Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
14 ŞUBAT 2010 / SAYI 1247 Beni benimle ansınlar Ezel dizisiyle oyunculuğa adım atan Bade İşçil, artık işinin hakkını verme derdinde. Temkinli hareket ediyor, hayal ettiklerini bile söylemekten çekiniyor: “Herkesin ruhuna işleyecek kadar iyi bir rolü canlandırmak isterim. Ama zamanı var.” Bir de adının başındaki “Mahsun Kırmızıgül’ün eski sevgilisi” sıfatından kurtulmak istiyor. zel dizisinin Şebnem’i Bade İşçil. Güzelliğiyle adından oldukça söz ettiriyor. Moda tasarımı okumuş ancak kendini bir anda ekranların önünde bulmuş. Biraz tesadüfi işlemiş onun için süreç. Çoğu kişi Mahsun Kırmızıgül’ün eski sevgilisi olarak hatırlasa da o bunun aşılması gerektiğini dile getiriyor. “Bu Ezel’de oynarken, Gülpare’de oynayan Bade denmesi gibi. Artık bir başka kişinin üzerinden ismim anılmasın” diyor. Oyunculuk yeni bir sınav onun için. O yüzden büyük beylik laflar etmiyor. Önceden hazırlanmış cümleleri de yok. Kendinin de farkında, yaptığı işte durduğu noktanın da. Moda tasarımı okudunuz ancak oyunculuk yapıyorsunuz. Nasıl bir geçiş yaşadınız? Küçük yaştan beri moda okumak istiyordum, elim de izime yatkındı. Ancak sanatın her dalını sevdiğim için başka alanlara da kaymak istedim. Şarkı söylemeyi de, oyunculuğu da, dans etmeyi de çizim yapmayı sevdiğim gibi seviyorum. Ama yine de siz oyunculukta karar kıldınız. Dizi teklifi hep geliyordu ancak çekingendim. Televizyon programı sunarken gelen dizi teklifi için yönetmeni ısrar etti. “Sende o ışığı görüyorum. Çalışırsan, istersen yapabilirsin” dedi. Onun sözüne ve bana güvenine inanarak çıktım yola. Oyunculuğunuzu nasıl buluyorsunuz? Henüz yolun başındayım. Daha öğrenmem gereken çok şey var. Ama o heyecan da hep kalsın istiyorum. Her gece yatmadan önce kendimi sorguladığım için zorluyorum kendimi. Ama yine de keşke dememeye çalışırım hep. Keşkem mesleğimi geliştirme noktasında çıkıyor ortaya. Ezel dizisi bu anlamda bir sınav benim için. Peki moda nerede kaldı bu süreçte? Eğitimi tamamlayınca ekonomik kriz kapıyı çaldı. Aslında en çok istediğim, kişiye özel tasarım yapmak. Şimdilerde çantamı yapıyorum, kendime bir şeyler tasarlayıp dikiyorum. Ama insanlara sunacak kadar cesaretli değilim. Şu an oyunculuk baskın geldiği için onu biraz erteledim. Cesur musunuzdur, temkinli mi? Temkinliyimdir. Oyunculuğa cahil cesareti olarak başladım. Ama moda konusunda temkinli davranıyorum. Sonuçlarını düşünerek hareket ederim her zaman. Oyunculukla ilgili neler var kafanızda? Temkinliyim işte. Hayal ettiğimi söylemeye bile özen gösteriyorum. Herkesin ruhuna işleyecek kadar iyi bir rolü canlandırmak isterim. Ama sanırım zamanı var bunun. İddialarınız, büyük heyecanlarınız yok. İstediğim, yaptığım işte başarıyla anılmak. Başaramadıktan sonra çıkıp da ben oyuncuyum diyemem. Hayatta büyük hırsların peşine takılıp gitmiyorum. G E MUTSUZUM... Bir imaj değişikliği de var aslında. Bu yaşamınızda yeni bir sayfa açtığınız anlamına mı geliyor? Sıkıntılı bir dönemimde kestirdim saçlarımı. Teyzemi kanserden kaybettim. Kemoterapi görürken saçları dökülmüştü. Böyle bir şey insanın ruh halini nasıl etkiler diye de merak ettim. Gelişi güzel bir şekilde kestirdim. Peki neyi fark ettiniz o dönemde? Hayatta boş vererek ve ciddiye alarak yaşamanın birbirini dengelemesi gerekiyormuş, bunu fark ettim. Çünkü tek başınıza koskoca dünyada bir hiçsiniz. Diğer yandan tek başınıza büyük işler de yapabiliyorsunuz. Artık bazı