Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
23 EYLÜL 2012 / SAYI 1383 3 “Şişelerle gönüllü bir hapis hayatı yaşadım yirmi sene. Eğer bağımlıysanız, geri kalan her şey teferruattır. Alkol kıskançtır, başka şeylerin hayatınıza girmesine müsaade etmez” sözleriyle dile döküyor yaşadıklarını Tarhan Gürhan. Yedi yıldır alkolden uzak. Kendini, “baba mesleği” alkolikliği ve alkolle savaşını bir kitapla anlatıyor: Alkoliçe. Kitap konusu kadar edebi diliyle de insanı çekiyor. ESRA AÇIKGÖZ Fotoğraf: SELEN GÜNDÜZ ATAOL BEHRAMOĞLU “Kuytu Sular”ın şairi ray Canberk bizim kuşağımızın, 60’lı yıllar kuşağının en usul sesle şiir söyleyen şairidir. Geçen yılın ekim ayında “Kent Kırgını” adıyla yayınlanan toplu şiirlerini baştan sona okurken (“Toplu Şiirler”19602012, Yapı Kredi Yayınları) bunu bir kez daha gördüm. Şiirlerini ilmek ilmek dokumaktayken, sesini denebilir ki hiç yükseltmeyen bir şair. İlk kitabı “Kuytu Sular”ın yayın tarihi 1969. Bu kitapta yer alan şiirlerden 1969 tarihli “Boş”, bence sadece onun ya da bizim kuşağımızın değil, bütün çağdaş şiirimizin en güzel şiirlerindendir. Bu yazıda bütününü sizlerle paylaşmaktan kendimi alamam: gülyüzlü çocuklar ve İstanbul görünümleri / kör bir adamın sattığı bayram tebrikleridir / daha çok izinli askerler ve inşaat işçileri / almak için uzağından bakarlar / bakarlar ve bakarlar alamazlar /….. / çünkü onların aradığı türkü gibi bir şeydir / sonra çaresiz yabancı yalnız / tükenmez kalemle aynı ve uzun mektuplar yazarlar / belki küçücük ama çok çiçekli / ”Bayramınız Kutlu Olsun” yazılı bir şeyler bulurlarsa / alıp alıp bırakırlar / ve korktukları bellidir ne yapsalar /….. / ben bir gün güz gibi bir kış öğlesinde / o askerler ve o işçiler gibi / bir şeyler aradım sayısız kör satıcıdan / sonra da yolladığım sana tıpkı onların bulamadığı / bir türküydü / nice boş zarfların içinden çıkan Şimdi şiiri bir kez daha okurken, onu yıllar önce kitaptan ya da belki daha da önce bir dergiden okuduğumdaki aynı duyguları yaşıyorum… Yılları aşıp gelen, eskimeyen şey nedir bu şiirde? Anlattığı şeyler mi? Biçim örgüsü mü? Şairin ses tonu mu? Kuşkusuz hepsi birden… Şair, saflığını yitirmemiş bir dünyada, saflığını henüz yitirmemiş halk insanlarının yaşamında gözlemlediği bir olguyu, oradan usulca kendi yaşamına iliştiriveriyor ve oradan da daha evrensel bir anlama taşıyor… “nice boş zarfların içinden çıkan türkü” ne demek? Arayıp da bulamadığımız, ama bulma umudumuzu hiç yitirmediğimiz, özlemini belli belirsiz, kimi kez belki çok yakıcı olarak duyumsadığımız bir şeyler mi?.. Bunlar şiirin sordurduğu sorulardır ve yanıtlarını da şiirin kendisinden başka bir yerde aramak “boş”unadır… E *** “Kuytu Sular”ı bu okuyuşumda işaretlediğim başka şiirler de var: “Bindokuzyüz Kırktan Kalma Bir Çocuk”, “Bir Kadını Sevmek Üzerine Denemeler”,”Kuytusunda Bir Dağın”, “Kar Türküsü” vb… Bunlardan ilkinin, birkaç dizesi dışında on dörtlü hece ölçüsüyle ve dörder dizelik kıtalar biçiminde yazılmış şiirin son kıtasını okuyalım: yılgın adamlar değil dal gibi çocuklardır / gelecek savaşlara bağladığı umutlar / bir güneşe