek gibi bir isteğim yok. Komediler ve daha ciddi filmler yaptım. Ve bunları birbirleriyle karıştırmak beni eğlendiriyor. Mizahın farklı seviyelerinin ve farklı türlerin bir arada kullanılmasını seviyorum. Bu projenin bana kazandırdığı diğer bir şey de “The Artist” olarak kalmamak. Kendimi belli bir karaktere hapsetmek istemiyorum. Hep şaşırtmak istiyorum. Bunun nedeni hesap kitap yapmam değil. Bazılarının sandığının aksine, bir yerlerde bizi bekleyen biri yok. C M Y B C MY B