şeyleri gerektiği kadar ciddiye alıyorum. Zaten empati duygum da gelişmiştir. Belki hiç aç kalmadım ama aç bir insan gördüğümde onun ne hissettiğini anlamaya çalışıyorum. Bu çok yoruyor. Hep üzülüyorum. Haiti’de deprem olmuş, biz nelerle uğraşıyoruz diyorum bazen. Peki desteklediğiniz projeler var mı? UNICEF’e, Peta’ya ve hayvan hakları derneklerine destek veriyorum kendi çapımda. Bir gün yardıma ihtiyacı olan herkese yetebilecek kadar güçlü olmak istiyorum. Türkiye’de insanlar vicdanlı aslında. Ama unutuyoruz demek ki. Farkında olmak ve hatırlamak gerekiyor. Sanki her şey teknoloji ve paradan ibaret ve sadece bunun için koşturmamız gerekiyormuş gibi yaşıyoruz. Nasıl olsun isterdiniz? Çayır çimen olsun istiyorum her yer. Tıpkı eski dönemlerdeki gibi takas yapalım. O da bir paylaşım sonuçta. Mutsuzluk ya da umutsuzluk var mı? Umutsuz yaşanmıyor ama mutsuzluk var. Keşke insanlar el ele verse. Her şey çok daha farklı ve güzel olacaktır. G ZUHAL AYTOLUN GÜZELLİK BENİM İÇİN DEZAVANTAJ Bir röportajınızda “Güzelliğim lanetim oldu” demişsiniz. İnsanlarda güzellikle bir şey yapıyor düşüncesi var. Dizi üzerinden konuşursak sanki deneme çekimleri yapılmamış, sizin oyunculuğunuza bakılmamış gibi insanlar her şeyi güzelliğe bağlıyor. Belli bir kesim o noktada emeğe saygı duymuyor. Güzelliğin yine de bir kapı açtığını düşünmüyor musunuz? Güzellik göreceli bir kavram. Ama bir etkisi vardır elbette. Herkes güzeli sever. Ama içi boş olduktan sonra, kim ne yapsın güzeli. Hayatta her şeye alışldığı gibi güzelliğe de alışılıyor. Onu güzel kılan şey ise detaylarda gizlidir. Ama güzelseniz ve göz önünde bir iş yapıyorsanız insanlar alkışlamaktan çok baltalamayı cazip görüyor. Diğer yandan da hep adınızın önünde bir “Mahsun Kırmızıgül’ün eski sevgilisi” sıfatı var. Bu süreci kırmak istemiyor musunuz? Üzerinden uzun zaman geçmesine rağmen konuşulması sıkıcı. Bu Ezel’de oynarken, “Gülpare’de oynayan Bade” denmesi gibi. Beni benimle ansınlar. Sıfat konulacaksa oyunculukta başarılı görüyorlarsa oyuncu Bade, modacı Bade ya da İşçil ailesinin kızı Bade desinler ama başkasının üzerinden söylemesinler artık. Bu konu sizi çok zorluyor mu? Hep bunlarla büyüdüğüm için alıştım. Çok sıkıldığım, cinnet getirdiğim dönemler de oldu. Ama baş edemiyorsun. Bana yeteneksiz desinler ama bir ilişkiyle gündeme geliyor demesinler. Yönetmenimiz Uluç Bayraktar’la yazılıyorum. Sette baba gibi benim için o. Uluç Hoca’ya bir şey sorarken babamdan çekindiğim gibi çekiniyorum hatta. G Saklı duygular ve korkular açığa çıkıyor ŞİRİN GÜVEN ecep Çiftçi, İstanbul Modern Sanatlar Galerisi’nde “Saklı” adlı sergisiyle izleyiciyi değişik bir deneyime davet ediyor. İçimizdeki en saklı duygularımızla ve en büyük korkularımızla yüzleşmeye! Çiftçi birbirinden güzel tablolarıyla sanatseverlere, kuytu odalarda sakladıklarıyla tanışma ve kendi iç dünyalarına bakma fırsatı sunuyor. Bunun da bedenden başlayarak yapılması gerektiğini düşünüyor. “Beden bizim hayvansal yönümüz. Belki de bu yüzden o kadar çok korkuyoruz onunla yüzleşmeye. Hayvan nasıl eğitiliyorsa, bizim de bedenimizi eğitmemiz gerekiyor. Eğitim için de sevgi gerekiyor” diyen sanatçı sevginin en düşük seviyesi diye adlandırdığı “korku”nun peşinde. Gelin siz de korkularınızla yüzleşin. R Recep Çiftçi “Saklı” isimli sergisiyle insanın iç dünyasına bakıyor ve korkularıyla yüzleştiriyor. Saklı isimli serginiz izleyiciye ne anlatıyor? Nelerden ilham aldınız, neler anlattınız? Bu