uzanır gizlice ağır ağır / her biri bir başka çiçek açan kuytuluklar Yirmili yaşlarının ikinci yarısına ilk adımını henüz atmış bir şairin daha bu ilk kitabındaki şiirlerde nasıl ustalaşmış olduğunu gösteren bu dizeler (ve şiirin bütünü), ne kadar usul bir sesle konuşsa da onun 60’lı yıllar toplumcu şiiri içinde nefes alıp verdiğini, yaklaşmakta olan 68 ruhunun öncü şairlerinden biri olduğunu gösteriyor. Eray Canberk bizim kuşağımızın hiç kuşkusuz bütün yaşamınca toplumcu ve hümanist değerlere ödünsüzce bağlı olmuş seçkin bir şairidir… Yazımın bu paragrafını da kapatmadan önce yukarıdaki kıtanın son iki dizesindeki “metafor”a dikkatinizi çekmek isterim… Metafor (mecaz), bu iki dizedeki gibi, ancak bir anlamla temellendirilmişse şiirsel değer taşır. Yoksa, çağdaş ve günümüz şiirinin pek çok kötü örneğinde görüldüğü ve görülmekte olduğu gibi, metafor için metafor olmaktan, yani birtakım anlamsız sözler ve görüntülerden öte bir değer taşımaz… *** “Toplu Şiirleri” oluşturan öteki kitaplarda işaretlediğim şiirlerden tek tek söz etmeye ne yazık ki yerim kalmadı. Sizleri yukarıdaki ipuçlarıyla Eray Canberk’in şiir dünyasına dalmaya çağırırken 1997 ürünü “Ebrular”daki ilk “Ebru”dan dört dizeyi sevgili arkadaşımın hem şiir hem yaşam felsefesinin izdüşümü olarak buraya alıyorum: “sabrın ve boyanın / sudan kâğıda geçen oyunu / renkten ve kâğıttan yontu / yalınlığı içinde barındıran aşkın” ataolb@cumhuriyet.com.tr www.ataolbehramoglu.com.tr Dikenlerimi yazarak ayıklıyorum... lkoliçe, Tarhan Gürhan’ın dördüncü kitabı. Kendi deyimiyle “baba mesleği”nden, alkoliklikten, kurtulma sürecini anlatıyor. “Şişelenmiş bir hayat”tan çıkmanın mümkün olduğunu gösterirken, bir solukta okunacak kıvraklıkta bir edebi dille de karşılıyor okuyucusunu. İletişim Yayınları’ndan çıkan kitabı okumadan önce sizi onunla tanıştıralım istedik... Kitapta yazan biyografinin ötesinde kimdir Tarhan Gürhan? Çocukluğum dokuz yaşına kadar Antalya’da, Fellini’nin Amarcord’u kıvamında geçti. Sonra Ankara... Şehir, mahalle, çocuklar, örtmen, okul, her şey değişti. Hayallerim bile. Fark ettim ki insan, bozkırda hayale daha çok ihtiyaç duyuyor. Hayal kurmanın en güzel yolu sinema, dedim. A.Ü. Gazetecilik Bölümü’nde okurken, edebiyat ve sinemayla ilgilendim; filmlerde reji asistanlığı, dizilerde reji ve senaryo asistanlığı yaptım. Reklam yazdım. Kısa öyküler yazdım. Hiç gazetecilik yapmadım ama, yazma mesaisinin çeşitli alanlarından geçtim. Alkoliçe, dördüncü kitabım. Şimdi sadece kendi kitaplarımda çalışıyorum. Alkoliçe’nin yazılma hikâyesi nedir? Bu kitap 11 sene önceki benle, bugünkü ben arasında gidip gelen yolun üstünde küçük bir durak. Alkoliçe o sürece tanıklık olsun diye yazıldı. Alkolik yalnızdır ve yalnızlık bir insanın ilk cümlesidir. İçine ancak oradan girebilirsiniz. Alkoliçe de benim ilk cümlem. Böyle durumlarda “Kol kırılır yen içinde kalır” mantığı uygulanır. Sizse kitapla binlere açılıyorsunuz. Neden? Bu kitap “Yaşadıklarımdan şunu öğrendim”, “Ben iyileştiysem herkes iyileşebilir” demiyor yalnızca. Bir başarı öyküsü de değil. Öyle “uyduruk” bir kavrama