Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
27 ŞUBAT 2011 / SAYI 1301 7 Hiçbir şeyi okuldan öğrenmedim yeniden seyirci karşısında Deniz Çakır. Gelecekle ilgili planlar yapmıyor, yapmayı da komik buluyor. Hayatının merkezine mutlu olmayı koyan insanlardan o. Şu sıralarda 'Rabarba' isimli projesine sponsor arıyor. eniz Çakır, bu sıralar yeni filmi “Ya Sonra” ve tiyatro oyunu “Cam” ile gündemde. Beş sezon oynayan Yaprak Dökümü dizisi nedeniyle onu uzun zamandır tanıyor gibiyiz. O ise “oyunculuğun başındayım” diyor. Henüz 28 yaşındaki Çakır’la oyunculuğa, hayata ve aşka bakışını konuştuk. Ya Sonra’da bambaşka bir roldesiniz? Rolü kabul etme süreciniz nasıldı? Senaryodaki kız, beş yıl Ferhunde oynadıktan sonra çok taze, dokuları daha fazla bana benzeyen, benim göstermek istediğim bir yüzümün olduğu bir roldü. Diğer karakterleri de sevdim, duru bir aşk anlatımı vardı filmde. Fakat Özcan (Deniz) çekmeyecekti başta, sonradan öğrendim ya da değişti bilmiyorum. Özcan’ın yöneteceğini öğrenince bir ikilem yaşadım açıkçası. N ed en ? Yönetmenlik deneyimi yok diye. Eskiden konservatuvardan mezun olduğumda çok kızardım, konservatuvardan arkadaşlarım aç geziyor, neden herkes bu işi yapıyor diye. Ama sonradan anladım ki, içinde sanat olan, yaratıma açık olan işler, insanın içgüdüleriyle oluyor. Dolayısıyla birinin bu tarzda bir isteğine karşı taraftan bakmayı çok saçma buldum. Sonuçta halk seçiyor. Ki bunu kendiniz için de yapıyor olabilirsiniz. Mesela ben bu işi kendimi gerçekleştirmek için yapıyorum, dünyayı değiştirebilmek için, bir şeyi değiştirebilmek için. Ben de oyunculuk anlamında kariyerimin başında olduğum için, önceki işlerini bildiğim birine kendimi emanet etmek isterim fakat Özcan bu işi o kadar güzel çalışmıştı ve o kadar hevesliydi ki... O heyecanı mı ikna etti sizi? Evet ve o kadar doğru bir heyecandı ki bu. “Nasılsa popülerim şarkı da söyledim hadi bir de film çekeyim” değildi yaklaşımı. Kazandığı parayı buraya yatırdı, risk aldı ideali için. Bir de, oradaki Didem karakteri beni baştan çıkarmıştı bir kere, ondan vazgeçmek istemedim. Artık “Ferhunde’ye benziyor” gibi bir cümle kuramazlar herhalde. Daha önceki yapımlar için kurdular mı böyle cümleler? “Oyunda da frapan kadın oynuyor” diyorlar, halbuki hiç alakası yok. Tabii bir şey aramaya çalışırsanız bulursunuz. 40'taki saçlarımı bile Ferhunde’ye S NEM benzettiler benim. DÖNMEZ Peki oyunculuk nedenim kendimi gerçekleştirmek dediniz, bir amacınız var mı? Ben gelecekle ilgili hedefler, planlar yapamıyorum. Yapmayı da komik buluyorum. Hayatımın merkezine mutlu olmayı koyan bir insanım. Hayat değişiyor ve önemli olan mutlu olarak yaşamaksa, o mutluluğun içinde onun alt başlıkları var. Tiyatro da içinde, aşk da. Ben fazla mükemmeliyetçiyim, başarılı olmak isterim. Bir şeyin içine giriyorsam, herhangi biri olacaksam, içlerinden biri olacaksam girmem. Orada kendimi kanıtlayabileceksem, var olan yeteneğimi gösterebileceksem girerim. Dolayısıyla kendimi gerçekleştirmekten anladığım, her yaptığım işe bir şey kattığımı hissederek mutlu