sergi bir entrospeksiyona davet ediyor seyirciyi, yani kendi içine bakmaya ya da analiz etmeye fırsat tanıyor. Zihinsel veya duygusal sakladıklarımızı görmeye çağırıyor. “Entro” içeride anlamına gelmektedir, ben içimizdekilerin dışa vurulmasından yanayım. İlk önce kendimizi tanımalıyız, bedenimizden başlayarak. Sevmeliyiz onu ve sonra zihnimizin karanlıklarına inmeliyiz. Benim için beden bizim hayvansal yönümüz. Belki de bu yüzden o kadar çok korkuyoruz onunla yüzleşmeye. Hayvan nasıl eğitiliyorsa, bizim de bedenimizi eğitmemiz gerekiyor. Eğitim için de sevgi gerekiyor. Sevginin ne olduğunu sorgulamak gerekiyor. Sevgiyi bulduktan sonra asıl eğitim başlayabilir. “Saklı” derken korkularımızı kastediyorum. Korku benim için sevginin en düşük seviyesi, ifade edilmeyi bekleyen bir duygu. Hep içimize atıyoruz duygularımızı. Çünkü eğitimimiz böyle öngörüyor. Ebeveynlerimiz böyle bir model sergiliyor çocuklarına. Bu duyguları da kıyafetlerle kapatıyoruz. Bedenimiz artık duygulara kapalı halde. Değerli eşyaları bir zamanlar bohcalarlarmış ya, biz de duygularımızı bohcaladık elbiselerimizle. İfade edemediğimiz korkularımızı mumyaladık, en derin mezarlığa gömdük, hatırlamıyoruz bile onların varlığını. Bu yüzden en saf haliyle vücuttan ilham alıyorum. Sergideki işlerinizden bahsedebilir misiniz? Sergide 46 tablo var, çoğunlukla büyük boy. Büyük tablo benim ifade şeklimi özgürleştiriyor. Kolum vücudumdan kopuyor ve içimdeki “ben” ile bütünleşiyor. O zaman tablo oluşuyor. Yaratan kim bilmiyorum. Ben mi? O mu? Bu sergi içimizdeki en kuytu odalarda kalan duyguların ifadesi mi? Bu soruya Mevlana’yı örnek alarak cevap vermek istiyorum. Rivayete göre Şems’le tanıştıklarında Mevlana’nın elinde kitaplar varmış ve Şems “Bu kitap nedir” diye sormuş. Mevlana ‘sen anlamazsın’ demiş. Şems kitapları almış ve suya atmış. Tabii Mevlana çok öfkelenmiş. Şems kitapları sudan çıkardığında kitaplar kuruymuş. Mevlana “Nasıl yaptın” demiş, bu kez Şems “Sen de bunu anlamazsın” demiş. Yani bu sergi için benim ne anlattığım değil, izleyicinin ne anladığı önemli. Ben verdim kendimi bir armağan gibi tablonun yüzeyine, seyircinin bu hediyeyi hangi duygu içinde yaşayacağı ona kalmış. Bu serginin genel mesajı içimizdeki kalan duygularla bağlantılı ama hangi duygu olduğunu izleyici içine bakarak bilebilir. Resimlerinizde gerçek ve fanteziyi birleştirerek yansıttığınızdan bahsediyorsunuz. Bunu biraz açabilir misiniz? Bahsettiğim gibi bütün bunlar korkularla ilgili. İnsanın tek bir hastalığı var; korku. Bütün rahatsızlıklar bu korkunun yan ürünleri. Korkuları yenmek için onları tanımak gerekiyor. Ben tablolarımda insanı teslimiyete davet ediyorum, akışta olması için rehberlik yapmak istiyorum. Adem ile Havva’nın kendi hallerine “Ah” demeleri gibi, tablolarım da ruhsal sorgulardan, güzelliğin karşısındaki duyarlılıktan bahsediyor. Bence insan kendisine duyarlı olduğu gün, çevresindekilere ve çevreye de duyarlı olacak. Bizler hislerimizi kaybetmiş varlıklarız. Hep zihindeyiz. Hislerimize duyarlı olmak başarı üzerine kurulu bir sistemi sorgulamaya yol açar. Başarı mutlaka ayırımı getirir ve ayrımcılığı. Ayrımcılıktan öfke doğar, öfkeden de savaşlar. Dünya biz böyleyiz diye böyle aslında. Ben tüm bunları tablolarıma aktarıyorum. Kimi zaman gerçekçi bir stilde, kimi zaman naif, bazen de sert. Ama sonuçta bütün bunlar hayat gibi farklı lezzetlerden oluşuyor. Bir gün çilek, bir gün kırmızıbiber... G C M Y B C MY B