sığmayacak kadar ağır bir geçmişle hesaplaşıyor. Bunu da edebiyat aracılığıyla yapıyor. Alkolizm bende “baba mesleği”. Babam dört kere tedavi gördü ve sonuncusunda, Numune Hastanesi Psikiyatri Kliniği’nde, 46 yaşında siroza bağlı kalp krizinden göçtü gitti. Ben altı kere hastaneye yattım. Kolay değildir psikiyatride yatmak. İki kere ikinin dört etmediği yerler. Yani diyeceğim, boynuz kulağı geçti. Sırf bunun için bile yazmaya değer. Ayrıca alkol toplumsal koşulların da bir sonucu, sadece genetik değil. Bugün bize yaşatılan, reva görülen şu hayata bakınca, “Neden daha çok sarhoş yok?” diye soruyorum bazen. Alkolle ilişkiniz ne zaman, nasıl başladı? İlk 11 yaşımda Yalova’daki yazlığımızda, eniştemin bana iki kadeh kırmızı şarap içirdiğini ve çenemin düşerek tüm aileyi güldürdüğümü iyi hatırlarım. Tabii bunlar evcil alkoller. Aralıksız içişim üniversite yıllarıma rastlar. Edebiyatın, sinemanın hararetle tartışıldığı içki masalarında yetiştim. Sürekli filmlerin izlendiği, romanların okunduğu, tiyatroların konuşulduğu, dar ama A Alkoliçe: Acılarımı terk ediş hikâyem Kitabın alt başlığı Kendini Kundaklama Dersleri. Nedir kendini kundaklamanın ilk kuralı? Cesaret. Ne bir eksik, ne bir fazla. Kendini gözden çıkarmak. İnsan kendini gözden çıkarırsa kaybedeceği bir şeyi kalmaz. Bundan daha büyük bir özgürlük var mı bana anlatabileceğiniz? Kendimden kurtulmaya çalışıyorum işte. Sanat da bunun en güzel yolu. Kitabı yazarken sizi en çok ne zorladı? Sadece samimi kalmaya odaklandığımı görüyorum bugün. “Günce”de de samimi olmayacaksanız nerede olacaksınız?! Dünyaya “ben alkoliğim” demektir bu kitap, diğer her şey ikincildir. Yine de bazı kriterlere dikkat ettim. İşin içine mizah girerse umut vardır diye düşündüm. Elbette mizahın da karasını seçtim. Bu acılarımı terk ediş hikâyemin bir kısmı. Aslında “sarhoşun mektubu okunmaz” derler, benimki de bu kadar okundu vesselam... O günlerimde okuduğum yazarlar, hem yol arkadaşlarım hem de tanıklarım oldu. Her gün için yaptığım alıntılar, metni destekledikleri gibi, hem yazarın hem de kitabın katmanlarını ortaya koyuyor. Alkoliçe, dile ve edebiyata dayanmasa okunmazdı. Bunca acıyı düpedüz anlatamazsınız, edebiyat onu dönüştürmemi sağladı. Kitabın kaba kurgusunda da karamsarlıktan umuda yapılan bir yolculuk var. Edebiyat bence insanın kendi içine yaptığı bir arkeolojik kazıdır. Psikiyatri de kazı sonuçlarını değerlendirmenize yardımcı olur. Bunların ikisi de elimdeydi Alkoliçe’yi yazarken. canlı grupların içerisinden çıktım. Alkol hep aramızdaydı. Kitabın ne kadarı ayık kafayla yazıldı? Güzel soru, cevabı da net. Günlük bölümü içerken yazıldı, 20012002 arasında her gün. Tabii tamamını yayımlayamadık. İkinci bölümdeki mektup ve diğer düz yazılardaki metinler alkolsüzdür. “İçkicidir, derler bize. İçkiciyizdir. Alkolik olmak kolay bi’şey değil. Emek istiyor. Gerçekten zor meslek alkoliklik” diye anlatıyorsunuz. Mesela? Alkolik içerek, en başta kendi hakikatine ihanet etmiştir. Bu başlı başına zor bir şey. Şişelerle gönüllü bir hapis hayatı yaşadım yirmi sene. Eğer bağımlıysanız, geri kalan her şey teferruattır. Alkol kıskançtır, başka şeylerin hayatınıza girmesine müsaade etmez. Şişelenmiş bir hayat yaşıyordum, tabiri caizse. Yeterince emek istemiş mi? Bu kader, 16 Nisan 2005’te değişti, ne oldu o gün? Kendi dibimi buldum. Alkolizm bir hastalık, ilerleyen ölümcül bir hastalık. İyileşmenin yolu, alkolik olduğunu ve alkole karşı güçsüz olduğunu kabullenmek. 