olmak. Amaç şu anda ne yapıyorsam en iyisini yapmak. Asıl hedefim mutluluk. Mutlu olduğun işten para kazanırsın, mutlu bir evlilikten doğan çocuk güzel olur. Gündeminizde yeni bir proje var mı? Fotoğraf çekiyormuşsunuz. Bir projem hazır. Görüşmeleri sürüyor, sponsor arıyoruz. Sanat üzerinden siyaset yapan belediye başkanlarını geziyoruz. Rabarba ismi. Türkiye’nin önemli seslendirme sanatçılarını stüdyoda seslendirme yaparken görüntüledik. Amaç ses örneklerinin karşısına fotoğrafları koyup “bu ses bu yüze ait” diyecek bir proje. Sonra bunun kataloğunu çıkarıp sosyal sorumluluk projesi olarak çocuklarla ilgili bir kuruma bağışlayacağız ama bu işlerden vakit bulamadım. Bir süre televizyon için yeni bir şey yapmayı düşünmüyorum. 5 yıl sonra pat diye yeni bir rol yapmak çok zor. Ben oyunculuğa öyle bakmıyorum. Bu memuriyet değil. G D Beş insan, bir çatı Çatı, Serbest Bölge’nin ilk oyunu. Beş insanın yaşamına misafir ediyor oyun bizi; hayatın anlamı ve anlamsızlığı üzerine bir sorgulamaya da. Her şey alabildiğine doğal, hayattan. Çünkü onlar ezberleri değil, kendi sözlerini söylemek istiyor. ESRA AÇIKGÖZ yorum. Tiyatro da edebiyatın bir kolu. Neden oyunculuk olmasın diye düşündüm. Heveslendim ve işte buradayım. F. Eryiğit: Neden oyuncu olduğumu aslında bilmiyorum. Oynamaya lisedeki tiyatro grubunda başladım, 14’ümde. Tiyatro grubu çok çekici gelmişti, çok enteresan insanlar vardı, farklılıklardı! Ben de 1415 yaşında biri olarak tabii ki herkesten çok “farklı”ydım ve kimse beni anlamıyordu! Sonra ergenliğim bitti, ama tiyatro ilgim sürdü. Üniversitede siyasal bölümünü kazandım, sonra bıraktım ve kendime meslek olarak oyunculuğu seçtim. Sanırım ben oyun fikrini, bir kurgu içinde yer almayı seviyorum. Oyunun yazarı ve yönetmeni Görkem Şarkan. Aynı zamanda oyunculardan biri de o. Ona oyunda Eryiğit’in yakilerle karşılaştık; sahnelerle konuşmak, kiraların ödenmesi, tanıtımlar... Biz kendimize oyun alanı yaratmaya çalışıyoruz aslında. Kafamızda fikirler var, onları sahnelemek istiyoruz. G. Şarkan: Aslında ben oynamakla yanıp tutuşuyorum diyemem. Öncelikle anlatmak istediklerim var, laflarımı söylemek istiyorum. Bunun için de form olarak bana en yakın gelen dramanın en ilkel haline dönmeye çabalıyorum. Oyunda zaman atlamalarının olmaması, sizi müzikten müziğe geçirerek sahnelere hazırlamaması, ışıklarla kişiden kişiye geçirmemesi bundan. Görebileceğiniz kadar doğal bir soyutlama “Çatı”. F. Eryiğit: Metni doğru biçimle buluşturunca tam anlamına ulaşıyor. Seyirciler gelsin ve o evi gözetler konumda olsun istedik. O yüzden seyirci evin dört bir tarafında, hemen dibimizde oturuyor oyun boyunca. G. Şarkan: Oyun oynanırken seyirciyi içeri alıyoruz. Seyirci bu duruma çok şaşırıyor, geç mi kaldım diye panikliyor, kendini oraya ait değilmiş gibi hissediyor önce, sonra da gözlemlemeye çalışıyor. Üzerindeki izleyici süveterini atıyor, çünkü yakınında süren bir hayat var. Seyircinin elinden iktidarını alabildiğimiz kadar alıyoruz. Böylece karakterlerle ilgili yargıda da bulunmuyor, anlamaya çalışıyor. Yaşamın