16 Nisan, belki de biyolojik doğumumdan daha önemli. Çünkü annemden sonra, bir de ben kendi kendimi doğurdum. Hiçbir şeye konsantre olamıyordum; çalışamıyor, okuyamıyor, yazamıyordum. En sonunda yedi yıl önce alkolü hayatımdan çıkaramazsam iyileşemeyeceğimi anladım. Çok sayıda doktor, hastane ve ilaçtan sonra ki bu süreç epey uzun sürdü alkolle vedalaştım. O günden beri hiç mi içmiyorsunuz? Benim fiyatım bir duble. Yani bir duble içsem, bir daha durduramayabilirim. Şakası yok. “Hücre hatırlaması” diye bir kavram var tıpta. Hangi miktarda durdurursanız, yeniden başladığınızda en kısa zamanda o miktara ulaşıyorsunuz. Sigarada da böyle. Alkolle aramda hep bir karış mesafe bırakıyorum. İntihar teşebbüsleriniz de olmuş, “Eğer ölümü düşünürsen hep, yaşam beklemek ve bekletilmekten başka bir şey olmaz” diye not ettiğiniz bir cümleyi paylaşıyorsunuz bizimle. Hâlâ bekliyor musunuz? Ben aynı zamanda manikdepresifim. Yani hem alkolle hem de bu psikiyatrik hastalığımla mücadele ettim. Manikdepresif olduğum için mi içtim, yoksa içtiğim için mi manim alevlendi hâlâ net değil. İkisi de birbirini tetikledi diyelim. Hep uçlardaydım. Ya çok iyi ya çok kötü. Hiç ortası olmuyordu. Borderline kişilik bozukluğunu da yaşadım. Bunlara bağlı olduğunu düşündüğüm, alkollü dönemimde aralıklı olarak iki intihar girişimim oldu. Beceremedim. Artık majör depresyonumu yendim, doktorlarım, ilaçlar, tedavide inat ve A.A. sayesinde. Adsız Alkolikler grubunu nasıl buldunuz, ne ifade ediyorlar sizin için? Teyzem buldu. Geri çevirmedim. Kafamda bir saat toplantıya katılıp, sonra içmek fikri yatıyordu. Toplantıya gittim, gidiş o gidiş... Üstelik Ankara’da Sakarya’da, tam alkolün göbeğinde ayıldım, en çok içtiğim yerlerin dibinde. Alkoliklerini unutmuş bir toplumda, A.A. vahadır. A.A.’ya geldiğimde gençliğimi kaybetmiştim, ama geleceğimi kazandım. Bunu ifade ediyor benim için. Az şey mi? Gelecek şimdi nasıl görünüyor? Sizin kolaycacık yaşadığınız gündelik hayatı, ben öyle yaşayamıyorum. Bireysel huzurumu tesis etmem uzun zamanımı aldı. Şimdi şişeye kölelikten kaleme köleliğe terfi ettim; tadını çıkarıyorum. Edebiyat dünyasını yakından izliyorum. Kıpkısa öyküler yazıyorum. Kediler üzerine yazıyorum. Bunlar edebiyatın merkezi değil. Edebiyat roman etrafında dönüyor, biliyorsunuz. Alkolik kozalaklıdır. Kalın kabuğunu kırıp içine girmek kolay değildir. Ben içerdeyim. Edebiyatın da içten seslere ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Çocukluğumdan kalma şeyleri yazmak istiyorum hep, o günlerin bana büyülü gelen dilini ve atmosferini. Belki bunları yazarım kim bilir. Dikenli bir hayatın dili de dikenli oluyor. Belki de dikenlerimi ayıklarım. esraacikgoz@cumhuriyet.com.tr C M Y B C MY B