anlamsızlığına uyuşturucu ile katlanabilen Kuzey ve onlara uyuşturucu bulmak için seks işçiliği yapan sevgilisi Kelebek, ruhsal sorunları olan Baytar, intiharı düşünen, ancak kendini öldüremeyecek kadar da korkak Verter, mutsuzluğunu ve karamsarlığını hep aynı kitabın sayfalarına dalarak alt etmeye çalışan Beyaz... Kötü ya da iyi yok bu oyunda. Haklı ya da haksız da. Sadece insanlar ve hayatın anlamı ya da anlamsızlığı üzerine tartışmaları var, ama kendilerinin farkında bile olmadığı bir tartışma bu. G. Şarkan: nsanlık tarihini Batı üzerinden kuruyoruz ya, Batılı zihnimiz bize diyor ki, bunlar şimdi bize bir şey işaret edecek ve biz de taraf olacağız, çünkü tiyatro bir iktidar alanıdır, kitleler üzerinde etkilidir ya. Biz izleyicileri rahatlatıp eve yollamak istemiyoruz. Oyun bize ne diyor dersen? Anlamın bittiği yerde başlıyor oyun, benim kafamda öyle başladı. Hayatta kalmaya çalışmanın, sistemin içinde hayatı idame ettirmenin, sistemin içinde kendi ufak sistemini kurmanın saçmalığını fark ettiğimde ve çok canım yandığımda tutunmak için bunları yazdım. F. Eryiğit: Seyirci, ben bugün tiyatroya gittim, demek için oyun izliyor. Seyirci ile ortaya konan dram arasındaki bağ kaybolmuş gibi geliyor bana. Bu bağ kurulunca herkesin oyundan alacağı bir şey olacaktır. Aslında, seyircinin oyunu sıkılmadan izlemesi bile yeterli bence. Toplumun dışına atılmış beş insanın hayat sorgulamasına misafir olmak için elinizi çabuk tutun. “Çatı” 3, 10, 19 Mart tarihlerinde saat 21.00'de kincikat'ta oynayacak. Serbest Bölge yakında yeni bir oyunla daha çıkacak karşımıza, ama henüz adı belli değil, oyunun biçimi de. Yine de iyi oyunculukları, özgün metinleri, farklı sahneleme biçimlerinin yeni oyunda da süreceği kesin. G B irbirinden farklı, ama aslında birbirinin aynı beş insanın hikâyesi bu. Umutsuzluk, öfke, boş vermişlik, uyuşmuşluk, uyumsuzluk... “Normal”in dışında yaşayan ve toplumun dışına iteklenmiş beş insan bir çatı altına başka ne gibi duygular toplayabilir ki? Serbest Bölge’nin “Çatı” oyunu bizleri bu beş insanın yaşamına misafir ediyor. Yıkık dökük, eski bir apartman dairesinin kapısından daha adımınızı attığınız an, aslında çoktandır süren bir oyunun ortasına düşüyorsunuz. Orada olmamanız gerektiğini düşünüyor, ama çoktan uyandırılmış Fotoğraf: VEDAT ARIK Eleştiri sistemini ciddiye almıyorum Kadın sterse’deki Alev’i, Yaprak Dökümü’ndeki Ferhunde‘yi ve Cam’daki Rüya’yı hafiften de olsa bir fettanlık kümesinde toplayabilirim. Öncelikle oyundaki rolü seçerken tereddüt yaşadınız mı ya da önünüzdeki rollerde yaşar mısınız? Oyunda da bu rolü ben seçtim. Önemli olan nitelik. Ben şu anda Yaprak Dökümü’nde yine Ferhunde oynayacak olsam farklı oynarım. Bir rolün hikâyesi, altyapısı, içimdeki hissi önemli, yani gelirse reddetmem. Hiç öyle şeylere takılmıyorum. Eleştiri ve ödül sistemini mümkünse ciddiye almazsan yol alırsın bu ülkede. Ne iyisi ne de kötüsü. Bir röportajınızda dünyaya 20 yıl geç gelmişim demişsiniz, sizinle konuşurken ben de aynı şeyi düşündüm. Neden bu? Benim neslimin dokusu çok aşağıya inmiyor. Ben 1982 doğumluyum. 80 sonrasında doğan çocuklar yakın geçmişini bilmiyor. Hiçbir şeyi okuldan öğrenmedim, kendimi geliştirmeye çalışmasam hiçbir şey öğrenmeyecektim. Geleceğin siyasetçisi, hukukçusu bu nesilden çıkmayacak mı? Bazen o kadar cahil muhabbetlere tanık oluyorum ki. Şimdi de arkadaşlarım hep benden büyükler. Bir şekilde yakaladım onları. G merakınızla hiçbir şeyi kaçırmadan izlemeye devam ediyorsunuz. Ev sahiplerinizle dip dibe olmanız da cabası. Kavga ettiklerinde geriliyor, takıntılarına sinirleniyor, zaaflarına hayıflanıyorsunuz. Çünkü seyirci değil, tanıksınız! O yüzden de oyunun tek bir anını bile kaçıramazsınız. Üstelik ne bu gerçekliği bozacak ışık dekoru var oyunda, ne de kostüm. Her şey, herkes olması gerektiği, hayattaki gibi. Biz oyunu terk ederken, onlar hâlâ hayatta kalmanın anlamı ya da anlamsızlığı üzerine sonuçsuz bir tartışmaya devam ediyor. Onlar kim mi? Ben de şimdi size bunu anlatacaktım. Funda Eryiğit: stanbul Üniversitesi konservatuvar son sınıf öğrencisiyim. Görkem Şarkan: Ben de... Siyasal Bilgiler okuyordum, ancak bıraktım, oyuncu olmak için değil, sadece öngörülen işleri yapmak istemiyordum. Çocukluğumdan beri bir şeyler üretmek gibi bir derdim vardı. Edebiyatla çok ilgileninı sıra Mustafa Barış Koçkar, Taner Ölmez ve smail Semih Habiboğulları eşlik ediyor. Onlar da konservatuvar öğrencisi. Altında toplandıkları isim Serbest Bölge, proje bazlı bir topluluk. “Çatı” da ilk oyunları. G. Şarkan: Kişisel bir çabaydı benimki, oturup yazdım, sonra oynayalım mı, dedim. lkokulda oynadık. Güzel tepkiler alınca, daha çok insanla buluşmak istedik. Beş kişi oturup ismimizi belirledik. Sahneleme biçimi açısından boş alan gerektiriyor bu oyun. Hep, seyirci ile oyuncunun organik bağ kurabildiği bir biçim üzerine kafa yorduğum için, aklıma ilk “Boş Alan” ismi geldi, ancak Peter Brook’un böyle bir kitabı var, filan, vazgeçtik ondan. Şu alan, bu alan derken, Serbest Bölge çıktı. Yaptığımız, yapacağımız her içerik, oyun kendi biçimini oluşturacak. O yüzden de Serbest Bölge tam bize uygun bir isim oldu. F. Eryiğit: şe girişince tiyatro olmayı gerektiren başka iliş Piştikçe yalnızlaşıyorum... Beş yıl süren bir dizinin ardından yeni bir oyun ve bir sinema filmiyle Evlenmek için pişmek lazım demişsiniz, nasıl bir pişmek sizinki? Evlenmek sorumluluk almak, hayatı biriyle paylaşmaya karar vermek ve ömür boyu onunla olabilmeyi göze almak demek. Pişmek kendini anlamak, empati kurmak demek. Kadınla erkeğin birbirinden farklı olduğunu kabullenmek demek. O yüzden çekiyoruz birbirimizi. lişkinin evliliğe doğru gitmesi için biraz daha pişmem gerekiyor. Kendinle, hayatla olan savaşı bitirmek gerekiyor. Ben gittikçe pişiyorum, hissediyorum. nsan derinleştikçe, hayatla mücadelesi farklılaştıkça, insan oldukça acıları da çoğalıyor ve yalnızlaşıyor. Yani pişerken yanıyorsun. Yanlışları daha fazla görüyorsun, ihaneti, aptal yerine konmayı, düzensizlikleri, yalanı dolanı görünce yanıyorsun ama üç adım sonra iyi bir şey yanmak. nsana acılardan daha fazla öğreten ne olabilir ki? G C M Y B C MY B